Gazetede, dergide, televizyonda, İnternette, iktidar veya muhalif, politikacı, bürokrat, ahkam kesici gördüğümde, duyduğumda tüylerim diken diken oluyor ve gerçekten de çok müthiş seviyede sinirleniyorum. Bu güne kadar iç ve dış siyaset konularında kalbimden ve aklımdan geçen ne varsa hepsini yazılarım vasıtası ile, beni okuma lütfunda bulunan insanlarla paylaştım. Maksadım haksız yere olduğuna kesinlikle inandığım silah ve sınıf arkadaşlarım adına, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına layığı ile gösterilemeyen sevginin, terbiyenin, saygının, hürmetinin adına, ülkemi bit pazarı gibi gören veya ülkemi tüm sosyolojik deneylerini yapmak için bir laboratuvar, milletimi de denek olarak gören Sevr müteahhitlerinin cinliklerine karşı elimden gelen duygusal ve düşünsel tepkileri dışa vurabilmekti. Değerli insanlarla basit de olsa fikirlerimi paylaşabilmekti, tartışabilmekti. Ancak bu konular benim canımı had safhada sıkmaya başladı. İki paket makarna, bir çuval kömür uğruna vatanımı, devletimi bilinçsizce ateşe atan çaresiz veya arsız, yüzsüz insanlara söyleyecek lafım kalmadı.Vatanın,devletin,milletin,bayrağın,özgürlüğün,bağımsızlığın kıymetini Orta Asyalı, Kafkasyalı, Kıbrıslı, Makedonyalı, Balkanlı, Rumelili, Doğu Türkistanlı, Kırımlı ve diğer Türkiye dışında yaşayan tüm soydaşlarımız bildiler ama Türkiye Türkleri bunların kıymetini asla bilemediler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve hükümetleri Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra hep şımardı. Misakı Milli dışındaki Türklerin belirttiğim değerlerin kıymetini bilmelerinin sebebi, onlar zalimlerin zulümleri altında çok inlediler. Çünkü Onların feryatlarını ejderha eylemlerine çevirecek birer Mustafa Kemal Atatürkleri yoktu. Atatürk bize pek zulüm yaşatmadı. Ya Ölüm Ya İstiklal dedi ve ölenler öldü, kalanlar hürriyetin tadını 10 Kasım 1938 tarihine kadar edep ile çıkardılar, bu tarihten sonra da şımarıkça yaşamaya başladılar. İşin aslı, astarı, özü bana göre budur. Biz Mustafa Kemal’i hak etmedik! Biz böylesine zengin toprakları hak etmedik! Biz Atamızın bize hediye ettiği bu vatanı, bu devleti, bu bayrağı hak etmedik! Biz gerçekten şımardıkça şımardık ve elimizden kayıp gitmekte olan özgürlüğümüzün elimizden kaçıp kuş gibi uçmasına seyirci kaldık! Mustafa Kemal Atatürk bu milleti sevdi işte! Neden sevdi? Neyini sevdi? Bilmiyorum! Ben de seviyorum, bir çoğumuz seviyor! Ama bizimki kuru sevgi, laf olsun torba dolsun sevgisi! Bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti sevdin mi Mustafa Kemal Atatürk gibi seveceksin! Mustafa Kemal Atatürk gibi seven bu ülkeyi,10 Kasım 1938 tarihinden sonra hiç çıkmadı! Bir süre turşu, kırlangıç, kelebek, salça, limonata, fasulye, simit, kahve, çekirge, salyangoz gibi konularda yazacağım. Çünkü sinirlerimi altüst eden kişileri ve konuları kafamdan, kalbimden tamamen söküp atmak istiyorum. Yani kendimi, sıfırlama, resetleme, şarj etmek gibi maksat peşindeyim ! Çünkü bu kadar rezalete yüreğim de, aklımda tahammül edemiyor artık! Biraz ‘’ lay lom !’’ yaparak belki azıcık kendime gelirim!
’’ Her şeyin en iyisini, en doğrusunu ben bilirim! Ben büyüğüm! Ben ne dersem odur! Ben konuşurum, siz konuşmayın! Siz beni dinleyin! Siz ağzınızı açmayın, sadece kulaklarınızı açın! Ben kaval gibi öttürürüm, siz de koyun gibi dinlersiniz, kışt derim giderseniz, geh bili bili derim gelirsiniz ve önünüze bir su çanağı biraz da yem atarım gıdaklarsınız! Beni Mesih, peygamber, evliya ilan etmeniz çok hoşuma gidiyor! Gururumu okşuyorsunuz, kibrimi gıdıklıyorsunuz! ‘’
Diyor onlar! Sesli demeseler bile, sessizce, bakışları ile, yürüyüşleri ile, oturuşları ile diyorlar! Konuşurken bizler gibi normal konuşmaya çalışıyorlar ama ne kadar çalışsalar da, kullandıkları kelimeler normal olsa da, aslında bize bilinç altında ve bilinç üstünde söyledikleri bunlar! Çünkü bilinç altlarında da, bilinç üstlerinde de, ön belleklerinde de, omurilik soğanlarında da, beyin loblarında da ve ruhlarının her zerresinde var olan kibir dalgalarını, kusmuk gibi, dışkı gibi, sümük gibi, salya gibi dışarı çıkarıyorlar artık! Kendilerini keskin zekalı, üstün akıllı, milletimize bahşedilmiş bir ödül, yüce zat ,zatı şahaneleri, muhteşem Süleyman, ulu padişah, Mesih, Mehdi zanneden tiplerden artık bıktım. Halbuki ağzına attığı ufak lokmasını herkes aynı şekilde çiğneyip gırtlağından aynı şekilde geçiriyor, çişini herkes aynı şekilde yapıyor, banyoda kafasını herkes aynı şekilde sabunluyor veya şampuanlıyor, suyunu herkes yudum yudum içiyor! Kimsenin kimseden ne üstün bir tarafı ne de aşağı bir tarafı olamaz! Yok! Bir üstünlük varsa bile birilerinde, zaten o üstün kişiler, kendilerinin sizden üstün olduğunu size hissettirmezler bile! Hissettirmemek için çok özenli, dikkatli davranırlar! Çok akıllı, çok zeki, çok bilgili, Çok diplomalı, çok zengin, çok yüksek makam sahibi, çok karizmatik kişiler bence mutlak surette çok üstün kişiler olmayabilir! Üstünlük bence ruhumuzda yanan özgürlük, cesaret ateşi ile ve Yaratan’dan alabildiğimiz kadarı ile nur enerjisinin yoğunluğu, miktarı ile ilgili bir farktan ibarettir. Salgın bir hastalık gibi, bilgisayarları zapt eden kötü bir virüs gibi bütün insanlara yayılan, hatta zengin insanların baktıkları kedilere, köpeklere bile bulaşan bu kibir, bu ukalalık, bu çok bilmişlik niye ! Bu seviyesizlik niye! On üniversite bitirmiş olsan, tüm makamlar senin makamının altında olsa, seni şeyh, evliya, Mesih ilan etmiş olsalar bile sen kimsin be!
Ruhunun varsa eğer zift gibi kararmamış, çürümemiş, sağlam ve nurlu kalan aydınlık kısmı, işte o kadar konuş bana! Yüreğinde nokta kadar, toplu iğne ucu kadar bir sevgi varsa eğer, işte o kadar konuş bana! Yoksa sus! Sözüm meclisten dışarıydı! Ama meclis neresi, meclis dışı neresi? Bilmiyorum!
Vedat Kuşaklı