Rafet ULUTURK
Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına bahşedilen, fakat yasalarda kalan haklarımız.
1877 / 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sonuçları Bulgaristan’da ve Balkanlarda kalan
Türklerin yazgısını kökünden değiştirmiştir. Rumeli’nin 500 yıl hakimi olan Türkler yedi ay içinde azınlık durumuna indirilmiş, artık hak-hukuk dağıtan konumundan çıkarak kendisine hak bağışlanmasını bekleyen zavallı insanlar durumuna düşmüşlerdir. Anlatımız durum bundan 135 yıl önce başlamıştır ve bugün devam etmektedir.
“Büyük Bozgun”dan sonra Bulgaristan’da kalan ve azınlık statüsüne sokulan Müslümanların hak ve özgürlükleri birçok uluslar arası ve ulusal yasalar tarafından garanti altına alınmıştır. Bulgaristan’daki azınlıklar meselesini ilk inceleyen ve yazgılarını yasalara bağlayan uluslar arası oluşum 1878 yılında toplayan Berlin Kongresi’dir. Bu Kongre Osmanlı devletini parçalarken Balkanlar’da ve Bulgaristan’da kalan Müslümanların durumunu, hukuki statüsünü de belirlemiştir. 13. 07. 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’nın Dördüncü Maddesi “Tırnovo’da düzenlenecek olan Bulgaristan seçkinlerinin toplantısı prens seçiminden önce Prenslik seçimi için organik tüzük hazırlayacaktır. Seçimler yapılırken ve Tüzük hazırlanırken Bulgarların Türkler, Rumlar, Romenler veya başka ahali ile karışık yaşadıkları bölgelerde bu halk gruplarının hakları ve çıkarları göz önünde bulundurulacaktır.” Hükmünü getirmiştir.
Bu formülden anlaşıldığı gibi 4. madde, Bulgaristan’da azınlık haklarının ele alıp düzenlenmesini isteyen ilk buyurucu maddedir. Tırnovo’da teşkilatlandırılacak olan KURUCU MECLİS seçimleri yapılırken ve bu Meclis tarafından ele alınacak olan Anayasa incelenirken azınlıkların hak ve çıkarlarının formüle edilip hesaba katılmasını istemektedir. Burada çözüm değil buyruk vardır. Arkasından gelen 5. madde artık çözüm yollarını da göstermektedir. Bu maddeye göre, din ve mezhep farkı hiçbir surette mülki ve siyasi haklardan faydalanmaya mani olmayacaktır. Bu da, Bulgaristan’da kalan Türklere Bulgarlarla eşit haklar vaat etmek demektir. Bu maddede bir taraftan etnik azınlıklara eşit şahsi haklar tanırken, öte taraftan tam bir din serbestliği de vermektedir. Çünkü maddenin ikinci kısmında “Bütün dini ayinlerin serbestliği ve açık yerlerde uygulanması, bütün Bulgaristan ahalisinin hem de yabancıların hakkıdır. Çeşitli dini cemaatlerin teşkilat yapısında ve onların önderleriyle olan ilişkilerde hiçbir kısıtlama yapılmayacaktır.” Denmektedir.
Bulgaristan Türklerinin konumuyla doğrudan bağlantılı olan bu maddenin nasıl uygulandığından ilerde sık sık bahsedeceğiz. Fakat hemen şimdi burada söylemek istediğimiz şey, gerçekten tarihi Berlin Antlaşması’nda dinsel özgürlüklerin çok geniş tutulduğudur. Bir defa bütün dinler kendi iç işlerinde tam özerk bir yapıya kavuşturulmuşlardır. Hangi dinin ülkede nasıl bir teşkilat kuracağı, bu teşkilatın birimlerinin neler ve nasıl olacağı tamamıyla dini cemaatin kendisine ait bir meseledir. Her dini topluluk dini liderini kendi seçecektir. Cemaat ile bu lider arasındaki ilişki mekanizmasını, o cemaate mensup olan insanlar düzenleyecektir.
Burada altının kalın çizilmesi gereken başka bir durum da dinlerin kendi ibadetlerinin ve ayinlerinin icrasında serbest bırakılmalarıdır. Hiç kimsenin sana sen kurban kesiyorsun, sünnet oluyorsun, şöyle ya da böyle giyiniyorsun demeye hakkı olmayacaktır.
Her dinin mabetler dışına taşan bir toplu ayinleri vardır. Cuma namazları, Bayram namazları, cenaze namazları, düğünler, sünnet merasimleri, kurbanlar, mevlitler ve ezanlar gibi… Böyle toplu anlarda camiler cemaate dar gelmektedir. Müminler, meydanlara çıkmakta, toplu yürüyüşe geçmektedirler. Böyle hallerde ayinlerin çoğu açık yerlerde uygulanmaktadır. Beşinci madde din müntesiplerine bu hakkı ve özgürlüğü de vermiş ve tanımıştır.
Azınlık hakları açısından Berlin Antlaşması’nın 12. maddesi de çok önemlidir. Çünkü Türklerin özel mal-mülk meselesini, devlet, vakıf emlakinin durumunu çözüm yollarını gösterir. Bu madde, “Prensliğin dışına, orada kalmak amacıyla göç eden Türkler veya başkaları, Prenslikte kalan taşınmaz mallarını, onları kiraya vermek veya başkalarının iradesine teslim etmek suretiyle muhafaza edebilirler”, denmektedir. Madenini ikinci Paragrafında “Devlete ait taşınmaz mal-mülkün, vakıf mallarının nasıl satılacakları, tasarruf edilecekleri meselesinin çözümü bir Türk-Bulgar Komisyonu’na havale edilecektir. Komisyon bu maddeleri iki yıl içinde bir çözüme bağlayacaktır. Özel şahısların buy kurumlarla olan mal-mülk ilişkileri de bu komisyon tarafından hamledilecektir.” Emri bulunmaktadır.
Bu paragrafta birbirinden farklı üç çeşit mal-mülk meselesinin çözüm yolları gösterilmektedir:
1) Özel taşınmaz mal-mülkler;
2) Devlet sicilinde bulunan kamu emlaki;
3) Vakıf emlaki.
Bunlardan bizim son aylarda üzerinde dikkatle durduğumuz ve konumuzu ilgilendiren vakıf emlakidir.
Bu maddenin açık hükümlerine rağmen, Osmanlı Rus Savaşı esnasında ve sonrasında vakıfların başına gelen feci olaylar olmuştur. Birçokları talan edilmiştir.
Aslında Berlin Antlaşması’ndaki bu üç madde bağımsızlığını elde eden Balkan memleketlerinde kalan ve azınlık durumuna düşürülen Türklerin canını, malını, namus ve şerefini garanti altına almakta, geniş ferdi, (bireysel) hak ve özgürlükler vermektedir.
Lakin bunlar sadece birer tavsiye olarak kalmışlardır. Onların yürürlüğe konması, hayata geçirilmesi için ilgili devletlerin anayasalarına ve tüm diğer kanunlarına alınması gerekir.
O zaman bu zaman haklarımız yasalara alınsa uygulanamadan kaldı, yasalara alınmayanlar ayaklar altına alındı, şimdi de bu gidiş doğal haklarımıza, uluslar arası insan haklarımıza kadar ilerledi. Ana dilde konuşma, görüşme, sohbet etme, yayın yapma, yazma çizme, propaganda hakkımız da şu günlerde yok edilmek ve unutturulmak üzere hedef edilen, üzerinde pazarlıklar edilen en öz ve en kutsal haklarımızdan biridir.
Gerilersek ilerleyemeyiz. Biz geçmişe yara kaşımak için bakmıyoruz.
Bizim istediğimiz ana dilimizi yazılı ve sözlü istediğim yerde istediğimiz şekilde kullanma hakkımız kutsaldır ve daha bundan 135 yıl önce Uluslar arası antlaşmalarla düzenlenmiş ve Bulgar Prensliğinin kuruluş belgelerinde yer almıştır. Biz ancak elimizden yasa dışı yollardan alınan haklarımızı geri istiyoruz. Mücadelemizin anlamı budur.