BG-SAM
Dünkü yazımda, Bulgaristan Türk ve Müslümanların demokrasi döneminde 3 büyük edinim elde ettiklerini, bunlardan birincisi olan İsimlerimizin ve Dini Haklarımızın geri alınmasını anlattım. Bugün ise, ikinci büyük kazanımımız olan HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ’nin kurulmasını ve son 24 yılda oynadığı rolü yazmak istiyoruz.
Bulgaristan Türklerinin geçen yüzyıl gördükleri ırk ayrımına ve farklı muameleye karşı, 1970 – 1990 arası kendilerine karşı uygulanan baskı ve terör politikasına, isimleri ve kültürleri değiştirilerek “kimlikleri eritilerek Bulgarlaştırma” politikasına karşı verdikleri ağır ve şanlı savaşımın tacında çok yüksek politik bilinç ve Hak ve Özgürlükler partisinin kurulması vardır. Partinin ismini Bulgaristan Türklerinin adalet ve hürriyet davasında bayrak olan Pasajov koymuştur. İlk Tüzük ve Program, “Simeyonovo” Yüksek Polis Okulu’nda kaleme alınıp 4 Ocak 1990 günü Varna İl Mahkemesinde tescil edildi. Bulgar polisinin bu kadar büyük işgüzarlık göstermesine şaşmamak gerekir.
O gün bu gün 24 yıl geçti, ne partinin tüzüğü uygulandı ne de programında yer alan hedeflerden her hangi biri gerçekleştirildi. Partinin temelleri atılırken Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanlarının en büyük sorunu etnik kimlik, halk topluluğu olarak birlikte ve gelenekleri bozmadan yaşamak, ana dillde konuşmak, kendi söylevleriyle kültür sanat yaratıp yaşatmak, hem Bulgar hem de Avrupa medeniyetine özel güzelliği ve dillere destan inceliyle farklı bir renkle katılmaktı.
Ana dile dayanmayan kültür gelişemez, başkasının dilinde öz kültür yaşatmak yabancı birinin kaşıyla yemek yemek gibidir ve bu olmaz. Bizde de olmadı. Yeni kaşık kullanmadan, eski tahta kaşıklarla tarhana ve fasulye çorbasını kaşıklamaya, pideleri ellerimizle parçalayıp parmaklarımızla yemeye ve hoşafı da tastan içmeye devam ediyoruz.
Bugündü durum 1990’lardan çok farklaştı. Köyler boşaldı boşalıyor. Üretilen satılmıyor. Bulgaristan’ın 28 ilinin 11’inde gece eczanesi yok. Bunlar bizim illerimizdir. Okullar kapandı, açık olduğu yerde öğretmen, öğretmen olan köyde çocuk yok. En önemlisi ülkede adalet ve huzur yok.
Bir toplumda hukuku çökertmek, adaleti rafa kaldırmak ve devletin belini baltalamaktır. Bugünkü Halk Meclisi’nde Hukuk Komisyonu Başkanı HÖH Milletvekillerinden biri olsa da, ülkemizde adalet diye bir şey yok. Biz 24 yıldan sonra olmayan işlerle uğraşıyoruz. Parti liderlerinin sahte adalet ortamından gelmiş olması, örs ve çekiç arasındaki gerçekleri bilmeden yükselmesi, bütün emellerimizin belini kırdı. Ölümcül bir hastalığa yakalandığı için 10 Kasım 1989’da devrilen totalitarizm ejderhası altında kaldık, ona yamak olarak can çekıştık. Halkımıza devamlı yalan söylediler ve onlara inanmamızı istediler. Olmadı. Ezilenler de uyanıyor. Uyananlar dünyayı görünce açılıp bilinçleniyor. Zekâ ateşi baş kaldırıyor.
Bize “hak ve özgürlük” diyenler bugün Saraylara çekildi. Başımıza çavuş olarak totaliter rejimden general torunlarını atadı. Delyan Peevski gibi, bizden biri olmayan, HÖH’lü de olmayan ama hiç tanımadıklarımızın isteği üzerine bizim adımıza 2. dönem milletvekilliği yapan bu ızbandut, bu medya mafyası başı, devlet korosuna orkestra şefliği yapıyor. Gazetelerinde geçmişi koklatıp geleceği karartıyor.
Mahkemeler felç oldu. Katiller, uyuşturucu kaçakları, dolandırıcı başları oligarşi ve mafya gölgesinde, gel keyfim gel, yaşamaya alıştı. Halk arasına çıkmaya yüzü olmayan saraylı baş hain adına işleri karıştırma kulislerinde 33’ünde başkan olanlar, kendileri yürümeyi öğrenmeden, başkaları adına nizam istiyor. Onların telefonu ağır cinayet davalarını durdurabiliyor. % 90 yabancı kaynaklarca finanse edilen Bulgar medyası adaletsizliğe çanak tutuyor. Ve bu karışıklık, keşmekeş, adaletsizlik çamurunda subaşı olan Ahmet Doğan ve yamağı Delyan Peevski ‘ye baktıkça, HÖH 24 yılda “döndü” diyoruz. Döndü sözünü babaannem yoğurt ekşimeye başlarken kullanırdı. Evet, her şeyin tadı kaçtı. Yine Ahmet Doğan’ın köy muhtarlığından meclis kürsüsüne çıkardığı ayarsızlardan biri olan A. Başev, bir TV yayınında (vesilesi önemli değil) “hepsinin kafasını lahana başı gibi keseceğiz,” demesi, kardeşlikten, adaletten, huzurdan dostluktan, hoşgörüden yana olanların emellerini yine dipsiz kuyuya itti, işin yoksa git ayıkla pirincin taşını…
En asil azimle kurulan, 120 (yüz yirmi yıllık) öz birikimin patlaması, en insancıl ve hoşgörülü kardeşlik arayışının doruğu olan Hak ve Özgürlükler Partisi, ne yazık ki, bugün iktidar hastalığına yakalanmış ve ray değiştirmiştir. 4 defa koalisyon ortaklığında bulunması da insanımızın maddi ve manevi yaşamına niteliksel bir değişiklik getirememiştir.
Ve HÖH partisi 24. yılında ve 2014’te “değişmez değerlerin sarsılmaz bekçiliğini yapmaya devam ederken,” yine de iyi bir şeycikler oluyor tabii…Yani değişmezler değişmeye başladı. AİHM, Pomak kardeşlerimiz İslam’ı kabul ederken olmamışları olmuş gösterip kan gölünde kelle yüzdüren Bulgar yazar Anton Donçev’in “Ayrılık Zamanı” adlı romanı, etnikler, uluslar ve halklar arasında düşmanlık kışkırttığı gerekçesiyle yasaklanma davasında duruşmaya aldı.
Bulgar ırkçı milliyetçiliğinin sönmeyen ilham ocaklarının en büyüklerinden biri olan ulusal yazar “İvan Vazov’un “Esaret Altında” romanı hurdacılarca kilosu 12 st.’dan satın alınıyor.
Irkçılık öyle bir bulaşıcı ki kendiliğinden kurumuyor. Kurusa bile yerine iyilik meleklerinin yuvalanması uzun zaman alıyor.
Vidin Kalesi Paşası Pazvant oğlundan beri boşalan ama minaresinin tepesinde insan sevgisinin yuvası olan kalp hala duran, Tuna Ovası’nda kimsesiz ev, köy, cami, vakıf malı arazilerine Kanadalı zengin Yank Bari talep oldu, Suriyeli savaş kaçağı çocuklu ailelerle barınak yapıyor.
“Bulgar toprağını satmayalım!” imza kampanyası 500 000 imza toplayamadığından halkoyuna sunulamıyor.
“SEVGİLİLER GÜNÜNDE” bin bir renkli laleleri en çok sevilen Hollandalı gençler, yetenekli genç Bulgar ressamlara bizde daha önce renk çeşitliliği görülmemiş boyalar gönderdiler. Pomak kültürünün dokusu olan Rodop ve Pirin Dağlarının pastel renklerinin ebedileştirilmesini istiyorlar.
Memlekete bir de Amerikalı geldi.
Maykıl Stremetis adında bir Amerikan vatandaşı.
Gelir gelmez YENİ BULGARİSTAN adında bir politik parti kurdu.
Bulgar dilini bilmeyen bu Amerikalı parlamento seçimlerine katılmak istiyor. TV’de dedikleri, Bulgarcaya tercüme edildi. Anlayan anladı anlamayan anlamadı. HÖH / DPS Genel Başkanı Lütfü Mestan seçim propagandasını İngilizce yapıyor diye Maykılı jurnallemedi.
Ben, ondan“Hey sen ne yapıyorsun? Burası Bulgaristan! Yabancı dilde propaganda yapmak yasak!” demesini bekledim. Ben Türkçe konuştum, cezalandım! Seni neden cezalandırmıyorlar? Sorsa isabetli olacaktı. Ama bizimki toleranslı.
Biz Bulgar’dan Bulgar, Bulgarcıdan daha Bulgarcı kesilmezsek, Bulgarlar bizi nasıl sevsin?
Biz Levkiyi Bulgardan fazla sevdik, kıskançlıktan başımıza gelmeyen kalmadı. Şimdi Musta Paşa’da 150 metre yüksek V. Levski Anıdı dikeceklermiş, bağış toplasalar da birkaç para versek. Levski devasında tuzumuz olur. O Türkleri Bulgaristan’dan kovmayı düşünmemiş. Ne güzel değil mi.
Peevski’nin gazetesinin bugünkü başlığı: “HALKI ÇİNGENELERDEN KORUYUN!”
Çingeneler aç!
Şu Maykıl Stremetis’in yerine bize Martin Lüter King’in ırkçılığa karşı amansız savaşçı ruhu gelseydi, ne güzel olurdu değil mi! Belki Çingenelerin kalpazanlık ve kara cahilliğine bile çözüm getirirdi. M. Gandi’nin Hindistan’ı uzay gücü yapan zekâ ateşini yaktığı gibi bir mucide ihtiyacımız var.
Herkes dil sorununa takılmış.
Oysa, bizdeki ana sorun, yalnız bizim Bulgar dilini kendimizin iyi konuşmamızla bitmiyor.
Bir politik figür olarak, bilmeyenlerin de Bulgarcayı bilenler kadar iyi öğrenmesini ve konuşmasını sağlamalıyız. Bulgarca iki lafı üst üste koyamayan, mektep kapısını yalnız uzaktan görmüş, okul odasına girmemiş, sıraya oturmamış, kara tahtaya tebeşirle bir çizgi bile çizmemiş babaanne ve anneannelerimiz Lütfü Mestan’ı nasıl anlasınlar? Onlar pişmiş aşa su kaçmasın diye onu dinlermiş gibi yaparak, içlerinden “söyleyeceğini söyledinse, hadi bitir artık be gülüm, her şey olacağına varır, bizim işimiz gücümüz var,” dediler de ne oldu?
Şu lakırdılarından hiçbir şey anlayamadıkların Maykıl’ın söylemesiyle bir şeyler değişir mi?
Usul icabı, Bulgarca konuşanın ağzına bakmaya devam ediyoruz. Dereye taş atmakla suyun yönü değişmez. Lütfü Mestan ne anlatırsa anlatsın “it ürür kervan yürür!” rüzgârı esiyor.
Şimdi, köy meydanına Lütfünün yerine Maykıl gelse, “artık unutun şu eski Bulgaristan’ı, YENİ BULGARİSTAN’DA BULUŞTUK, birlikte yaşayacağız, bütün oylar bana” dese ve alkış tufanını dindirmek için cebinden çıkardığı dolarlar tomarlarını başlasa saçmaya ne olur dersiniz? Herkes para toplamak için eğildiğinde Maykıl bunu saygı ifadesi olarak kabul ederse, sandıktan çıkmayı beklemez mi? Bekler! Hem de parasını ödedim der ve beklemeye devam eder.
Emir büyük yerden geldiğinde, herkese İngilizce ders kitabı dağıtılır. ABD’den gelecek “barış gönüllüleri” köylere kasabalara yerleşip ana dilini bilmeyenlere İngilizce öğretmeye başladığında, gel de seyre bak…
Osmanlıdan ayrıldığımızda Bulgaristan Prensliğine Rus asıllı olan Aleksandır Batenberg oturdu. O da Bulgarca bilmiyordu. Kendine münasip bir prenses de bulamayınca hastalandı ve dostlar sağ olsun.
Yeri boş kalacak değil ya, yine Bulgarca bilmeyen ve bir Alman kontu olan Ferdinand Saks Kobur Gortski 7 Temmuz 1887’de Bulgar Prensi ilan edildi. 22 Eylül 1908’den 2 Ekim 1918’e kadar Bulgar Çarı oldu. Daha sonra da Bulgar Çarlığı’na oğlu III. Boris geçti.
Bu örnekleri vermemin sebebi, Bulgaristan’ın daha önceleri de Bulgar dilini bilmeyen yabancı prensler ve Çarlar tarafından idare edilmiş olduğunu hatırlatmak istememdir.
Bu bakıma, çok saygı değer biri olan günümüzün kahramanı Amerikalı Maykıl Stremetis Bulgaristan’ı bir Cumhurbaşkanı ya da bir Bakanlar Kurulu Başkanı olarak idare edebilir. Bu arada olağanüstü bir azimle dikkat edilmesi gereken bir husus var. Onun hiçbir surette ve asla Türkçeyi öğrenmemesine dikkat edilmelidir. Türkçe kafasını karıştırabilir. Bulgar milliyetçiler Türkçe bilen bir başkan kaldıramaz, taşıyamaz, ona tahammül edemezler. Hele şimdi Bulgaristan Bulgarca konuşan Türkiye olduğu bir dönemde bu olamaz!
TV kanallarının hepsi zincirleme Türkçe seriler veriyor. Kibirli Bulgarlar bakmak istemese de, şu kıtlık günlerinde ekranda öyle sofralar kuruluyor ki ballı börekli, içkiler içiliyor kadehler zincirli, ince belli kızların hepsi albenili, doya doya sevişmekten önce kavga eden gönül çelenler sanki ekranda mıknatıslı… Şu elektronikleşme var ya, öyle bir şey ki, ne taşa, ne çamura, ne boyaya ne de tuvale benziyor. Bu filmlere bakılmasın diye bu Türk güzeller mermerden olsa burnunu yamuk, gözünü şaş yaparsın, çamurdan olsa kulaklarını eşlek kulağı kadar büyük ve tiksindirici yaparsın, çizilmiş olsa al yanaklarına kömür karası sürüp, tuvali tam ortasından yırtarsın da, olmuyor işte. Komando karının elindeyse çık işin içinden, çıkabilirsen! Elektronik dediğin insanın dışında olan ama içine işleyen ve Bulgar’a fikir değiştirten bir sihir değil de, nedir acaba!
Maykıl Stremetis Bulgarca öğrenmede zorlanırsa, ana dil olarak bizde İngilizceyi ilan edip, Bulgarcayı yasaklar mı dersiniz! Maykıl’ın parti kurup politika havuzuna atlaması, politik ortamı kirlettir mi? Kirletmediyse bize başka Maykıllar da gelir, onlar da parti kurarsa, mecliste konuşma, tartışma ve yazışma dili İngilizce olabilir mi? İngilizce resmi dilimiz olunca bizim Hindistan’dan farkımız kalır mı? Hintliler İngiliz sömürgesi olduklarında İngilizce öğrenmeye zorlanmışlar. Hepimiz resmi dil olarak İngilizce kullanırsak, Bulgar parlamentosu hiç zaman kaybetmeden ve fırsat elden kaçmadan “Bulgarcayı iyi konuşanlara ikinci bir maaş verilecek” kararı alırsa, milletvekillerimizin Bulgar dilini Lütfü Mestan gibi öğrenebilmelerine kaç yıl gereklidir, dersiniz? 30 bin Bulgar genci yüksek öğrenimlerini İngilizce yapmak için dünyaya açılmıştı, dönüyorlarmış, hepsi Yeni Bulgaristan partisine katılırsa, Maykıl meclis başkanı seçilir mi? Bu çok zor bir soru tabii, çünkü L. Mestan Bulgar dilini hem anlaşılır ve hem de anlaşılmayan düzeyde iyi konuşuyor.
Bir ceviz kabuğu dolduracak kadar İngilizce bilmeden, seçim kampanyası döneminde Maykıl parti başkanı kalabilir mi, yoksa onun yerine Amerika’da “yüksek öğrenimini tamamlamış ve yerli bir hot dokçuya evlenmiş” gece kulüplerinde bulaşık yıkamaktan bezmiş bir istidatlı mı gelir! Eski hükümetin Maliye Bakanı depo bekçiliğinden gelmişti. Bizden 1.4 milyar çaldı ve şimdi Moskova’da Üniversite Rektörü atandı. Moskovalılar 1 milyardan fazla çalmada yeni algoritim geliştiremediklerinden oligarşiden biri olan Hodorkovski bile yıllarca içerdeydi.
Amerika’da bulaşık yıkamak mı Bulgar hapishanesinde yatmak mı zor? Bu soru yanıt bekliyor. Bulgar dilini bilmeyen bir yabancı gelip Bulgaristan’a prens, Çar ve Başbakan olabiliyorsa, hapishanelerimizde neden yatmasın?. Yoksa Yeni Bulgaristan’da bu işten de mi Delyan Peevski sorumlu olacak. O zaman Ahmet ikinci kez içeri girmez! Sraylı olmak kaderde olmayınca, sürün sürünebildiğince…
Maykıl’ın konuşmaları biraz ezberden, “yıllar yılı Bulgaristan ismini lekelemiş insanların yerini almak için geldim!” diyor. Yani gözü Saraylarda. Saraylılar ne olacak!
O, mitinglerde İngilizce yaptığı konuşmalarda, “Bulgaristan asırlardan beri uyuyor!” dedi. Demek bir çobandan bir Kral olduğunu bilmiyor. Saray uykusunun derin olduğunu işitmemiş.
Komünizm, anti-komünizm ve eski moda anti-komünizm gibi konularda İngilizce konferans verirken, “sen bir proletersin, bir proleterden kapitalist olmaz, hadi dön git Amerika’ya deyenlere, adil olur musunuz diye yanıt verdi. Adil olmak? Adalet nedir?
Adaletin ne olduğu bilinmeyen bir ülkede YENİ BULGARİSTAN masalı dinlenmesine dinlenir de, acaba akılda bir şey kalır mı!