Editör Köşesi – Ocak 2020
Bizi gerçekten soyacaklar mı?

Bulgaristan 2020’ye bir çuval eski sorunla girdi. Sıralasam hangisini birinci yere alacağımı bilemiyorum. Ocak ayında, İngiltere Avrupa Birliğinden (AB) çıkarken Sofya Meclisi AB ortak parası Avro ’ya geçme kararı aldı. Bu konuda yapılan anketlerde vatandaşın % 19’u Avro para sistemine girmek isterken, % 51’i “hayır” dedi. Daha önce de olduğu gibi meclis kararlarını halka rağmen, başka ölçülere göre almaya devam ediyor. Halk yoksulluktan ve soyulmaktan korkuyor.

Bizde 1 Avro 1.95 leva değerindedir. 1997 yılında Bulgar levası adına “bord” denen milli para kurumu – Döviz Konseyi kararı uyguladı. 23 yıldan beri Leva -Avro kur dengesi hiç değişmedi. Avro ne ucuzladı ne de pahalılaştı. Bu sabitliğin güvencesi olarak Bulgar Halk Bankası’nda (Merkez Bankası) 20 ton altın duruyor.

Meclis kararlarından sonra Bulgaristan halkında “levalarımız uçar mı acaba?” endişesi büyüdü. Yunanistan örneğine işaret edenler oldu. Yunanistan Avro ‘ya geçerken ülkede tüketim malları fiyatları % 60 oranında yükselmişti. 2011’de bu adımı atan Estonya ve Litvanya’da pahalılaşmanın ancak % 1 oranında olduğuna işaret ediliyor.

Öte yandan Bulgar mali uzmanlarından bazıları, 1 Avro’ya 1, 95 leva karşılığının adil olmadığını, Bulgar levası serbest piyasada dalgalanmaya bırakılsa değerinin %10-15 oranında yükseleceğini savunuyorlar. Avrupa Merkez Bankası istatistiklerinde bu dalgalanma artı eksi %15 oranında gerçekleşebilir, tahminleri var.

Bulgaristan’ın en kesin anti-enflasyonist önlemi olan bordo uygulaması hazırlıklarında belirleyici rol oynayan, “Bulgar levasını kurtaran maliyeci bilgin olarak bilinen” Prof. Stive Hanke, daha 2016 yılında Bulgaristan “levayı gömelim” ve “Avro ’ya geçelim” hevesine kapıldığında “aman dikkatli olunuz,  devlet yedeği altınlarınızı kaptırmayınız” demişti. Halen Bulgaristan’da tedavüldeki bütün Levaları 1.6 misli satın almaya yetecek altın rezervi yani Avro karşılığı olduğu açıklandı. Hükümet kısa adı ERN-II olan Avrupa Döviz Mekanizmasına katılmaya hazır gibi Israrlarında devamlılık izliyoruz.

Bu işin 2 yönü var. ERM-II’ye katıldığımızda, örneğin İtalya’da ansızın enflasyon patlasa hemen koşup yangını söndürmeye katılmamız gerekecek. Bulgaristan’ın böyle bir gücü var mı? Olacak mı?

Bu örnek Başbakan Boyko Borisov’un artık “Bulgaristan İtfaiyecisi” olmakla yetinmeyip AB yangın söndürücülüğüne soyunduğunu gösterirken, aynı zamanda AB üyeliğine hevesli Batı Balkan ülkelerinin iç işlerine de istediği zaman istediği gibi karışma hakkını da elde etmiş olacağına işarettir. Çünkü bu ülkelerde süreğen mali bunalım yaşanıyor.

İkinci olarak, ERN-II’ye katılmamız mali bunalım durumunda Avrupa Merkez Bankasının duruma el koyup Bulgaristan’ın finans bunalım ateşinde yanıp kül olmasını önlerken “itfaiyeci” rolü görmesini güvence altına alıyor.

Bulgaristan Avro sistemine girdikten sonra, yedekleri Avrupa Merkez Bankasına ve özellikle “Deutsche Bank” rezerv fonlarında korumaya alınacaktır. Totalitarizm döneminde Moskova’ya taşınan ve geri dönmeyen Bulgar altın rezervleri gibi, şimdi de 20 ton altını Sofya hava limanından Almanya’ya taşıyacağız. Bunun anlamını açmamıza gerek olmadığı görüşündeyim. Giden geri gelmiyor. Biz hep borçluyuz. Artık ipotek gösterip borç para alma olanaklarımız da elimizden alınacaktır. İri gözleri 20 ton yedek altınlarımız üzerindedir. İş Allah kaybetmeyiz…

AB üyelik borcumuz da sürekli artıyor. Bulgar olanakları AB ortak güvenlik fonuna bağlandığında yıllık üyelik için Gayrı Safi Milli Hasılamızın % 12’si olacak. Bulgar bütçesinin 30 milyar olduğu dikkate alındığında, ülkemizin ne zaman iflas edeceği kolayca hesaplanabilir.

Bu işlerin babası sayılan Prof. Hanke’nin Sofya haftalık basınında – “168 Saat” gazetesinde – çıkan yazısından alıntıdır:  “Bekleme salonuna girilmesi Bulgaristan için bir yanlış olacaktır. Yedek 20 ton altın Bulgaristan’ın kendi parasıdır. Avrupa Merkez Bankası bu paraya göz koyup el atarsa, hırsızlık yapmış olur.

Düşündüğümün olabileceğinden korkuyorum.”

Nisan ayında ERM – II üyeliğine doğru ilk adımın atılması planlanırken, kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuçlar bu konuda  “halk oylaması” yapılmasında ısrar ediyor.

Bizi gerçekten soydular.

Günlerden beri Bulgaristan, vatandaşlarından biri olan,  Vasil Boşkov’la meşgul oluyor. “Wprost” dergisine göre, en zengin Bulgaristan vatandaşı olan Boşkov, siyasal gücün birkaç kişiden oluşan küçük bir grubun elinde bulunduğu yönetim biçiminin en iri temsilcisidir. Oligarşi babasıdır. 1990’dan beri 60 şirket – cazino, banka, inşaat, yol yapımı, sigorta, emlak, otelcilik, kumar vb – yöneten bu sanat ve iş adamının resmi açıklamalarda 750 milyon leva parası olduğuna işaret edenler, 2020 itibarıyla bu paranın 3 milyar leva olduğuna vurgu yapıyorlar.

Boşkov’un savcılığın hedefi olması, sarı basına düşmesi, ofislerinin basılması, ülkeden kaçması ve ardından Abu Dabi’de tutuklanması bomba etkisi yaptı. 500 sopacı, koruyucu, işkenceci, izleyici, dolandırıcısı, gözetleyici ve silahlı saldırı grubu olan bu süper zenginin bileklerine kelepçe takılması çok anlamlıdır.

2014 yılından beri Bulgaristan kumar, loto-toto ve Avro-spor gibi bahis oyunlarına babalık eden V. Boşkov, Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği polis güçleri tarafından “kırmızı bültenle” aranırken, ülkesinde 28 Ocak 2020 akşamına kadar Başbakan Boyko Borisov’la sofra paylaşan biriydi.

Pandora (kötülükler kutusu) kapağını, kumar işlerinde ortaklarından biri olan Tzvetomir Naydenov açtı. Gizemli olaylarla ilgili baklayı ağızından çıkardı.  Bulgar toplumunun ve iktidarın zulüm makinesi çalıştıran Vasil Boşkov’tan korktuğunu anlattı. Bu açıklamaları yapmak ise hiç kolay olmadı. 3 ay önce bildiklerini dökmek için o sözde “adalet” kurdu ve “cesur” gazeteci A. Hekimyan’ın yanına gitti. 6 saat boyunca bildiklerini tek tek anlattı. 2014 yılından beri Boşkov’un senede 500 milyon leva vergi kaçırdığını, gece kulüplerinde 100 kadına şiddet uğradığını, ulusal çapta baskı yapan, haraç toplayan silahlı çeteleri olduğunu, birçok ölümden sorumlu ve suçlu olduğunu delilerle anlattı. Ona “bekle” dediler ama Boşkov’tan reklam alan “BTV” yayını çıtayı atlayıp savaşa soyunama(z)dı.

Naydenov, ikinci kapı olarak “Dnes” gazetesi ofisine gitti.

“Bulgar Enerji Grubu”, “Trakya“ Vakfı’nın da V. Boşkov’un emrinde olduğunu, Londra ve Zürich banka ve sigorta işlerinin “Multigrup” ta yetişen eşi Bayan Elena Dineva tarafından yönetildiğini de ekledi. Gazete cesaret bulup “Noe Holding”ten gelen reklam paralarına da kıyamadı.

Naydenov üçüncü olarak da “Kapital” Holding yayını kapısını çaldı. Onlara da ayrıntılı anlattı. Oradan da “çıt” çıkmadı.

Şöyle bir gerçek de var. Bulgar yeni burjuvazisinin en iri temsilcisi, yıllardan beri sorgu ve yargı nedir bilmez, devlet üstünde kendi adına haraç toplayan, vergi ödemeyen, para aklayan ve savcılıktan medet umanlarla kanlı hesaplaşan bir güç oluşturmayı başarmıştı.

2014 yılından beri V. Boşkov ve emrindeki karanlık güçlerin cinayetleriyle ilgili vatandaşların Başsavcılığa şikâyetlerinin hiç biri dikkate alınmamış ve işleme konmamıştır. Ne var ki, TV ofislerini ve gazeteleri teker teker dolaşan ve dert yanan Tzvetomir Naydenov’un Başsavcılığa sunduğu son bilgiler nihayet devleti ayağa kaldırdı. Ofisler basıldı. Boşkov’un ve önemli adamlarının tutuklanması emri çıktı. Tutuklandılar. Cinayet grubu Başkanıyla birlikte Bulgaristan’da ve Avusturya’da da tutuklamalar oldu.

Bu gelişme, devleti kontrol altında tutan, meclise ve iktidar kurumlarına istediğini (istediği yasa değişikliklerini ve uygulamayı) yaptırabilen, illegal ve legal örgütlü bir güç olduğunu nihayet gün ışığına çıkardı. Bazı kişilere her gün 10 000 leva gündelik ödendiği açığa çıktı. Gözle görülen yürütme ve yasama parayla satın alınmış oldu ortaya çıkmış oldu.

Bu olayda bazı daha küçük Pandora kutuları da açılmış oldu.

2 ay önce seçilen Sofya Büyük Şehir Meclisi üyeleri artık ilk maaşlarını aldılar. Büyük şehir belediyesi seçilmişlere 1100 (bin yüz) leva maaş, aylık 760 leva prim ve meclis bileşiminde işlere yön seren nüfuslu 31 kişiye de ayda hasıraltından zarf içinde, imzasız 3000 (üç bin) leva ikinci maaş ödenmeye başlandı.

Bu tablonun Bulgaristan meclisindeki ayrıntılarını kendiniz tasavvur edebilirsiniz. Yalnızca US imalı F-16 savaş ve saldırı uçaklarının satın alınması için oy veren HÖH-DPS milletvekillerinin ceplerine sıkıştırılan paraları düşünmeniz yeterlidir.

Bizim milletvekillerinin tutumunu, davranışlarını ve tuhaflıklarını, halktan neden bu kadar koptuklarını, neden kanatsız kuş gibi uçtuklarını böylece anlayabilmeniz kolaylaştı görüşündeyim. Dolandırıcılık örnekleri 1 değil 5 değil. Su işleri Holdingi için ayrılan 1 milyar levadan gelecek kelepire işaret ediyorum.

Kasım ayında, III. Borisov hükümetinin Ahmet Doğan’a 300 milyon levayı neden verdiğini de artık bizim yardımımız olmadan kendiniz çözebilirsiniz.

Devletleştirme mi, gasp etme mi?

Boşkov’un malına mülküne el atıldı. Bulgar yasaları devletleştirmeyi yasaklıyor. 1944 senedinden sonra her şey devletleştirilmişti. 1990’da bu yasa kalktı. Fakat yine de evinin duvarlarından tablolar indirildi ve devlet müzelerine taşındı. Sanat eserleri, koleksiyonlar vs de aynı kaderi yaşıyor. Bu konuda mahkeme kararı yok. Operasyonu savcılık yönetiyor. Öyleyse savcılık eliyle (mahkeme kararı olmadan) devlet vergi borcuna karşı V. Boşkov’un her şeyini gasp ediyor.

1942 senesinde iş kamplarına toplanan 140 bin Bulgaristan Yahudi’sinin evi ve diğer taşınmazları gasp edilmişti. 1944’ten sonra fabrikalar devletleştirilmiş, topraklar kooperatifleştirilmişti. Yahudilerin şehirlerdeki evleri düşük bir kırayla Balkandan inen partizanlara ve gizlilikten çıkan ya da dış ülkelerden dönen komünist militan kadroya kullanmak üzere verilmişti. Memleketten kovulan Türklerin köylerdeki evleri ise soykırım anıtları olarak köylerde dimdik duruyor.

Şimdiki siyasi ortamda “Ataka” partisinden başka soyguncu ve talancı zenginlerin mallarının gasp edilmesini, devleti çökertenlerden hesap sorulmasını, dolandırıcıların banka hesaplarına da devlet tarafından el konulmasını isteyen başka bir siyasi parti yoktur. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) bu olayın tekrar etmesinden ve ABD- New York Eyalet Mahkemesinin isteğine üzere, Bulgar Başsavcılığının DPS milletvekili Daniel Peevski’nin malına mülküne, kumar işlerine, banka hesaplarına ve diğer yolsuzluklarına el koymasını bekliyor. Avrupa Birliği ise, gasp etme yasasının AB fonlarından yasa dışı yararlananlara da uygulanmasında direnmeye başladı. Bu hesaplarda DPS-HÖH kuklası-Başkanı Mustafa Karadayı’nın yakınları da var.

Ayın olaylarından biri de şudur:

Yeni Başsavcı İvan Geşev, Anayasa Mahkemesine başvurarak, Anayasanın 103. Maddesine yorum getirmesini istedi. Bu madde Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in 1991 Anayasasına göre yetkilerine ilişkindir. Bilindiği üzere Bulgar Cumhurbaşkanının da dokunulmazlığı var. Buna rağmen hangi konularda ve ne zaman kendisinden hesap sorulabileceği kamuoyunda olay ciddi ve derin tartışmalara neden oldu. Hemen ardından sosyal medyaya 3 telefon kaydı düştü. Konuşma, Cumhurbaşkanı Radev ile Bulgaristan Hava Kuvvetleri Baş Komutanı General Tzanko İvanov arasında geçen, özel istihbarat araçlarıyla kaydedilen, Radev’in eşi Desislava Radeva’nın kullandığı bir daire ve aldığı 2. Maaş ile ilgilidir. Radev bu konuşmada, eşiyle ilgili bilgilerin denetimci devlet kurumlarından gizlenmesini, talep edilse de verilmemesini istemiştir.

Olayın derin yorumunu yapan, Özel İstihbarat Araçlarının Kullanılması Dairesi (eski) başkanı Boyko Raşkov, General İvanov ile Cumhurbaşkanı Radev arasındaki konuşmaya şu yorumu getirdi: 

“Bir devlet başkanının emrindeki görevlilerle yaptığı konuşmaların sosyal medyaya düşmesi, bir millet için inciticidir. Yapılan suçtur. Açıklama Başsavcılık tarafından yapıldığı için Ceza Kanununun 145. Maddesine göre suçtur. Bulgar savcılığı Anayasaya göre kanunların vatandaşlar tarafından uyulmasını gözetler. Bu açıklama, savcılığın yasalara uymadığına kanıttır. Yeni Başsavcı böyle bir örnekle göreve başlamıştır.”

Burada geçerli husus şudur: “İstihbarat araçlarıyla toplanan verilerin sosyal medyada yayınlanması ancak mahkeme kararıyla olabilir. Hangi Mahkemeden ve hangi yargıçtan izin alınmıştır.  Askeri Hava Kuvvetleri Baş Komutanı ile ilgili belgelerin açıklanması için ancak askeri mahkeme karar verebilir. Bu yapıldı mı? Denetlenmelidir.”

Bu olay Bulgar kurumları arasındaki didişmenin sertleştiğini ve hatta hesaplaşma aşamasına girdiğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Radev, İvan Geşev’in Başsavcı atanmasına karşı çıkmıştı…

Toplumun bir türlü aşamadığı hendek:

21.yüzyıl bütün şiddetiyle 2020 Ocağında yaşandı.

– Geçen asır Bulgar tarihinde 1909 Çarlık ilan edilmesi;
– 1944 Nazi Almanya’sı istilasından Sovyet Rusya esaretine
– 2. Geçiş ve 1989’da totaliter komünist rejimin devrilmesi gibi en önemli 3 tarihten söz edebiliriz.

Biz Bulgaristan Türkleri bu 3 tarihin üçünün de içinde, hatta tam ortasında yer aldık.

Birinci devirde (1882-1909) Osmanlı mirasından arında devri yaşandı. Bizim kültürel maddi ve manevi mirasımız yok edildi.

İkinci devir 1944’e kadar sürdü ve monarşi tarafından Türklerden filen arınma ve Türk maneviyatını körelterek söndürme terörü uygulandı.

Üçüncü bölümde ise Moskova emrindeki totaliter komünist devlet Müslüman-Türk kimliğimizi eriterek asimile edip Bulgarlaştırmaya ya da Türkleri vatandan kovarak kesin çözüm aradı. Bu üçüncü dönemde Türkler totaliter rejimi devirdi ve hak ve özgürlüklerini, adalet ve demokratikleşmeyi aradılar.

Ocak 2020’de Bulgarların kendi aralarındaki hesaplaşması şu şekilde şiddetlenerek sürdü:

1923-1944 yılları arasında Bulgaristan giderek Nazi Almanya’sına bağlandı.

1934’ten sonra faşist diktatörlük kuruldu. İç savaş yaşandı. Bu çatışmada Sovyetler yanlısı komünist cephe 5 639 kurban verdi.

1941-1944 yılları arasında 1 255’i partizan ve 826’sı yatak olmak üzere toplam 2 740 kişi öldürüldü.

1944 yılının Eylül ayından başlayarak Bulgaristan’da monarşi-faşist iktidar kadrolarıyla hesaplaşma başladı. “Halk Mahkemeleri” kuruldu.

Çok kısa dönemde 9 155 kişi yargılandı.

2 875 ölüm cezası kesildi. 1 305 kişiye müebbet hapis cezası çıktı. Toplama kampları açıldı, sürgünlük yaşandı, toplam 24 bin eski rejim kadrosunun yok edildiği belgelendi.

İşte bu ortamda 1944 yılında Bulgaristan’da faşist ve komünist dönem arasında açılan derin hendek bugün de kapanmadı.

Bu olaylarla ilgili 31 Ocak 2020 tarihli “Faktor.bg” tarihçi Violeta Radeva tarafından kaleme alınan bir araştırma yazısı yayınladı.

Bu yazıda, ilk kez olmak üzere, 1944 – 1989 yılları arasındaki sosyalist-komünist totaliter baskı ve terör dönemi hakkında baştanbaşa “soykırım dönemi” nitelemesi getirildi. Bu zalimlik döneminde, isim değişikliğini, köklerinden kopmayı ve Bulgarlaşmayı kabul etmeyen Müslüman vatandaşlarımızdan da pek çok kişinin sorgusuz yargısız kurşuna dizildiği, yaşadığı yerden kovulduğu, yurt dışına göçe zorlandığı, toplama kamplarında zulüm gördüğü, taş ocaklarında kaldığı hatırlatıldı.

Aynı yıllarda Sofya’da ABD Büyük Elçisinin Not Defterine “Orta Çağlar engizisyonun komünist şeklini gördüm” yazdı.

Kim ne derse desin, katliamların her birinde, devlet terörü uygulanan yılların hepsinde Bulgaristan’ın genç kuşağına, umuduna kıyılmıştır. Bulgaristan’ın çoraklıktan kurtulup serpilip açan bir ülke olmasına kıyılmıştır. Çağdaş Bulgaristan’ın kurucuları katledilmiştir. İşlenenlerin her biri politik cinayettir. Cezasını çekmemiş bu kadar çok suçlu etrafta dolaşırken, aynı anda hesaplaşmak isteyenlerin dolaşmaları ve yeni cinayetler işlenmesi durdurulabilir mi?

Asla unutmayalım gerçekleştirilen soykırımda bizim en yüksek ruhlu kardeşlerimiz, uyanık, cesur ve mert kahramanlarımız katledildiler.

2000 yılında Halk Meclisi komünist rejime “suçludur” dedi. “İnsan düşmanı bir rejimdir” nitelemesi getirdi. Suçlular cezalandırılmadılar. Şehitlerin kanı yerde kaldı. Katiller cezasını çekmedi.

Katiller ve kurbanları arasındaki hendek açık kaldı.

Bu işin en büyük suçlularından biri hainler başı Ahmet Doğan’dır. 1990 Haziranında Bulgaristan Müslümanları Büyük Halk Meclisine girdikten sonra Moskova’ya davet edilmiştir. Kremlinin vereceği büyük maddi yardımlar sonucu Bulgaristan Müslüman azınlığına karşı soykırım denemesi gerçekleştiren ve büyük sayıda Türk ve Pomak’ı öldüren, yaralayan, zulüm uygulayan Jivkov Devletinden, ayrı ayrı her katilden, ajandan, dönekten, ruhunu satandan ve ihbarcıdan hesap sorulmasını engellemiş, ayrıca da Müslüman mağdurların haklarının verilmesine engel olmuştur.

Bu arada gizli polis “DS”, Bulgar savcılığı ve Sosyalist Parti (BSP) ve hatta VMRO gibi milliyetçi ve ırkçı haydut oluşumlarıyla işbirliği yapması bir yana, azınlık, Türklük ve Osmanlı, İslam ve Müslüman düşmanı, çarpık ideolojisi olan “Ataka” partisinin kurulmasına para verilmiştir.  DPS “Ataka” – aşırı milliyetçi partisine karşılıksız 1 milyon 600 bin leva para verdi. DPS yönetimi, oligarşisi ve ajan ağı ve ayarı bozuklar bu olaylardan sorumludur ve halk önünde hesap verecektir.

Hesap günü yakındır.

Hem faşizm hem de komünizm insanlığı uygarlığa taşıyan ideoloji ve pratiği reddetti, öldürdü. Bulgaristan topraklarının her adımında terörist ve katil anıtları görüyoruz. Bu anıtlara çiçek taşındıkça, bu anıtlar yıkılmadıkça ülkede huzur olamaz.

Biz daha önce olduğu gibi 2020’de de ortada kalmış bulunuyoruz.

Bizim Türk şehitlerimizin anıtlarına çelenk ve çiçek taşıyan Bulgar tanımadım. Bulgar devleti bir defa faşistler ve komünistler olarak ikiye bölünmüş ve aralarında çok derin ve aşılması imkânsız hendek varken, bir de Hıristiyanlar ve Müslümanlar ve tüm azınlıklar olarak ikiye ayrılmıştır.

Birinci hendeği tarih kapatabilir, geçmişte 7 defa kapatmıştır,

fakat ikincisi adalet ve demokrasi seçilmeden, çok uluslu ve çok kültürlü devlete geçilmeden, azınlık hakları tanınmadan asla kapanmayacak, bu konu açıldıkça açılmaya ve derinleşmeye devam edecektir.

Gazeteyi okumak için: https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/2020

Reklamlar