Bulgarca’dan çeviridir.
Tarih: 06 02 2019
Çeviri: İbrahim SOYTÜRK
Kaynak: Her şeye çözüm insan haklarının tanınmasıdır – “Marginaliya”

Bir çocuk kör doğsa lakabı Kör Hasan, Kör Mehmet vs gider.  İnsan başına gelmesin, biri topal dünyaya gelse Topal Yusuf… Topal Aliş diye kendiliğinden dizilir.

34 yıl önce doruk yapan Bulgar zulmüne, zorla isim değiştirme, kimlik köreltme ve geleneklerin gelişip gitmesini engellemek için “törenin bacağını kırma” diyeceklerine sözüm ona “soya dönüş süreci” diyen kafa karıştıranların gayreti arasız devam ediyor. Hele bir de şu bizim çekilerimize örneğin Fransızcaya tercüme ederken “Rönesans”, Almancada “Aufschvung”, Rusça ’ya çeviride de “Diriliş” anlamına gelen ve Lev Tolstoy’un “Pazar Ayini” için kullandıkları o güzel “Diriliş” sözümüzü harcamaları beni kahrediyor.

Böyle çarpık çarpık sözlerle ifade edildiğinde zulüm yıllarında kaç kardeşimizin kurşunlanarak öldürüldüğünü anlatamadığımız gibi, yaralılarımızı, yarım milyon kardeşimizin süngü ucunda elinde bir çanta ile sınır dışı edilişini de asla anlatamayız. Anlatsak da anlaşılmıyor. Her şey karma karışık. Hele şu kahrolası – bizi kırıp geçen –  “soya dönüş” saçmalığını yalan yanlış işleyip yüksek lisans yapan, doktora tezi yazanlarımızın tezlerini kabul eden çakma profesörlere ne diyeceğimi bir türlü bilemiyorum. Tutunacağımız tek da yine halkımızın bilgeliği kalıyor. “Bırak karışsın, gün gelir durulur!”

***

Bizim konuda, elini kalbine koyup da yazan yabancılar da var tabii. Yazar Aleksey Kolyovski ile Alman yazar Volfgang Höpe Türk zulmün araştırıp yazdılar. Ortaya çıkardıkları çarpıcı gerçekler var. 24 Aralık 19842ten önce, sözde karışık aileler oldukları gerekçesiyle 50 bin kişinin ismi önceden değiştirilmiş, bunların hemen hemen yarısı sürgün edilmiştir.

Başka bir özellikse şudur. Daha 1967’de Todor Jivkov “Birleşik Bulgar Komünist Milleti” teorisi ortaya koymuş, BKP MK’sinde de tepki alınca, planının adını “Birleşik Bulgar Sosyalist Milleti” olarak değiştirmiştir.

Bu değişikleri ve tezleri kabul etmeyen BKP MK üyesi Ali Rafiev, daha sonra şiddet kullanılarak uygulanan sinsi planlara kurban edilen ilk kişi olmuş. Rüşvet yalanı komplosuna düşürülerek yok edilmek istendi.

Bu kitaplarda ortaya çıkan gerçeklerde, Jivkov idaresinin Türklere saldırısından önce 2 yıl hazırlık gördü. 300 000 Türkü vatanlarından söküp atmanın önceden planlandığı ve bu amaca ulaşmak için polisi ve orduyu hafif ve ağır silahlarla yeniden donattığı konu oldu.  Göstericilere ve protesto mitingine toplananlara karşı soğuk ya da sıcak sudan başka, çakıl taşı da fırlatan özel “itfaiye” araçları, yüksek süratli zırhlı araçlar satın aldığını açıkladılar ve belgelerden alıntılar okundu.

Bu konuda Sofya’da Ocak ayında toplanan uluslararası foruma bu 2 yazardan başka, Yülyan Metodiev, Stefan Deçev,  Mihail Gruev, Zeynep İbrahim Zafer, Mihail İvanov ve daha birçok bilim adamı da katıldı. Dikkati çeken “Türk Mevlidine” bu defa da hiçbir Türkün davet edilmemiş ve katılmamış olmasıdır. Bulgar bilim adamları Türk elbisesini ölçü almadan biçip dikmeye devam ediyorlar. Tarihimizin en ağır zulüm olayı karşımıza yamuk ayna gibi dikiliyor.

***

Olayın özü:

Sofya’da çağrılan ve “Geri Bakış” adı verilen, Bulgaristan’da (1984-1989) zulüm dönemini masaya yatıran uluslararası forum başkentin Akademik Araştırmalar Merkezinde yapıldı. Bu forumda ikinci kez olmak üzere, Bulgar ve yabancı bilim adamları ve araştırmacılar arasında, tarih, ekonomi, siyaset bilimi, sosyoloji, hukuk, gazetecilik, felsefe ve hatta akıl hastalıkları gibi bilim dallarında sert tartışmalar yaşandı.

Forum, 18 Ocak tarihinde toplandı. Bilindiği üzere 18 Ocak 1985 günü, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu (BKP MK PB)  Sofya’da il parti komiteleri birinci sekreterlerini Sofya’ya toplamıştı. Onlara okunan raporda, o güne kadar 310 000 Türkün isminin değiştirildiği açıklandı.  İlk kez olmak üzere bu zulme, bu zorla, boyun eğmeyenleri kurşunlayarak, sürgün ve hapsederek isim değiştirmeye, “soya dönüş süreci” (vızroditelen protses) gibi bir şaşırtıcı isim açıklandı.  Bu uydurma isim bugün de kullanılmaya devam ediyor.

Forumda değişik isimler konuştu:

Zorla isim değiştirerek Bulgarlaştırma sürecinin ilk döneminde  20 Bulgar tarihçisi araştırmalarını yayınlamıştı.  “Arşiv” (Arhivi)  adlı devlet ajansı başkanı Mihail Gruev’in konuşmasında işaret ettiği üzere, o yıllar geçerli olan Arşiv Yasasına göre, açıklanan araştırmalar belgelerin sistemli olarak incelenmesinden çıkarılmış sonuçlara dayanmadığı gibi, ancak yarım yamalak, tam olmayan araştırmalara dayandırılmıştır. Bu süreçten 30 yıl sonra, analiz edilebilir belgelerin hepsi ziyaretçilere açıktır ve yeni durumda çok değerli irdelemeler yapılabilir

Gruev şöyle devam etti: “Arşivdeki Türk isimli evraklarının hepsinin yakılıp yok edilmesine ilişkin BKP MK’nin 1980’li yılların sonunda bir karar almıştı. Bunu yapsaydık bu konuya ilişkin bugün çok kıt belge bulunabilirdi. İçinde büyük sayıda Türk isminin bulunduğu bölümlerdeki evrakların hepsinin yok edilmesi emredilmişti. Gruev’e göre, o yıllarda Arşivler Genel Müdürlüğü Başkanı görevinde bulunan Prof. Doyno Doynov’un söz konusu evrakların korunmasındaki hizmetleri çok büyüktür.

Bulgaristan’daki Türk azınlık topluluklarının asimile edilmesi siyasetini tarihçilerin nasıl desteklediğini kanıtlayabilmek için, Stefan Deçev, bilinen Bulgar tarihçilerinden Prof. Nikolay Gençev’ın 1980’lerde söylediği şu sözleri anımsattı: “Milli Güvenlik “DS” ne yapıyor? Bulgarların kendi devletlerinde azınlık durumunda bulunduğunu görmüyor musunuz?”

Yeni Bulgar Üniversitesinden Doç. Mihail İvanov’un, o olayların kızıştığı zamanda kaleme aldığı yazılarında açıkladığına göre…  “büyük isim değiştirme sürecinin başlamasından önce” (daha 60’lı yılların ortalarında kitlesel isim değiştirme olayları yaşanmıştır) 50 bin kişinin ismi, baba adı ve soy ismi değiştirilmiştir, fakat 9 kuşak geriye gidildiğinde soy kökünden birilerin Bulgar olduğu” iddiasında bulunmuştur. ( çev: M.İvanov, 7 yıl Cumhurbaşkanı J. Jelev’in azınlıklar danışmanı görevinde bulunmuştur.)

“DS” ve İç İşleri Bakanlığı (MVR)’den başka bu tartışmaya, Platform “Marginalya.bg” temsilcisi Yulyana Metodieva aktif biçimde katıldı ve konuşmasında şöyle dedi: “Genç bir gazeteci olduğum yıllarda, Eğitim ve Öğretim Bakanlığında her hafta düzenlenen ve ülkede kaç şalvar ve feracenin kesildiği açıklanan basın toplantılarına katılıyordum.” Gazeteci Metodieva, yıllarda yazdığı satırlardan dolayı, salonda bulunan ve zulüm dönemi kurbanlarından biri olan Prof. Zeynep Zafer’den özür diledi. Daha sonraki yıllarda Metodieva “1000 Gün” ve “Obektiv” yayınlarında yazı işleri müdürü görevinde bulundu. O, isim değiştirme döneminden somut örnekler vererek, pek çok yüz karası olaya işaret etti ve bu kampanyada gazetecilerin rolü üzerinde durdu.

Yeni Bulgar Üniversitesinden Antoni Todorv da söz aldı:   “Biz zorla isim değiştirme döneminden gerekli sonuçları çıkarmadık ve ibret dersi almadık. Özür dilemedik .”dedi. O, Başbakanlardan İvan Kostov ile Sergey Stanişev’in zorla isim değiştirme olaylarıyla ilgili özür dilemesinin çift anlamlı olduğuna ve hedefte Bulgar halkını tamamen aklama bulunduğuna vurgu yaptı.

Öte yandan, Yeni Bulgar Üniversitesi’nde akıl hastalıkları dersi okuyan Rumen Petrov, “1984-1989 Zulmü” dersini okurken yaralı ve yaralayan kişiliklerden söz ediyorum” dedi. “Bir Bulgar olarak, ben kendimiz de zulüm kurbanı hissediyorum, Türklerin askere alınmaması bir eksiklik ve bunların hepsi dikkate alındığında, onların devletten ve kurumlarından dışlanması tümünü toplumdan uzaklaştırıyor ki, bu aşılmazsa devlet çöker, diye ekledi.

Rumen Petrov, forumdaki konuşmasında, “Yaralanmış olmanın anısı” konusunda özellikle durdu. Aynı konu, Geysen “Yustus Liybig” Üniversitesinden Lübomir Pojarliev; Yeni Bulgar Üniversitesinden sosyolog Bayan Teodora Karamelska ve yine aynı üniversiteden antropolog Bayan Evgeniya İvanova tarafından da işlendi. Onlar 1984-1989 Zulmünü yaşamış Bulgaristan Türkleri arasında Ak Kadınlar, (Dulovo), Tatar Pazarcığı (Pazarcık), Hasköy Işıvaları (Mineralni Bani), Kazanlık, Bursa vb başka yerlerde yaptıkları gözlem ve araştırmaları paylaştılar. Onların vardığı sonuçlara göre, Bulgaristan Türkleri 1984-1989 döneminde aldıkları yaraları sarmışlar ve “ikr“dara karşı konmaz” diyerek Bulgarları suçsuz gördüklerini, akladıklarını saptadıklarını paylaştılar. Türklere göre, “1984-1989 Zulmünden” Komünist partisi ile Bulgaristan’daki Rus etkisi” suçludur, dediler. Evgeniya İvanova, konuşmasında, yaptığı araştırmalardan “insan belleğini yönlendiren güncel olaylardır” sonucunu çıkardı ve bu netice diğer bilim adamlarında destek buldu.

Prof.Dr. Zeynep İbrahim Zafer’in konuşması dikkat çekti:

2015 yılında Zeynep Zager ve Vihren Çernokojev’in “İsmimi Aldıkları Vakit” başlıklı eseri çıktı. Z. Zafer, 1984-1989 Zulmünü yaşayan Bulgaristan Türk şairlerin tüyler ürperten şiirlerinden alıntılar okudu ve hazır bulunanları etkiledi.

2016 yılında Rumen Arnaudov’un “1984-1989 Zulüm yılları Ekonomisi” başlıklı kitabı yayınlandı.

2018 yılında, İskoçya “Seynt Andrüs” üniversitesinde görevli Leh tarihçi Tomaş Kamuzela’nın “Soğuk Savaş Yıllarında Etnik Temizlik” başlıklı inceleme eseri yayınlandı. Bu çalışmada, “1989 yılında komünist Bulgaristan’dan Türklerin zorla kovulmasının unutturulmak istenmesine” özel yer verilmiştir.

Doç. Kamuzelaya göre, 1989’da Bulgaristan’da meydana gelen olay “Büyük Göç” değil, “tam bir etnik temizliktir.” O, 2012’de, 41. Halk Meclisi’nin kabul ettiği bir Bildiride,  “1989’da 360 000 Türk asılı Bulgaristan vatandaşının ülkeden kovulması” totaliter rejim tarafından bir etnik temizlik olarak nitelendirilmiştir vurgusunu yaptı.

Kamuzelaya göre, zulmün unutturulmasına engel olabilmek ve kabul edilebilir başarılı bir uzlaşmaya gidebilme yolu açılması için “etnik temizlik” cinayetinin ve Bulgaristan’da sosyalizmin ve totalitarizmin mezar taşının dikilmesinde Türk-Müslüman direniş hareketlerinin büyük rolünün ders kitaplarına girmesini önerdi.

Bunların mutlaka ve hemen yapılması gerektiğine vurgu yapan doç Kamuzella, Todor Jivkov’un doğum günü vesilesiyle Pravets kasabasında yapılan törenlere katıldığını ve çok etkilendiğini paylaştı.

Doç. Kamuzela şöyle dedi: “Şimdiki Bulgaristan Başbakanı B. Borisov, bir diktatörün anıtına çelen taşıyan bir AB-başbakanı olmakla kalmıyor, o etnik temizliğin gerçekleştirilmesine bizzat katılmış ve bu süreci yönetenlerden biridir. O, 1989 yılında uluslararası haber ajanslarının “Büyük Seyahat” adlı Türkleri vatanlarından kovma sürecini hemen hemen yansıtmadığına, ancak Yugoslavya gazetelerinin birinci sayfa başlığı olarak verdiğine işaret etti. “O zaman gelişen feci olayları ne Washington ne de Moskova gördüğünü bildirdi,” dedi. Böylece Kamuzela, Bulgaristan’daki Türklerin başına gelen trajik olaylarına, isim değiştirme zulmüne sert uluslararası tepki oluşması böyle engellenmiştir, dedi.

Doç Kamuzela sonunda şu soruları yöneltti:

  • Soğuk Savaş döneminde Sovyet Blokundan bir ülkeden Bulgaristan Türklerinin bir NATO üyesi devlete –Türkiye Cumhuriyetine – kovulması bir savaşa ne sebeple neden olmamıştır?
  • Yapılan etnik temizlik Bulgaristan’da neden bir iç savaş başlatmamıştır? – Daha sonraki yıllarda Yugoslavya’da olduğu gibi…
  • 1984-1989 Zulmü için neden hiç kimse sorumlu tutulmamış ve yargılanmamıştır?

Bu soruları Bulgar Helsinki Komitesinden Krasimir Kınev yanıtladı.

“1989 tarihinden sonra “Soya Dönüş Sürecinin” Yargı Tarihi – Yakalanamaya Suç”  başlıklı sunumunda, 1984-1989 Zulüm dönemine karışmış ve suç işlemiş kişilerin, Ceza Kanundaki suçun kanıtlanması zor maddelerine göre yargıya çıkarıldıklarını ve suçların zaman aşımına uğradığını bildirdi.

Tarihçi Momçil Metodiev ise konuşmasında, 1980 yıllarının sonunda isim değiştirme ve asimilasyon zulmünün uygulanmasına bizzat kendileri en aktif bir şekilde katılmış olan kişilerin artık Genel Müdür ve Amir yardımcısı görevlerine yükseltilmiş olduğunu ve kendilerine karşı dava açmak istemediklerini ve açmak isteyenleri de engellediklerini” açıkladı.)

Leipzig Üniversitesinde görevli Alman Tarihçi Volfgang Höpken, Bulgaristan’dan Müslüman Türklerin kovulmasını kapsayan uzun döneme yalnızca “etnik temizlik” yılları denmesinin doğru olmadığına vurgu yaparak, doç. Kamuzelaya tepki gösterdi. Balkanlarda aynı yıllarda gelişen 6 göç modeli incelendiğinde bu görülür, dedi.

Birinci göç modelinin Osmanlı dağılırken Balkan savaşları yıllarında yaşandığını, bu dönemde Bulgaristan’ın doğduğunu hatırlattı. Bulgar devleti kurulurken “baskı bölgeleri” oluştuğunu ve bunlarda göç başladığına vurgu yaptı.

İkinci göç modeli, azınlıklara karşı ayrımcı politika uygulanmasından doğmuştur. Balkanlarda bu sosyalist dönemden önce ve sosyalist rejimde yaşanmıştır. Höpken, 1880-1912 yılları arasında Balkan ülkelerindeki Müslüman nüfusun yaşam durumunun pek kötü olmadığını, dini ve kültürel haklarının Berlin Konferansı kararlarında güvence altına alınmış olduğunu, Bulgar Prensliğinde yasaların uygulandığını anımsattı. O yıllarda devlet ile Müslümanlar arasında sessiz bir mutabakat olduğu, devletin dini ve kültürel haklara saygılı davrandığı, Müslümanların da politik haklar istemediğini söyledi. Bu durumun öncellikle 1930’lu yıllarda olmak üzere iki dünya savaşı arasındaki yıllarda değiştiğini bildirdi.

Sosyal değişikliğin üçüncü göç değişikliği olduğunu söyleyen Höpken, Müslümanların bir Hırıstiyan devletinde yaşayabileceklerine uzun zaman kandırılmaları gerekir, dedi.  Bosna’da 1880’de çıkarılan bir Fetvaya vurgulamada bulundu.  Birçok Bulgar yerel yöneticisinin Türk ahalisinin durumuna ilişkin raporunda Müslümanların sosyal değişiklikleri zor kabul ettiklerine yer verilmiştir. Yöneticiler, Anayasa’nın kendilerine tanıdığı haklara rağmen, Bulgaristan Türklerinin kendilerini yabancı ülkede gibi hissettiğini rapor etmiştir.

Höpkens bu olayların temel nedenini, Bulgaristan Türklerinin kışlada silah askeri olarak askerlik yapmamasından görüyor.

Sosyalizm yıllarında Bulgaristan Türklerinin ötekileştirilmesi söyle gelişmiştir:

  • Önce Bulgar devleti geleneksel Türk kimliğini yeni sosyal yaşam

Ortamına uyumlamaya gayret göstermiştir. 1950’lı yılların başında Türkler geri kalmış olarak gösterilerek kültür siyaseti alanına alındı. Hokens, forumda, 70 yıl önce “Vatan Cephesi” teşkilatı tarafından basılmış ve kapağında “televizyon aracı” almazdan ve aldıktan sonra “değişmiş” iki kişinin resmi olan bir el kitabı gösterdi.

Forumda 4. Göç modeli de uluslararası gçö antlaşmalarına göre gerçekleşen göçler şeklinde şöyle açıklandı. Bu tür ilk göçler XX. Yüzyılda oldu. Sosyalizmden önce ve sosyalizm döneminde benzer antlaşmalar Türkiye ile Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya arasında imzalanmıştır.

Beşinci modelde, Türklerin yaşadığı ülkelerde devletin baskıcı siyasetinden fazla Türkiye’nin dış Türkleri toplama siyasetinin rol oynadığına yer verildi. Türkiye ağır ekonomik bunalımda bulunmadığı dönemlerde, göçler dini göçler olarak kabul edilmiş, kendileriyle dayanış ve yardımlaşma geliştirilmiştir.

Sonunda, 6. Tür göçler ekonomik nedenlidir. Sözde, “1878’den sonra toprak fiyatı yükselmiş, Türkler topraklarını satıp ülkeyi terk etmiştir. 1989’da benzer bir gerekçe ortaya çıkmıştır, Avrupa Birliği ülkelerine doğru yeni tip bir göç dalgası yükselmiştir.”

Yuvarlak Masa toplantısının örgütleyicisi olan Rumen Arnavudov da  Kamuzela’nın kitabı üzerine yorum getirdi. Arnavudov, 1984’te isimlerin zor kullanılarak değiştirilmesinin 1989 yazındaki kitlesel göçten metodolojik olarak ayrılmasına ve  “etnik temizliğin” ayrı bir olaymış gibi ele alınmasına katılmadığını açıkladı. O, 1989 yazı olaylarının bir hedef, bir uygulama ve yönelim olarak “etnik temizlik” olduğuna bir yere kadar katıldığını ve İncil’den “çıkıl” (exudos” kavramını kullanarak, süreç dinamiğinin karmaşık oluşuna dikkat çekti.  O, Bulgar etnik temizlemesinin unutulmuş bir olay olmadığını,  ne de kanunun kas katılaştığına katılmadığını beyan etti. 1984 trajedisi anısının korunmasına katkıda bulunanlardan ve uyanış dönemi süreci” dönemini anlayanlardan birçoğunun yuvarlak masa etrafında olduğuna vurgu yaptı.

Avramov, Bulgar toplumunun bir bütün olarak şu ya da bu derecede olmak üzere olaylardan sorumlu olduğunu söyledi. Sorumluluğun somut olduğuna işaret ederek, asıl sorumlu olanların son kararları alan ve uygulayanlar olduğunu belirtti.

Avramov konuşmasına şöyle devam etmiştir:

Kamuzela’nın “Bulgaristan’da komünizmin devrilmesinde etnik temizliğin başat rol oynadığı görüşünün, dürüst olmadığını söyledi. Zaten düşecek olan rejimin düşmesi kitlesel göçten etkilenmiş ve tetiklenmiştir. Bulgaristan’daki değişiklikte belirleyici olmuştur. 1989 olayları bir laboratuvar ve geçiş dönemini açan kapıdır, diye konuştu.

Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan idaresinde ve siyasetinde yer alması kuşkusuz olumlu bir adımdır, fakat DPS partisi (etnik) Bulgar oligarşi temsilcilerinin aracısı duruma geldi. Bu partinin Bulgar kapitalizminden hoşnutsuzluk biriktirirken, Türklere olan kuşkuları arttırdı ve dolayısıyla Türklere olumsuz yaklaşımı şiddetlendirdi. Kamuzala eserinde, Ahmet Doğan’ı bir Leh Valensa ya da Vaslav Havel olarak tanıtmaya çalışıyor, bu kabul edilemez. Kamuzela, “Bulgar Etnik Modeli” ile ilgili bir propaganda kalıbı, katillerden hesap sorulmaması ve mutlaka dilenmesi gereken affın geciktirilmesi veya dilenmemesi için icat edilmiş bir tuzak olarak gösterirken haklıdır.”

Avramov’un kesin kanısına göre, Bulgar toplumu 1984 Zulmü konusunda özür dileyip uzlaşmak için henüz olgun değildir. Bu yönde yapılan çabalar her defasında sert milliyetçi tepkilere neden olmuştur. O, “herkesi kendi bahçesini kazmaya” davet etti. Yani tarafları eski zülüm ve bugünkü adaletsizlikler üstüne kendi kitabını yazmaya davet etti. Ve böylece belki de hoşgörü tohumları ekilebileceğine işaret etti.

Kimin suçlu olduğu konusuna değinen Doç. M. İvanov, “soya dönüş sürecinin” bir “Bulgar işi” olduğunu bildirirken, bu konuda İç İşlerinde yapılan toplantılara her defasında KGB’den bir görevlinin katıldığını, fakat hiçbir konuda görüş beyan etmediğini ifade etti.

Reklamlar