Tarih: 29 Mayıs 2019
Yazan: Nedim AKIN
Konu:  Seçimler, soygunun devam ettiğine ve bizimle oyun oynandığına işarettir.
Parayı veren, düdüğü çaldı.

Pazar gün Bulgaristan’da ve diğer 27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinde Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yapıldı. Ne yerel taktik ne de uluslar arası strateji yoktu.  Birbirine yaklaşsınlar ve birleşsinler diye FEDERAL BİRLİK ve ULUSAL DEVLET bayrağı kalktı. Bir işlerin bu kadar karmakarışık olduğunu şimdiye kadar görmemiştim. Çok ince ve halktan tamamen gizli planlar çizmişler. Yalana ceza yok. Aldat aldata bildiğin kadar…

Avrupa Konseyi (AK) genel seçim yapılmasına kaç para döktüğünü açıklamıyor. Devletler susuyor. Partilerse dut yemiş bülbül. Olayı, Ramazan Sofralarından (iftardan) okuyanlar dillerini yuttu. Bu ikrama göre, “hadi bizden geçsin” deyip plan değiştirenler oldu. Kimseye oy yok yemini edenlerden bazıları yine de sandığa gitti. DPS ilk aşk gibi, çok sevsen olmaz, uzak kalsan hiç olmaz…

Nasrettin Hoca’nın dediği gibi “Parayı veren, bu defa da düdüğü çaldı.” Öyle olsa bile, stres büyüktü. Oy hakkı olanların dörtte biri Kara Suyu geçse de, dörtte üçü derenin yamacında kaldı. Bu gelişme ve oluşan yeni durum pek çok kişiyi çok düşündürdü. Hak ve Özgürlük Davamızın Gazileri, ayaklarının süründüğünü ve gitmek istemediğini iyice hissetiler.

Nasıl olur da Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) seçmene İyi Günler, İyi Akşamlar, Her şey Gönlünüzce olsun,  Bulgaristan Müslümanları ve Bulgaristan Türkleri demeden vatandaştan oy isteye bildi? Şaşılacak iş! Pazar gün gerçeği bize acı veriyor. Yılana sarılmış durumdayız.  Parti halkımızdan tamamen kopmuştur. Başkan Karadayı ise, eli kolu, ağzı burnu, ayak parmakları ve popo su bile ipe bağlı artistlik yapıyor. Son sahne oyununda Peevski ile ikisi, Siyam ikizi gibi seçildiler. Ardından Brüksel meclisine gitmekten vazgeçtiler. Yine de beraberce Belçika’ya gidip biraz kumar oynayacaklarmış. Bu halktan oy dilenmek ve seçmenin iyiliğini kötüye kullanmaktır. Şu unutulmamalıdır. Oy alıp satmak yasaktır, ne ki seçilenlerin yerlerini satması da yasaktır… İpi elinde tutan, istediği anda ipi çekmesini çok iyi bilir.

Doğan’ın figüran olarak sahnede belirmesi de şaşırtıcı oldu. 2 yıl önce öldü ve külü denize savruldu sözleri dolaşmıştı.

Ve herkes artık kesin inanmıştır ki, bu kişi sararıp solmuş ve boyasının karası yüzüne vurmuş ve o bilinen Ahmet Doğan değil. Seçim sabahı korumalarıyla siyah Mercedes’e binmezden önce koluna bacağına “kuvvet inesi” yapılmış de, buna rağmen, sandığa giderken sekteleşmiş, bülteni alırken elinin titremiş,  perdeyi çekmeye kolunu kaldırdığında bir karışıklık belirince hemen korumanın koşması ilgi çekmiştir. Olayın ayrıntılarını görev gereği defalarca izleyenler Ahmet Doğan’a konuşma yasağı konduğu sonucuna varmışlar. Adam put gibi, gazetecilere de konuşmadı. Bulgaristan Türk dünyasına “lidersizlik” oturdu.  İşi izleyenler karabatak gibi sayıklıyor. İki söz tekerlemeden olmaz ki! Zavallı, ölü bakışlarla “Ne yapayım, durum bu!” diyebildi.

Bulgaristan’da psişik-analiz yöntemleri Rus sisteminden kopyalanmıştır. Bir insan en lüks ortamda, her gün yağlı ballı böreklerle beslense bile, bir tek noktaya baktığında delirebilir. Onun açılmayan penceresi de Kara Deniz’in hep aynı noktasına bakıyormuş ve tam o noktada her gün bir girdap dönüyor, döne döne sahile yaklaşan bu burgaç, gırtlağı varmış gibi değişik sesler çıkardıkça Doğan artan bu uğultuyu “seni yemeye geliyorum” şeklinde idrak ediyormuş.

Yalnızlık zor tabi. Onun, bunu paylaşacak kimsesi de yok. Korumalarına “durdurun şu su çevirisini, huzur istiyorum, rahatlamak istiyorum” dese de onların da elinde bir imkan yok.  Bazen uğultu sıkmaya başladığında karşısına canına kıyılan Ahmet Emin dikiliyor ve “hadi gel artık da hesaplaşalım!” diyormuş. Ahmet’in yüzünü her an kaydeden kamaraları an an analiz edenler ise, burgacın şiddetlenmesiyle her defasında Ahmet’in karşısında beliren simanın erkek olmadığını, genç kızların da belirdiğini, “hadi gel artık, gel de hesabı keselim” tehdidi savurdukları ve Doğan’ın ruh halini allak bullak ettikleri saptamış. Bu yeni bilgiler A.Doğan “Sava” ajan dosyasına alınmıyor tabii. Yeni dosyalar açılmış. Rus profesörler gelmiş, onlar da “korku insanı yener” hatta “delirtir” demişler ve gitmişler. Gerekli ilaçlar Bulgaristan’da olmadığından dolayı reçete yazmamışlar.  Bu durumda, Doğan, Dostoevski’nin o bilinen “Suç ve Ceza” romanına satılmış. Hep defasında,  faizci kadının ölüm sahnesini okuduğunu, analiz notlarına eklemişler. İzlenimler, gençlikte işlenen suçların ve cana kıyma olaylarının insan hafızasından asla silinmediğini, her an canlanıp hesap sorma ve son adalet sayfası açıldığını doğruluyor.

Bireysel hesap sorma olaylarının dışında bir de kolektif hesaplaşma sahneleri yine aynı anlarda belirmeye ve korku rengi olan koyulaşan siyahın fırça darbeleri ile gelişi beyinsel durgunluk getirdiği için, en yakın koltuğa oturup nöbetin geçmesini sapsarı sararmış benizle bekleyişi rapor edilmiştir.

Doğan’ın bu seçim arifesinde, “kırılmış ve gönül acısı çekenlerden”  1984-1989 yılları arasında gizli polise jurnal ettiklerinden, içeri düşenlerden, yargısız infaz edilenlerden, sınır tellerinde asılı kalanlardan başka,  1990’dan sonra kendilerine zulüm uygulananlardan da “özür” dilediği düşünüldü. Ne ki bu olay çok derin. En az 50 bin Türkün alın yazısı karartılmış ve silinmiştir.. Acıları silmek ve unutmak asla mümkün olamaz. Öç almak isteyen öfke çok büyük ve çok güçlü. 500 bin Müslüman çocuğun cahil bırakılması ve hayattan silinmesi söz konusudur. Ümit ruhlarını budadığı Bulgaristan Türk militan aydın kadrolarından ve ak yüzlerini kara ettiği yakınlarından özür dilemesine bıyık altından gülmeyen ve sıra küfür savurmayan kalmadı.

Onlar,  bu oğlanın “şopar” soylu olduğunu bilseler de, gönül kırmayalım, büyüklük bizde kalsın diye yüzüne söylemeyenler, “bu defa pusula şaştı, Türk oğlu Türk özür dilemez, yanlış tığında yanlışını düzeltir ve yola devam eder” dediler ve bakışları sertleşti.

Doğan, bu defa  seçim sonuçlarına çok üzülmüş. 2014’ten beri Türklerin DPS siyasetinden geri durduğu, vaatlere yalan dediği ve gerileme, pasifleşme, ümitsizlik devri yaşadığı biliniyordu.  İki kişi görüşse, selam sabahtan sonra göz göze bakışarak “sakla samanı gelir zamanı” faslına geçiyorlar.

Köylerde DPS için yeni bir dörtlük düzmüşler.

Selam versen selamını alırım.

Ama el bağlayıp divanına durmam.

Akıbeti dava yolunda ölürüm.

Benden oy isteme, bir ömür küserim.

DPS siyasette ipe un serdi.

Özünde halkı aldatmak, dolandırmak ve yalandırmak varsa siyaset zor iştir. Siyasette ipe un sermek ise, parti liderlerinin, siyaset adamlarının seçim meydanlarında iftarda ve yıldönümü anma törenlerinde ya da muhalefette iken vermiş oldukları sözleri tutmaması ya da aksini yapmasıdır. Bu durumda, bizde 30 yıldan beri olduğu gibi, halk ile siyasetçi arasında güvensizlik ve kandırma, bunalım yaşanmakta ve kandırma dümenleri dönmeye başlamaktadır. Bugün dünyada, özellikle de AB ülkelerinde siyasi bunalım yaşanmayan ülke yok gibidir.

Bizde bile BSP Başkanı Kurnelya Ninova istifa etti.

Avusturya’da hükümet düştü. Başbakan Kristiyan Kurt erken genel seçime gidiyor. Fransa’da Cumhurbaşkanı Em. Makron seçimden beklediğini elde edemedi. Brüksel’de oylar yeşillere kaydı. Romanya’da adalet için referandum yapıldı vs.

Dünya seçim meydanları kaynıyor. Her yerde ipe un seriliyor da,  Hocanın öyküsü şöyle:

Hocanın ödünç aldığı eşya yahut araç gereci geri getirmekte ihmalkar olan, unutturabilirse hiç geri getirmeyen yahut o kadar hoyrat kullanırmış ki ne alırsa bozuk, kırık delik, kopuk, sakat olarak iade eden bir komşusu varmış. Hoca bu komşusuna önceleri hatırını kırmayayım diye bir şey söylememişse de içten içe öfkelenip artık ödünç bir eşya vermemeye ahdetmiş.

Münasebetsiz komşusunun hemen her gün olur olmaz bir şeyler istemesinden bıkmış. Her istenen şeye, vermemek için, bir yalan uydurmaya başlamış.

Ertesi gün komşusunu kapıda görünce “tamam, demiş içinden, bu sefer ne istese vermeyeceğim.”

Adam her zamanki pişkinlikle, Nasrettin Hoca’nın kapısını çalmış.

  • Hocam demiş karım çamaşır yıkadı. Çamaşırı asmak için, çamaşır ipi verir misin?…

Nasrettin Hoca komşudan bir şey istemenin böylesine rastlamadığı için, kızgınlıkla:

  • İp boş değil, üzerine un serdim, demiş.

Komşu, hayretle sormuş:

  • Amma yaptın Hoca? İpe un serilir mi?

Nasrettin Hoca dayanamamış:

  • İnsanın vermeye gönlü olmayınca, ipe un da serer, demiş.

Şimdi bir DPS partisi imkanlarını, halkımızın namusunu ve iradesini kullanıp kendilerini AP milletvekilli seçtiren ve sonra bu işten vazgeçiyoruz deyip, MİLLETVEKİLLİKLERİNİ KAÇA SATTILAR (satıyorlar) dersiniz. Biz bu soruyu sormakta haklıyız.

Başka kim ne derse desin kimse inanmaz.

İnanırdık inanmasına da, seçim arifesinde “Bivol” yayını Mustafa Karadayı sülalesinin AB Köy yörelerini geliştirmek için Brüksel’den gelen paralardan 10 milyon Euro çalmasaydı, Ahmet Doğan da içinde  “altın kafes” içinde serçe gibi titrediği Deniz köşkünü yine Avrupa Birliği Fonlarından çaldığı 38 milyon Euro ile kurdurup donatmasaydı…. Ötesi yalan, dolan ve onların tek umudu kaldı: Kertenkelenin (mancarak) kuyruğu kopar ve yerinde yenesi biter, biz işimize bakalım ve yağmur yağarken bakırlarımızı dolduralım… Evet, onların mantığı bu da, aç, sefil, cahil, yoksul, fakir, hırpalanmış halkıma ne olacak, yoksa açların zenginleri yediği günleri mi bekliyoruz?

 

Anlattıkları nedir? Biliyor musunuz.

Yeşiller dünyayı kurtaracak, onlara katılalım.

Liberallerle yeşiller diğerlerinin yolunu keser, onlardan ayrılmayalım.

Halk Partisi ENP ve sosyalistler PES  tokatlandı, seyredelim.

AB Kuzey Batı ve Güney Doğuya bölündü, biz T.C. sınırından ve sığınmacılardan sorumlu olalım ve kemirmeye devam edelim.

AB’den 20 yıl gerideymişiz, önemli olan bu gerçeği halk fark etmesin.

En önemlisi de halk sefaletle boğuşurken, biz çeşmeleri bizim bahçelere akıtalım…

Yüzsüzler dünyası.

Son

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Arkadaşlarınızla paylaşınız.

 

 

 

Reklamlar