Dr. Nedim BİRİNCİ
Süreğen idesel politik ve mali iflas ve çaresizlik halindeyiz.
Bizim dilimizde benzer duruma topu atıp toparlanamamak denir. Bir başka ifade şeklide BANKTUR olmuş olmaktır. Bir boks maşında olsak iki yumrukla yere serilmiş ve el kol yardımıyla tam ayaküstüne kalkmak üzereyken yeni bir saldırıyla yere serilmiş gibiyiz.
Bu ezilmişlik ve yenilmişlik halinde bizi mutlu kılansa ringe çıkmış olmamız ve seyircilerin alkışlaması ya da yuhalamalarıdır. Önemli olan oyunda olmaktır.
İflas bayrağı kaldırmak zorunda kalan devletler, eski defterli açıp alacaklı verecekli sayfalarında borçlu bulmaya çalışır. Mesela 1830’da mali işleri toslayan Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğundan “kölelik tazminatı” istemişti. Hava aldı ama “alacaklı” olma guruyla bir süre kendini avuttu.
Kabuklu yaralar yeniden kaşınıyor.
Başlayan her olay belirli aralarla tekrar eder. Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşı bilânçosunu açıp, 70 yıl sonra “alacaklıyım” deyip kıvranmaya başlaması, son ayların parlak örneği oldu. Alman “Die Welt” gazetesi XIX. yüzyılda Osmanlıdan ilk ayrılan Atina’nın devamlı dış borç aradığını ve alabildiği her borç diliminden sonra “lüks yaşam başladığını” yazdı.
Konuyu ele almamızın sebebinde “Deutsche Welle” radyosunda “Bulgaristan’ın Yunanistan’a Savaş Tazminatı Borcu Var Mı?” sorusuna yorumudur.
Hakikatten 6 Haziran 1941’de Hitler Orduları Yunanistan’a Bulgaristan üzerinden girmişti. Ardından oraya İtalyan faşistleri de yerleşti. Bulgar ordusu da Batı Trakya ve Ege Makedonya’sına girmeye gecikmedi. İkinci Dünya Savaşı ateşinin göklere çıktığında, Bulgar Çarı III. Boris’in oğlu Simyon doğdu. Hitler ökçesi altına aldığı Selanik’i Simiyon’a doğum günü hediyesi yapmak istedi, fakat babası Hitler karşılığında Rusya Cephesi’ne ordu ister korkusuyla razı olmadı. Kısacası o günler de şimdiki kadar karmakarışıktı. Bulgaristan işgal gücü olmuş ve kimin kime ne yaptığı pek belli değildi.
9 Mayıs 1945’te savaş bitti. 1947’de Paris’te savaşın bilânço defteri açılıp kapandı. Yunanistan kişi başı 2 250 US Dolar savaş tazminatı talep etti. Bulgar Çarlığı Savaşın birinci aşamasından Hitler cephesinde, ikincisinde de Rusya, İngiltere ve ABD tarafında yer aldı. İstenen savaş borcu birinci aşamaya aittir. Rumlara kişi başı 30 US Dolar ödendi. Kişi başı “zararın” 2 220 US Doları Atina’ya göre sözde bakiye kaldı. Yine o zaman yazılıp çizildiğine göre, bu zararın üçte ikisini Almanya; % 30’u İtalya ve yaklaşık olarak % 6’sı da Bulgaristan ödeyecekti.
Kapanmayan hesap.
Biz 1964 yılı sonuna kadar borcu kuzu ve dana, kaşar ve beyaz peynirle son kuruşuna kadar ödedik. Yaşlı soydaşlarımız bilir, o yıllarda Bulgar’da kuzu kesmek yasaktı, hepsi körpecik Yunan’a gidiyordu. “Borç ödemekle bitmez!” atasözümüz doğru söyler, öyle de oldu. Ödenen borç bizden 1967’de ve 1974’te Albaylar Cuntasınca bir daha istendi. 2015’te basın ve radyolarda yeniden gündem oldu.
Artık 68 yıldan beri Atina’da “Yunanistan’ın Zararı” başlıklı bir elkitabı 4 dilde birden her yıl yeniden basılıyor. Yeni baskılara aynı “borcun” faizleri ekleniyor ve rakamlar büyüdükçe büyüyor. Ödediğimiz borç artık 1 milyar US Dolar olmuş.
Allah insana iki göz vermiş.
Olaya tek gözle bakınca böyle gürüne biliyor.
Geçen yüzyıldan bu asra artan pek çok sorun var. Eskiden tek gözle baktığımız problemlere iki gözle baktığımızda farklı bir dünya görüyoruz, bakış açımız, değer yargılarımız değişiyor.
Değişim algıyla başlar.
Son yıllarda Bulgaristan’da “EN BÜYÜK SAVAŞIN ÖTEKİ TARİHİ” gibi kitaplar çıktı. Yakına kadar olaylara yalnız sol gözle bakan bilim adamları cesaret bulup bir de sağ gözle bakabildi. Tablo değişti. Bir de şu tarihimizi birinci sayfadan sonuncu sayfasına kadar atlamadan 2 güzle okumak zorundayız. Bizde buna “satır aralarını da oku!” yani okurken düşün veya “dört gözle bak,” denir. Totalitarizm yıllarında biz her şeye sol gözle bakmaya zorlandık. Yazıyı görsek turayı göremedik. Olayları tek yanlı algıladık.
Beni bu konuya iten neden, HÖH partisi Başkanı L. Mestan’ın Sırnıtsa ve Borino köylerinde söyledikleridir. O, “asimile etme zulmünün okullarda ders kitaplarına girmesini” istedi. Güzel! Hiç olmazsa cesaret bulup buncağızı isteyebildi. “Tarihimizde farklı etnikten olan vatandaşların soyu ve kimliği değiştirildi” yazması gerçeklere bir nebze ışık tutar.
Fakat yalnız bunun itiraf edilmesi Bulgar halkına ısınmamız ve onunla kaynaşmamız için yeterli olamaz. Ders kitaplarına girmesi gereken daha pek çok gerçek var. Üstüne üstelik, kocaman tuzlu denizde bir damla tatlı su kendi başına yaşayamaz..
Derine inmek gerek.
Mesela başkan Mestan akıl almak için ikide bir Sofya’daki Amerikan Büyük Elçiliği’ne uğruyor. Elçilik önünde İkinci Dünya Savaşında memleketimizi bombalarken düşürülen Amerikan Pilotlarının görkemli heykeli yükseliyor. Onların attığı kör bombalardan birçoğu kadın ve çocuk olmak üzere 2 500 kişiyi öldürdü. Kurbanların anıtı yok. Tek gözle bakınca büyük gerçek görülemiyor. Biz öldürenin, yani katilin, yani suçlu olanın heykelini dikmişiz. Kurbanlarımızın hatırı, anısı yok mu!
Hedef bilmez bombalardan biri Sofya Büyük Camii minaresini yıktı, 70 yıldan beri bir minare dikilemedi. Minarenin suçu ne!?
Bir asır tek gözle baktık.
Yine Amerikan ve İngiliz savaş uçakları savaşın son günlerinde DREZDEN’i bombaları ve 135 bin kişi can verdi. Şehir yerle bir oldu. Elbe ırmağından kan aktı. 14 Şubat 2015’te orada şehitleri anma töreni yapıldı, ne İngiliz, ne Amerikan ne de Rusya makamlarından kimse gitmedi. Besbelli savaşta galip gelenler 70 yıl sonra da olaylara tek gözle bakmaya devam ediyor. Oysa ölenler kadın ve çocuktu. Yahudilerin yakıldığı “Auschwiz” Ölüm Kampında şehitleri anma törenine ise, kampın kapıları açan ve tutuklu esirleri kurtaran Rus Ordusundan kimse davet edilmedi. Tarihin teres okunmasından ancak düşmanlık doğar.
Amerikan okullarında Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıldığı ve 360 bin Japon’un öldürüldüğü anlatılmıyormuş. Barbarlığı göremeyenler nasıl barışsever olsun? Dünyanın herhangi bir yerine bomba atarak kültür ve uygarlık taşınamaz. Bombalar öldürür. Yeni olansa yaşayan ruhun devamıdır.
Taraf tutmakla yol alınmaz.
9 Mayısta Moskova’da “Zaferin 70. Yıl Kutlamaları” var. Bulgar Cumhurbaşkanı Plevneliev de dahil, AB Başkanları katılmayacaklarını bildirdi. Hitlere karşı birlik olan dünyanın günümüzde yeniden cepheleştiğini görüyoruz. Oysa AB İkinci Dünya Savaşı harabeliği üzerine kuruldu. 45 yıl boyunca “faşizmden kurtarıcımız” SSCB idi.
Amerikan ve İngiliz savaş uçaklarına üzerimize saldığı bombaları Kiev’ten yüklediği bizden gizlendi. 2 500 kişinin Sovyet bombalarından öldüğünü öğrenince ürperdim. Yalan bir dünyada yaşamak ne kadar kötü bir şey…
Devamlı kurban olamayız.
13 Aralık 1941’de Sofya hükümeti Birleşik Amerika ve İngiltere’ ye savaş ilan etti.
Aynı gün İngiliz Başbakanı Cherchill haritayı açtı ve ülkemizin üzerini kırmızı kalem çekti. Bizi coğrafyadan silerken şöyle dedi: “Bulgarlar günahkâr bir halktır. Bir asırda İngilizlere 3 kez savaş açtılar, mutlaka cezalandırılacaklardır.” Churchill Bulgaristan’ı 2 kez cezalandırdı.
1) 1943 ve 1944 yıllarında Bulgaristan savaş uçaklarından bombalandı.
2) Yatla Konferansı Bildiride, ülkemiz SSCB ve Stalin bölgesinde kaldı.
Churchill binlerce ölü ve tonlarca harabe dışında bir de 6 cilt hatırat bıraktı. Hayat yolu kitaplarda anlatıldı. Bu eserlerin birinde “Bulgarlar günahkâr bir halktır!” cümlesine rastlamadım. Demek bize hep gerçeğin yarısı ya da daha az bir kısmı gösterilmişti. Bu yüzden bizim nesil kör yetiştik.
Allah insana iki göz vermiş, gerçek budur.
Savaşlarda galip gelenler yargılanmaz, bu ise insanların uydurmasıdır.
Tarihi savaşta üstün gelen yazar, bu da her tarih mutlaka yeniden yazılmalıdır, anlamına gelir.
Şöyle ki, Türkiye’mizin dolaysız katılmadığı Büyük Savaş sonuçlarına gerçekçi gözle bir daha baktığımızda anti-Hitler koalisyonunun da askeri suç ve insanlığa karşı cinayet işlediği gün ışığına çıkıyor. Bugün NATO üyesi olduğumuz için onları anmıyoruz. Tarih siyasete alet ediliyor. Yarınların barışçı ve huzurlu olmasında direnenler her iki tarafın cinayetlerini de görmek ve kınamak zorundadırlar. Yargılanmayan ve cezasını çekmeyen suçlardan suç, cinayetlerden cinayet, katliamlardan katliam doğar.
Örnekleri biz de uygulamalıyız.
Bazı NATO ülkesinde olaylara gerçekçi bakış egemen olmaya başladı. Mesela İtalya, bir NATO ve AB üyesi olmasına rağmen, Başbakan Berliskoni Roma merkezinde İkinci Dünya Savaşında Amerikan ve İngiliz Bombardımanı Şehitleri Heykelini açtı. İtalya’da olan bizde neden olmasın?! Biz de kurban verdik. Sofya UNUTULMAYANLAR anıtını bekliyor. Memleketimizin yakın geçmiş gerçeklerini olduğu gibi öğrenebilmek için Plevne’de bir OAMAN PAŞA ABİDESİ ve Şipka Doruğunda SÜLEYMAN PAŞA ANIT MERKEZİ açılması yerinde olur. 5 yıldan beri “Belene” Ölüm Kampında çalışan bir İtalyan yüksek mimar heyeti 1950 yılları ve 1980 yılları ANIT KOMPLEKSLERİ üzerinden çalışmalar yürütüyor. Ölüm kampında gün dolduran 518 kahramanımızın altın harflerle yazılmış anıt levhasında görmek istiyoruz.
Seri yanlış ve felaketlerden ders çıkarılmalıdır.
Yeri gelmişken bir az daha da gerilere bakmamız iyi olur. XX. yüzyıl tarihimizde yüzkarası yenilgi ve felaket ve iflas sayfaları var. Bunlar arasında Çar Ferdinand’ın Edirne’ye saldırıp Trakya’yı ateşe vererek İstanbul’u hedeflemesi; 1913’te trajik bir çılgınlık olan Makedonya serüveni; 27 Kasım 1919’da Nöy sözleşmesi; 1 Mart 1941’de Üçlü Faşist Pakta katılmamız ve 6 ay sonra Bulgaristan’ın ABD ve İngiltere’ye savaş açması tarihimizde en kara günleridir. Felaketler dizisi, yanlış politikalar ve nihayet 1912’de, 1936’da, 1942’de, 1972’de ve 1985 – 1989 eritip asimile etme, kimlik ve din değiştirmeye zorlayan zulüm halkımızın ve din kardeşlerimizin ruhunda derin yara açmıştır. Halkımızı parçalamıştır. Bu olaylara tek gözle baktığımızda farklı şeyler görürüz. Gerekçesiz savaşların sonucu olan ulusal felaketin, sürekli bocalamanın hırsını etnik azınlıklara saldırarak, onları rahata bırakmamakta arayanların ne kadar yanlış hareket ettiğini bugün artık görebiliyoruz. Bir o, bir bu büyük devlete yamanmanın acılarını bugün de çekiyoruz. 25 yıldan beri Moskova’dan kopamıyoruz. Rusya kılcal damarlarımıza kadar inmiş ve her şeyimize hakim olmuş. Her taşın altında tıslayan yılanlar öç almak istiyor. Son gelen “iş adamı-ajan-temsilci heyeti 6 adet çalışan fabrikamızı 1 Euro’ya, telekomünikasyon şirketi VİVACOM’u ve “Bulgartabac” şirketini bedava istiyorlar.
Dalkavukluğun, hademeliğin, kimsizleşmenin kölelik doğurduğunu henüz öğrenemedik.
Küçük hesaplarda yanıldıkça kendimizi ve insanlarımızı da yanıtlığımızın bilincine varamadık. Kişiliksiz olanın dostu olmaz diyenlere kulak vermedik. Gerçeklere, halkımızın dediği gibi, dört gözle bakmak zorundayız. Tek taraflı yaklaşım, tek taraflı algılama felaketlerin başlangıcı ve en kötü sonudur.
Geçen yüzyıl bizim için ne dediler.
1877 – 1878 yıllarından sonra Bulgaristan’ın bir Moskova ve bir de Berlin ile paslaşırken, uzun zaman siyasi ve ekonomik yapılanma olarak ayağa kalkamaması ve devamlı kenara itilmiş kimliksiz bir ülke olduğumuzu algılama zorluklarımız XX yüzyılda derin izler bıraktı. Geçmişin izleri ebediyen gizlenemediği için artık birer ikişer gün yüzü görmeye başladılar. Geçmiş aslında bir de çelişkilerin sürekli düğümlenme çözülme sürecidir.
Tam 100 yıl geri dönüp Çanakkale Savaşı toplarının patladığı gün açısından bakarsak, o gün W. Churchill “BEN ANADOLUYU TÜRKLERE BIRAKMAM!” demişti. Bunu söylerken
Bulgaristan’ı sözde “galip” tarafın yani İstanbul’a çöreklenme planları yapan Rusya Çarı ile Anadolu’yu bin bir dilime bölmek isteyen İngilizlerin yanına davet etmişti.
Bulgar Çarı Ferdinand ve o ölüm kalım günlerinin cephe komutanı Mustafa Kemal’in yakın dostu Bulgar Başbakanı Radoslavov bu daveti kabul etmeyince, Churchill’in hayatı 15 yıl karıştı. Onun hem Bulgar hem de Türk halkına, tüm Balkan halklarına düşmanlığı katmerleşerek arttı.
Yine bir asır önce Fransa Başbakanı Jorj Klemanco’nun Bulgarlar hakkında söyledikleri de akıllardan silinecek gibi değildir. O, “Biz Bulgarlara hafif ceza veriyoruz. Onlar savaşı 2 yıl uzattı ve bu nedenler Bolşevik Devriminden suçludurlar. “ derken, Çanakkale Savaşında Bulgarları dişini tırnağına takmış Türk ordularına karşı kışkırtamadığı için içi içine sığmıyordu.
Olumlu örnekler yakınımızdadır.
Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyib ERDOĞAN Şanlı Çanakkale Zaferi kutlamalarındaki tarihsel konuşmasında “ o savaş, 100 yıl sonra, bugün de devam ediyor” derken, dünyaya yalnız kendi çıkarları açısından tek gözle bakanları uyardı. Her vurgulaması derin anlamlı, ibret verici ve yol gösterici nitelikteydi. Bir asır sürdükten sonra XXI. yüzyıla taşan tarihin masası o zaman tutulmuştu. Dostla düşmanın en iyi görülebildiği alan, savaş alanları ve barış kuruculuğudur. XX. yüzyılda hiçbir komşusuna saldırmayan ve Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesine bağlı kalan bir Anavatanda yaşamaktan büyük mutluluk olabilir mi?
Rus Çarı II. Nikolay Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan’a hep ters baktı. O, 1913’te verdiği bir demeçte, “Bulgarlar’a İslavlığın dönekleri” dedi. Daha önce de Başbakan Stefan Stambolov Rus Çarı III. Aleksandır ile sert tartıştı ve Bulgaristan’da Rus aleyhtarlığı tohumları ekti. Bir asır boyunca toplumumuzun arınıp gerçek yolunu bulamaması ne kadar acı, değil mi?
Hep küçük kalamayız, komşularımızla birleşme yolu aramalıyız.
Kuşkusuz XX. yüzyılın büyükleri ve küçükleri XXI. asır politik ve tarih sahnesinde yer almaya devam ediyor, belirleyici olan bugün de onlar. Ülkemize yerleşmeye çalışan AB, ABD ve NATO Moskova’ya bağlı olan ne varsa palasını pırtısını toplasın ve çekip gitsin diyor da, toplum geçmişinden koparken çatırdadıkça çatırdıyor. Küçükler ne kadar büyük kurbanlar verirse versin, son hesapta sonuçları belirleyen ve tarihi yazan hep büyükler olmaya devam ediyor. Küçüklerin kaderinde çeki var. Belki de onların ya sağ ya da sol gözünü kapatan, iki gözünü birden açtırmayan, dört gözle bakmalarına engel olan hep bu küçük olmalarıdır. Ve kötü olan, küçük devletlerin küçük halklarından olan etnik azınlıkları da daha da ağır ve katmerli çekilerle yaşamak zorunda olmaları bizi bu analizleri yapmaya ve yazmaya zorlayandır.