Dönek 6  bölüm

Tarih: 30 Mart 2018

Yazan: Mehmet Çakır

Konu:   İnsanları kışkırtmak ve yalan söylemek de dönekliktir.

Döneklikte kendisini aldatan başkasını aldatamaz.

Dönekliğin çok önemli özelliklerinden biri yalan söyleyerek insanları kazanıp kışkırtmaktır.

30 Mart 2018 sabahı “Fakti.bg” ekranında haber dinliyordum, birden bire ekranda DPS–HÖH partisi eski ileri gelenlerinden Osman Oktay belirdi. 2001’e kadar parti başkan yardımcılığı görevinde bulundu. O zamanlar hapse girmemiş, dayak yememiş, yüksek tahsili de olmayan bir köy sağlıkçısından nasıl olur da yeni kurulan, halımızın kanla karışık gözyaşlarından süzülen birinin durmada zorlanan politik dava partisinin Genel Sekreterliğine, Örgüt İşleri Sekreterliğine ve Genel Başkan yardımcılığına yükseldiğini hepimiz şaşırmıştık. Bulgaristan’da kendisi parti kurdu arkadaşlarından gelen olmadı, kendisinden başka birini o partide gören de olmadı, o kadar değerli ki, yanına bir kişi bile alamadı.

1990’da sonra Ahmet Doğan’ın  Bulgaristan Türklerinin kimsizleştirme, cahil bırakma, bezdirerek yoksulluğa alıştırma tarlasını sürerken  “karpuz hıyara dönen” ve son yıllarda dünyayı gözlerini kapayarak yorumlamaya başlayan Osman Oktay’ın nasıl tohumlar serpmek istediğini sizin de öğrenmenizi isterim. Çünkü dönek ve hain vardır, bir noktada işin nereye gittiğini anlar, içine kapanır ve durduğu yerde kalır. Oktay onlardan değil, sepetine doldurulan tohumları serpmeye devam ediyor. Tabi önemli olan onun önlüğüne bu tohumları dolduran kimdir? Sepetine, önlüğüne, eleğine doldurulan tohumlar diyorum, çünkü bu tohumların hepsi zehirli ve HÖH partisi dışına atılmış olsa da o, akla karayı birbirinde ayıramaz duruma gelmiş olmasına rağmen, TV ekranlarına çıkmazdan önce kendisine yazılı şekilde verilen ve ezberlediği saçmalıkları, gözlerini yumarak anlatıyor. Sanki fal açıyor. Sanki kahinlik yapıyor. El açmalar, el toplamalar, parmak kırmalar… Bulgaristan’da TV’ler de hazırolda onu bekliyorlar, çünkü konuştukları çok değerli …

30 Mart sabahı ne dedi bir bakalım:

Gözlerini yumdu, kendine gizemli bir hava verdi ve şunları söyledi;

Türkiye çok büyük bir çelişki içindedir. Yakında Türkiye’de Kürtler ile Türkler arasında büyük bir iç savaş başlayacak. Kıyasıya savaşacaklar. Çok kan dökülecek.”

Bu adam kapalı gözlerle Baba Vanganın yerini almış kahinlik yapmaya çalışırken  gerçekten bir girdaba düşmüş. Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Zeytin Dalı” zaferinden sanki kendisi ağır bir yara almış, PKK katillerine yakınlık duyduğu sözlerinden beli oluyor,  yüz binlerce insan öldüren asileri sempatiyle anlatıyor, sıradan dinleyicilerin kafasını iyice karıştırmak için Türkiye gazetelerini izlediğini, Başbakan Boyko Borisov’la sık sık görüştüğünü, Türkiye’de kamuoyunu belirleyen siyasetçilerle sık sık görüşmelerde bulunduğunu tekrarlayarak, “bana inanın” demeye çalışıyordu. Osman Oktay’ın ”aklını peynir ekmekle yediği”  gün gibi ortadadır. Ne de olsa kime hizmet ettiğini öğrenmeyi siz de istersiniz. Sayın okuyucularım. Beyazı en beyaz, ak pak, parlak beyaz yapmak zordur, ama karayı daha da karalayıp zifiri kara yapmak kolaydır. Bu işi öğrenmek için üniversiteye gitmek gerekmez. Ne yazık ki Osman Oktay fırça elinde gerçekleri boyuyor ve Güneşin balçıkla sıvanmadığını sıvanamıyacağını bilmiyor. Türk düşmanlığı gözünü karartmış… Ataka Lideri Volen Siderov’u bile sollamış…

Geçmişimizi bilmeyen geleceğini öngöremez, uşak olduğu ortadadır, bunu da çok iyi yapıyor.

Baba Vanga” adıyla bilinen ve garipten haberler verişiyle ünlenen Bulgar kaini Vanga nine rahmetli olalıdan bu yana, Bulgar makamları halkın kendisine inanacak KİŞİ ve KİŞİLER bulma ya da yaratma derdindedir.

Osman Oktayla bu iş daha 1990’ların başında başladı. Gazeteciler ona soracakları soruları getiriyor, o da güzel alıntılarla, yasalardan maddelerle cevap verebilmek için yanıtları ezberliyordu. Verdiği cevapların anlamına inemese de, kitaba uygun konuştuğu için, sıradan insanlar etkileniyordu.

Bu yönde çalışmalar Ahmet Doğanla da yapılmıştı.

Önce onun öz ismi değiştirilirken, “Medi” dendi. Bu da “medyum” sözünden gelir ve Bulgarcada ki anlamı, ruh ötesi deneylerinde, ruhlarla insanlar arasında aracılık ettiğini öne süren kimsedir. Ellerinde olsa Ahmet Doğan’ı ilahlaştırmaya hazırdılar. Ahmet İsmailov’a “Doğan” soy adı verilmesi de Bulgar istihbaratı Birinci şubesinin işidir. Çünkü Ahmet, Ahmet doğmuştur ama soy adı İsmail’dir, ötesi halkı etkilemek için icat edilmiştir. Çünkü A. Doğan Türk kimlikli bir kişi değildir. Bunun en büyük kanıtı da, dili ve dininden başka, 8 Türk kızınla evlenip hiç birisiyle yaşayamaması, ortak dil bulamaması, bizim ahlakımızdan çık farklı bir yaşam tarzı ve namusluluk sergilemesi, kadını insan yerine koymamasıdır. Aysel gelini, bir kış gecesi ç…l ç..lak “saray” kotrasından karlı kışlı köyünün avlusuna babasının evine atması, fırtınadan korunmak için çamların altında kuytu arayan gelinin bir battaniyeye sarılarak kendi koruma ve şoförler tarafından baba evine götürülmesidir. Dinimizde, Müslümanlığımızdan, Türklüğümüzden,  namus ve şerefimizde olmayan, bu insanlık tarihinde görülmemiş bir olaydır bu, ahlak ve namusumuza ihanet eden şerefsiz, dönektir ve bizden değildir. Bu bakıma, Ahmet’ten “medyum” – Fransızca bir kavramdır, yaratmak isteyenlerin baltası taşa vurmuş ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili siyasetten yüzlerine sözüm yabana “b.k” sıçramıştır.

Osman Oktay dönekliğinin tehlikeli çizgileri var.

Köydeki yaşlı babasından, eşinden, Türkiye Cumhuriyetine okumaya gönderdiği çocuklarından kopan ve  2001’de halkımızın hak ve özgürlük davasından da vazgeçen O. Oktay’ın Türkçe mucize, keramet, garibe ve harika gibi sözlerin anlamını bilmese de, Bulgaristan siyasetinin iplerini çekenlerin uşağı gibi bir şey oldu.

Önce içi tamamen boş olan beynine birkaç şırınga yapıldı. Meslekten iğneci olduğuna beyin boşluklarının Türk düşmanlığı, Türkiyeyi sürekli kötüleme, her yorumda Bulgar milliyetçiliğinden yana yer alma ve halkın gözüne gül suyu serpme mikropları yerleştirilmesine “hayır” demedi. Kuranı açmamış, Anayasayı okumamış, yasaları mertek sanan bu pansumancı, Bulgaristan’ı Türkiye’den daha huzurlu ve güvenli bir ülke olarak göstere bilmek için, insanlarımızı ”Türkiye’de çok kan dökülecek, huzur kaçacak” gibi baskı iğneleri yapıp önleyici terör ve zulüm vuruşları için temel hazırlıyor. Bu, dönekliğin çok ilerisinde olan bir olay ve düşmanın saldırgan planlarına uşaklık etmektir, affı yoktur. Artık Türkiye’ye karşı konuşanlar dikkat etme zamanı gelmiştir, bu günden itibaren artık bunu yapan herkese bir fatura kesilecektir, bu güne kadar bu yapılmadığı için Türkiye unutuldu bir İngiltere 100 yıl sonra bile hesap keserse bizlerde 200 yıllık hesapları kesmeye başlıyor herkese hak ettiği kadar değer hak ettiği kadar saygı vsy.

Osman Oktay ruhunu satmış biridir

Bulgar TV programlarına çıkan Türklere sorulan nöbetçi sorular var.

Birincisi: “Osmanlı Bulgarlara soy kırım uygulamış mıdır?”

İkincisi: “Osmanlı 1915’te Ermeni soy kırımı yapmış mıdır?” “Evet” dersen onlardansın, susarsan, yanıtı başka tarafa çekersen ya da “hayır yapmamıştır” dersen kapın kapanır.

Totaliter diktatörlük yıllarında askerdeyken bu soru Türk askerlere şu şekilde soruluyordu:

“Türkiye ile Bulgaristan arasında bir savaş çıkarsa, ya da Varşova Pakti ile NATO arasında bir çatışma başlarsa, hangi tarafta yer alırsın?”  Başlamamış bir savaşta mevzi belirlemek zor, ve ya “cevap veremem” dersen klasmandan düşersin. Birinci dünya savaşında 9 binden fazla Türk asker Bulgar ordusu saflarında telef oldu, bir anıt bile dikmediniz,” demen ise, yandın demektir.

Bu sorular, TV ekranında açık yüreklilikle sorulmuyor Osman Oktay’a Anlaşılan o bu sınavı vermiş. Dönekliği kabul etmiş. Hainlik deresini de geçmiş ve şimdi gözlerini yumup saldırıyor, kışkırtıyor, karalıyor, kahinlik yapıyor.

Türkiye’nin düşmanları bizim de düşmanlarımızdır.

Garipten haber veren Osman Oktay artık kendini inandırmış ve konularını genişletmiştir. Bir şırıngacı ve pansumancının (Felşer) dünya stratejik siyasetini yorumlamaları ilginçtir. Varna AV-Türkiye zirvesini ele alan Oktay “bir şey olmadı” diyor ve Yunanistan’ın kışkırtmalarına karşı Türk F-16’larından bir filonun Atina semalarında belirmesine “saldırganlık” diyor. Dünya Liderimiz Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN’A dil uzatırken, “diktatör” sıfatını kullanıyor, Afrin “Zeytin Dalı” harekatına işgal diyor ve Kürt asi çetelerinden yana çıkıyor, Doğu Akdeniz’de doğal gaz kaynakları araştırma işinde Güney Kıbrıs’ı haklı görüyor vb. 16 Temmuzda onun diktatör dediği BİZİM DÜNYA LİDERİMİZİN BİR SÖZÜ ÜZERİNE TÜRKİYE AYAĞI KALKTI VE CANINI ORTAYA KOYDU. Dünyada bir başka lider var mı halkı ölüme hazır olsun. Daha ne olsun…

Türkiye’yi karalarken, kötü ve olumsuz olayları abartıp siyah ve korku saçan bir tablo yaratıyor. PKK paçavrasına  “barış bayrağı” diyecek kadar da ileri gidiyor.

Kürt ihanet hareketinin başı olan Demirtaş’a ve FETO’culuktan, halkın hukuk devletine ve demokratik düzene kıyanlara “adalet savaşçıları deyecek kadar”  da ileri gidiyor. Savunduğu kişilerin hepsi Türkiye devletini devirmeye yeminli terör çeteleri mensuplarıdır. Osman Oktay adalet ve adaletsizliğin doğru çizgisini çizebilecek bir siyaset adamı değildir. Bulgaristan Türklerinin çöpe attığı bir politika süprüntüsü olup çöplük karıştırmakla geçiniyor. Çöplük derken eski komunist sofrasından ne verirlerse yetiniyor.

Kendini yerden yere atmalar O. Oktay’ın dönekliğini aklamaz.

TV konuşmalarında Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından biri olarak tanıtan Oktay yalan söylüyor. Bir defa 04 Ocak 1990’da Ahmet Doğan Varna’da Hamdi Vahid’in dairesinde, Kasim Dal’ın açıkladığına göre, 12-si gizli polis (DC) ajanıyla parti kuran, toplam 33 kişinin arasında değildi. O kış günü köylerde yaşlılara öksürüp hapı dağıtıyordu.

Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından olmadığını, totalitarizm döneminde Deliorman köylülerinin devrimci nabzını düşürmeye çalıştığını gizliyor. O dönem hala köy sağlıkçısı olarak çalışırken, soyundan hapsi giren, dayaktan ölen kimse yokken harekete HÖH’e neden katıldığını hala anlatamıyor. Şu soru herkesin kafasında iğne gibi batıyor. Nasıl olur da 1990’ın 6. ayında henüz Sofya sokaklarının adlarını bilmeyen Osman Oktay’ı Altıncı, Birinci ve İkinci Şube generalleri Ahmet Doğanla birlikte kabul eder ve beraberce hatıra resmi çektirirler?  Bu fotoğraf bugün bir Profesör olan ve “Kütüphaneciler” Yüksek Okulunda ders veren Dimitır İvanov’un “Altıncı Şube” adlı kitabının son sayfasında yayınlandığı dikkati çekiyor. Şu da var, 1990’da Büyük Halk Meclisi’ne giren Türk Milletvekillerin altısı Altıncı Şube ajanıdır.

Osman Oktay 2016’da çıkan  “DPS Gerçekleri” kitabında  Bulgaristan Türklerinin bir etnik, kültürel ve dini azınlık olduğunu ve hak ve özgürlük davasının kutsal olduğunu yazsa da, 2018 yılı TV konuşmalarında, “Türk”, “Türklerin kültürel otonomi hakları”, “Türk çocuklarının ana okullarda  Türk eğitimi alması gereğinden” söz etmiyor. Türklerin bir radyo yayını, hiç olmazsa 5-6 saatlik bir anadillerinde ve halk kültürlerine dayanan bir TV programı, bir dergi ve Türkçe kitap basma haklarının meşrulaştırılmasına da değinmiyor.

2003 yılında “Demokratik Kanat” hareketini tescil ettirip, DPS hareketini parçalayarak, politik özünü mezara göme planları yapan ama başarılı olamayan Oktay,  Hak ve Özgürlük Hareketinin Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) arasında, denge sağlayıcı işlevini de doğru dürüst algılayamamıştır.

Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük “kültürel otonomi”, ekonomi, sosyal hayat, kültür ve sanat, din ve eğitim dallarında başına buyruk bir atılım yüklemeden bir Türk partisi kurmanın imkansız ve yüzde yüz hayal olduğunu da kavrayamamıştır.  Bulgaristan Türklerinin yalnız bireysel haklarını değil, kolektif haklarını da mutlaka savunmayan bir siyasi mayalanmanın tutmayacağı her zaman gün gibi meydanda olmuştur.

Şu da var. Osman Oktay HÖH’te ve daha sonraki siyasi liderlik hevesli çalışmalarında ve son dönem TV ve siyasi yazarlık uğraşılarında, Bulgar ulusal yapısının azınlıklar konusundaki ikiyüzlülüğünü açmak için çaba göstermemiştir. Onun yönetimlerde bulunduğu, millet meclisinde olduğu yıllarda imzalanan Kopenhag ve Viyana İnsan Hakları ve Çerçeve sözleşmelerinin hiç biri “kısıtlamasız ve şartsız, azınlıkların hakları konusundaki özü” yok edilmeden onaylanmamıştır. O, konuşmalarında ve yazılarından baştan sona yalan – sahte “Geçiş Dönemi”ne de değinmiyor. Bulgaristan tarım, ağır ve hafif sanayinin talan edilmesi, sosyal, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü, halkımızın Avrupa’nın en sefil, yoksul ve gırtlağı sıkılmış kitlesi olması gibi konuları da ele atmıyor.

Hele Hak ve Özgürlük uğurunda ve davasındaki şehitlerimiz, suçluların bulunması ve kendilerinden hesap sorulması, katillerin cezalandırılması gibi konularda balık gibi susuyor. Bu konuda ağzını bıçak açmıyor. Neden?

Totaliter diktatörlük döneminde Deliorman’a, onun köyüne sürülenleri, gizli direniş biçimlerini, halk ayaklanmasını anlat(a)madı. 1949’da açılan “Belene” ölüm kampından, Deliorman da dahil memleketin dört yanında kurulan 50 toplama kampından, öldürülen, sakat kalan ve kayıplara karışanlardan da hiçbir TV konuşmasında ve yazısında söz etmedi.

Kitabında da, olayların özüne inmiyor, aklını başkasına kira etmiş gibi yazıyor.

Sanki köşe dönme peşinde…  Sosyal memnuniyetsizlik ve kitlesel şikayet, gösteri, miting, yürüyüş gibi eylemlerin derin çelişkilerini analiz etmiyor. Her oylamadan önce meclis içinde dağıtılan paralardan payına düşen kısmını da gizli tutuyor. Bulgaristan Türklerinin Bulgar devletinin kurulma, kalkınma ve dünyaca tanınan bir ülke olmasında nüfusunun yarısını oluşturan azınlıkların oynadığı role, gurbetteki işçilerimizin durumuna, Avrupa’da Bulgaristan pasaportluların ikiye ayrıldığına, bir kısmının insan yerine konmadığına ve ikinci el göçmen muamelesi gördüklerine işaret etmiyor, yöneticileri uyarmıyor. Bulgaristan’da bir çok Türk’ün Bulgar isimleri ile devam ettiği umrunda bile değil.

Oktay, büyük siyasi olaylar yorumculuğuna sıvanıyor. Kendi halkını ise hiç tanımıyor.

Bulgaristan’ın Avrupa Konseyi dönem toplantısına değinirken de, ülkemizin Avrupa Birliğine üye olunca egemenliğini yitirdiğini, tüm kararların Brüksel’de alındığını, onlara her şeyin NATO ve Birleşik Amerika tarafından dikte edildiğini, fakiriz çünkü hiç bir şey üretmiyoruz diyemeyen Osman Oktay, son konuşmasında Rusya’nın Batı Avrupa ülkelerine “kimyasal silah sızdırdığını” iddia ederken,  uluslararası diplomatik bunalım, Batı dünyasının ve özellikle de İngiltere’nin AB ülkelerine baskıları konularında saçma sapan yorumlamalarda bulunuyor. Halbuki Türkiye Başkanına kulak verseydi, Dünyanın 5-ten büyük olduğunu söyleyebilirdi.  “Dünyanın büyük savaş eşiğinde olduğu” gibi iddialarda bulundu. ABD’nin Türkiye ile savaş meydanında yüzleşmek istemediğinden, Suriye’den ve Yakın Doğu’dan çekilmeyi seçmesini de sanki hüzünle karşılamış gibi anlattı.

Evet sayın Oktay bağılı olduğun Totaliter zihniyet istese de istemese de ERDOĞAN’LA-TÜRKİYE BÜYÜK BİR DEVLET OLDUĞUNU KANITLAMIŞ VE BUNU ARTIK DÜNYA TANIMAKTADIR. Sizler ve eski totaliter zihniyet hariç tabi ki.

Bu saptamalardan sonra biz Osman Oktay hakkında, ilk özünden kaymış ve başka bir kimlik kazanmış (deviat) kavramını kullanabiliriz. Riyakarlık ve ikiyüzlülük değimlerinin bir türü olan bu terime eski literatürde gerçekten ahlaksız  (farisey) şeklinde de rastlıyoruz. Kişilik olarak bu tipler ilk dönemlerde ilerici niteliklerle öne çıksalar da (Osman Oktay’da bu 1990 -2001 yıllarını kapsar), daha sonra milliyetçilik esaslarına göre tezler savunurlar. Onun savunduğu Bulgar milliyetçiliği ve Bulgar milli çıkarları olduğundan dolayı yerli Türkler tarafından benimsenmiyor.  Oktay aşırı milliyetçilerin Türk düşmanlığı ağzıyla konuşuyor, hatta dünkü programında rekor kırarak onları bile geçti. DÜNYA LİDERİ Sayın Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN’nın Varna zirvesinde verdiği sözleri tutmadığını iddia ediyor. Suriye “Zeytin Dalı” anti-terör operasyonlarını tasvip etmiyor. Yunanistan’ın FETO-, Kıbrıs çevresinde sorun ardından sorun yaratmasına adaletli değinmek istemiyor.

Oktay, kendi inançlarına ve vicdan ilkelerine dayanarak değil, günümüz güçlülerinin güvenini kazanıp bazı öncelikler elde etmek amacıyla, politik, ekonomik ve manevi erk ellerinde toplanmış olan başkalarına borazanlık yapıyor. Suratındaki krem ve saçındaki cilanın ardında ikiyüzlülük hatta üçyüzlülük gizleniyor.

Osman Oktay kendini “disident” çıkaramadı.

Son 50 yılda Bulgarcada “disident” sözü, özellikle Bulgarların kendi aralarında çok yaygınlaştı. Sosyalizm yıllarında “Faşizme ve kapitalizme karşı savaşçılar” kadar oldular. Orta çağda “dinden dönen” anlamına gelen bu kavram, son dönemde farklı inancı olan kişi ya da inançlarından dolayı devletle çelişkiye düşen, şiddet gören veya dış ülkeye kaçan kişi anlamında kullanılıyor..

Örneğin, T. Jivkov diktatörlüğünün son döneminde Fransa’da kalan ve 2016’da DOST partisi kurucularından biri olan Petır Boyaciev fikirlerinden ötürü devletle çelişkiye düşmüş bir “disident’tir.” Bu kişiler iktidardakilerin siyaset ve ideolojisine karşı mücadele verirken, uzanabildikleri her şeyi kendi hanelerine yazmaya çalışır. Bugün de davranışları değişmemiştir.

Örneğin, 1989 Mayıs Ayaklanmamızın Fransa’dan örgütlendiği iddialarına kadar uzayan bir serüven yaşadık. Bulgaristan Türklerinin öz davasıdır Mayıs Ayaklanmalarımız, tabi bunu sen bilemezsin. Kendimiz örgütledik, kendimiz yönettik, kendimiz yönlendirdik, şehitler bizimdir. Tutuklanıp dayak yiyen biziz, ne var ki, DOST partisi saflarında rahat eylem fırsatı bulan Petır Boyaciev, isyanımızı Bulgarlara ve başkalarına mal etmeye çalıştı. Tartışmalar uzun zaman devam etti. Bunu Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizin haber ajansında www.bghaber.org gerçeklerin çiğnenmesine engel oldu. Yani Bulgaristan’da herkesin sözüne söz söyleyebilen bir merkez oluştu bundan hepiniz rahatsız olduğunuzu biliyoruz, gençlerimiz geliyor sizin yaşlılığınız zor geçecek gibi…

2016 ve 2017 yıllarında P. Boyaciev’le  devrimci vicdan ciddi mücadele etmek zorunda kaldık. Bir “disident”in hırslı tavrı kolayca kayıp iktidar tavrıyla buluşabilir, bu kaymadan kaybeden her zaman ayaklanan kitle olur. Çünkü Bulgaristan Türklerinin psikolojik kaynaşma ve kendiliğinden hareketlenme özellikleri ülkemizdeki diğer azınlıklarda yoktur.

Bulgar görüş sahiplerinin Türklerin sırlarını çözemediği artık herkes tarafından biliniyor. Osman Oktay gibi Mayıs Ayaklanmasından ve Bulgaristan Türk iradesinin siyasi mayalanmasından sonra ortaya çıkan ve doğrudan yönetimde yer alan kişiler için de Bulgaristan Türkleri hala bir muammadır. Disident dediklerimiz, iktidar veya devletle fikirsel çelişkiye düşmezden önce, yönetim sofrasında bulunmuşlar, sokak ölçüp çalışmadan yaşamayı, bolluk içinde yüzmeyi tatmışlar ve iktidarın hakkaniyetli ve dürüst olduğuna sözde inandıklarını da gizlememişlerdir.

Örnek olarak, önce parti ve devlet başkanı T. Jivkov’un kızı, Kültür Bakanı Lüdmila Jivkova’ya aşık olan fakat sonra İngiltere’ye iltica eden yazar Georgi Markov’u gösterebiliriz. Markov orada “DS” tarafından bir çadırdan sıkılan zehirli bir saçmayla öldürülmüştür. Bulgar disidentlerinin başı olarak bilinir.

Günümüzde de böyle bir olay yaşıyoruz.

İngiltere’de “kimyasal gazla öldürüldüğü iddia elden Rus casusu Skripal” olayı bu türdendir. Bu süreç Rusya’nın Kırım Yarımadasını istila etmesinden sonra başlamıştır. Kovulacak “diplomat” yok diyen Bulgaristan tavrı ise ilginçtir. NATO ve AB yönetiminde Rusya’ya karşı alınan kararları onaylayan, ama somut olarak bir şey yapmayan Bulgaristan, uluslar arası karar ve sözleşmeleri imzalayan, ama uygulamayan bir ülke olarak başı çekiyor. Bu olay sadece bu ajanların öldürülmesi değil bunun arkasında daha büyük bir iş var buna senin aklın ermez.

Osman Oktay bu tavrı “Bulgar milli çıkarları kılıfına sıkıştırarak” haklı çıkarıyor. Oysa aynı taktikle hareket eden Bulgaristan 1919’dan başlayarak ve hale Başbakan Al. Stanboliyski’nin öldürülmesinden sonra (1923) azınlıklarla ilgili hiçbir antlaşmayı fiilen uygulamamış, “çok kültürlülüğü”, “çok din ve dilli” olmayı kabul etmediği gibi, etniklerin kendi kimlikleriyle yaşamalarına da olanak tanımadı ve tanımıyor.

Bu gün Türkiye’deki soydaşların seçme ve seçilme hakkının yüzde yüz uygulanması da gündeme getirmiyor. İstanbul’da BULTÜRK Derneği 6 ay önce sunulan dış ülkelerdeki vatandaşların posta ile seçime katılması önerisine de Bulgarlardan destek gelmiyor. Sivil toplumda hukuk üstünlüğü, vatandaşların her konuda eşitliği, siyasi örgütlenme hakkından yararlanma gibi haklarına kısıtlama ve engel getirilmemesi de yuvarlak masaya yatırılmıyor. En acı olan ise, Müslümanlarımızı temsil ederek konuşan Oktay ise dünyayı ve tüm gerçekleri görmemek için gözlerini yumuyor ve  ezberledikleri harman edip savuruyor. Bu gün Bulgaristan’da ana okullarda Müslüman çocuklarımıza domuz eti veriliyor, okullarda Türkçe yok, Türkçe gazete, dergi, radyo, TV’ler yok bu konuda sesi çıkmıyor çünkü Türklerin-Müslümanların sözcüsü değil, Totaliter sistemin yöneticilerine uşaklığını yapmaya devam ediyor.

Bulgaristan’da 1989 yılından önce çifte standart bir yaşam vardı.

Partinin kanadı altında iyi yaşayanlar şikâyet etmiyordu.  Yoğun yalan propaganda halkın gözlerini kör etmiş kulaklarını tıkamıştı. “Geçiş Döneminde” gece gündüz uyumadılar ve kendilerini “totaliter düzene karşı savaşçı” çıkarmaya çalıştılar. Yazdıklarımdan anlaşıldığı üzere, generallerin, “DS”nin omuzuna basarak yükselen ve şimdi uşaklık eden dönek kişilerden biri de Osman Oktay’dır. Biz kendisine kaypak, dönek, zavallı derken, Ahmet Doğan’la aralarında geçen olayları kıstan olarak almıyoruz. Bu kavgalar bazı sebeplerin neticesidir.

Bu köy sağlıkçısı iğne yapmakla geçinirken anlaşılan “ajanlık” yapmış ve oldukça başarılı olmuş ki, 1990 yılının ortasında Generaller tarafından A.Doğan’la birlikte görüşmeye davet edilmiş, ortak fotoğraf çektirmişler ve bir kitabın arka sayfasına girebilmiştir. Bulgaristan vatandaşlarına, “dikkat edin” bu adam bizim adam denmiştir. Daha o zaman bu olay “anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” şeklinde algılanmıştır. Çünkü bizim halkımız onları çok iyi tanırdı.

Osman Oktay’ın,  gözlerini kapayarak, ezberlediği yalan ve uydurma metinleri anlatırken hiç düşünmemesi ve hatta “ya bu anlattıkların hakikatten böylemidir diye kendi kendine sormaması”  dikkat çekiyor. Bu bir tepegözlüktür. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun ismini biliyor amma Türkiye tarihinde iç savaş olmadığını beyefendi bilmiyor. Zaten Türkiye dışından Atatürkün ismini bilen Türkiye’ye karşı konuşma hakkı kazanıyor sanki, onun ismini bile ATATÜRKÜN EVİNİ ZİYARET EDEN İLK TÜRKİYE BAŞBAKANIN da ERDOĞAN olduğunu bilmesi gerekir. ATATÜRKÜN EVİNE GİT BİR BAK NE HALE GETİRDİ, BUNU ERDOĞAN YAPTI. ERDOĞAN’nın gittiği yol medeniyetlerin üzerine çıkmak. Ayrıca Türkiye’de  Türklerle Kürtler aynı ülkenin vatandaşı ve kardeştirler, sen bunu anlayamazsın zorlanma.

Bizim Atasözümüz size bir cevap olsun, “Yalancının mumu ancak yassıya kadar yanar”…

Biz okurlarımıza Oktay’ın anlattıklarına inanmamalarını, bir kulağımdan girdi bir kulağımdan çıktı, benim derdime iğneci derman olamaz, ben doktora gideceğim, deyip gerçekleri ve daha fazlasını öğrenmek için Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin www.bghaber.org yayınlarından bilgilenmenizi arzu ederiz.

Devam edecek.

Dostlarınızı da bilgilendiriniz. Lütfen paylaşınız.

Reklamlar