13,Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşmasında yapılan konuşma;

Yalova’da Bulgaristanlı’lar bir arada

Tarih: Temmuz 2019
Sunum: Rafet ULUTÜRK

Değerli katılımcılar,
Öncelikle bizleri burada her yıl bir araya getiren YAFEM Başkanı ve bizimle ilgilenen Muhsin Hocamızı ve yöneticilerini huzurunuzda kutluyor ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Bir gelenek haline gelen, Yalova Türk Dünyası Gazeteciler buluşmalarına ev sahipliği eden, YEFEM ve dış ülkelerden gelen kıymetli konuklarımıza da hoş geldiniz derken, hepinizi bir arada görmek beni gururlandırıyor.

Her geçen gün değişen dünya şartlarına uyum sağlamak için insanlar kendilerini yetiştirmek ve geliştirmektedirler. Tarihin süzgecinden geçirerek bu gelişmeleri ve insan zekâsının tekâmülünü incelediğimizde karşımıza çıkan en önemli nokta “İnsanoğlunun gönüllü olarak yaptığı her işte, azmi ile her soruna çözüm bulduğu, kalbiyle inandığı her fikri fiili durumu sonuçlandırmakta elinden geleni yaptığı”gerçeğidir.

Dünya üzerindeki milletler yarışında, devletlerarası ilişkiler, halkların menfaatleri doğrultusunda oluşturulan politikalar ile düzenlenmektedir. Bu politikalar süregelen dünya düzenini meydana getirirler. İşte bu iki nokta birleştirildiğinde ortaya çıkan; “sivil toplum örgütlerinin devletlerin gelecekleri üzerine kurdukları siyasetin gizli parçaları” olduğudur.

Tarih incelendiğinde, görülecektir ki, her büyük hareket ve oluşumun temelinde, o çağın yöneticilerinin, halkın gücü ve isteği doğrultusunda kararlar vermeleri ve ileri görüşlü olmaları yatmaktadır.

Bu fikirler ışığında Türkiye’ye ve dünya konjuktürüne bakıldığında hem üzücü hem de sevindirici bir politika anlayışı ile karşılaşılmaktadır. Bizim Türk halkı son iki yüz yıldır her şeyi devletten bekleyen ve devleti, yönetici kadroyu her şeye kadir gören bir zihniyete sahiptir. Bunun yanında Türk Halkının en sevindirici özelliklerinden biriside mecbur kaldığı zaman, elinden gelen her şeyi hiç kimseden bir şey ummadan yapmasıdır. Kurtuluş savaşı ve Büyük Türkiye Cumhuriyeti bunun en güzel örneğidir. Vatanımızın düşman işgalinden kurtuluşunda halkımızın yerinin ne olduğuna baktığımızda karşımıza halkın yönetici kadrodan ümidini kesmesi ve sonrasında meydana dökülmesidir aynen 15 Temmuz 2016’da olduğu gibi. 15 Temmuz Türkiye Cumhuriyeti; asırlardır hürriyetinden ve onurundan taviz vermektense ölmeyi tercih eden asil bir milletin şahlanışının, küllerinden yeniden doğuşunun nişanesidir. 15 Temmuzda yaşanan hain darbe girişiminde şehitlerimizi  rahmet ve minnetle anıyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.  Bu 15 temmuz arkamızdan gelen tüm kuşaklara anlatılmalı HALKIN GÜCÜNÜ TÜM DÜNYA GÖZLERİ ÖNÜNDE NELERE KADİR OLDUĞUNU GÖRMÜŞLERDİR.

Değerli dava arkadaşlarım;
Bizler birbirimizi yıllardır tanıyoruz, bir araya geldik paylaştık, yazdık tartıştık, fakat hemen söylemek istiyorum, sanki mayamız pek tutmadı. Bizden beklenenlere henüz gerekli yanıtı veremiyoruz.

Burada Bizim hepimizin ayrı ayrı görevlerimiz var.

Biz, Bulgaristanlı soydaşlarımızı, orada kalan kardeşlerimizi bilgilendirme ve etkilemeye çalışırken, aynı zamanda Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinde, Kanada ve Birleşik Amerika’da, hatta Avustralya’da izleyici kitlemiz olduğunu bildirirken, Orta Asya ülkelerinde zayıf kaldığımızı üzülerek itiraf ediyorum.
Son bir yılda, Türk Dünyası olaylarını yansıtma çabalarımızda, Türkiye başta olmak üzere, Azerbaycan ikinci yerdedir. Azerbaycan’dan kıvanç veren haberler alıyoruz. Doğal gaz borularını sınırımıza kadar uzattı.

Şimdi Bulgaristan gaz dağıtımını üsleniyor. Türkiye’mizin semalarını savunacak S-400 füze sistemini oluşturan başmühendisin bir Azerbaycanlı kardeşimiz olduğunu öğrendiğimizde, hepimize gurur duyguları yaşattı. Bu gün S-400’leri 15 Temmuz’da darbecilerin merkez yaptıkları Akıncılar hava üstüne koymamız da NATO-FETO ya güzel bir cevaptır.
Önem bakımından, Astana politik gelişmeleri ve ardından, Yesevi, Füzuli film ve sahne sunumlarını sıralamamız ilgi arz eder.

Azerbaycan ile sıcak yakınlığımızın temellerinde, tarihinde kültürel soykırım yaşayan biz Bulgaristan Türkleri gibi, iki soykırımı atlatan ama sonunda dirilip şahlanan ve bugün modern Azerbaycan’ı kuran şerefli bir halktan ilham alma özenimiz vardır.

1950’lerde Azerbaycanlı aydınların Bulgaristan Türk maneviyatında “altın çağ” yaşanmasındaki önemli katkılarının anısı hala canlıdır. Bu gün Sofya’daki Azerbaycan Büyük Elçisi Nargiz GURBANOVA hanımefendi ve Kültür Ataşeliği’nin Bulgaristanlı Türklerine sıcak yaklaşımı dostluk geleneklerimize yeni edinimler kazandırdı.
***
Kuşkusuz biz, 1960’lardan beri süren Türkçemizin yasaklı döneminde Tüm Türk Dünyasını kapsayan büyük atılımlar yapamadık. Kendi varlığımızı ve kimliğimizi koruyup yaşatmaya ve Türk Dünyası başta olmak üzere, dünyaya duyurmaya ve tanıtmaya çalıştık.

Önce biz, Türk kökünden olduğumuzu, Büyük Türk Milletinden, Türk Dünyasından kopmaz ve koparılamaz bir parçayız. Müslüman Türk bilincine sahibiz ve Türk ruhuyla yaşıyoruz. Bizler Büyük Türkiye’nin Büyük okyanusunun bir deresiyiz, burada bulunan hepimiz bir dereden akarak bu okyanusu BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE’yi hep birlikte oluşturuyoruz. Bundan da hepiniz gibi gurur duyuyoruz ve mutluyuz.
***
Bulgaristan’da 140 yıldan beri tek milletli bir Bulgar devleti kurmak isteyenler, bizim Türk kimliğimizi tanımıyor. Ülkemizde dokuz etnik azınlık yaşıyor. Bulgar devleti hiçbir etnik azınlığı tanımıyor. Etnik manevi dünyasının ve milli şuurunun oluşmasına olanak tanımıyor.

Bu arada ülkemizdeki diğer azınlıklardan hiç biri millet oluşumuna yükselememiştir.

Bizden başka hiç birinin alfabesi, yazı dili, edebiyatı, dini, halk kültürü, halk bilgeliği ve öz kültürü oluşamamıştır. Bu bakıma, Bulgaristan Türkleri başı çeken, kimlik oluşturan bir etnik azınlıktır. Bize karşı saldırıların amansızlığını belirleyen de bu gerçektir.
Bulgar kültürünün yatay, Türk maneviyatınınsa dikey bir yapılanmaya sahip olması da, farklılıkları derinleştirdiği gibi, Bulgarları her zaman bir sıfır yenik durumda tutuyor.
Bu durum tarih boyu değişmemiş, hala bugün de değişmemiştir.
***
Biz Türklerle ilgili “yok sayma” siyaseti üç koldan gelişti ve şimdi de şiddet devam ediyor.

  • İstanbul Türkçesinden koparılmak istenen anadilimiz “Bulgar Türkçesi” adıyla damgalandı. Türkçe konuşan Çingene, Tatar, Gagauz, Pomak, Çerkez ve diğerlerinin Türkçe konuşarak Bulgaristan Türk Topluluğunu resmen oluşturması engellendi, engelleniyor.

Bu yönde değişik baskı türleri yaşadık. Örneğin sokakta, iş yerlerinde Türkçe temas kesin yasaklandı. Böylece bu etnik azınlıklardan kardeşlerimizin kendilerini Türk Kimlikli ilan etmeleri zorlaştı. Bu nedenle Türk – Müslüman hoşgörüsü, iyi komşuluğu ve yardımlaşma gelenekleri gizli vasıflar oldu. İsimlerimizin farklı dönemlerde değiştirilmesi de Müslüman ümmet dokumuzu parçalamayı amaçlandı. Şükür yaratana, son dönemde TİKA öncülüğünde Türkiye Cumhuriyetinin katkıları ile 1000 (bin) köyde cami ve tarihi eserlerimiz yeniden dolup taşıyor.

  • Türkçemizle birlikte örf ve adetlerimizi birlikte kutlamamız, aynı geleneklerle yaşayarak, aynı bayramlarda selamlaşıp kucaklaşarak yaşamamız engellendi. Bu yasaklarla bir de, Türkiye’nin güçlü etkisinin yayılıp yerleşmesine engel olunuyor. Türk kültürü, ancak ve yalnız Bulgar dili üzerinden etkili oluyor.

Örneğin Bulgar diline tercüme edilen Türk dizi filmleri ile Türk edebiyat eserleri büyük ilgi görüyor.
Folklorumuzun, halk kültür, edebiyat, sanat ve geleneklerimizin Bulgar dili kılıfına sıkıştırıldıkça sönüp yok olacağına inanıyorlar. Okulsuzluk başta olmakla, bu çabalarla, Bulgaristan Türklerini ve diğer Müslüman etnik toplulukları Bulgar milli kültürü içinde eritmeye devam ediliyor. Bu hedefi gerçekleştirmeye, okuldan, TV ve radyo programlarına, özendirici sanattan devlet tarafından özendirilen yaratıcılığın her dalı kilitlenmiş bulunuyor.

  • Üçüncü hedefte, özellikle Hak ve Özgürlük Hareketi tarafından da desteklenen yavaş yavaş eritilerek Bulgar kimliği alma sürecine tepkili olanlara “Kapı Kule” gösteriliyor.

20 binden fazla Bulgaristan Türk aydını Türkiye’ye sığındı. Partinin kurucu kadrosu, kuruluş hedefleri ve Müslüman halkla bağları koparıldı. Kurucu lider hain Ahmet Doğan yıllardan beri Bulgaristan’da bir tek Türk ile görüşmemiştir. İzlenen siyaset “Kimseyi zorla tutmuyoruz” ya da “elindeki pasaportla 168 devlete gidip Türk Kimlikli yaşamayı seçebilirsin” mantığına hizmet ediyor.
***
Son 30 yılda, Bulgaristan’da, Bulgarlardan hiç biri kökleri isim, dil, din, kimlik değiştirme mezalimini reddedip yadsıyarak olumsuzlayan ve YÜZYILIN YENİ KARDEŞLİK simasını yaratan bir şiir, bir hikâyecik, bir çocuk masalı, bir uzun öykü veya roman yazılmadı;

  • Zulüm devrine ilişkin tarih felsefesi özgürlük, eşitlik, demokrasi ve adalet gibi yeni kıstaslarla yeniden değerlendirilmedi;
  • Başka bir ifadeyle toplumsal gerçekliğimizin ortasında upuzun yatan monarşi-faşist ve komünist totaliter izinin kokuşmuş cesedi kaldırılıp krematoryumda yakılmadan eski zihniyetin değişme şansı yok.
  • Toplumun, politik kepçeyi (siyasi sistemi) değiştirmek istememesi aslında, çok acı bir gerçektir. Bilinçleneme, sefaletle baş edememe, kör cahillikten sıyrılamama ifadesidir. Azınlıkların durumu özellikle zordur. Nedenler çok farklı olmalı ki, 30 yıl gömülmeyen bir cesetle aynı ortamda ve yan yana yaşamak zorunda kaldık.
  • Seçimler, hükümet değişiklikleri, kanun maddelerinin hafifçe retüş edilmesi ve hatta bazı Büyük Elçiliklerden gelen notalar, NATO ve Avrupa Birliği üyeliğimiz, aldığımız uyarılar, bu acınası durumu değiştirmedi, değiştiremiyor.

Bilirsiniz mezarlıklara yalnız çiçek götürülür, çiçek ağaçları dikilir.

Bu bakıma ülkemiz bir kabristanlıktır, 2 000 (iki bin) köyümüz boşaldı, 1989 yazından 360 binimiz 2 ayda Türkiye’ye akınca, sel durmadı, 3 milyon vatandaş ekmek teknesini için dış ülkelere taşındı.Birleşmiş Milletler 2050 yılından sonra kültür üretme niteliklerimizin solacağına dikkat çekiyor. Kültür nedir? Değişik topluluklardan insanların birbirini tanıyarak ortak yaşamda uyum sağlama yolunu bulmasıdır. Kısacası, aramızda ve devletle etkileşim yolumuz tıkanırsa, biz yok olmayı kabul etmek zorundayız.  Faşizmin, totalitarizmin, baskı ve terörün, insanları kimsesizleştirme zorbalığının sonu budur. Çağrımız, uyanık olalım, dik duralım!
***
Değerli dava arkadaşlarım,
Bu sunumu, sizlere Bulgaristan Türkleri açısında, biraz daha açmak istiyorum.
Çünkü anlattıklarım, 1944-1990 arası bir iktidar partisi olan BKP Merkez Komitesi Politik Bürosu, Bulgaristan Devlet Konseyi ve hükümeti tarafından tasarlanan ve uygulanan bir siyaset çizgisi olsa da, aynı zamanda 1878’den 1944’e kadar uzanan monarşi-faşist Bulgar Çarlık devrinin azınlıklar siyasetinin de kesintisiz devamıdır.

Bunun kesin kanıtı da, 1879’da ilan edilen Bulgar Prensliğinin, 1908’de kurulan Bulgar Çarlığı’nın 1944’te çöküşüne ve 1945’te Bulgar sosyalist devletinin ilanından 1989’da çöküşüne kadar, ülkeden kovulan Müslüman Türk sayısının hemen hemen eşit olmasıdır. Toplam 1 200 000 (bir milyon iki yüz bin Türk) Bulgaristan’ı terk etmeye zorlanmış, kovulmuştur.

Tarihimizi anlatırken “soykırım”, ırk ayırımı”, “ötekileştirme”, vatandan kovulma” ve “milli ihanet” demeden;  “etnik bunalım”, “etnik çatışma”, “milli ve dini düşmanlık”, “Bulgaristan Türk azınlığı”, “etnik şuuru ve ruh halini zorla değiştirmeden”, “insan haklarının ayakaltına alınması”, “azınlık haklarının kolektif hakların tanınmadığı bir toplum”, “demokrasiye ihanet”, “adalet rafa kaldırılmış” gibi kavramlar kullanmadan yapıldığı için hiçbir şey anlatamıyoruz.

Konuda bu kadar derinleşince aklıma hep, Zigmund Freud gelir:
1927 yılında verdiği bir demeçte o şöyle demiştir – “Benim dilim Almancadır. Benim kültürüm, benim algım Almancadır. Almanya ve Avusturya’da anti-semitist görüşlerin yükseldiği dikkatimi çekene kadar, ben kendimi bir Alman aydını zannediyordum. Yahudilere yapılanları gördüğüm günden beri ben kendimi Alman hissetmiyorum. Kendime Yahudi demek istiyorum.”

Anladınız umarım. 140 yıldan beri Bulgaristan’daki azınlıklara yapılan baskılar, hatta 1942’de 17 bin Yahudi ve Çingene’nin insanların yakıldığı kamaralara gönderilmesi, 165 toplama kampında yapılan zulüm, Bulgarların ruh halini ve şuurunu neden değiştirmiyor? Zigmund Freud sağ olsa gidip “Bulgarlar” taş kafalı bir ırk mı diye sorardım…

Bulgaristan’ı zorla arıtma, Müslümanlardan temizleme siyaseti, Batı ve Doğu’da asırlarca süren ORİYANTALİZM siyasetinin çok küçük bir halkasıdır. Bu siyaseti biz 1-2 sayfalık sunumumuzda anlatmaya çalışıyoruz, Türklüğün eski ve yeni düşmanlarını anlatan Prof. Dr. Onur Bilge Kula, konuyu 3 bin sayfalık sunuma sığdırmakta zorlanmıştır.

Konu dağ kadar büyük, deniz kadar derindir.
Biz ayrılmak, parçalanmak, otonomi, federasyon istemedik. Böyle kıvılcımlar çaktı. Kültürel otonomi bizde de gönül hoşluğu yarattı. Fakat vatan deyip sevdiğimiz bu toprak parçasının ıslahı için döktüğümüz alın teri, o kader acısı var ki, bir göletti değil, bir deniz doldurur ve küçük hesaplarla, biz bu nimeti bölemeyiz.
Bu toprakları güzelleştiren yollarını yapan tarlalarını ekip toplayan hep Türklerdi. 1989 da Türkler bıraktı tarlalar boş kaldı. Bu bir alın yazı çilesidir, kader paylaşılır, fakat bölünmez…

Dediğim gibi, şimdi Bulgaristan Müslümanları çekilerinden birkaç ilmeğe daha sökmek istiyorum.

  • 1913’ten başlayarak 1989 Aralığına kadar somunları sürekli sıkılan Bulgaristan Müslüman Türk Kimliğini sıkıştıran ve öz suyumuzu çıkarmaya çalışan baskı ve terör politikası şekil değiştirdi, ama uygulamada yöntem, amaç ve muhteva olarak her aşamada aynı kaldı.

Bu, Bulgarların, yerli Müslüman Türklerden öç ve hınç almasından fazla, Rusların Bulgaristan nüfusunu etniklere ve dini mezheplere ayırma ve parçalayarak birbirine düşürme planının uygulanmasıdır.

Onlar, azınlıklara parçalanmış ve herkesi ötekileştiren bir Bulgar unsurunun millet olamayacağını, güçlü devlet kuramayacağını iyi biliyordu. Bulgaristan’da yaşayan etnik toplulukların iyilikle bütünleşmesi yolu 1989’da kapandı.

Ancak baskıyla, yani pres makinesinden çıkan Müslüman suyunu Bulgar fıçısına akıtıp karıştıra karıştıra eritip asimile etme, bu 140 yıl önce seçilen yoldu.

İlk Anayasa Müslümanlara azınlık ve kolektif hak tanımadı.

Asimilasyona yöntemi olarak gönüllülük değil, baskı, terör ve zulüm seçildi. Zulüm arttıkça toplum parçalandı. Bu işin akıl hocaları parçalanmayı artık politik düzeyde yönetiyorlar.

Bulgaristan’daki son olay ve gelişmeler, devlet tarafından oy başı 11 leva ile devlet tarafından beslenen partilerin devlet memesinden ayrılması, parti sahibi milli oligarşi oluşturulması, siyasi kaderimizin Avrupa Birliği, Birleşik Amerika ve Rusya’ya bağlanması, Sabah güneşinin geldiği Türkiye’ye bakan pencerelere panjur çekilmesi, hep aynı sürecin aşamalarıdır. Fakirlikle şuursuzluğu kardeş sananlar baskıları arttırıyorlar.

  • Yüzyılda ana uğraşı alanlarından biri Müslüman Türkler olan Bulgar sosyolojisi ve onlar için üst aklı, (bizim için şeytani akıl) 1913’te 250 bin Pomak kardeşimizin isimlerini değiştirip, minarelerini devirip camilerini kilise ilan ederken ve başlarından fesleri toplatıp kasket dağıtırken, 300 bin Müslüman’ı sınır dışı etmekle başlattığı zulmü şiddetlendirdikçe ulaştığı kritik noktada nefes alamadı.

O dönemlerde bu işe Sofya’da askeri ateşe olan Mustafa Kemal müdahale etmiş ve isimler ve din hakları kısa sürede geri iade edilmişti.

Geçen asır birikiminde varılan sonuçta, Müslümanların “bir az da huzurlu yaşamak” ve özellikle de “çocuklarının da aynı çekileri görmemesi” için, ruhen kırılıp, birçok şeye göz yumarak, yaşadıkları yerleri terk ederek, Süzan, Kristin, Viktor ve benzeri Bulgar olmayan isimlerle ve “deist” ya da “ateist” olmayı kabul ederek, durumu yamamaya çalışma yollar aradıklarını da biliyoruz.

Fakat gerçek duyguları, şairlerimizin gece şiirlerinde, kavanoza doldurup mezarlara gömdükleri eserlerde okuduk.
Bulgarca yazmayı kabul eden Naci Ferhad, oğluna mektubunda, “her şeyi yapabilirsin, ama soy köklerini kesme, biz Türk’üz!” demişti.

Zulüm dönemi klasiğimiz Ömer Osman, sürgünde yazdığı romanda, baş sima olan köy imamı, “oğlunun Bulgar gizli polisine ihbar yazan sağ elini kütük üstüne yatırıp parmaklarını satırla keser.”
İhanete karşı sert tavır, örneğin Kırca Ali’de daha 1932’de boy göstermişti. Faşist makamlara yakınlığıyla bilinen şair Ferhad Yusufov, ailesi ve yakınlarından helâlık alamamış ve Müslüman mezarlığına gömülmemiştir.

Toplumumuz büyük korku yaşadı ve üzerlerinden hala o korkuyu atmış değiller.

1972’te 800 bin kişi ve son 1984’te 1 390 000 (bir milyon üç yüz doksan bin) Türk’ün isimleri silah zoruyla değiştirildiğinde, korku katmerleşmişti. Ortada ölü ve yaralılar, ölümü istenen mahkûmlar içerdeydi. Bağırmaktan katılan çocuklar memeden kesildi.

Kulaklarında uğuldayan tank gürültüsünden gece uykuları kaçanlar uzun süre huzursuz kaldı. Tün insanlarımızın psikolojileri bozuldu fakat onları gören ve duyan yoktu.

İsmini geri alana kırmızı pasaport verilmeyecek şaibeleri yol kesti, niyet bozdu. 1990’dan sonra 4 yıl süren çok şiddetli düşmanca propagandadan etkilenen 435 bin Türk isimlerini geri al(a)madı.

Elimizde her haneye ve kişiye direk ulaşan propaganda araçlarımızın olmaması, Hak ve Özgürlük Hareketinin “insan özgürlükleri” ve “serbest seçim” gibi saçmalık ve çarpıklıklarla sıradan insanlarımızı yanıltması, suyun durulma süresini uzattı da uzattı.

  • Uydurma, yalan ideolojilerin akıl hocaları yıllar boyu Türklerin “Bulgar kökenli” oldukları masalından vazgeçmediler. Bulgar hanelerin çocuklarını yeniçeri ocaklarına gönüllü verdiği gizlendi. Yeniçeri ocaklarında eğitilen çocukların birçoğu aslında Müslüman hanelerin Hıristiyan aileler üzerinden eğitime gönderdiği erkek çocuklar olduğu da gizlendi.

Hatta Bulgaristan Müslüman Diyaneti Baş Müftülüğü 5 kuşak önce Şumen köylerinden bir Bulgar ailesinin oğlu olan, İslam’ı öğrenmek için İstanbul’a giden ve XX. Yüzyılın başında Sofya Baş Müftüsü olan, Bulgar’dan dönme Hocazâde Mehmed Muhyiddin Efendi ödülü icat edip, her yıl tören düzenliyor.

Bulgar kökeni” örneği ilk kez Fransa’da tarih okuyan Dr.Stoyan Dinkov tarafından asılsız bir tez olarak kanıtlanmış ve “Bulgarların Türk kökünden ve suyundan geldiği”, Atilla Han’ın torunları olduğu kesin belgelerle ispat edildi.

Tabii bu iki tez arasındaki ateş yeni yeni alevleniyor.

Şu da var, 2018 Ağustosundan beri, “Bulgar kökeni” tezi Makedonlara, onların tarihine, diline, dinine ve kimliğine de aktarıldı ve alevlendikçe alevleniyor. Kuşkusuz, bu tezin, Türk kimliğine atılan en sivri uçlu ve zehirli ok olarak bir asır boyunca kullanıldığı ve XXI. Yüzyıla taşınan “etnik problemlerin” körlüğü unutulmamalıdır.

  • Bulgar devletine vergilerimizi muntazam ödememize rağmen, anadilimizde okul, basın yayın, gazete, dergi, radyo ve TV yayınlarımızın merkez düzeyde işlevsizleştirilmiş olması. Böylece Türk ruhunun soldurulması, hatta Türkçe selamlaşanlara, dertleşenlere, toplantı ve mitinglerde Türkçe konuşanlara 2 500 (iki bin beş yüz) – ortalama 3 maaşa eşit ceza kesilmesi ırkçılığın son hadde fışkırması değil de, nedir? Örnek; DOST partisi Genel Başkanı Sn. Lütvi MESTAN’dır.

Bu acıyan bir gerçektir…

Ayrımcılık ve öteleme olaylarının bir AB ülkesinde yaşanması, anadil ve tarih köklerimizin kesilmesi, 1 kuşak sonra ruhen yok edilmemizi hedefliyor. 20 yıl boyu Türkiye’deki yakınlarımızla mektuplaşmamız, haberleşmemiz, mezar taşlarına isim yazma, ay yıldızla işaretleme kesin yasaktı.

Musalla taşından kefenler toplandı. Cenazeler takım elbiseyle gömüldü. Mevlitler yasaklandı. Tabii ki biz o dönem gizli Türklük yaşadık. Mezarlarımızı gece açtık, merhum çıkarılıp, kefene sarılıp, helâlaşıp yeniden gömüldü. Bulgar mezarlıklarına gömülen Müslümanlar gece gece çıkarılıp, mezarlıklarımıza taşındı. Etnik ve dini savaşım, sınıf savaşından çok ağır bir mücadeledir, çünkü bizde adalet her zaman haksız olandan, devletten ve zorbalardan yana olmuştur.

Bu bakıma biz Bulgaristan Türkleri henüz kendi klasiklerimizi yaratamadık.

Değer örneklerimiz söndü. 100’den fazla kitap yazıldı. Türkiye’de basıldı. Pomak kardeşlerimiz de Bulgarca yazdı. Fakat klasiklerimiz henüz belirmedi. Acılar dinmeden, edebiyat klasikleşemiyor, diyenlere inanıyorum.

Biz BGSAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) olarak 56 derleme eser çıkarttık, BULTÜRK Derneği olarak da 15 kitap ve şahsen ben de, birkaç konu işledim. Fakat bu işte biz henüz yolun başındayız ve çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Kitap işine neden bu kadar çok önem veriyoruz?
Sorunuz bu mu? Geçenlerde bir ay önce Vladimir Putin İtalya’da idi.
Papa onu 3 saat kabul etti. “Ne konuştunuz?” sorusuna Papa “Rus Klasiklerini” dedi. Özellikle Gogol, Tolstoy ve Dostoevski’yi konuşmuşlar.
Neden biliyor musunuz?
Bir örnekle düğümü çözelim. Almanlar, Fransızlar, İngilizler, dine bağladıkları aşk, miras ve varis sorununu İncil’den çıkarıp toplum lehinde çözebilmek için 7yıl, 30 yıl ve 100 yıl savaşları verirken, Gogol’un toprak köleliği, Tosltoy’un aşk ve miras, Dostoevski’nin de adalet ve din-politika meselelerini kaz tüyünden divitle beyaz kâğıda döktüğünü biliriz. Önemli olan düşmanlık körüklemek değil, toplumu ikna etmektir, bunun yolu da yeni değerleri yaza yaza gençlere, halka telkin etmektir…

  • Başka bir özelliğe de dikkatinizi çekmek istiyorum.

1972-73’te Pomakların ve 1984-85’te Türklerin isimlerinin ve Kimliklerinin değiştirilmesinden sonra, 1988’de yapılan idari reformla, Bulgar devleti devlet işlerinde görevli Türklerin hepsini bir kademe aşarı indirmiş ve hepsinin başına yeteneksiz ve bilgisiz Bulgar atamıştır.

Öncesinde de yoktu amma işte o zamandan bugüne Türkler ve Pomaklar devletin merkez ve yerel yönetim makamlarından daha da uzak tutulmakta, orduda ve poliste görevli, okul müdürü veya başhekim sayımız parmakla sayılacak kadar azdır.

2017 seçimlerinde Deliorman ve Dobruca Türklerinden 120 bin oy alan Bulgar partisi GERB ilk defa bir Türk Vali atadı. Politik çıkmazda bulunmasına rağmen Türk partisiyle hükümet ortaklığı kabul etmiyor.

27 Ekim 2019’da Bulgaristan’da yerel seçimler var. Bu seçimler, majoriter sisteme göre yapılıyor. Karma bölgelerde belediye başkanları ile muhtarların Bulgaristan genelinde 40 ilçe ve bir il Kırcaali’yi Türk alması şansı büyüktür.

  • İsimlerimizi değiştirirken, kalbimize silah namlusu dayayan, dilimize yasak koyan, bizi Bulgarlaştırmayı umanlar çok büyük yanlış yaptılar. Bir iki senede Türk olduklarını unuturdular düşüncesi tutmadı. Ezilenlerin, “Belene” ölüm kampına girenlerin, sürgünden dönenlerin Türklük birikimi dolu, ruhları kanatlıydı. Bir bakıma, 500 bin Bulgaristan Türkünün Türkiye’yi görmesi, Türk kültür denizinde yüzmesi, çocukların Türk okulu görmesi, meslek sahibi olmaları, aralarından sanatçılar çıkması yeni yeni umutları uyandırdı.

Bu cümleden olmak üzere, Bulgar devleti de önlemlerini alıyor, okuryazar Türklerin sayısını azaltmayı başardı, “Kliment Ohridski Sofya Üniversitesi” Doğu Dilleri Bölümünde kayıtlı Türk Asıllı Öğrenci yok gibi.

Türkiye’den gelen iş adamlarıyla çalışacak İngilizce bilen kadrolar öne sürüyor. Türkçeden Bulgarcaya tercüme edilen edebi eserler ve dizi filmleri de hep eski polis hafiyesi ırkçı-Bulgar kadrolara verildi.

Yerli Türklerin Türkiye-Bulgaristan kültür köprüsünde rol oynaması böylece kısıtlandı.

Halen tek umut, Türkiye’den gidip de Bulgaristan’da yükseköğrenim alan kadrolardadır. Türkiye devletinin yardımlarıyla olmak üzere, en az 50 yerli Türk gencine en kısa zamanda Türk kimlikli ve Türk milletçisi ruhlu eğitimle kimlik kazandırmamız gerekiyor.

Bunların hukukçu, uluslararası, siyasetçi, hekim, öğretmen, mühendis ve muhasebeci uzman olarak yetiştirmemizle Türk milli varlığımızın aydın düzeyini pekiştirmemiz zorunlu olmuştur.

  • Geçen Saray Bosna görüşmesinde Bulgar Başbakan B.Borisov, Türkiye Cumhuriyeti Başkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’a Türkiye-Bulgaristan arasında ikili ticaretin 10 Milyar Euroya çıkarılmasını önerdi.

Bunun olması için Türkiye’nin Bulgaristan yatırım oranının %40’tan %80’e çıkması gerekir. Bu pastadan Bulgaristan Türklerine pay olmalıdır.

Türkiye’nin yeni işbirliği şartları içinde Türk yatırımlı işletmelerde Türkçe konuşulması, Türk dil eğitimi vb yer almalıdır. Turizm ve Tarımsal üretim ve hayvancılık dalında yerli Türklerin şirketlerine direk olarak Türk pazarına mal sürme hakkı tanınmalı, gümrüksüz bölgelerde depo hakkı ve başka kolaylıklar sağlanmalıdır.

Şu an sermaye birikimimiz olmadığından büyük işlere uzanamadığımız biliniyor, fakat Türkiye’den gelecek iş gücüne özel koşullar sağlanması da kültürel kaynaşmamıza yeni bir kapı açacaktır. Bulgaristan artık Türkiye ’siz yapamıyorsa Türk’ün şartlarını kabul etmelidir. Okul-medya-tarihi eserlerimizi geri verilmesi öncelikli olmalıdır.

  • Yine yeni koşullardan faydalanarak, Türk şirketlerine Türk çocuklarının okuduğu okullara, Türkçe ve Bulgaristan Türklerinin gerçek tarihi, geleneklerimiz ve Türk-İslam ahlakımız derslerine, anadilimizde TV ve radyo yayınlarına, gazete ve dergilere, uzman yetiştirme çabalarımıza destek sağlaması kurallara bağlanarak yasallaştırılabilir. Bulgaristan Türk öğrenciler yaz tatilini Türkiye’de eğitim kamplarda geçirmeli, dilimizi, gelenek ve ahlakımızı öğrenmelidirler. Bu kamplar Türk Dünyası çocuklarının kaynaşma alanı, etkileşim dünyası da olabilir.

Konuyu biraz değiştirelim
Değerli dava arkadaşlarım.
Geçen hafta “Rasiya – 1”  televizyonunda bir açık oturum izledim.
Özbek asıllı, 45-50 yaşlarında, Rusya Federasyon’u Halk Meclisi “Duma” ikinci katında yani Senato’da Eğitim ve Öğretim Komisyonunda görevli, aklımda kaldığı kadarıyla Musa Raşıd isminde bir seçkin konuştu. Tartışma konusu, Sovyetler Birliği’nden ayrılan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini Rusya Federasyonu ve Rus halkına bağlayan yeni bir ruh hali oluşturmaktı.

Özbek Senatör, son yıllarını bu davaya adadığını anlatırken, meslekten bir matematikçi olarak Orta Asya Cumhuriyetlerinden bakanların, vakıf yetkililerinin, stk başkanlarının, okul ve enstitü müdürlerinin kendisiyle görüşmeye geldiklerini anlatarak konuyu açtı. Latin Alfabeleriyle henüz olgunlaşmamış milli yazı ve konuşma dillerinde, hele elektronik çağda matematik öğretiminin çok zorlaştığını, tıkanıp kaldıklarını ve kendisinden yardım istediklerini paylaştı. İyi bir matematikçi sıfatıyla, birinci sınıftan lise sona kadar Özbekçe ve Rusça açıklamalı MATEMATİK DERS KİTAPLARI, ödevler ve alıştırma kitapları yazmasına büyük ricada bulunmuşlar. O da 2 senedir bütün serbes vaktini bu işe ayırmış ve kitapları yazmış.

Kardeşlerim insana yol veren İHTİYAÇ VE ZORDUR.  Örnek ortada…
TV-tartışmasında, kitapların yazıldığı, basıldığı anlaşıldı. Şimdi aynı istekte bulunan Tacikistan’dan 200;  Özbekistan’da da 500 öğretmene özel matematik eğitimi verildiği de ortaya çıktı. Bunun Türkçesi RÜZGÂR DÖNDÜ’ DÜR? Neden döndü acaba? Çünkü biz yerli aydınlar ve Türkiye Cumhuriyeti bir öncü devlet olarak işini görememiştir. Yani kuşaklar değişiyor, bayraklar değişiyor ama millet kızıl elmayı aramaya devam ediyor.

Örnek ibret vericidir. Düşündürücüdür. Bazen bu (yardıma muhtaç) ülkelerdeki liderlerin, kamuoyu zekâsının bizden ileri olduğunu düşünüyorum. NATO-FETO okul ve öğretmenlerini ilk kovan Özbekler, Ardından Azerbaycanlılar, etkinliklerini kısıtlayanla Ruslar olmuştu.

Biz Bulgaristan Türkleri de 15 Temmuzda FETO yılanından büyük bir yara aldık. Ama mesele yalnız 15 Temmuzla bitmiyor. Yara kanamaya devam ediyor. Ne yazık ki, yeni kuşak Türk aydınımız yok gibi.

İmam Hatip lise ve Üniversitesinde okuyanlar, eskiden Bulgar devletinin memuruydular. Bulgar devleti imam ve müftülere maaş veriyor iplerini çekiyordu.

Bu sene, Bulgaristan hükumeti, Bulgaristan Diyaneti ve Baş Müftülüğe yeniden bol keseden para vermeyi meclise onaylattı. Hemen ardından Savcılar imamları çağırdı ve “dediğimizi yapacaksınız” demişlerdir diye de düşünmeden edemiyorum.

İmamlarımız orta maaşlı devlet memuru oldu. Yaptıkları tek iş, 3-5 kişiye namaz kıldırmak, cenaze kaldırmak ve musalla taşına yatırılanın yakınlarından üç beş kuruş yararlanmak. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti diyanet yetkililerinin oraya işe gönderdiği yetkililerin gözü önündeki devam eden gelişmelerdir. Tabi ki bunların raporlarını üst makamlara yaptıklarını düşünmek istiyorum.

Evet, Türkler cahil kalmış maaşlı din adamlarının pek umurunda değil.
Hiçbir imam Ahlak kursu, gelenek kursu, Türkçe kursu açmıyor. Başmüftü Dr. Mustafa Aliş “Din ana dilinden, Türkçeden, öncedir” demekten dahi çekinmiyor ve bunu duyan yetkili olduğuna da pek inanmıyorum.
FETO okulu Sofya’da hala açıktır. FETO gazetesi “Zaman” 2016’da isim değiştirdi, “Haftaya Bakış” adıyla çıkmaya devam ediyor.

Bu örnekler çoktur daha da önemlisi şudur;
Koskocaman Türkiye Cumhuriyeti’mizin bu geçen 30 yılda Bulgaristan’da Türk ahaliye, kamuoyuna öncülük yapacak 40-50 kişilik bir ekip eğitememiş olması çok üzücüdür.
Burada demek istediğim biz hep problemsiz yaşamak, angaje olmadan maaş alıp geçinmek, kör testere ile ağaç kesmeye devam ediyoruz.

Sayın dostların, ömrümde hazırladığım en zor konuşma buydu.
İnsan kendini över. Ben ise eleştirdim. Gerçeğin yapıcı eleştiriden beslendiğine inanıyorum. Bunları Bulgaristan’ı iyi bilesiniz diye anlattım.

Özbek senatör örneğiyle, Türk Dünyamızda Türklüğümüz yeniden sökülmüş, ipin ucunu yine Ruslar çekiyor demek istedim. Buna dikkat edelim…

Din konusunda örneğinde halkımın uyanmasına en fazla engel olanların buralardan gelebileceğini anlatmaya çalıştım.
Sonunda da Tüm olumsuzlukların sivrisinek gibi başımızda dolandığını ve henüz doğru dürüst iş yapmamıza ve yol almamıza engel olduğunu anlatmaya çalıştım.

Yapılacak çok işler var ama yolun üstünde de çok eski taşlar var.
Anlattıklarım, Memleketimdeki sorunlardan küçük bir parçadır.
Tekrar bizi burada buluşturan YAFEM yöneticilerini kutluyor ve toplantımızın başarılı geçmesini diliyorum.
Saygılarımla,
Teşekkür ederim.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, Rafet Ulutürk dahil, ayakta duran insanlar ve takım elbise

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, Rafet Ulutürk ve Ahmet Selim Arslan dahil, iç mekanİlhami BAŞKANI Makamında Ziyaret

Görüntünün olası içeriği: 13 kişi, M Kemal Sallı ve Rafet Ulutürk dahil, gülümseyen insanlar, oturan insanlar ve masa

Reklamlar