Şakir ARSLANTAŞ
Faşizmin Kökleri Canlandı.
Sayın arkadaşım Musa Yurtsever’in başlattığı ve genel adına BARIŞ İRADASİNİN SAVAŞ ZİHNİLETİNİ YENMESİadı altında toplamak istenen konu, günümüzü daha iyi görebilmemiz bakımından büyük önem taşıyor. Hele de birinci yazısında, biz, Bulgaristanlı Türklerin son 70 yılda başımıza gelen feci olayların köklerinin bir deli cesaretli çılgın olan ve keskin bakışları ve hitabe gücüyle insanları kâh şu kâh bu yana yönlendiren ve sonunda yok olma hendeğine iten 20. Asrın büyük katili Hitlerin eserlerine kadar inmesi, iyi oldu.
Ne yazık ki, biz Bulgaristan’da okurken bile yeni Bulgar tarihinin 1908-1944 dönemi yalnız işçi hareketi ya da anti-faşist direniş olarak anlatıldı. Oysa o yıllarda vatanımız Bulgaristan bir çarlıktı. İlk Çar Ferdinant ve ardından tahta oturan oğlu III. Boris 38 yıl gibi bir uzunca dönemde ülkemizi bir yandan Osmanlı ve Türkiye’den gelenek, din ve ruh olarak iyice koparmaya çalışırken, aynı dönemde Sovyetler Birliği (SB) ile Hitler Almanya’sı arasında kaldı.
Kendisi Alman kökenli olan Saks-Koburg-Govski sülalesi 1933’ten sonra faşist diktatörlüğe tırmanan Almanya’ya uymaya çalışırken Sofya’da 1934 askeri darbesiyle faşistliğin sembolü olan kahverengi renkler almaya başladı. Moskova’ya sarılmaktan korktuğu kadar, Almanya’nın koynuna girmekten de korkan III. Boris ve Sofya hükümetlerinin “TARAFSIZLIK” ilan ettikleri doğrudur. Tarafsızlık politikasına rağmen, dünya görüşü olarak nasız mi yani mili sosyalizmi benimseyen ve bir ulusal politika olarak savunan savaş yıllarının Bulgar4 Harp Bakanı Hristo Lukov ve AsenKantarciev gibi öncüleri Bulgar Ordusunu Hitlerin emrine verip Doğu Cephesine sürmeye can atıyorlardı. Bulgar faşist rejimi askeri darbeyle 1942’lerde yeniden ve daha güçlü bir çıkışla iktidar olma planları yapmıştır. O zaman, BULGAR MİLLİ LEJİYONLARININ BİRLİĞİ kurulmuştu ki, sol ve demokratik güçlere kan kusturuyordu. Şunu da asla unutmamak gerekir, 1942 yılı başlarında faşist General Lukov Çar III. Boris’eve Prof. Filov hükümetine karşı bir askeri darbe hazırlıklarına başlamıştır. Bu darbeyle III. Boris çarlığına son verilecek ve General Lukov başbakanlığında Bulgar faşist iktidarı kurulacaktı. Bu darbe gerçekleşmedi. 1943’ün Şubat gecelerinden birinde general evinin önünde kurşunlandı.
Lukov’un öldürülmesiyle Bulrgar soy kökündeki ırkçı aşırılık yok olmadı. 1944 ile 1990 yılları arasında faşistler başkaldırmayı düşünemezken, 1990’dan sonra birden bire faşizan hareketlenme izleniyor. Her yıl Şubat ayında Lukovçu faşist güçler, 1943 yılı Bulgar Lejyonerlerinin üniformalarıyla giyinip, lejyon bayrakları yükselterek Sofya sokaklarında dolaşıp mitin düzenleyip nutuk atıyorlar. Olayın kötü tarafı bir de şu ki, 26 yıldan beri devam eden ve henüz sonu görünmeyen Geçiş Dönemi’nde Bulgar aşırı milliyetçi güçleri kuvvet toplamayı başardı. Onların zehirli oklarının ucu bugün faşizm ejderhasının kafasının ezilmesinin 70. Yılında artık yalnız Rusya’ya karşı olmakla kalmayıp, anti-Türk, anti-Müslüman ve yabancı düşmanlığı, öteki hasmı olma şeklinde biçimlendi. Bu zihniyetin politik özünden güya “Yurtsever Cephe” –“PF” adlı bir sağcı, aşırı milliyetçi ve ırkçı parti çıktı. 2014 Ekiminde yapılan genel seçimler arifesinde “PF” hemen Makedon milliyetçilerinin 1900’lerin başından beri politik sahnede yaşatmaya çalıştıkları kaşarlanmış milliyetçi Makedonra İç Devrim Örgütü (VMRO) ile birleştiler ve milletvekili sayısı bakımından dördüncü parti olarak Sofya meclisine girdiler. Parlamento’da onların ana hasımı bu defa direk olarak Türk ve Müslümanların Partisi olan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) oldu. Yeni faşist ırkçıların başı olan Simyonov meclis kürsüsünde Hitlerci selam durdu ve Çingene vatandaşlarımıza “insana benzemeyen tipler” diyecek kadar ileri gitti.
Bu hatırlatmaları yapmamın nedeni ise, 1942’deki Hitlerci, Nazi, ırkçı aşırı milliyetçiliğinin, insan düşmanlığının, öteki ırkları yok sayma ve yakıp yıkma geri zekâlılığının bugün ülkemizde yeniden yeşerdiğini ve meclise girdiğini, kendi TV programlarında (Skat TV) ötekileştirme zihniyetinden hicran akmaya devam ettiğine dikkatinizi çekmek isterim.
Özellikle değinmek istediğim başka bir gerçek de YAHUDİ DÜŞMANLIĞI.
Bu olay Barış iradesinin savaş çılgınlığı ve trajedisi üzerinde galip gelmesinin 70. Yılında mutlaka anılması gereken bir yüzkarası olaydır. Anımsanacağı üzere 1942 Ocağında Almanya’nın Wansee gölünün kenarında bulunan bir konakta Alman Nazi Partisi bir Milli Kurultay düzenledi ve Hitler politikasının ana hedeflerinden birinin Avrupa’da yaşayan Yahudileri yok etmek olduğunu dünyaya açıkladı. Bulgaristan da Avrupa’da olduğuna göre, hedefte Bulgaristan’daki Yahudileri yok etmek de vardı.
O zaman, Nazi kurultayından çıkan ve dünyayı ürperten belge şuydu: “Yahudi sorununu kesin çözmek!” Hani diktatör T. Jivkov’un 1989 Mayıs’ında yani tam 47 yıl sonra “Bulgaristan’da Türk Sorununu Kesin ve Geri Dönüşü Olmayan Bir Biçimde Çözmeliyiz!” dediği gibi bir şey.
Hitlercilerin ilk adımları, Yahudileri yaşadıkları yerlerden söküp Doğuya sürgün edip çalıştırmak şeklinde açıklandı. Kısa bir sürede Polonya’da “Auşwitz”, “Treblinka”, “Sobibor” ve “Maydanek” te Yahudi toplama kampları, tutuklu Yahudileri gaz kamaralarında yakma fırınları inşa edildi. Fransa’dan, Almanya’dan, Avusturya, Macaristan ve Romanya’dan ve daha birçok Avrupa ülkesinden tren katarlarının güçlü lokomotifleri bu kamplara doğru düdüklerini çala çala durmadan ilerledi. Hayvan ve yük vagonları yediden yetmişe Yahudi doluydu. Herkes aldatılmış ve son umudu şansa bırakıp nereye götürüldüğünü bilmeden gittikçe gidiyorlardı.
Bu olay Bulgaristan’ı çok yakından ilgilendiriyordu. 1943’ün hemen başındaHitler Bulgar Yahudilerin toplanıp Polonya’ya sürülmesini emretti. Wansee Kurultay kararında Bulgar Çarlığında 48 bin Yahudi olduğu kaydedilmiş ve hiç istisnasız hepsi öldürülmek üzere ısrar istenmişti.
Bulgar faşistleri olaya olumlu baktıklarından daha 1942 yılında Meclis, bir faşist kanun olan “ULUSU KORUMA KANUNU” onayladı. Almanya’nın Sofya Büyükelçisi Adolf Bekerle ve Yahudi Sorunları Bakanı AleksandırBelev el ele vermiş ve Yahudilerin vagonlara doldurulmasında ısrar ediyordu. Yapılmak istenen bir soykırımdı. Kasıtlı bir imhaydı. Önceden planlanmış ve uygulanmaya konmuştu.
Yahudileri imha planına Bulgar Kilisesi, seçkin bilim adamları ve aydınlar ve 45 milletvekili karşı çıktı. Çar III. Boris de Yahudilerin gönderilmesine pek hevesli değildi ki, hükümet kamuoyunun baskısı sonucunda Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesine karşı çıktı, onları yaşadıkları yerlerden zorla alıp hücre yerlerde bulunan köylere ve bazı inşaatlara gönderdi. Hükümet kararında toplam sayıları 49 bin olarak geçen Bulgar Yahudileri, o ağır savaş ortamında, Nazi güçlerinin her gün artan baskısı altında Yahudileri Kurtarma Kararı alınması cesur ve insan sever, barışçı bir hareket oldu.
Ne yazık ki, Yugoslavya’nın ezilip geçilmesi ve Makedonya ile Batı Trakya ve Yunanistan’ın işgal edilmesinden sonra, Bulgar idari bölgesi ilan edilen yeni topraklarda yaşayan 11 343 Yahudi tutuklandı, yük vagonlarına kapandı ve Polonya’daki ölüm kamplarına gönderildi.
Büyük Savaşın bu denli trajik ve kanlı çizgileri de vardı.
Bu trajik olayda, dinmeyen yaraları kalbimizde sızlamaya devam eden Büyük Göç açısından bakılması gereken bazı özel yanlar var. İlk önce canilerin suçluların cezalandırılmaması dikkati çekti.
Almanya’nın savaş yıllarında Bulgaristan istasyon şefi olan Bekerle1945’te açılan Nürünberg Savaş Suçluları Mahkemesinde ceza almadı. Sorgulamada (13-14 bin) Yahudi’yi Hitlerin emri üzerine Polonya’ya gönderdiğini ve daha öte onlarla en olduğunu bilmediğini beyan etti. Oysa o hepsinin yakıldığını biliyordu. Bekerle 1965 yılına kadar Federal Almanya’da bir devlet memuru olarak çalıştı.
1965 yılında Federal Almanya’nın Frankfurt kentinde Federal Mahkeme’sinde “Auşwitz”, “Treblinka”, “Sobibor” ve “Maydanek” toplama kapları suçlularını yargılama davası açıldı. Duruşmalara çağrılan katil Bekerle “Makedonya ve Trakya’dan Yahudileri Sürdüm” beyanında bulundu, fakat mahkeme heyeti onun beyanını ve 11 343 kişinin sürülüp yok edilmesini, onu mahkûm etmek için yeterli bulmadı.
Şuna da değinmek istiyorum. Aslında 1952’den sonra Avrupa ve dünya yeniden değişmeye başlamıştı. Stalin tarafından yönetilen Kremlin aynı yıl büyük bir cinayet işlemiştir. Kremlin seçkin Yahudi aydınlarını yok etme ve diğer Uahudileri de Sibir’e sürgün etme kararını o yıl aldı ve hemen uygulamaya koydu. Bu nedenle olacak 1965’te Frankfurt Mahkemesinde açılan davada yer alan Sovyet Yargıç ve Savcılar Yahudi katliamı olayına başka gözle bakmaya başlamışlardı.
Bu olaylarda bizim için büyük bir ibret dersi vardır. Hatırlatıyorum, İsimlerimizi değiştirenler cezalandırılmadı, bizi “Belene” ölüm kampına atanlar yargılanmadı, Mahpuslarda çürütüldük tüm katiller cezasız kaldı, 500 binimiz birden köklerinden söküldü ve yurdundan kovulduk, bu büyük suç da mahkeme dosyalarına bile girmedi. 26 yıl sonra yeni kuşak ırkçı hortlamaya tanık oluyoruz.
Kanımca Büyük Savaşın 70. Yıldönümü yalnız Rusya halkı açısından değil, tüm dünya halkları, tüm etnikler ve azınlık topluluklarının hak ve özgürlükleri açısından ele alınmalıdır. Tarih bir mezarlık değildir. Yaşamayan tarih geleceğin katilidir!