Neriman ERALP

Eski Slivne’de (Sliven şehri) 4 mahalle vardı. Aşağı ve Yukarı Mahallede Çingeneler yaşardı. Ayrıca Türk ve Ermeni mahalleri de yan yanaydı. Koca Balkan kuytusundaki şirin şehirde ilk Bulgar fabrikacı yetişti. Ben herkese iş vereceğim, millet ayrımı yapmayacağım deyen Dobri Jelyaskov’a (1800 – 1865) 1834’te Osmanlı Sultanı çuha fabrikası kurması için karşılıksız kredi verdi ve bir de ferman yazdı. Fermanda “ömür boyu vergiden muaftır” yazıyordu. Makinelerin sesine Çingene, Türk, Ermeni, Bulgar ve Yahudiler birlikte sevinmişti. Bu şehir Bulgaristan’ın en büyük tekstil merkezi olma yolunca 200 sene yürüdü.

Ümmetlikten kurtuluş işçi sınıfı oluşturdu. Eski defterler dürülürken, Balkan güllerinden yeni bir demet derleneceğine inananlar, isim değiştirme, cami yıkma, kültür kıyma, mezarlık sürme gibi aşamalardan geçileceğini, Türk mahallesinin yerinde yeller eseceğini, ezan sesinin tamamen unutulacağını, bir gün gelip Çingene çocukların mahalle meydanına toplanıp  “Bulgarlardan Kıyma Yapalım!” diye avaz avaz bağıracağını nasıl düşünebilirdi?

Bakıyorum bugün artık bizim burnu sümüklüler ırkçı olmuşlar! Irkçı olmanın zorluklarını anlatan bir şiir aradım. Amerikan ırkçılık bataklığında yetişen şair Pat Parker’ den seçtim. Memleket bir, Vatan bir, kader bir, birbirimize dil uzatıp bizi de yakan ateşe benzin dökmeyeyim diye, yani “başkasının sırtına 100 kamcık az!” mantıyla, kimse üstüne çekmesin, şiiri aynen veriyorum.

Irkçı Olmamanın Zorlukları

Nasıl benim arkadaşım olabileceklerini bilmek isteyen

Beyazlar için.

Birincisi: asla unutma ki ben bir siyahım.

İkincisi: benim bir siyah olduğumu unut.

Eğer Aretha Franklin’i seviyorsan, bu güzel bir şey,

Ama seni her ziyaretimde bana onu çalma.

Beethoven’de karar kıldıysan da,

Bana onun hayat hikayesini anlatma.

Biz de Müzik dersi gördük.

Eğer hoşuna gidiyorsa, Afrika yemekleri ye,

Ama benden sana Afrika yemekleri yapmamı

ya da seni bir Afrika yemekleri lokantasına götürmemi bekleme.

Eğer bir siyah, seni aşağıladıysa,

seni soydu ya da kız kardeşinin ya da senin ırzına geçtiyse

ya da evini soyduysa, ya da basbayağı aşağılık herifin tekiyse.

Lütfen benden özür dileme onun kafasını kırmayı düşündüğün için,

Yoksa senin deli olduğunu düşünürüm.

Eğer siyahların gerçekten beyazlardan daha iyi sevgililer olduğunu düşünüyorsan,

bunu bana anlatma lütfen,

yoksa, bu hizmetimin karşılığını ödemek zorunda olduğumu düşünürüm.

Uzun lafın kısası,

Eğer gerçekten arkadaşım olmak istiyorsan,

bunun için rol yapma.

Sen de biliyorsun ki, ben tembel herifin tekiyim.

Pat Parker

Bana öyle geliyor ki, bizim ırkçılığın su aldığı bataklık tamamen farklı. Amerikan ırkçılığı cilt rengi, dil ve kültür haklılıkları çarpışmasıdır. Bizim hepimiz beyaz insanlarız, faklı oluşumuz anadil, din ve özgün kültür esaslıdır. Çingene çocuklarının anti-ırkçı tepkisi bir seda olup kokuşan ırkçı bataklığımızdan gelen seslere yanıt olan bir yankıdır. Bizde, 2004’te “Çingenelerden sabun yapacağım!” deyen Bulgar milliyetçilerinin lideri Volen Sideov idi. Ülkemizde yeni ırkçılık çakmağını çakan olduğu için Siderov bir azmettiricidir. Toplumu ateşe verendir.

Bulgar ırkçılığı klasik bir ırkçılık değildir. Klasik ırkçılık 16. ve 17. asırlarda sömürgecilikle belirdi. Kapitalizmin ilk birikim döneminde, esaret altına alınan, Asya, Afrika ve Güney Amerika halklarını soymak, talan etmek azmiyle tesis edilen ekonomik, politik, dini, kültürel vb. ilişkilerin özünde olan ayrımcılıktır. “Ayır buyur!” politikasıdır ki, emperyalizmin ebedi silahlarından biridir. Bizde böyle bir şey yaşanmamıştır. Osmanlı döneminin yaşam biçiminin özünde olan, dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanmayan,  iyi koşuluk, yardımlaşma ve hoşgörüdür.

Gözü dönmüş sömürgeciler üçüncü dünya halklarının üzerine çullanmazdan önce o topraklarda ırkçılık yoktu. Bizim tarihsel geçmişimizde ayrımcı bir toplumsal ilişki yaşanmadı. Çünkü Bulgar halkı da hiçbir devletin sömürgesi olmadı. Sömürgecilik çağında Bulgarlar Osmanlı tabasındaydı. Osmanlı imparatorluğu, dünyanın en büyüm imparatorluğu olsa da, bir sömürgeci devlet değildi. Hiçbir dönemde sömürgeci olmadı. Tabasına karşı ayırımcılık uygulamadı. O, sömürgecilik yapmayan ve emperyalist de olamayan tek imparatorluktu. Osmanlının İngiliz, Fransız ve Rusya’ya son dönemde verdiği savaşlar esarete düşüp sömürge olmaya karşı verilen savaşlardır. Bu açıdan bakıldığında yeryüzünde ilk anti-emperyalist savaşı veren – Ulusal Kurtuluş Savaşı – halk, Türk halkıdır. Kurtuluş savaşı önderi Büyük Atatürk de dünya mazlum halklarının önderidir, çünkü onların kurtuluş yolunu o açtı. Ezilen halklara emperyalizmin ve sömürgeciliğin yenilebileceğini gösterdi. O bir de dünyada ırkçılığı gömen ilk liderdir. Türk halkı dünya tarihinde İNSAN KARDEŞLİĞİNİ YARATAN BÜYÜK HALK olarak bilinir.

Bunları yazmam bile Osmanlıda, Balkanlarda, günümüz Bulgaristan’ı topraklarında tarih boyunca ırkçı, ayrımcı bir toplumun hiç bir dönemde var olmadığını kanıtlar. Osmanlıdaki 99 milletten Sırplar Sırplıklarını, Bulgarlar Bulgar kimliklerini, Araplar Arap özlerini, Ermeniler Ermeni benliklerini, Hıristiyanlar dinlerini korumuş ve yaşatmıştır. Osmanlı Bulgarların Kiril alfabesiyle Bulgar dilinde, Ermenilerin kendi alfabeleriyle anadillerinde ve Yahudilerin de eski Yahudi yazımıyla gazete ve kitap bastığı çok kültürlü bir toplumdu. Eşit haklılığın yasal esası oluşturduğu yerde milliyetçilik, ırk ayırımı ve ırkçılık kök salamaz. Bu bakıma günümüz Bulgar milliyetçiliği ve ırkçılığının köklerinin oluşum ormanını Osmanlıda ya da Türk Bulgar ilişkilerinde aramak yanlış olur.

Bu yüzdendir ki:

Bir defa Osmanlı Sultanı yukarıda işaret ettiğim yatırım kredisini, vergisiz özendirmeyle işletmecilik oturtup Bulgar, Çingene, Yahudi ve Türkler arasında ayrım yapmada, asla ayrı gayrı yapılmadan, çalışabilenlerin hepsi milli mensubiyetine bakmadan işe alınsın ve ailelerin çanağı dolu, mutluluk içinde yaşasınlar niyetiyle vermiştir. O mahalleler tekstil fabrikalarda kazanılan paralarla kuruldu. O şehirde çanların çalmasından rahatsız olan yoktu. Ezan sesi herkesin kulağını okşuyordu.

O zaman bizde kana soya suya dayanan ırkçılık olmadığı gibi, kültürel ırkçılık da yoktu. Kültürel ırkçılığı yaratan da emperyalizmdir. Latin Amerika’ya çıkıp “dinlerinizi unutun, dilinizi unutun, bir tek dil var İspanyolca, bir tek din var Katolikçilik!, deyen onlardır. “Kültürel ırkçılık, benimkinden başkası yaşayamaz” saçmalığına dayanandır. Klasik kültürel ırkçılık Hindistan’ı dize getirdi. İngilizceyi dayatırken 468 dile kıymaya çalıştı.  Siyah Afrika’yı beyaz yapamadı ama binlerce parçaya böldü. Siyahların cildini yüzerken onları cungullarda, geçilmez ormanlarda, bataklıklarda tutmaya devam etti.

Bulgar halkının milli uyanışı bambaşka şartlarda ve bambaşka bir hevesle yurtseverlik olarak hayat hakkı istedi. 1722 -1773 yılları arsında yaşayan ve “İslav-Bulgar Tarihi” olarak ilk Bulgar tarihini kaleme alan Paisiy Hilendarski halkı ”anadilini yaşatmaya ve tarihini unutmamaya” çağırmıştır. Tanınmış heykeltıraşlarımızdan Tamer Halil tarafından yapılan ve bugün Bulgar Bilimler Akademisi girişinde yükselen Birinci Bulgar Tarihini 1878’den önce yazan Hırvat papaz Franyo Raçki de araştırma eserinde “gizli ya da açık, rafine ya da kaba milliyetçilik veya ırkçılık” gibi bir izlenim paylaşmamıştır. Yazar Aleko Konstantinov’un 1895’te ilk birikim dönemini yaşayan Bulgar ulusal burjuvazisinin en temsili siması olan Bay Ganyo’yu yaratırken milliyetçilik ve ırkçılıktan söz açmadan tasarrufçuluğun cimriliğe dönüşmesini kaleme almıştır. Sözün kısası dilimize, dinimize, kültürümüze ve var oluşumuza, bizim olan her şeyimize karşı kin, öfke ve nefret hırçınlığıyla kabaran Bulgar milliyetçiliği 19. yüzyıldan beri Moskova, Londra ve Paris’te mayalanan Osmanlı düşmanlığından halkımızın ruhuna dökülen bir kazan zehirle yeşertilmiştir. her şeyin kötüye gideceğini kim tahmin edebilirdi?

Tarihsel gerçeklik:

Bulgar ırkçılığının kökleri Osmanlı düzeninde aranamaz, çünkü Osmanlı İmparatorluğu ayrımcı bir devlet değildi. Sanayici D. Jelyaskov’a çuha fabrikası kurması ve insan ayrımı yapmadan çalışmak isteyenlerin iş vermesi için verilen sultan kredisi ve bu olaydan yalnız 5 yıl sonra (30 Kasım 1839) Sultan Abdul Mecit’in Tanzimat reformlarını başlatması yeni uygarlığa açılan bir sürecin adımlarıdır. Birisi bir pratik örnek, ikincisi de ilkesel esastır.

Tazimatla Balkanlarda yaşayan tüm etniklerin, Bulgar, Türk, Çingene, Ermeni, Yahudi ve diğerlerin ev, tarla ve diğer mal, mülk ve tüm taşınmazları, hayatı ve şerefi devlet güvencesi altına alınmıştır. Yeni garantiler Osmanlıda ırkçılık zırnığının kök salmasına panzehirdir.  Büyük imparatorlukta yaşayan halk, etnik, aşiret, soy vb. doğal insan haklarının, din, dil, eğitim, kültür, töre ve özgün ahlak haklarının kesin tanınması temelinde yasal eşitlik sağlanmıştır. Hak eşitliği ve sınırsız özgürlüklere dayanan adalet tesis edilmiştir. Bununla birlikte millet ve inanç farkı yapmadan eşit vergi toplama yanında, toplanan verdilerin eşit dağılımı ilkesi de yasallaşmıştır. Burada o zaman bir bütün olsak da, gerek Türkiye’de ve gerekse Bulgaristan’da, daha 176 yıl önce insan haklarının, özgürlüklerin, haysiyetin, karşılıklı saygı temellerinin en esaslı bir şekilde yasalarla yerleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu doruktan baktığımızda Nisan 1876 Bulgar Ayaklanmasının dışardan bir kışkırtma olduğunu söyleyebiliriz. Bugün dimdik ayakta duran Doğu Ortodoks Hıristiyanlığın en büyük anıtı olan Rila Manastırı, Sofya, Plovdiv, Ruse, Köstendil kiliseleri, onlarca manastır ve daha birçok Bulgar ulusu için çok değerli olan edinimlerin özellikle vurgulanmalıdır. Ayrıca Gabrovo kentinde 2 Ocak 1935’te açılan Bulgar Lisesi ve daha 200 adet Bulgarca tedrisat yapan okul vb. konu edildikçe milliyetçi ve ırkçılık köklerinin dışarıda aranması gerektiğine inananlar her geçen gün artıyor. Osmanlı döneminde Balkanlarda etnik bataklık yoktu. Gerginliklerin temelinde olan hep tek yanlı istekler oldu. İmzalanan anlaşmaların tam uygulanmaması oyunbozanlara el kol sallama hakkı tanıdı.

Bulgar ırkçılığının makinesi bugün her zamankinden daha hızlı çalışıyor. Ayarı iyice bozulmuş olacak meclis kürsüsünde “yarım insanlar”, “barbarlar”, “ikinci derece varlıklar” gibi saldırılarda bulunanlar kendilerini adam ettiklerimiz, iyilik bilmediler. Eskiden böyle bir şey yoktu. Çarpık durum şimdi belirdi.

Bu açıdan değerlendirdiğimizde, yazmaya utandığım ““Bulgarlardan Kıyma Yapalım!” sloganı, kökleri Osmanlıya, kökleri Müslümanlığa ve İslam’a, özgün ahlak ve kültürümüze, yaşayış tarzımıza asla ve asla inmeyen yeni bir çarpıklıktır. Sömürgeci çağından 300 yıl sonra kendilerini sömürgeci sananların hortlamasıdır.

Osmanlıya karşı kendilerine gaz vermek için Batı’dan (emperyalist sömürgeci zihniyetten) ve Doğu’dan (Rusya yayılmacılığından) hibe edilen haddini aşmışlığın, sapıklığın ve çarpıklığın, bugün artık tüm sabır ve uygarlık çizgilerini aştığını ve tahammül bardağını taşırdığına şahit oluyoruz.

HÖH Başkanı L. Mestan’ın modern Bulgar ırkçılığına şifa olarak etniklerin evlatlarını Bulgar anaokullarına toplayıp daha küçük yaşta ruhlarının ezilmesini ve cesaretlerinin yok edilmesini göstermesi, bu partinin memleketteki gerçek durumdan ne kadar uzaklaştığına ve son 15 yılda hiçbir temel soruna bir tek isabetli çözüm gösteremediğine itiraz götürmez yeni bir kanıt oldu.

1990’dan sonra 14 yıl boyunca Bulgaristan’da milliyetçilik sahneye çıkmaktan çekindi. 1989 Mayısındaki Türk Ayaklanmasından ürkmüşlerdi. Ağustos 1989 Büyük Göç selinden korkmuşlardı. 2014’e kadar başkaldırıp uluyamadılar. İlk atılımı 200’te milliyetçi “Ataka” partisi yaptı. Sofya’nın “”Zaharna Fabrika” mahallesinde V. Siderov “Ben Çingenelerden sapun yapacağım!” dedi. Düşmanlık körüklemek yasak olsa da savcılık onun hakkında dava açmadı. Tekrar tekrar yazmaya utanıyorum – “Ataka” partisinin kurulması için gerekli olan bir milyon 600 bin leva parayı Volen Siderov’a HÖH  “lideri” A. Doğan verdi. O, Türklerle ve Müslümanlara karşı kışkırtmak için Bulgar milliyetçilerini kışkırtmayı planlayan kişidir.  A. Doğan Bulgar milliyetçiliğini canlandırandır. Bulgaristan’da ırkçılığı bataklığı karıştıran Doğan’dır.

“Ataka” partisi stratejik hedefli bir oluşumdur. Moskova tarafından desteklenip kışkırtılmiştir. 1878’den beri devam eden Türk ve Müslüman düşmanlığını sürdürmek için kurulmuştur.

Bugün “Ataka” partisinin mecliste 11 milletvekili, 24 saat yayın yapan “Alfa” TV’si ve gazetesi var. Ruhunda yeni- Stalincilik olan Moskova’nın Balkanlarda hâkimiyetini korurken Müslüman etnik azınlıkları ezerek yok etme politikası vardır. Bulgaristan’a politikasını aşırılığı, milliyetçiliği ve ırkçı ideolojiyi taşıyan onlardır. Moskova’da Stalinci siyaset sertleştikçe “Ataka” da kudurmaya devam ediyor. Bu saldırıların zehirli oklarının hedefinde en başta Bulgaristan Türkleri bulunuyor.

“Ataka”ya ve sol cephede yer alan 7–8 aşırı milliyetçi cemaatte paralel olarak, aşırı sağ Bulgar milliyetçiliği son seçimde meclise 19 milletvekili soktu. Bulgar politik ırkçılığı aynı zamanda mecliste hem sağ uca hem de sol uca yerleşti. Bu arada sağ kesim hükümette ortak oldu. Sağ ideolojik zihniyeti Yurtsever Cephe “PF” partisi ile 1912’den beri Türk ve Müslüman düşmanlığı kusan Makedonya İç Devrim Teşkilatı (VMRO) temsil ediyor. “Skat” TV programı “köktendinci İslam” ve diğer (fundamental, radikal, politik İslam)  gibi uydurma kavramlarla bütün gün ayrışım aşılıyor. Dün “31.03.2015) sivil polis örgütünden maskeli ve ağır silahlı timler 2 ayda ikinci defa Pazarcık, Plovdiv, Smolyan cami ve mescitlerini bir daha bastı. Tutuklananlar oldu. İlk baskında tutuklananların davaları devam ediyor. İslam dinine karşı tırmanan düşmanlık Müslüman aile ve toplumu rahatsız ediyor. Baskınların gerekçeleri açıklanmıyor. Sonuçta, tepki gösteren Çingene çocukları,  hürriyet ve özgürlük gibi kavramların anlamını bilmeseler de, analarının bağrında zulme karşı başkaldırının kaçınılmazlığı inancıyla mayalanmış olduklarından “Bulgarlardan Kıyma Yapalım!” naraları atarak dolaşıyor. Gelişmeler hiç de gönül açıcı değil.

Pek tabii ki, ırkçılık kızışmasına sevinenler de var. Bir defa aşırı sol ve sağ milliyetçiler bayram ediyor. “İslamcı terör” deyip eli çıplak insanlara karşı devlet araçlarını harekete geçiriyor. Polisin maskelerini takıp kuran toplayanlar, cami içinde arama taramalar, Müslüman evlerinin didik didik edenler vs. itici, usandırıcı ve tepki uyandırıcı nitelik kazanıyor. Bulgaristan’da ulusal olanla politik olan her zaman ve her yerde örtüşmesine gayret edildiği için ırkçılık ağırlık kazanıyor. Bu özgün çizgili gelişimi ancak devlet gemleyebilir. Şu durumda Baş Müftülüğün vurdumduymazlığı, Baş Müftülük yayınlarının hiçbir aktüel konuda fikir beyan etmeden çıkması, Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) her konuda olduğu gibi bu konuda ilkesiz, önü açık olmayan ve kime hizmet ettiği anlaşılamayan bir tutum izlerken, halkımızı yeniden kendi içine kapıyor. Ülkede azınlıklar üzerine ağır karanlık bir sis çökmeye devam ediyor.

Doğan ve tayfası bataklığın kokuşmasından, gerginliğin tırmanmasından kendine pay çıkarmaya çalışıyor. Dalaverelerine devam ediyor. Savcılık ve yargı organlarını ardına almış “adalet” dağıtıyor. Cesur Oktay Yeni Mehmedov’a beraat kararı veren onurlu yargıç ve savcılar görevlerinden alındı. “Adalet bizim dediğimizdir!” deyenlerin borusu ötmeye devam ediyor. Bataklık kaynıyor. Kaynadıkça kokuyor. Yutmaya kurban arıyor. Suçlular çevirdikleri dalaverenin izlerini silmeye çalışıyor. Ülkemizde etnik çatışma çıkabilir, deyenlerin sayısı kabarıyor. Gerginliklerin kızışması kapımı her an polis ve savcı çalabilir stresine kapılanlar korkulu günler yaşıyor.

Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Yelkenlerinizi açın ve o bataklıktan bir an önce uzaklaşın!

Devam edecek. Bir sonraki yazımda Bulgar prensliği Anayasası ve azınlık hakları konusunu işleyelim.

Reklamlar