Oya CANBAZOĞLU

Bu defa, biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri Sofya’daki başkaldırı eylemlerini çok yakından ve dikkatle izledik. Antenlerimiz Bulgar TV’lerine kilitlendi, internetten basını takip ettik, gelip gidenler gazete ve dergiler getirdiler, izlenimlerini paylaştılar, okuduk, anlattık, yorumladık. Dernek merkezlerinde yurttaş sohbetleri ramazan hoşgörüsüne karıştı ve bilgi alış verişleri yararlı oluyor.

12 Mayıs’ta bizim de oylarımızla seçilen Sofya Parlamentosu tatile çıkma kararı aldı. İçi boş meclisin dışında gösteri eylemlerine devam etmenini, hararetli miting konuşması yapmanın anlamsız olduğunu anlayan itaatsizler kahvelerini “Altın Kumlarda” ya da “Güneşli Sahil” de deniz dalgalarını seyrederken içmek üzere tası tarağı topladı.
Olaylar bizde çok derin iz bıraktı.
Önce Sofya Belediye Başkanı Fındıkova’yı gösterdiği sabır ve tolerans için kutlamak lazım. O, kan dökülmesi, göstericilerle polis ve jandarmanın birbirine girip etrafı karman çorman etmesi yollarını açmadı, kararlı bir şekilde kesti. Kışkırtıcıların elini kolunu bağladı. Halkın başkaldırısı çok başarılı oldu.
Gösterilerin elektronik örgütlenmesi, partiler üstü ve Sivil Toplum Örgütleri düzeyinde olması, ülkemizde sokak ve meydan eylemleri kültürünün önemli adımlar attığını kanıtladı. Bugün artık Bulgar politikasının, tüm politikacılara taş çıkarttıran bir düzeyde olduğunu tüm Avrupa, uzak ve yakın komşular, kamuoyu gördü.
Haziran ve Temmuz aylarında politik düzeyin üstünde iki ana güç karşı karşıya geldi.
Bir- politika üstü, derin devlet şeklinde sivrilen, gizli yöntemlerle hareket ederek devlete sızan A. Doğan ve oligarşi-mafya çevresine karşı
İki- Yine partiler üstü, meclis dışı, politika üstü sivil toplumun kitlesel bir oluşumu, ülkenin aydın orta tabakası ve bilinçli gençliği karşılarına dikildi.
Bulgaristan tarihinde yeni bir sayfa açan bu oligarşi-mafya çetesi ile Sivil Toplum Örgütleri ve aydın katman arasındaki şiddetli çarpışma 44 gün sürdü. Demokrasiyi koruyarak yaşatma yolunda elde edilen kısmı başarılarla yaz tatiline zaferle çekildi. Halktan kuvvetli güç olmadığını herkes gördü.
Bizim çıkardığımız ana sonuç şudur:
Biz, seçmen soydaşlar olarak yüzünü görmediğimiz, politik niyetlerini, programını açıklamayan, şimdiye kadar bu dikenli yolda attığı adımları teker teker anlatmayan hiçbir milletvekili adayına bundan öte oy vermek istemiyoruz.
Kararlıyız. Dernek toplantılarında açıklandığına göre, İzmir’de, İzmit’te, İstanbul’da Bursa’da, Ankara’da açılan seçim sandıklarında sözde “Türk” Hak ve Özgürlük Partisine verdiğimiz oylarla Bulgar oligarşi ve mafya, hırsız, Türk düşmanı Peevskilerin, Dimitrovların, Ştereflerin, Emilovların gibi hiçbir işe yaramayanlar. Bizim hiçbir derdimizi bilmeyen, parlamentoya ucuz köfte yemek ve göbek bağlamak, okkalı maaş alıp uyumak, ucuz tatil yapmak, halkımızın hesabına sefa sürmek için ve Türk düşmanı ATAKA ile işbirliğine giden HÖH adına parlamentoya girenlere artık oyumuzu vermeyeceğiz.
Biz bundan böyle parti listesine oy vermekten de vaz geçmiş bulunuyoruz.  Meclisin güz oturumlarında görüşülecek olan Yeni Seçim Kanunu’nda dış ülkelerde çalışan ya da biz gibi göçe zorlanmış olan Bulgaristan vatandaşlarının politik partilere oy vermesinin yasaklanmasını istiyoruz.
Biz milletvekili olmak isteyen, karşımıza çıkıp kendini tanıtan, planlarını açıklayan, gözümüze bakabilen kişiye oyumuzu vermeye hazırız. Meclisteki temsilcilerimizin Sivil Toplum Örgütlerine bağlı, derneklerimizle iyi çalışan, hak arama davamıza gönül vermiş aydın şahsiyet olmasında ısrarlıyız. Soydaşlar ancak çoğulcu sistemle yani kişiye oy kullanmalıdır. Adaletin yolu budur. Özellikle 1989 sonrası bu demokrasi döneminde çok aldatıldık. Artık HÖH yönetimine inanmıyoruz.
Bir ana olarak ders kitapları konusuna da değinmek istiyorum. 23 yıldan beri HÖH bu konuyu uyuttu. Ne oluyor şimdi?  Anadilimizde yazılmış, çocuklarımızın eline verip oku diyebileceğimiz 2 kitap yok. Korku kültürü içinde yaşayan bizim ana babalarımız, sürüden ayrılmamamız, yanlarında kalmamız için bize hep “Okumak karın doyurmaz!” dediler. Hangi ana çocuğunun okuyup yazmasını, doktor mühendis olmasını istemez. Fakat korkulu zamanlar bunu belki de böyle gerektiriyordu ki, onlar bizim akılı, bilge, meslek sahibi, uzmanlaşmış olmamızdan önce sağ sağlım olmamızı, ayakta kalmamızı arzu ettiler.
Sen, bizde, bir annenin evladına: “Git oğul, git oku, bir daha buralara gelme!
Burada iş yok, güç yok. Gittiğin yerlerde yurt tut, çalış, kazan, evlen, yuva kur.
Buraları çıkar aklından.
Ben bağrıma taş basarım oğul, git!” dediğini işittiniz mi?
İşitmediniz! İşitemezsiniz de! Çünkü bizde “sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar!” atasözü geçerlidir. Toplumumuz ana ekil ortamda yaşar ve bu toplumsal olgunun aile başı anadır. Bizim analarımız her zaman bizi korumuştur ve bulsalar dizinin dibinden ayırmazlar.
Ele aldığımız konu çok derindir.
Bulgaristan’da yaşanan güncel toplumsal çatışmada aile yapısı, gelenekleri, aile düzeninin geleceği dikkate alınmıyor. Ailelerimiz totaliter düzenin yıkılmasından büyük yara aldı. Parçalandık, dağıldık. Şimdi bir de büyütmekte olan neslin hayat hedefi, yaşamda ne aradığı sorusu çıktı meydana.
Biz onları asla azarlamadan ve silkelemeden büyütmek için elimizden geleni yaparken, onların ellerinden toplumun tutacağı zaman gelince ortada kimse yok. Çok kötü bir durum değil mi?
Gençlerin vatandaşlık duygusunda güzellik çizgileri yok. Geçmişimizden en mutlu anları çocuklarımıza aktaramıyoruz. Güzelliklerimiz değişimlerin içinde kolayca kayboluyor, eriyip gidiyor. Genç kuşak sanki geleneksel düş âleminden çıkarılmış, hayaller dünyasında farklı bir gelecek arıyor. Kuşkusuz, gençlik yıllarında kaybolanlar geri gelmez. Gelmeyecektir. Bundan dolayı, bugün bizim hesabımıza zaman kazanmaya çalışanlara adeta şaşıyorum.

Reklamlar