Tarih: 15 Nisan 2019
Çeviri:BGSAM
Kaynak.”Fakti.bg”
Yazan: Antropolog Haralan Aleksandrov
Konu: “Türk köleliği” bir mecazdır, tarihsel gerçek başkadır.

Kültür antropoloğu Haralan Aleksandrov “Türk köleliği” mecazı (metafor) bugüne bugün Rusya’nın imparatorluk çıkarlarına hizmet ediyor,” diyor.

Pek çok Bulgar için bu mit (efsane) tarihsel gerçekten daha önemlidir.

Yunan ve Sırplardan farklı olarak, pek çok Bulgar, Osmanlı imparatorluğunda atalarının “Türk köleliğinde yaşadığını” neden iddia ediyorlar?

Haralan Aleksandrov: Bulgarların kitle bilincinde Türk köleliği bir kutsal inektir. Karlovo, Kalofer, Koprifştitsa gibi bazı Balkan Arası Bulgar şehirlerinin Belediye Başkanlarının, “Türk köleliği” yeni yazılan Bulgar tarihi kitaplarından çıkarılacağına ilişkin yayılan sahte haberlere nasıl tepki gösterdiklerini anımsıyorum. Bakanlar Kuru önünde protesto gösterisi düzenlemişlerdi. Kendilerinden, bu metafor sizin için neden bu kadar büyük önem taşıyor,  öğrenmek istedim. Aldığım yanıt şu oldu: “Türk köleliği olmazsa, bizim için her bir şey anlam yitirir!” “Türk köleliği” yalanının tarihsel gerçekten çok daha değerli olduğu ortaya çıktı, çünkü Diriliş Devrinde Bulgar milli kimliğinin temeli olarak oluşmuş ve günümüze kadar ve eğitim, öğretim, medya, sinema sanatı, yerel gelenekler, politik anma törenleri vb. gibi kurumlaştırılmış kültürel pratikler aracılığıyla yaşatılıyor. “Türk köleliği” sevdalılarının öfkesini anlayabilmemiz için, tarihsel delillerden başka, bilimde adına “kültür belleği” dediğimizi bu olayı da dikkate almak zorundayız. “Kültür belleği” tamamen bağımsız bir olgudur, ortak geçmişe kalıcı bir bağı olup, günümüzde olup bitenin açıklanmasına hizmet eder. Kültür belleğinin bilinen araştırmacılarından biri olan Alman Yan Asman, toplumun ortak bilincinde, delil ve belgelere dayanan, tarihsel gerçekten daha büyük ağırlığı olan bir tarihsel mit olabilir. Bu öyküye itiraz etmek, herkesçe hürmet edilen şeylere hakaret ve kolektif kimliğin kutsal temellerine saldırıda bulunmak şeklinde kabul edilir. Kültür belleği miti tarihsel delillerden daha gerçek ve daha inandırıcıdır.

“Türk köleliği” efsanesi, tarihsel deliller üzerinde bir buçuk asirden uzun bir süre egemen olabilmek için enerjiyi hangi kaynaklardan alıyor?

Bu efsane, Bulgarların milli öz bilincinin oluşumunda ve bağımsızlık için seferler olmalarında çok önemli bir rol oynamış olmalıdır. “Türk köleliğine ” karşı mücadelenin başladığı o şanlı çağda Bulgarlar söz konusu olanın bir efsane (mecaz) olduğunun bilincindeydiler, çünkü Osmanlı idaresindeki yaşamdan, kölenin ve özgür insanın ne anlama geldiğini bizzat kendi deneyimlerinden biliyorlardı. Köle, bir yerden bir yere gezip dolaşma, mal mülk ve kendi başına iş görme hakkı olmayan ve ömür boyu para almadan köle sahibine (ağasına) çalışmak zorunda olan kişiydi. Osmanlı tebaasındaki Bulgarlar bu insan kategorisinde değillerdi. Ne var ki, kültür belleği için sıraladığım bu delillerin hiçbir değeri ve anlamı yoktu, çünkü “Türk köleliğinde”  talihsiz Bulgarlar  için genel geçerli bir izahat mekanizması vardı..

Özellikle XIX. Yüzyıldan sonra, Bulgar elitin ekonomi ve kültürel gelişiminde önemli katkısı olsa da, Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde geliştiğinden dolayı biz kendi tarihimizden 5 yüz yılı çok kolay bir şekilde silebiliyoruz. Bu katkı, Bulgar topraklarının aynı dönemde ekonomik olarak hızla serpilip açması Bulgar milli öz bilincinin ve milli otonomi mücadelesinin belirmesine ve yol almasına basamak olmuştur. Tarihin böyle tarafsızca okunup anlatılması düşmanca bakışlara, soyumuza ihanet gibi saldırılara neden oluyor ve tarihimizin “yeniden yazılması” sorununu gündeme getiriyor. Görüldüğü üzere, gerçek bir tarih olarak kabul edilen, gerçekten yaşanmış olan tarih değil, inanmak için seçtiğimiz trajik-kahraman hikâye oluyor, çünkü o bize anlaşılması kolay ve bize uygun geliyor.  Böylece biz, durumu beyaz ve siyah renklerle çizmek zorunda olan, milli kurtuluş mücadelesi çağının kaskatı XIX. Yüzyıl ideolojisine inanmaya devam ediyoruz. Bu nedenledir ki, birçok Bulgar’ın o çelişkili ve kayda değer çağın nüanslarını ve renk gölgelerini görüp kabul etmek istemeyişlerine küsemeyiz. Kültürel bellek her zaman taraf tutarken, tarih bilimi, tarihle ilgili yapılan propagandadan farklı olarak, her zaman tarafsız kalmaya gayret etmiştir.

Osmanlı devrinde Bulgarların eşit olmayan durumunda  “Türk köleliği” mizacın reel tarihsel kökleri yok muydu?

Müslümanlarla kıyaslandığında Bulgarların da, öteki Hıristiyanlar gibi, imparatorluğun ikinci derece tebaaları olduğuna hiçbir kuşku yoktur. Müslümanlardan oluşan orduyu ve idareyi beslemek amacıyla onlardan çalışmaları, ticaret yapmaları, zengin olmaları ve vergi ödemeleri isteniyordu.

Vergi ödemekten kurtulmak ve belirli ayrıcalıkları elde etmek için Bulgarlardan bir kısmı İslam’ı kabul etmiştir. Ne ki, Osmanlı hükümeti, bazen İslam kurallarına ters düşmeyi de göze alarak, Hıristiyanlara ekonomik, kültürel ve ibadet özgürlüğü garanti etmiştir. XIX. Yüzyıl ortalarından bir Sultan Fermanı buna kanıttır. Bu fermana uyularak, bugün de İstanbul güzelliklerine renk katan, başkentin gözde yerlerinden birine “Sv. Stefan” kilisesi dikildi.  Bulgar toplumunun modernleşmesiyle Bulgarlara daha geniş haklar tanınmıştır. Fakat milli muhtariyet yani kendi devletlerini kurma hakkı tanınmamıştır. Kölelik metaforu, imrenilecek durumda olan Bulgarların hukuksal ve ekonomik durumdan değil,  ancak politik durumdan memnuniyetsiz olduklarını ifade etmiştir. Rus-Türk savaşında, Rus askeri birlikleri Bulgar köy ve şehirlerindeki en büyük binalara saldırıp girdiklerinde, bunların Türk konağı olmadığını, Bulgar okul ve okuma yurdu olduğunu görünce dudak ısırmışlardır. ”Esaret altındaki” Bulgarların, Rusya toprak kölelerine kıyasla çok daha büyük hak ve özgürlüklere sevindikleri ve çok daha yüksek yaşam standardında yaşadıkları başka bir gerçektir. İnsanların satıldığı ve parayla satın alındığı gerçek kölelik ilişkilerine gelince, kölelik ilişkileri Rusya’da olduğu gibi Osmanlı’da da vardı, fakat bu işte Bulgarlar köle sahiplerinin yanındaydı. Bununla ilgili olarak bir tanışımın soy ağacıyla ilgili size de ilginç bir anımı anlatabilirim. XIX yüzyılda yaşayan büyük dedesi, herkesle kavga eden zırdeli birisi olduğundan ve hiç kimse kızını ona vermek istemediğinden dolayı, yaşadığı şehirde evlenememiştir. Kindar biri olması bir yana, çok zenginmiş ve emsalsiz güzel bir kızla evlenmeyi kafasına takmıştır. O, ticari işleri gereği sınırsız Osmanlı topraklarını dolaşırken, bir defasında, uzak bir yerde kurulan bir köle pazarından seçip aldığı, dudak ısırtan bir siyah Afrikalı güzelle dönmüştür eve. Kısa bir sürede gelin Bulgar dilini öğrenmiş, birkaç çocuk yapmış, onlara bakmış, büyütmüş ve bu arada kocası siyah güzele alışmış ve sonsuz saygı göstermeye başlamıştır. Aile öyküsünde, uzun yıllar mutlu yaşadıkları ve büyük sayıda çocuk yetiştirdikleri anlatılır.

Ä°lgili resimHaralan Aleksandrov

Türk köleliği” mecazının bugün de yaşamasından yana olanlar, yalnız Rusya’yı sevenlerin cinsinden olmakla kalmayıp, şimdiki Moskova idaresini de destekleyen sözde “yurtsever” kesimden olduğu görüşü Bulgaristan’da yaygındır. Bunun sebebi nedir?

Bu mecazı Rusya imparatorluğunun gündemine hizmet sunduğundan dolayı Balkan devletlerinin Avrupa ile bütünleşme süreçlerinin derinleştiği günümüzde ciddi tartışmalara neden oluyor. Tarihsel açıdan bakıldığında “Türk köleliği” masalı, Rusya Çarlığının otokrat çıkarlarının zorla kabul ettirilmesinde, yıllar önce Bulgar hademelere komünist rejimin kabaca dayatılmasında ve yeni baskıların haklı gösterilmesinde kullanılmaktadır. Putin oligarşisinin ülkemizdeki menfaatlerinin üzerine toz düşmesin diye titreyen Bulgar beşinci kol ordusunun saflarını sıklaştırmada arasız “Türk köleliği” efsanesinden yararlanıldı. Sovyet rejiminin varisi olan Rusya Federasyonu ile aynı Sovyet rejimi tarafından en vahşi bir şekilde, kan dökülerek yok edilen Romanov’ların eski imparatorluğu arasında sembolik süreklilik yaratılması işinde “Türk köleliği” uydurması hep kullanıldı. Rus Çarlarının, Sovyet diktatörlerinin ve komünizm sonrası oligarşi idaresi tarafından Bulgaristan’la ilgili izlenen politikada herhangi bir süreklilik varsa, o da bizim sözde “kurtarıcılarımıza” sonsuza dek “teşekkür vergisi” ödememiz ve yüz karası bağımlı durumda tutulan bir devlet olmamızdadır. Bir süre önce, kafayı çekmiş ve ayaküstünde sallanan bir Rus, bizim memnuniyet beslemeyen bir millet olmamıza karşın, yine de kan, inanç ve kader bağımız olan “küçük kardeş” olarak bize saygı duyduklarını, benimle paylaştı. Onlar bizim geleneksel “kurtarıcımız” rolündedir. Vaktiyle bizi “Türk köleliğinden” ve “Nazi köleliğinden” kurtardıkları gibi şimdi NATO ve Avrupa köleliğinden kurtarmak istiyorlar. Yanlışlığımızı kabul ederek onları yardıma çağırmamızı bekliyorlar. Çok önemli kararlar alırken, periyodik olarak üzerimize lanet olarak çöken,  bu dev ve özverili sevgiyi unutmayalım.

Reklamlar