Tarih: 09 Ağustos 2019
Yazan. Rafet ULUTÜRK
Konu: Bulgar Kimliği Oluşturma Çabalarında Aşamalar
150 yıl önce komitacılık başlatan, karşımıza dikilen ve hatta isyan ateşi yakan Bulgar kavmi Bulgar kimliğine yaşam hakkı istemişti. Bu istekler, Osmanlı devletinin belirli sosyal-ekonomik ve politik şartlarında, tarihsel gelişmelerin önemli bir aşaması olan XIX. Yüzyılda yeşermişti. Yunanlar, 1821’de Osmanlı’dan koparak şartların değiştiğine, bölge halklarının başka biçimlerde de örgütlenebileceğine, hatta kendi devletlerini kurabileceğine işaret vermişti. Onlardan yarım asır sonra Sırplar da bu yolu seçti.
Bulgarların milli duygularla uyanması daha uzun sürdü.
Oların da daha ilk hamlelerinde, dini ve dünyevi olmak üzere 2 oluşturucu yan vardı. Dil, yazın ve kültür olarak oluşmalarında Kiril ve Metodiy kardeşlerin; tarihsel uyanmasında “İslav Bulgar Tarihini” kaleme alan Payisiy Hilendarski’nin, Konstantin Kiril, Kliment Ohridski ve başka düşünürlerin, din adamı aydınlar belirleyici rolü olmuştur. Bu güçler Rumca ibadet edilen, Rumca eğitim veren ve gençleri Yunan gibi hayata hazırlayan kiliselerde çalışmış ve ibadethanelerde, manastır ve dinmerkezlerine bağlı okullarda Bulgar dilinde, halkın anlayacağı dilde ve şekilde ibadet edilip eğitim verilmesini istemişler ve bu uğurda yıllar yılı çaba göstermişlerdir. Bu davada Aton, Tırnovo, Ohri, Rila Manastırı ve başka din merkezlerinde yetişen aydınların hizmeti büyük olmuştur. Bu dava 28 Şubat 1870 tarihinde Osmanlı Sultanı Abdül Aziz’in bir fermanıyla kutsanmış, geleneksel Ortodoks Hıristiyanlıktan Doğu Ortodoks Kilisesi ayrılmış, İstanbul, Balat, Fener’e bağlı yeni Piskoposluk kurulmuş ve Ohri Kiliselerinden Karadeniz’e kadar ruhani durum ve Hıristiyan maneviyatı değişmiş, istekler karşılanmıştır.
Osmanlı devrinde yaşarken dıştan esinlenip bağımsızlık ve egemenliğe yönelen Bulgar milli ve politik kimliğinin temsilcileri din uğruna mücadele edenlerden farklı hareket etmişlerdir. Onlardan bazıları bağımsızlık, özgürlük ve bağımsız devlet kurarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak ayrılmanın ve bir Bulgar devletinde toplanmanın yine büyük devletlerden birinin yardımları ve himayesinde olacağına inanırken, ikinci bir akım da bu davanın milli bir dava olduğuna inanmış ve yalnızca iç güç kaynaklarıyla bu işin çözülebileceğine bel bağlamışlardır. Ne ki, bu gruplardan hepsinin yönetim merkezleri dış ülkelerde oluşmuş, kadro eğitimi de ya İstanbul’daki misyoner okullarında ya da Odesa, Nikolaev, Kiyev, Harkov gibi Rus eğitim merkezlerinde gerçekleşmiştir.
Yeni yeni açılan Rus İmparatorluğu arşivlerinden (2018) öğrendiğimize göre, Osmanlıdan ayrılıp bağımsız Bulgar devleti kurma davasının öncüleri birer birer ele geçirilip Rus Çarı II. Aleksandır’ın Balkanlardaki casus ağına örülmüş ve Çar kasasından ajan maaşına bağlanmış kişilerdir. Bu olaylar, Bulgar yayınlarında daha önce tahmin konusu olsa bile, artık belgelenmiştir. Demek oluyor ki, Osmanlıda rahat rahat yaşayan Bulgarlar arasından seçilen gönlünü Rusya’ya kaptırıp bağlayanlar maaşlı ajan ve huzur bozucu kafileler, çeteler, komitacı hücreleri vb oluşturanlarmış. Bunların arasında hem din adamları hem de dünyevi kesimden aydın geçinen komitacılar olduğunu isimleriyle yeni yeni öğrenirken detay bilgiler de öğrenmiş bulunuyoruz.
Bulgar Milli Bağımsızlık hareketinin ideologu komitacı Georgi Sava Rakovski, Odesa’da eğitim alan, Romanya’da kaldığı yıllarda Osmanlı ve Türk düşmanlığı kılıcı bileyen, kiralık katil çetesiyle Tuna’yı geçip Osmanlı’ya isyan eden şair Hristo Botev, Nisan 1876 ayaklanmasını yöneten Panoyor Volov, intikamı ve küstahlığı en şiddetli olan Georgi Benkovski, bayraktar Bayan Rayna Kneginya, daha sonraki yıllarda Sofya meclisi Başkanı olan ve olayların öyküsünü kitaplaştıran Zahari Stoyanov ve Bulgaristan İç Devrimci Hareketi Merkez Komitesinin toplam 25 üyesinden, baş komita Vasil Levski hariç, yukarıdakiler dahil, 24 üye ve onların etrafında dolaşan papazlardan hepsi paralı Rus ajanı olarak gün ışığına çıkmıştır. Paralı ajanların milli devrim yaptığı, halkı kucakladığı ve dava sahiplendiği bir başka ülkede görülmemiştir. Bulgar Akademisyen Grigor Velev bu konuyu 2019’da 2 cilt halinde kitaplaştırdı. “Yabancı Hademeliği ve Bulgar Milli Menfaatleri”. “Znanie” Yayınevi. Sofya, Bulgaristan.
Bu olay, “fob” ve “fil” kavgasının devam ettiği, ülkede kalanlardan % 48’inin Moskova’ya hayranlıkla baktığı, Bulgaristan Türklerinin milli şuurunun politik ifadesi olan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) fahri başkanının ve politik yönetimin bir gözle Kremlin’e, sağ kulağıyla Berlin ve Washington’un ne diyeceğine baktığı son 30 yılda hızından ve şiddetinden hiç yitirmemiştir. 150 yıl önce mayalanan Bulgar maddi ve manevi, ruhsal hayatı günümüzde de aynı renklerle açmakta ve sarmaktadır. Örneğin, Bulgar İç Devrim Hareketi (BİDH) çalışmalarına haraç toplamakla “reket” ile başlamışsa, Bulgar toplumunun bugün de en büyük sorunu “reket”, rüşvet, dolandırıcılık, dalavere ve çalmak kapmak, boş vaatlerle, yalanla göz boyamaktır. BİDH Başkanı – baş komita – işe altın para toplamakla (reket) başlamış, bu işin günahından ölmüş ve bugünkü Bulgaristan’ın ana konusu rüşvettir, önü alınamaz hale gelmiştir, tedbirler artık Birleşik Amerika gündemine sunulmuş ve onay bekleniyor.. İlk çiçeğini kırmızı açan bir ağaç, ömür boyu renk değiştirmez…
Konumuz Bulgar kişisel ve milli kimliğinin oluşmasıdır. Bulgar milleti bu 150 yılda oluşamadığı için, milli Bulgar kimliği de oluşamamıştır. Buna rağmen bu kimliğin oluşmasına çok çaba harcanmıştır. Sahte kalıplarla milli kahramanlar yaratılmış ve anıtları boy boy dikilmiştir. Sahte simalardan ilham alan yeni kuşaklar iyice sapıtmıştır.
Bu bugünkü gerçekliktir, bir kökleri tarihte arayalım.
Milli kimlik oluşturma işi asıl savaşlardan sonra başlar. Savaşlar biter, cesetler toplanır, gömülür, yas tutulur, düşman lanetlenir. Sorun yeniden ruhen dirilmektir.
Plevne meydan muharebesini örnek alalım. İlk topların patladığı gün Bulgar şehir ileri gelenleri Papaz öncülüğünde üç buçuk torba altın toplayıp Osman Paşaya, bizi Ruslardan koruyunuz ricasıyla götürüp teslim eder. Paşaya güven sonsuzdur. Türklerin dilinde destanlaşmış, kendini Bulgarlara da sevdiren Osman Paşa Kırım Savaşımda (1856) aynı Rus Generalleri yenmiş, zekâsı ünlü bir komutandır. O çekilince yıkılan ve yakılan şehir harabelik kalır. Mithat Paşa zamanında dikilen Hafız Ali bağları sökülmüş, değirmenler yıkılmış, köprüler havaya uçmuş, Osmanlı’da kurulan 632 ilk ve ortaokuldan iz kalmamıştır… Bu durumda yıkımcı, talancı, soyguncu ve işgalci olan Rusları sevmek mümkün olabilir mi? Söz konusu olan, insanların ruhunu değiştirmek, beyinlerine ters aşı yapmak, Osmanlı ve Türk silah üstünlüğünü, hoşgörü, sevgi, komşuluğunu söküp çıkararak yerine zehirli düşmanlık doldurmaktır. Bu psikoloji ve propagandanın işidir. Bulgar ileri gelenler, devlet ve makamlar dışarıdan aldıkları emirlerle bunu kendi halklarına birkaç defa uygulamışlar ve Bulgar kimliği oluşturmuşlardır bilinmez. Bizim için bu sahte bir kişiliktir, fakat tutmuş ve kullanılmıştır. Dikilen altın kubbeli kiliseler, daha 1877’de Tula fabrikalarında döktürüp getirdikleri çanların sesi, şehir merkezine dikilen Meydan Savaşı Panoraması, sinemalarda gösterilen Rus askeri filmler, köylere dikilen 100’den fazla Rus “kurtarıcı” şehit anıtı, sokak ve meydanların, okul ve kültür evlerinin adları, binlerce ders ve okuma kitabında yazılanlar, radyo ve TV programları yaşlıların gerçeklere dayanan bilincini sökemese de, gençlerin kafasına “hayal dünya” akıtmayı akıtabilmiştir. Bu yöntem her yerde, her vatandaş ve topluluk için kullanılınca sahte kimlik hayranları sürüsü yaratılabilmiştir. Sahte ruhsal şahlanışı durdurmak zordur. Sahteliğin freni yoktur ve tehlike büyüdükçe büyüyor.
Demek istediğim, Bulgaristan Türk kimliğinin karşısında her zaman gerçek bir Bulgar kimliği değil, sahte bir Bulgar milli kimliği ve bu sahte Bulgar milli kimliğinin yabancılar himayesinde kurduğu sahte devlet durmuştur. Şu da var, söz konusu sahte Bulgar kimliği Türklere karşı olmayı bir görev olarak üstlenmiş, hiçbir gerekçesi olmadan kendi kendini kışkırtmıştır. 1878’de başlayan III. Bulgar devleti tarihi yalnız ve bir tek bunu anlatır.
Anlaşılıyor ki, 1878’de Bulgaristan’ı işgal eden Rusların önüne çözümü olağanüstü zor bir sorunlar dikilmiştir. Önce Milli Bulgar simasını, milli Bulgar lideri, yüreklerdeki önderi, gelecek umu taşıyacak olan kendi kahramanlarını, özlenen kimliği yaratma sorunu ortaya çıkmıştır. Çözüm bulamayan Rus yönetimi ilk zamanlar “Bulgar dilini Rusça ile değiştirme, Bulgarlara Rus kimliğini dayatma ve işgal ettikleri topraklarda yaşayanları Çar II. Aleksandır’ın “kurtarıcı” göstermeye heveslenmiştir. Tabii bu kolay bir iş değildir. Boş yere sevgi doğmayacağını anlayan Ruslar, Sofya’da inşa etmeye başladıkları “Kurtarıcı Çar II. Aleksandırı kutsayan” kiliseyi 15 senede inşa etmişler, 1912’de tamamlanan inşaat, ancak 1924’te açılabilmiştir. Kuruculuğuna 1928’de başlanan “Şipka Anıtı” 1934’te tamamlanabilmiştir. Memleketin dört bir yanına dikilen Rus anıtları da halkı çok etkilememiş, İvan Vazov’tan başka kaleme sarılan ve Rus “kurtarıcıları” destanlarında öven kalem ustaları çıkmamıştır.
Yabancı kahramanlarla milli kişilik yaratılamadığı Bulgarlar için de geçerlidir. Sonra Bulgaristan’da kurulmak istenen parlamenter demokratik rejim, Rus Çarının kanlı bıçaklı olduğu bir toplumsal düzendir ki, ortada ilham alınacak bir şeycik yoktur. Rus kölelik sistemi “kaldırılsa da” toplumun üzerinde bir kara buluttur.
Kiliselerde söylenen ayinlerde II. Aleksandır akşam sabah kutsansa da, Ruslar Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesinin bağımsızlığını 28 Şubat 1870’te Osmanlı Sultanı Abdül Aziz’den almalarına da içten içe hep rahatsız olmuşlardır. Bulgarların hayatını etkileyen çan sesinden başka bir şey gelmemiş, onlar bu nimeti daha 1970’te elde etmişler, aslında şimdi durumlarına gölge düşmüştü, çünkü Rus kiliselerinin çanları çalarken Bulgar Ortadoks kiliseleri susuyordu. Böyle bir ortamda Osmanlı çekilse de, Bulgar özgür kimliğini kilise içinde ve dışında oluşturmak engellenmişti. Bulgar ulusal atılımı, bağımsızlık ve özgürlük azmi kırılmıştı. Düşledikleri bu değildi…
Bulgar milli kurtuluş hareketini örgütleyen ve yönetenler yıllar içinde bu dünyadan ayrılsa da, “Bizi Ruslardan kim kurtaracak?” sorusunu beraberlerinde götürmemişler ve ortada kalmıştı. Yıllar “Fil” ve “Fob” kavgalarının kızıştığı, “kurtuluş” önceli yılların hesaplaşma yıllarına dönüşmüştü. İlk Bulgar Prensi Aleksandır Batenberg, liberaller ve tutucular, demokratlar ve askerler arasında düğümlenen ilk çelişkileri çözemeyince tahtan inmiş ve prensliği terk etmişti. Kurtuluştan önce komitacıların başı olan, Vasil Levski’nin milli bağımsız ve özgür devlet çizgisini izleyen Aleksandır Stanbolov, Bulgaristan’ı Rus Çarlığından koparıp Batıya bağlamak için hamlelerini sıklaştırarak, kökleri krallara dayanan Koburg sülalesinden I. Ferdinand’ı yakasından tutup Bulgar Prensi tahtına oturtmayı başarmıştı. Tabii Bulgar dümeninin Doğu’dan Batıya dönmesi ülkede yaratılacak Bulgar kimliğini yaratma planlarını da kökten değiştirmişti.
Ne ki, Prenslik (1885 -1908) ve Çarlık (1909 – 1918) döneminde Ferdinand da Bulgar milli kimliği oluşumunu tamamlayarak biçimlendirme davasına önem vermemiş, “ben buradayken başka birinin ünlü olması ne işe yarar” görüşüne bağlı kalmıştır. Sözün kısası, milli uyanış çağı kahramanlarından 1895’te Sofya’daki Vasil Levski anıtından başka hiç birine abide dikilmemiş, ölenler kurda kuşa yem olmuş, kitaplar basılıp Bulgar milli uyanış hareketindeki dini ve dünyevi kanadın etkileşimi, ortak mücadelesi ilham verici bir şekilde tarihleştirilerek halka indirilmemiştir.
XIX. yüzyılda Bulgar kimliğinin oluşturulmasına önemli adımlar, 1918’de Bulgaristan’ın iflas etmesinden ve 1919’da Aleksandır Stanboliyski’nin başbakan olmasından sonra halkı yüreklendirecek dayanaklar arayışında atılmaya başlamıştır.
1944’e kadar 2-3 isyan, 2 askeri darbe, ekonomik ve mali çöküş, hayal kırıklığı yaşandı. Çar Ferdinand ve oğlu III. Boris Bulgar halkını tek yumrukta ve tek ruhta toplayamayınca, “fob”lar faşist, “fil”ler de komünist kılığında birbirine düştü. Bulgar anti-faşist ve anti-komünist kimlikleri oluştu. Silahlı çeteler birbirine düştü. Bu kimliklerin ana çizgilerden biri Türk düşmanlığıydı.
Bulgar kimliğinin XX. Yüzyılda büyük kırılmalarından biri 1944-48 yılları arasında yaşandı. 25-30 bin entelektüel, naip, general, bakan, milletvekili, diplomat, polis amiri yargısız idam edildi. 165 toplama kampı ve sürgün ocağı doldu taştı. Devletleştirme ve kooperatifleştirme yükü ağır taşındı. Türkler göçe ve sınır boylarından sürgüne zorlandılar.
Yönetimi ele geçiren Komünist Partisi halkı birleştirebilmek için Bulgar tarihinin Osmanlı dönemi ve faşizm öncesi kahramanlarını aradı. Aşağıda anlatmak istediğim Hristo Botev, VasilLevski, Georgi Benkovski, “Batak katliamı” gibi olayların gerçek detaylarını gizleyerek, Bulgaristan’ı 2 defa esir edip işgal edenleri “kurtarıcı”, “kardeş” göstererek yeni soykırım ve katliamlar işleyerek Bulgar kimliğini kalıplamaya başladı.
Levski’ye Karlovo’da, Loveç’te, Botev’e Kalofer ve Vratsa’da büyük anıtlar dikildi. Nisan 1876 Ayaklanması’nda adı geçen her kişiye Panagürişte’de büst boy anıtı dikilirken, Volov’a pantiyon yapıldı. Panoyot Volov anıdı 5 metre yükseldi. “Ruslar Geliyor!” yalanını uyduran Ofço Voyvodo’ya özel anıt dikildi. Georgi Benkovski’nin “Atlı uçan çetesi” anıtı Koprivştitsa’da, Boromeçka Anıtı Klisura’da şehirlerin görülecek yerleri oldu. Pleven (Plevne) Savaşını canlandıran 4 katlı panorama inşa edildi… Bulgar milli devrim hareketine tarih uyduruldu. Derin tarihi olmayan bir halkın komünist geleceği olamazdı.
Bu anıtlarda canlandırılan Bulgar kimlikleri sahteydi, fakat bunu konuşmak büyük suçtu. Sovyet “dostu” olarak gösterilenler ajan, Rusya ve Sovyet düşmanı olanlar da kahraman olmuştu. Ömründe bir defa partizan görmüş ya da tanımadığı birine bir somun vermiş olanlardan hepsi Faşizme ve Kapitalizme Karşı Savaşçı oldu ve maaşa bağlandı. Dokunulmazlığı olan partililerin sayısı 450 bini bulurken, parti ve gizli polis tarafından kayırılan ve himaye altında olanların sayısı da iyice kabarmıştı. Sovyetler Birliğini Rus TV kendisi aktarıyor, kitapçılar Bulgarca kitaplardan fazla Rus dilinde kitap sunuyorlar, İngilizce, Almanca ve Türkçe gibi düşman dillerini kullanarak bilgilenmek yasaklanmış, yalnız Rus filmleri izleniyor, normalin üstünde para kazanmak isteyenler “Komi” otonom cumhuriyetine kereste kesmeye, doğal gaz boru hattı döşemeye ya da taş kömürü kazmaya gönderiliyordu. Geçimini sağlayanlar “Lada” kuyruğuna yazılıyor, 10-12 sene bekliyor, Bulgarların Noel Bayramında muz, portakal, greyfurt veya mandarin alabilenler oluyordu. Sosyalist Bulgar kimliği böyle bina edilirken, 1958’den sonra Batı dünyasını lanetleme propagandasına Türkleri, İslam’ı ve Türkiye’yi kötüleme kanalları da eklendi. Bu propagandaya inanmayanları, ona katılmak istemeyenleri, içi başka dışı başka olanları kötü günler bekliyordu.
Tüm bu gelişmeler, sıkı rejim, yargısız infazlar, baskı, terör ve zulüm Bulgaristan’da öyle bir korku ortamı yarattı ki, “başa gelen çekilir” deyip başının çaresine bakanlar çoğaldı. Manevi olarak eriyip gitme korkusunun yerini arkasında bir sürü dert ve çaresizlik bırakıp, götürülüp kaybolma ihtimali ağır bastı. Sinir sistemine hakim olamayanlar sınırı göğüslüyor, Yunan’a geçenler Kana’da ve Avustralya’dan haber ediyor. Öteye geçenler susuyordu. 1980 yılına kadar bu kimlik Bulgaristan Bulgar ve Türkleri için ortaktı. Propaganda sınıfsal kriterler üzerinden yapıldığına kaçmayı başaranların hepsi kötü, halk ve devlet düşmanıydı. Kostov, Aleksiev, Kuritarov, Mozer, Uzunova, Markov gibi yazar ve gazetecilerin Bulgaristan’dan kaçması ve Barı radyolarından başlattıkları propaganda Bulgar ruhunu parçalamaya, azınlıkları ise uyandırmaya başlamıştı. Totaliter düzeni sözde savunan kimlik silâhaltında ya da maaşlı kişilerden oluşuyordu. Uzun zaman susan Bulgar siması yapıcı eleştiri ve yakıcı saldırılara alışmaya ve korkmamaya başlamış, toplanmayı ve konuşmayı seçmişti. Fakat bu kimlik aynı zamanda Komünist düzenle arasını açmak istemiyor, çünkü sistemden atılanlara başka şans tanınmıyordu.
Bu ortamda baskı altında ve emir altında olsalar da özellikle isim değiştirme kampanyalarına, gece baskınlarına katılan ve Türklerin isimleri ve kimlikleri için tank ve zırhlıların altına yattığını gördükçe, intihar etmeye başlamıştı. 1985 yılında Bulgar Ordusunda 60 askerin beylik silahıyla intihar etmesi kayda değerdir.
Bulgar kimliği ile Bulgaristan Türk kimliği arasında büyük yüzleşme 1989 Mayısında oldu. Ayaklananlar kadınlarımızdı. Hak ve özgürlüklerle birlikte, 1950’lı yıllar haklarımızı geri isterken, hapis kapılarının açılmasını, af ve adalet istediler. Kadınlarımızdan şehitlerimiz düştü. Osmanlı tarihinde Kadın Ayaklanması olduğunu bilmeyen Bulgar makamları Bulgaristan Türk kadınını hafife almıştı. 10 Kasım 1989 ‘da Komünist Partinin toplumun yöneticisi rolünden çekilmesi, Genel Sekreter ve Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un devrilmesi Türk Ayaklanmasının zaferidir. Kudret kaynağımız, türbelerimiz, mescit ve camilerimizde edilen dualar, Deliorman ve Dobruca’nın dünya ve olimpiyat şampiyonu pehlivanlarımızdan, şairlerimizden, öğretmenlerimizden, Naim Süleymanoğulu’ndan, Nuri adalıdan ve hapishanelerdeki 12 500, sürgünde ve toplama kamplarında sinyal bekleyen kahramanımızdan aldığımız ilhamdı. Bulgaristan topraklarında devlet ile azınlıkların en şuurlu, en bilinçli, en mert ve sırtı yere gelmez katmanı arasındaki çatışmada Bulgar devleti ve rejimi yenik düştü. Bulgaristan Türk kimliğini olgunluk düzeyine taşıyan ve politik kimlikle taçlandıran işte bu zafer oldu.
Teşekkür ederiz.
Sahte kimlikler oluşturmada hedef -2.