Tarih: 04 Ekim 2018

Yazan: İbrahim SOYTÜRK

Konu:  Yaşlılığın da kendi güzellikleri var

      

Dedem “kulaklarımdaki kılları çeksene” dediğinde, anneannem “ihtiyarladı artık” telinden çalmaya başlardı. Dedeme göre, kulakları kıllanmaya başlayan yaşlanmıştı. Bu kılların bir de “mezarlık çiçeği” adı vardı. Bu iş yaşa, güne, saate bakan bir şey değildir. Doğanın biyolojik zaman ayarı var ve o herkes için geçerlidir. Bugün dokunaklı telefon ve İnternet kullanamayanlar, TV kanallarını değiştiremeyenler, çamaşır ve bulaşık makinesini çalıştırmayanlara yaşlılar grubuna gönüllü olarak giriyorlar.

Yakında sayıları birden bire çok artacak. Bizim kuşak zamanla yarışı kaybetti. Bu sene 60 bin çocuğumuz okula yazılamadı, haberiniz olsun çok yanında ve daha genç yaşta yaşlılar sınıfına kendileri gönüllü kaydolacak. Yaşlılık bir de bilgisizlik ve bilgilenmeme, kör cahil kalmak demektir. Çocuklarını okula yazdırmak isteyen dede ve nenelerin belediye önünde miting yapmalarını bekliyorum. Belediye meydanı diş ülkelerde n yakındır. 80 km uzakta okul olmaz. Bilgi dediğin bir nimettir 80 kilometre yürüyemez, soğuklara dayanamaz, donar…

Yaşlılık ekmek derdi, doktor derdi, ilaç derdi, odun derdi, kömür derdi…

Yaşlılar çocuklarına, torunlarına doğru yolu göstermeden vuslata çekilirse, gözü açık gider…

Dedem ve bütün kardeşleri aynı günde doğmuştu. Çünkü büyük dedem bütün çocuklarını devlet kaydına aynı günde – oraktan sonra ve çocuk yapma defterini kesin kapayınca geçirmişti. Çocuklarının doğum günlerini bir tarihe yazdırmış olduğundan, üç oğlunu aynı günde asker ocağında çağırdıklarında ve tüm işler onun sırtına kaldığında yanlışlığını fark etti. Sabanın sapını tutmak ve düven üstünde dönmek yaşlı işi değildi.

Yaşlı olmanın bir başka belirtisi daha vardı. Sol eli titremeye başladığında çakmak çakamamak, sağ eli durmadan oynadığı için sardığı sigarayı dudağında ıslatamamaktı. Dedem bu duruma geldiğinde, anneannem “ah siz onun gençliğini bir bilseniz” diyordu.

Zamanların değişmesiyle yaşlılık da değişti. Annelerin çocukları babaları için doğurduğu unutuldu. Çocuklar da babalarına ve annelerine son nefese kadar bakmak zorunda olduklarını öğrenemeden yaşlandılar. Böylece bir ağcın kökleri, gövdesi ve dalları-yaprakları arasındaki bağlantı koptu. Durumu en kötü olan köklerdir, çünkü onlar bildiklerini, birikimlerini yapraklara gönderemiyorlar.  Her şey toprağın altında, geçmişte, tarihte kalıyor. Yapraklar ve meyvelerse dallarda gelişi güzel sallanıp bir gün savrulup düşüyor ve yok oluyorlar. Kalemi hiç körelmeyen yetenekli yaşlı şairlerimizden Habil Kurt günümüz yaşlılarını “Yaşlılar Günü” nde şöyle anlattı.

   İHTİYARLIK

İnsan ihtiyarlayınca
Hele de yalnız kalınca
Her bir mevsim döner güze
Hasret kalınır tek söze

Yalvarsan da, gelsen de dize
Dönmez gençlik gerisi geriye
İleriye umut çoktan sönmüş
Hatıralar bile derine gömülmüş

Beyninde doğar bir kötü telaş
Geleceğe alışmalısın yavaş yavaş
Ruh görünmeyen diyara yelken açar
Acı duygular bedenini sımsıkı sarar

Yalnızlığın azabı olur çok ağır
Aynalar bile çehrene usanmıştır
Hep genç kalmak isteyen o gönül
Başlar sararıp solmaya gün ve gün
Benzer sonunda hazan yaprağına
Savrulur gider hayat rüzgârına!

İnsanlar yaşamaya dünyayı sırtında taşımak için gelmişlerdir. Fakat dünyadaki insanların sayısı ne kadar fazlalaşırsa, kişi başına düşen yük o kadar azalmaz, tam tersine büyür. Çünkü dünyanın büyüklüğü onun suları, toprağı-taşı ve ormanlarıyla ölçülmez. Büyüklük kriteri tanınan dünyadır. Biz onu ne kadar fazla tanırsak, sırtımızdaki yük o kadar artar ve ağırlaşır.

Tanrının insanları eşit yaratmış olmasının anlamı ise, doğuştan her birinizin boş bir bellekle ve bin bir duyum ve reflekse dünyaya gelmiş olmasında gizlidir. İnsan doğuştan birçok nitelikle ve özellikle de silahlanmıştır ama bunların farkında değildir. Bir de şu var, bazı hususiyetler insanın yaşı büyüdükçe serpilip açar, örneğin aşk, yüreklenmek, kıvanç duymak, coşmak, mutlu olmak vs.

Bazı niteliklerimiz ise yaşadığımız aile, grup, toplumsal düzen içinde ve etkisiyle belirir. Bilgili olmak, eleştirel düşünmek ve gerçekçi tartışmalar demokrasinin kan damarları ve sinir sistemidir. Cahil insanlar demokrasi ortamına ayak uyduramazlar. Ne için oy verildiğini çözemezler, yüksek yüksek binaların içinde masa başında çalışan insanların ne iş yaptığına, meydanlara toplananların yumruklarını kime ve neden salladıklarına akıl erdiremezler. Bu bakıma cahillik çağının aşılması, insanların kon göç, köyleşme, şehirleşme, toprak üzerine basmadan, insanlarla yalnız selamlaşarak ve elindeki telefonla konuşarak yaşaması uygarlığın yükseliş basamaklarıdır. Fakat insanoğlu yaşlandıkça bu basamakları çıkamaz olur, üst katlarda ne olduğunu bilmez, karar alamaz, yönetemez ve geçmişte kalmaya teslim olur.

Aynı zamanda demokrasi bir boş biçimdir. İnsanlar lehinde işleyip işlemeyeceği içine iyilik, doğruluk ve güzellikle doldurmamıza bağlıdır. Bunu yapamazsak, özü çığlık ve gürültü dolar. Demokrasi bozulur. Rüşvetsiz çalışamaz ve boğulur. Bu durumda zamanını dolduran nesil arkadan gelenlere bozuk bir düzen bırakır.

Yaşlanmak “huzur evine düşmek” şeklinde anlaşılmamalıdır. Huzur evi Bulgaristan gibi ülkelerde, rezalet bataklığına düşmek anlamına gelir. Çünkü yoksul ülkelerde huzur evleri ömür boyu hizmetleri ne kadar büyük olursa olsun, sönen bir hayatın küllerine karışmak gibi bir şeydir ve çöp poşetiyle çöp tenekesine giden yolun son adımlarıdır. Zenginler için kurulan huzur evlerine ise yoksullar gidemez. Bizde 1 410 000 bin emeklinin gidemediği gibi.

İnsanoğlu yaşlanınca niteliklerini, hünerini, ustalığını kimseye hediye edemez, kendisiyle de götüremez. Ne ki, ölümsüzlüğü, hastalıklara yenilmeden uzun yaşamayı aramaya devam ediyor. Bir kişinin dünyayı sırtında taşıması mümkün değil, ama yükü bilgisayarlara ve robotlara aktararak daha huzurlu yaşaması olasıdır, hem de huzur evine düşmeden. Olabilir ya, gelecek kuşaklar, sözlüklerden emeklilik kavramını çıkarmaya gayret edeceklerdir. Sonsuz yaşamda emekliliğe gerek olmayacak. Kaloriferli bir evde odun yanmadığı gibi…

Çaresizlik. Yapılabilecek bir şey yok. Çözüm bilgilenmektedir. İnsanların hepsini birden bilgilendirmenin yolu henüz bulunamadı. Bunu da ancak yarınların mucitlerinden öğreniriz. Şu soru yanıt bekliyor. Mucitler kimden öğrenecekler? Anahtar bilenlerin elinde! Onlara güvenmek zorundayız. Yeni olan, eski ile yeninin yüzleşmesinden, mukayese etmekten, analiz ve tartışmadan doğar. Hayat hakkı istemek kutsallıklardan biridir. Bu, toplum işlerinde de böyledir. Bir dernekte dahi… Bu işte, her neslin kendi, bilen kişisine,  önderine, liderine gerek var. Her katın, her odanın ampulü olduğu gibi. Umut çocuklarımızda, onlara prizin nerede olduğunu öğretmek bizim ödevimizdir.

Yaşlanmadan ve sağlıklı günler sizin olsun.

Her yaşın kendi güzelliği vardır.

Siz yaşlı olduğunuz için değerlisiniz.

Kendinize iyi bakınız.

Reklamlar