Raziye ÇAKIR

Bir yaşlı adam hastaneye gitmeli midir, gerçekten? “Dizlerim ağrıyor” diyerek hastaneye başvurduğunda, bazen modern tıbbın en yeni çözüm yolları dahi ona bir çıkış yolu sunmayabilir. Bir insanın yaşını kabul etmek, onun bedenini anlamak, en az hastalık kadar önemli bir olgu olmalı. Hastane köşelerinde zaman kaybetmek yerine, yaşa uygun, bedenin hak ettiği yaşam tarzını oluşturmak gerek. Zaman ilerledikçe, sadece bedensel sağlık değil, ruhsal ve manevi bir hazırlık da gereklidir. Çünkü bir yaşlı adamın gerçek mücadelesi, hastane koridorlarında değil, hayatın içinde geçmelidir.

Hayatın bir döneminde hepimiz, “yaşlanmak” kavramı ile yüzleşeceğiz. Bu sadece bedensel değil, zihinsel ve ruhsal bir yolculuk. Yaşlılık bir gerileme ya da kayıp değil, bir anlam arayışı, bir kabul sürecidir. Ama şu bir gerçek: Bizim toplumumuzun büyük bir kısmı, yaşlanmayı kabullenmek yerine, her türlü çözümü hastanelerde ve ilaçlarda aramaya devam ediyor. Oysa hayat, hastalıklarla değil, hazırlıklarla geçmeli. Yaşadıkça, ölüm fikriyle barışmalı, hayata nasıl başladığımız kadar, nasıl sona erdiğimizi de düşünmeliyiz. “Yorganına göre ayağını uzat” atasözü, sadece bir ekonomik gerçeklikten öte, bir yaşam felsefesi olmalı. Her şeyin en iyisini ve en fazlasını istemek, genellikle bizleri tükenmişliğe, derin bir boşluğa sürükler.

Hayatın Sonu da Bir Başlangıçtır: Ölümle Barışmak

Efendiler, bizler aslında “iyi bir ölüme” hazırlanmak zorunda olduğumuz bir hayatın içindeyiz. Ölüm, yaşamın doğal bir parçası ve kaçınılmaz bir sonudur. Bu gerçeği kabul etmek, yaşadığımız her anı anlamlı kılabilir. Fakat ne yazık ki, toplumumuzda ölüm, bir tabu haline gelmiş durumda. “Ölüm” denildiğinde, insanlar bir korku duygusuna kapılır; ama ölüm, yaşamı değerli kılan bir kavramdır aslında. Eğer gerçekten inanıyorsanız, yaşamanın da bir amacı vardır, ama ölüm de bir anlam taşır. Ölümü bir son olarak değil, yeni bir başlangıç olarak görmek, hayata daha derin bir bağ kurmamıza yardımcı olabilir.

Yaşlılık ve ölüm düşüncesi, bize yaşamın aslında ne kadar kısa olduğunu hatırlatmalı. “İyi ölüme” hazırlık yapmak, yalnızca bedeni değil, zihni ve ruhu da hazırlamaktır. Kimi insanlar, ölümü yalnızca korku olarak görürken, kimisi de bu dünyadan gitmek için, hayatın anlamını daha derinlemesine sorgular. İnançlı insanlar, ölümün bir son olmadığını, bir geçiş aşaması olduğunu kabul ederler. Bu düşünce, yaşama olan bakış açılarını da değiştirir. Ölüm, aslında yaşamın anlamını pekiştiren bir kavramdır. Öyleyse, gerçekten yaşadık mı? Sadece nefes alıp vermek, yaşamak mıdır? Eğer yaşamı her anı ile anlamlandırabiliyorsak, ölüm de bizim için yalnızca bir geçiş olur.

Yaşamak İçin Yaşarım Dediğinde, Sokakta Yaşayanlar Ne Olacak?

“Yaşamak için yaşarım” diyenler, acaba gerçekten yaşıyorlar mı? Amerika’da sokakta yaşayan milyonlarca insan var. Onlar da “yaşamak için yaşıyorlar”. Peki, bu yaşamın gerçek anlamı ne? İnsanlar hayatlarını sadece hayatta kalmak için mi geçiriyorlar? Modern toplumda, herkes daha fazlasını istiyor; ancak çoğu zaman bu “daha fazla”nın, içsel huzuru getirmediğini görmüyorlar. Daha fazla mal, mülk, başarı… Bu sadece geçici bir tatmin sağlıyor, ama nihayetinde bir boşluk bırakıyor. Bir yaşamı sadece hayatta kalmaya yönelik yaşamak, gerçek bir yaşam değildir. Ne kadar zengin olursak olalım, bir noktada ruhsal bir boşlukla karşılaşırız. Yaşamak için yaşadığını düşünenlerin, hayatlarının bir anlamı olup olmadığını sorgulamaları gerekmez mi?

İşte burada, inançlı olmanın önemi devreye giriyor. Yaşamak için yaşadığını düşünen bir insan, inancını yitirmiştir. Oysa yaşamın derin anlamını keşfeden, ölümle barışan ve ölümün gerçeğiyle yüzleşen insanlar, her anı daha anlamlı kılar. İnanç, yalnızca bir yaşam biçimi değil, bir dünyaya bakış açısıdır. İnsanlar, bu bakış açısını kazandıklarında, yaşamın ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlayacaklardır.

Hayatın Gerçek Anlamını Aramak

İşte bu yüzden, bizim insanımız, bir bakıma “yaşama manyağı” olmuş durumda. Sürekli bir koşuşturma, bir tüketim çılgınlığı… Daha fazla kazanmak, daha fazla tüketmek ve her anı yaşamak… Ama bir noktada, her şeyin sonlanacağını unuturuz. Yaşlandığınızda, hastanelere gitmek ya da bir sağlık çözümü aramak, aslında hayatın o anındaki kaçışlardır. Gerçek yaşam, sadece bu geçici arayışlarla değil, hayatın kendisiyle ilgilidir. Yaşadıkça, bedensel değişikliklere ve ölümün kaçınılmaz gerçekliğine hazırlıklı olmalıyız. Hayat, yalnızca yaşamak için değil, bir anlam arayışıdır.

İleri yaşa geldiğimizde, “iyi ölüme” hazırlanmak, aslında doğru yaşamayı anlamak demektir. Yaşlandıkça, bedenin ihtiyaçlarını kabullenmek, ölümle barışmak ve her anın değerini bilmek gerekir. Ölüme hazırlık, sadece bedenin değil, ruhun da bir hazırlığıdır. Eğer yaşamın anlamını bulmuşsanız, ölüm size korku değil, bir huzur getirir. Çünkü yaşam, bir yoldur; bu yolun sonu, son değil, yeni bir başlangıçtır.

Sonuç: Yaşamın Gerçek Huzuru Nerede?

Sonuç olarak, bizler ölüme hazırlık yapmalıyız. Ölümün bir son değil, bir geçiş olduğuna inanmalıyız. Bu, yalnızca yaşamak için yaşamak değil, yaşamın gerçek anlamını bulma yolculuğudur. “Yaşamak için yaşarım” diyenler, aslında yaşamın anlamını ve ölümün kaçınılmaz gerçeğini unutanlardır. Ancak biz, gerçek yaşamı sadece geçici heveslerle değil, derin bir huzurla yaşamalıyız. Yorganımıza göre ayağımızı uzatarak, her yaşın getirdiği değeri kabul ederek, ölüme hazırlıklı olmalıyız. Çünkü ancak bu şekilde, yaşamı tam anlamıyla deneyimleyebiliriz.

Reklamlar