Şakir ARSLANTAŞ
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Hepimizin en büyük özlemiydi değil mi!
Konuya giriyorum: Bölüm 1.
Ahmet Doğan adıyla anılan Ahmet İsmailov Ahmedov benim köydeşim ve akranımdır. Bugüne kadar “Bulgaristan Türklerinin Sesi” yayınlarında birçok yazımla hemşerimi anlatmaya çalıştım. Onun hayatından anılarımı yazdım. Ahmet kötü biri ya da iyi biri olduğundan dolayı ya da benim kendimle bir alıp veremediğim olduğundan dolayı da değil, benim bildiklerimi hepinizin bilmesi ve hepimiz için kötü olan bu gidişi birlikte durdurmamız için bu çabayı gösterdim ve yine kaleme sarıldım..
İnsanı yakınındaki en iyi bilir, atasözümüz bu yazı dizime de anahtar olacaktır.
Ahmet Doğan şahsının politik pazara sürülmesiyle Bulgaristan Türkleri ve Bulgaristanlı tüm Müslümanlarımız aldatılmıştır ve yanlış yola saptırılmıştır. Üstelik kendilerine en büyük kötülükleri yapan totaliter, komünist Bulgar rejimine köle edilmişler ve 26 yıldan beri eritilmeleri süreci devam ederken ekmek parasına muhtaç duruma getirilmişlerdir.
Ben Türkiye’ye Bulgaristan’da Madencilik ve Jeoloji Enstitüsü mezunu bir yüksek mühendis olarak diplomamla geldim. Bunu yazmama sebepse, kullandığım kaynakları orijinal okuyup anlayacak kadar düzgün Bulgar lisanım olmasıdır.
Sofya’ya gittim. 1920’li yılların büyük Köylü önderi Al. Stamboliyski’nin Opera Binası önündeki boy heykelinin sağında bulunan yapıdaki Dosya Arşivi okuma salonuna girip “Ahmet Doğan Dosyası’nı” istedim ve günlerce okudum. 10 kabarık cilt. Çok vaktimi aldı. Notlarımı değerlendirdim. Vakti olan ve ilgilenenlere aktarmak için bir dizi sunarak gerçekleri bir daha anlatıp açıklamaya çalışmak istiyorum. Bir şeyi yalnız birimizin bilmesi bir şey ifade etmiyor. Güçlü olmamız için aynı gerçekleri hepimizin bilmesi şart oldu.
Bu kadar çok çaba ve ayrılan bu kadar uzun zaman içinden çıkan ter damlasındaki gerçek şudur: “O çok tehlikeli bir adam. Köyümüzden böyle biri çıkacağını hiç düşünemezdim. Çok insan canı yakmış. Kötülükleri alabildiğine devam ediyor.” Köydeşlerim adına hem utanıyor ve hem de bizim köyden birinin Bulgaristanlı Türklere, Müslümanlara, soydaşlarıma bu kadar iğrenç davranması, yanına sokulduğu her birimizin kuyusunu kazması, ocağını söndürmesi, sayısız kötülük yapması, bu kadar çok aile ocağını parçalaması ve bu kadar büyük sayıda annesi ağlatması insanı çıldırtabilir. Hafiyeliğin bir hastalık olduğunu daha önce bilmiyordum. Böylesi iğrenç bir olaya ilk kez rastlıyorum. Samimiyetle yazıyorum, soylarımız temizdir, imanlı ve merhametlidir. Biz hepimiz imanı kutsal bilen Müslümanlarız. Yaşlılarımız her gün beş vakit namazdadır. Ahlakımız dürüsttür. Köy kabristanlığımızda yatan atalarımız Türklüğün şeref duyabileceği adalet ve sulh içinde bir yaşam yaşayıp göçerken arkalarında görülecek hesap bırakmayan cennetlik kardeşlerimizdir. Yetiştiğimiz ortam budur.
Ahmet, köydeş soylarından Dolanların Hasanın ikinci eşi Demiriye’nin beraberinde getirdiği ve babasının Varna Çingenelerinden olduğunu öğrenince üvey babanın gönlünü açıp sevemediği, git gide yozlaştıkça dışlanan ve köy ortamında pek tutunamayan biriydi. O Pçelarovo köyünde doğdu. 1985 yılına kadar toplanan dosya arşivinde, bu yüzden olacak Ahmet Doğan’ın ismi, Ahmet Ahmedov olarak geçiyor. Gerçek adı, baba adı ve soy ismi ise Ahmet İsmailov Ahmedov’tur. Onu tanıyan birçok kişi bile, 1985’te zorla isim değiştirme faciasına kadar onun gerçek isimlerini bilmiyordu. İsim karışıklılığı yaratarak insanların gerçek kimliklerini gizlemek, bizde gizli polis servislerince uygulanan bir yöntemdir. Bu nedenle, 1990 başında Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) başkanı olarak toplum onun adını işittiğinde Ahmet’in ismi, baba adı ve soyadı tamamen değişti: Medi Doganov Doganov oldu. Okuduklarımdan çıkarabildiğim kadarıyla onun 3 isminin de değiştirilmesi ve bu şekle sokulması yine gizli polisle danışmalı ve koordineli olarak düşünülmüştür.
Olay şöyledir: Bulgar dilinde ve dini kültürlerinde “medyum” sözü bilinir. Medyum, insanlarla ruhlar arasında aracılık eden kimsedir. O zaman gizli polisin fikrinde, olağanüstü yaralı ve öfkeli olan Bulgaristan Türklerine ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara sözde bir “şifa meleği” gönderip, hepimizi avutup yatıştırarak susturmak vardı ki, Ahmet’e “Medi” yani şifa veren adam, dendi. Bu bir polis uydurmasıydı. Tutar diye düşünmüşlerdi. Köydeşim Ahmet, bu ismi anasının ve dedesinin seçtiği ve köy imamının kulağına üflediği ismin yerine kabul etmekle, polis planını uyguladı. Baba adı olarak da (babası olmadığından, daha doğrusu, belki de oğlunun bir şeytan olarak dünyaya geldiğini ve insanlara çok kötülük yapacağını sezdiğinden olacak, evladını annesiyle birlikte terk etti. Alıp başını çekti gitti ve onları bir daha asla aramadı) annesinin ismi olan Demir iye’den “Demir” kökünü aldı. Bu da tutmadı. Gizli polis razı gelmedi. İsim meselesi önemliydi. Demir ismi Türkleri demir gibi olmaya özendirebilirdi ki, buna izin verilemezdi. Bu durumda babalığı Hasan’ın “Dolan” soy isminden “Doğan” yani DOGAN üretildi. “Dolan” olamazdı, çünkü dolandırıcı veya gerçekleri dolanan sahtekâr birini çağrıştırıyordu. “Doğan” ise, “Şahin”di. Türklerin sevdiğiydi. Onların Şahinler gibi köyleri de vardı. Herkesin gözü pek, iş güden, avcılara ve büyük adamlara bağlı iş gören, ne bildiği belli olmayan birini anımsattığından Bulgar polisinin gönlüne yatmıştı. Medi’den Ahmet’e geri dönüldü. “Ajan” kişide sihirli nitelikler olmalıydı ama bu defa olmadı. Bu bakıma Ahmet’e dönüş de gizli polis önerisiyle oldu. Bulgar istihbaratının yaratığı, hiçbir ananın doğurmadığı, isimlerine, baba ismine soy ismine bakıldığında, soyu, kökü, suyu olmayan, anadan doğmamış ve babası da olmayan, insiz cinsiz Bulgaristan Türk Tipi olarak Ahmet Doğan yaratıldı. Ahmet’in isim serüveninin kıvrımları bunlardır.
O yıllar, İngiltere’de “Doly” adlı anasız-babasız kuzuların meleşmeye ve İsrail laboratuarlarında çekirdekten değil de gövde suyundan hepsi yumurta gibi aynı büyüklükte tatsız tuzsuz domates üretilmeye başladığı yıllardı. Bulgarlar her zaman olduğu gibi, bu defa da, her bakıma en önde olmak istiyordu. Bir Bulgaristanlı “Türk”ten, soyu, kökü, anası ve babası olmayan, ana dilini konuşamayan, dedesini tanımak bile istemeyen bir GENÇ TİP yaratma yolunda başarılı olmuşlardı. Bu adam isimlerini geri isterken ayaklananlara “önder”, “yönetmen”, “lider” olmalıydı ve oldu. Medya ve politik sistem harekete geçti. Başardılar. Bugün korunması için yılda 2 milyon leva ödenen bu “Yeni İnsan Tipi” artık ruhsal bozukluk, olağanüstü hırs ve ayarsızlık yaşadığı için halktan koparılıp uzaklaştırıldı ve bir ayıraç şişesine kapatılarak sanki derin dondurucuda tutuluyor. Hedef 100 yıl ezilen Türklere gözdağı vermektir. Eriyip asimile olmayı kabul etmezseniz size de derin dondurucuda yer var demek istiyorlar. Bir de şu var kuşkusuz, Müslümanlara itaat etmezlerse başlarına geleceklerin örneğini gösteriyorlar. Neredeyse 8 yıl oldu ve Ahmet Doğan sokağa çıkamıyor. Tabii Arşiv Dosyasında bu yeni durum yok, ama hayat uzadıkça uzayan bir süreçtir. Hapiste kalmaktan da kuşkusuz daha zor olan bu yaşam biçiminde oluşturulan SUNİ YARATIK işe yaramaya devam ediyor. O olmasaydı, 1990’da POLİTİK SAHNEDEN ATILAN komünistliğin ömrü çoktan bitecek, abidesi dikilmese de mumu sönecekti. Bu olsaydı şişirilen balonda Türk ve Müslümanların haklarını geri vermek bir yalandı deyenler gülünç duruma düşerdi.
Ben, köydeşlerimden biri olan hafiyenin arşiv dosyasını sayfa sayfa okudukça tüylerim ürperdi. Öfkemden patlayacak gibi oldum. İlk izlenimlerinde, 1985 yılına kadar Bulgaristan’da adı geçenler arasında pek bilinmeyen, dört kişinin tanıdığı veya iki kişinin selam verdiği bir sima olmadığından dolayı, (A.Doğan’ı tanıyan pek yoktu) her şeyin bir gizem içinde, gizlice, ince düşünülerek ustaca yapılışına şaştım kaldım. Bulgar istihbaratı “DS” bir kimliksiz kişi olan muammalı Ahmet’i lider gibi biçimlendirmeye ve halka dayatmaya çok çaba harcamış. Bu çabaların içinde ana çizgi, ona verilen esrarengizliktir. Sözde başkalarının bildiklerinden daha fazlasını bilen biri havası yaratılmıştır. Bu, Bulgar toplumundaki yapılanış, halk psikolojisi ve Bulgaristanlı Türklerin büyük çekilerden sonra soru sormaya bile takat ve cesaretleri kalmadığı bir zamanda yapılmıştır. Halkın bezginliğinden yararlanılmıştır. Bu açıdan bakınca, 1990 ile 2000 yılı arasında A. Doğan’la görüşmelerde kendisine ona adını, soyadını, soyunu, sopunu, muhbirliğini, ajanlığını, jurnalciliğini, dönekliğini, hainliğini, hapishane yıllarını sormamıştır. Bulgar gazeteleri bir “kahraman”, bir “insan hakları savunucusu” ve bir “Türk demokrat” yaratabilmek için ellerinden ve dillerinden geldiğini yapmıştır. Üstelik onun hakkında söylenen her sözün bir uydurma, birbirine dikilmiş yalan tuzağı olduğuna da pek dikkat eden olmamıştır. Parti adına yalnız kendisi konuşan bu polis gözdesi istediği yalanı istediği kadar tekrar ederek emeline ulaşmıştır. O yıllarda insanlarımız sanki inekti, yemliğe döküleni yiyor, insanımız da anlatılana inanıyor, uydurmaları gerçek olarak kabul ediyor ve inanıyordu. Dosyalarda halkımızın akla karayı seçip, gerçeği aradığına ilişkin bir hafiye bilgisi bulamadım. Bu konuda aydınlar da susmuş ve içlerine çekilmiştir. Bu, çok acı bir gerçektir.
Dosyalardaki her satırı tüm dikkatimle okusam da, ara sıra kafam iyice karıştı ve içimden “olamaz böyle bir şey” dediğim oldu. Mesela 1989 yazında Paris’te toplanan Uluslararası İnsan Hakları Kurultayı – UİHK’na giden Bulgar Demokratik Güçler Birliği heyeti – J. Jelev de dahil – hükümet uçağıyla uçmuştu. Otel paralarını devletten almışlar ve konferans salonuna girmeden dönmüşlerdi. Türklerin ve Demokratik Güçlerin mücadelesi ilişkin BİLDİRİ okunmadan “Sena” ırmağına atılmıştı. Okurken dilimi ısırdım.
Git gide dosyayı bir roman gibi okumaya başladım. A. Doğan Askeri Karşı İstihbarat (VKR) ve devlet güvenlik servisi “DS” Birinci Şube ajanıydı. Fakat 1985’ten başlayarak 2000 yılına kadar ona ajan geçmişi hakkında soru soran olmadığı gibi, sanki geçmişinden kuşku duyan da yoktur. O kendisi de gerçekten ajanlık yapanların bilinmesine gayret göstermese de, Önal Lütfi, Osman Oktay ve bazı diğer etkin hafiyeleri etrafına kalkan yapmayı başarmıştı. HÖH yönetimine yerleşebilen ajanlar dışında, hafiyeliğinden kuşkulandıklarını memleket dışına kovdurmak işine ağırlık verdi ve bu yönde elinden geleni ardına koymadı. Bu konuda dosyaya alınmış belge yok. Bu dosyalar temizlenmiş de olabilir, çünkü Türklere karşı işlenen kültürel soy kırımı anlatan evraklara da rastlamadım. Dikkatimi çeken Ahmet’in her görev için hafiye raporunu teslim ederken bir imza karşılığı para ödülü almasıdır. Örneğin 1994’te Hak ve Özgürlükler Gazetesi’nin Ahmet Doğan’ın emriyle kapatılması belgelenmemiştir.
O yılarda, yani Türklerimizin zorla asimile edildiği dönemde, Türkler ve Müslümanlar arasında 3 016 ajan çalıştırıldığı artık resmen biliniyor. Bu ajanlardan 54’ü “Belene” Ölüm Kampına sızdırılmış, hapishanelerde her beş “mahkûmdan” birinin ardına hafiye salınmışken, ajanlar yatakhane sorumlusu, kütüphaneci, kürekten kazmadan sorumlu, çaprakçı gibi işler görürken hiç biri hakkında evrak olmaması da ilginçtir. Durumu kontrol altında tutanların fişlenmemiş olması ilginçtir. A. Doğan, 1990’dan sonra ajan sürüsünün ayıklanmasına, devlet önünde saygınların meclise kapatılmasında ve politik aktifliğin felce uğratılmasında başar rol oynamıştır. O, birçok dava arkadaşımızın ölümüne, yaralanmasına vs. neden olandır. En azılı ajanların ceza almaları için elini kımıldatmayan da odur. HÖH partisini kendisi var, ama halk için yaptığı hiçbir iş olmayan bir olgu haline getiren de odur. Onun gördüğü işlerdeki çizgide, ajan ağının koruma ve etnik halk topluluğumuzun başkaldırmasına engel olma en büyük özelliktir. O, tanıdığı kişileri devamlı gammazlayarak bu hedefine ulaşmıştır.
Asimile edildiğimiz utanç yıllarında, bilimsel “kariyerine” (bilimler doktoru olmak istemişti) sözde ara verip Türkler arasında illegal çalışma başlatan, Bulgaristan Türkleri Kurtuluş Hareketi gibi gizli hareketlenmeyi oluşturan, sonra tutuklanan, sözüm yabana hapse giren ve bu adımlarıyla halkımızın hakları ve özgürlükleri, adalet ve demokrasi uğruna mücadele güçlerinin öncüleriyle ilişki kurmayı başaran ve onları jurnalleyen, ele verdiklerinin başına bin bir bela açan Ahmet Doğan’ın kendisidir. Gammazlama yazıları dosyadadır. Bu iğrençlik için ödenen paraların makbuzları da dosyalardadır. Ahmet, kimsenin ona şüpheyle bakmamasını güven kazanarak başarıyla sağlamıştır. Dosyaların açılmasından sonra da kimsenin onu sorgulamaması ise anlaşılır gibi değildir. Bunu, insanımızdan iğrençlikten gına getirmesine bağladım. Maskesi indirilmeyen ilişkiler onu korumuş, kuytuya geçmesini sağlamış ve kendine legal yeni kimlik yaratıp, kendini kabul ettirmesine yol açmıştır. Gerçeklerin görülememesi sebeplerinin başında BÜYÜK GÖÇLE aydınlarımızın, en öncü direniş liderlerimizin sınır dışı edilmesini görüyorum.
Yine demokrasi güneşinin doğduğu ilk yıllarda, “DS” Altıncı Şubesi ile bağlarınız var mı? gibi sorular kimi defa direk olarak sorulsa da, o gerçeği her defasında kesinlikle ret etmiş ve daha sonraları da, bu gibi sorulara asla cevap vermeye yanaşmamıştır. Bu da onun bir yalancı olduğuna büyük kanıttır. Günümüzde VI. Şube şefi Dimitır İvanov’un gizli polis için özel kadro eğitim merkezi olan “Kütüphaneci Enstitüsü”nü yönetenlerden biri olması da, cevabı verilmeyen sorulara geciken parlak yanıttır.
Önümdeki dosya 10 cilt olup kapakları kapanırken ipleri ucu ucuna geliyor. İçinde yazılar su olsa, satırların her birinden ihanet ırmağı akmaya başlayacaktır. “Gerçeklerin anası inkârdır!” deyenler, bu derinliğe inerken başlarından neler geçmiştir dersiniz?! Adını, baba adını, soyadını, dinini, geçmişini, ajanlığını, ihanetini ve tüm öteki iğrençliği ret etmek için susmak yeterli olabilir mi? “Liderlik” yolu mutlaka hafiyelik belgeleriyle mi döşenmelidir! Kendi kendime sorduğum bu sorulara yanıt aramaya devam ediyorum.
Şu noktaya dikkat ediniz lütfen. Dosyadaki belgelerde yazdığına göre, arşiflerin açılması işinde A.Doğan’ın sıvazlaya sıvazlaya yetiştirdiği Kasim Dal’ın girişimi, ballandırarak anlattığı yasa inisiyatifi bir masaldır. “DS” ajan dosyaları Avrupa Birliği’nin baskıları sonucu açılmıştır. İsteyen okuyabilir. Ve ben gibi ilgisini söndüremeyip gidip dosya okuma zahmetine katılan biri, Bulgaristan’ın Demokrasiye Geçiş Dönemi’nde 2 defa hükümet kurma şansı elde eden bizi oyan ajanın, köydeşlerimden birinin hayat yolu ve halkıma ihaneti üstüne yakın ve ayrıntılı bilgi öğrendim. O gün bu gün Drındarlıyım demez oldum, çünkü utanıyorum. Bir gün gelir o sizlerdendi, sizden de hesap sormak var, deyecek birine rast gelirim diye çekiniyorum.
İzlemlerimin bu noktası olağanüstü önemlidir, çünkü toplam 25 yıllık demokratikleşme sürecinde ülkeyi 10 yıl idare eden 2 hükümetin oluşturulmasına önayak olan ve vatanımızı çökertip insanlarımızı el açar duruma getiren bu ajana “köydeşimdir” diyemiyorum. Bir kişinin ihanetlerinin 1 milyon insanımızı bu kadar kötü ve yıkıcı etkileyebildiğine de inanmak istemiyorum.
Şunu da yeri gelmişken vurgulamak istiyorum. Okuma olanağı bulduğum 10 ciltlik ajan dosyası, bir romanlaştırılmış cinayetler dizisi olmaktan çok öteydi. Arşivin içindeki sistemli bilgiler var. Son 25 yılda onun hakkında söylenen ve konuşulanlardan farklı olarak, HÖH-lideriyle ilgili çok daha doyurucu, kabuğu özden, samanı tanelerden ayırıcı, gerçekleri gün ışığına seren ayrıntılar okudum.
Dosyada komünist rejim gizli servislerinin bize karşı çalışma usulünü görülebildiğim gibi, okuduğum sayfalarda baskı altına alınmış, dayanamamış, kendisine bir şeyler vaat edilerek kazanılmış ve zorlanmış ve bir dayanıksız, iradesiz olduğu için ajanlık yapmayı kabullenen biri yok, ajanlığı vicdan kaderi eden bir sürüngen buldum. Belgeler gizli polis “DS”nin hayatımızın kılcal damarlarına nasıl sızdığına, kanımızı nasıl emdiğine, bilincimizi nasıl söndürdüğüne, irademizi nasıl kırdığına kesin kanıtlar sunuyor. Dosyalarda amansız, acımasız, insanlık diye bir değeri olmayan, düzenli bir gizli polis teşkilatında görev alan bir ajan kimliği görebildim. Her şeyi kendi kontrolü altında tutmak ve yönlendirmek üzere kurulan, buna engel olanları tamamen ezerken acımasızlık gösteren, düzgün bir sistemin amaca yönelik soğuk insafsızlığını hissetim.
Şu da var, sayfalardan sızdığına göre, A. Doğan “DS” gizli polisinin sıradan bir ajanı değilmiş. O totaliter rejimin zorbacı kesiminin çalıştırdığı bir imha makinesi rolü görmüştür. Hedefli, bilgili, irdeleyen ve yok eden, görünümü yoksul ama cebi para dolu ve işinde başarılı olan bir şeytan dikiliyor okuyucunun karşısına… O çok tehlikeli ve dehşet saçan biri olarak yetiştirildiğini gizlemek istese de gizleyemiyor. Birçok defa ikiyüzlülüğü sırıtırken, çaresizliği, acınası zavallılığı gölgesi oluyor ve onu boğazlamaya çalışıyor. Dosya evraklarında A.Doğan’ın rüyasında ne gördüğü yok. Bu kadar kötülük eden bir kişinin ruh hastası olduğunu kabul etmezsek yanlış ederiz. Dosyalardaki Ahmet kimliksiz bir zavallı bir sürüngendir.
Ahmet Doğan’ın hafiye arşivi aynı zaman şahsi bir bilgi kaynağı olduğundan, onun özel hayatı da ilgi çekicidir. Bir de, onun “DS” muhbirliğinde şahsi olan bir şey yoktur. Hatta arkadaş eşini tavlamaya çalışması, onları yatağa sürüklemesi, çıplak kızlarla çekilmiş resimleri “DS” görevi olarak ortaya çıkıyor. Dosyaları kapayıp, düşündüğümde ajan “Angelov”, “Sergey” ve Sava” nın çok zavallı ve acıklı bir hayat yolu olduğuna bir az da üzüldüm. Bir adam bu kadar zavallı duruma düşer mi diye düşündüm. O ömür boyu ipleri başkaları tarafından çekilen ve ancak isteneni yapmak zorunda olan işgüzar bir zavallıdan başka biri olamamıştır. Ne yazık değil mi! Bu şerefsiz bugün de “liderim” demeye devam ediyor. Aklımdan geçense, onun adının tarihte başkasının avlusunu süpürürken telleri kopmuş bir süpürge çomağı olarak geçecek olmasıdır. Sonra komşularımızı, yakınlarını, arkadaşlarını, misafirlerimizi, iş arkadaşlarımızı ele verdiği için para alması alçaklık değil de nedir? Ekmeğini yediğin köydeşimi jurnallemişsin, oldu mu?
Şu da önemlidir. Ajanlık yıllarında A.Doğan yalnız “DS” Türk Şubesine hizmet etmiş, istihbarat toplayan ve analiz eden bir hafiye olarak görev almıştır. Hafiyeliğinin kurbanlarından ekseriyeti akrabaları, dostları, sevgilileri ve bizim sıradan köydeşlerimizdir. İsimlerini okudukça, hepsini tanıdığım ve başlarına geleni bildiğim için göz pınarlarımın dolmasına mani olamadım. 350 haneydik 150 hane kaldık. Huzurumuzu bozan hafiyeler bizi dağıtmayı başardılar. Bir kurdun en büyük ağacı kurutabildiğini duymuştum da, benim köyümün özünü oyanın Ahmet olduğunu okudukça, çok ama çok üzüldüm, kükredikçe köpürdüm. Ona kimse kötülük yapmamıştı. Kimden ne istedi? O zaten çok zavallı bir gençti, neyse aldanmışız işte… Ele verilenler onu Sofya’da okuyor falan diye bağrına bastı. Onunla samimi emellerini paylaşanlar vardı. Evraklarda hemşerilerim birer birer gözlerimin önüne dizildi. Ne kadar çekmişlerdi. Birçokları dosyalar açılmazdan önce öldü. Göç ettiler. Batıya kaçtılar ve gelmediler. Ah bir toplanabilsek… Bulgaristan Türkleri kuyusunun, onların merhamet gösterdikleri bir kişi tarafından kazılmış olması, Ahmet Doğan’ın aynasıdır.
Bu acı olaya adamak istediğim yazılarımı halkımı sevdiğim için yazmak istiyorum. Benim halkım en güçlü anti-totaliter ve anti-komünist hareket örgütleyip ayaklandı, çileler çekti ama dayandı, en önemli olan da toprağından sökülüp atılırken kimseye “elveda” demedi. İnancımızda, Vatanla vedalaşmak olmaz! Vatan ebedi olandır. Evlatlarını sabırla beklemesini bilendir.
İnsanlarımızın demokrasi yolunda yürürken A. Doğan gibi beş para etmeyen ajanları aldatılarak öncü bilmesi, politik temsil hakkını onlara vermesi, çok kötü oldu. Dava yolumuzda oyalandık, adalet geciktirildi, soy mayamızda dağılma oldu, belirli yerlerde zayıf düştük, ana dil, din, Müslüman ahlakını ve yaşam biçimini yaşatma gibi alanlarda ödün vermeye bugün de zorlanıyoruz. Kendi ellerimizle kurduğumuz parti halktan, etnik sorunlarımızdan, güncel yaşamımızdan koptu. Bulgarlarla kapı komşusu olsak da derelerden bulanık sular aktığından, iyi komşuluklara yeni anlam veremedik. Bizim sürekli yaşata geldiğimiz hoşgörü ve yardımseverliğimiz karşılık görmüyor. Bunun nedeni de A. Doğan ile yakın arkadaşlarının, HÖH partisi yönetiminin, “DS” gizli polisinin yeni kurumlarıyla, eski komünistlerle eski dostluklarını çıkar temelinde sürdürmesi oldu. Bulgar bize bu yüzden inanmıyor. Bulgarlar A. Doğan ve HÖH zirvesinin Geçiş Dönemi boyunca eski komünist zorbacılara omuz verdiğini ve onları yaşattığını gördükçe bizden yüz çevirdi.
Yazılarım, hafiye ve hain köydeşim A. Doğan’a komşularım adına verilecek bir hüküm olacaktır.
Gelecek hafta “Angelov” dosyasını açalım ve çıkarılması gereken ibret dersleri
üzerinde duralım.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Devam edecek.