Dr. Nedim BİRİNCİ
Dertten kurtulamayan Bulgaristanlı Türk halk topluluğumuzun başına sarılan büyük bela nedir bilir misiniz. Bunu hiç düşündünüz mü? Cevap veriyorum:
Bizim başımızdaki en büyük bela devamlı aldatılmak istenmemizde ve bize dünyayı ters göstermek çabalarında gizlidir. Buna alet olanlar, tutturdukları yerde bizi sem eleyip mümkün olduğu kadar daha uzun zaman uyutmayı hedefler.
Biz Bulgaristan Türklerinin 1878’de başlayan yeni tarihimizin en karanlık dönemi olan, verdiği sonuçlar bakımındansa en zulümlü ve hepimizi Türk ve Müslüman olarak yok etmeyi hedefleyen 24 Aralık 1984 ile 31 Mart 1985 arası kısa şiddet evresini bir daha ve bir daha protesto edip kınamak için 30 yıldan beri Güneydoğu Rodoplar’ın Mogilyane köyü “Türkan Çeşme Anma Törenleri” düzenliyoruz. Bu törenler bu sene daha kalabalık ve daha temsili oldu.
Katılımcı yaşlılar önce çeşmeye gidip ellerine yüzlerine su sürdü. Eğilip birkaç yudum içti.
Su insan bedenidir. Maya suyu alan hücreler parçalanır, vücut gençleşir, güç tazeler. Şu çeşmeden içtikleri her yudumun başka yerlerde içtikleri binlerce litreden daha yararlı olduğunu biliyorlardı.
Türkiye’den ve başka ülkeden gelmiş yaşlıların gönlünden geçense şuydu:
Ayrılalı bir gün mutlu olamadım!
Benim sadık yarım
Kara toprağım
Al canımı, bekletme beni!
Yaşlı ruhlar bu sırla kenara çekilip üzerine oturdukları kara taşların ve sırtlarını dayadıkları ağaçların altından başka hiçbir yerde onlara GAZİ deyip gönül sıcaklığı verecek bir ebedi mekân olmadığını iyi biliyorlardı. Onlar bu Dağların kahramanlarıydı.
Gençliklerine uçmaları için kanat veren,
Şimdi de dönmelerine kök vermişti.
Şu Dağlarda kalmaları için yeni neden aramaya gerek yoktu.
Eğer kanatlar sevdiklerine uçmak için verilmişse konacakları dallar şunlardı.
İnsan acıdan, ayrılıktan, hasretten, beklemekten, yoksulluktan üşür deyenler yanılıyordu.
Belaların belası başlarına çullanmış olsa da, karşılarında Hak ve Özgürlükler bayrağı altında kürsü dolduran ve mikrofon bekleyenlere baktıkça, içten içe ve sanki her zamankinden daha güçlü bir haykırışla daha iyi, daha emin, daha mutlu yaşamak istiyorum, yaşamak istiyoruz, kara toprağa huzur içinde gitmek istiyoruz diye haykırıyorlardı.
Bu yaşlı gözler bu anma törenine bir de şu soruları sormaya gelmişti:
Katiller bayram sofrasında, böyle adalet olur mu?
Hakkımız yalnız oy vermek! Böyle demokrasi olur mu?
Ama biz bunun için mi savaştık, hapishane çekileri bunun için miydi?
Böyle hürriyet olur mu?
Kin ve öfke kusan barış olur mu?
Böyle kardeşlik olur mu?
Bu arada kürsüden sesler gelmeye başladı. Sanki art arda konuşanlar bastonuna dayanan ve ikide bir takkesini düzelten yaşlılara:
Bir az daha katlanıverin, diyordu.
Ama böyle yaşamak olur mu! Geçti içlerinden.
Sonra Prof. Doçent Dr. Yüksel Özkan aldı mikrofonu ve tonunda olayı önemsemediği renkleri sezilen bir seslenişle misyon, vizyon, konjektür, evrensel insan hakları, hukukun korunması gibi, bizim duyarlarda yeri olmayan taşlara benzer, yosunlu sözlerle cümle kurmaya başladı. Oturdukları yerden ve dikildikleri meydandan kulak verenlerin aklından, daha önceki törenlerde Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’ın azından Bulgarca çıkan, kimsenin anlamadığı bu sözleri Türkçe konuşan Profesörün gevelediğini duyunca, “bunlar birbirinin ağzına tükürmüş olabilir” geçti. Bizim en kutsal törenimizde bir tek Bulgar olmasa da, Hıristiyanların bocuk bayramını kutladı ve Müslümanları Cuma namazına davet etti. Herkes düşündü kaldı. “Bunlar Müslümanlıkla Hıristiyanlığı kaynaştırmak mı istiyor yoksa” gibi fikirlerin etkisinde hafif şok geçirenler de yok değildi. Bu olaydan birkaç gün önce, 25 Ekim 2014 meclis seçimlerinde Bursa’dan giden sandık dolusu oylarla Sofya Meclisine giren Roman milletvekili D. Mihaylov (Bay Sali) basına verdiği özel bir demeçte kendini tanıtırken “Ben hem Hıristiyan hem de Müslüman” demiş ve haber “ne oluyoruz” şeklinde kulaktan kulağa dolaşmıştı. Bu demecinden ötürü Bay Sali’yi telefonda kutlayan Ahmet Doğan, “Türkan Çeşme Anma Töreninden” birkaç gün önce “Sarayda” düzenlediği domuz kızartmalı özel bocuk kutlamasına Roman milletvekilini de davet etti. Herkesi düşündüren bir soru var, HAİNLERİN hedeflerinde iki kimlikli, iki isimli, iki dinli, iki kültürlü bir Bulgaristanlı Türk topluluğu oluşturmak olabilir mi?! Eğer böyle bir hedef varsa Prof. Doçent Dr. Yüksel Özkan kardeşimizin bu “vizyondaki misyoner rolü” ne olabilir ve “kojüktürel” gelişmeler benzer açılıma elverişlimidir?
Bu sorunun cevabı zordur, fakat Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un 29 Aralık 2014 tarihli “isim değiştirme, etnik temizlik ve kültürel soykırımı” kınayan ve suçluların cezalandırılmasını isteyen yazısı ödevi kolaylaştırdı. Sayın Prof. Doçent Dr. Yüksel Özkan da ertesi gün Bal-Göç ve B.G. F.Başkanı sıfatıyla bir bildiri yayınladı. “Bulgaristan Türkleri haklarını “kısmen” geri almışsa da 1984–1989 dönemindeki asimilasyon politikalarının suçlularından tam anlamıyla hesap sorulmamıştır.” Diyor. Ama kimin kimden hesap soracağına işaret etmiyor. “Ortada suç var, ancak suçlu yok” gibi bir durumu Sofya’daki dostlarından Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan’ın oluşturduğuna işaret etmiyor. Öz açılımı için kullanılan kavram ve terimler, Bulgar Başbakanının kullandığı dilden çok geri olmakla birlikte, Bulgar basınında başlık olmaya başlayan, TV programlarında gündem oluşturan ve 41. Bulgar Meclisinde kabul edilen “Bulgarlaştırmayı” kınama bildirisinde yer alan “iğrenç olaylar özgün bir soy kırımdı” nitelemesinden de çok uzak kalıyor. Göçmen soydaşlarımızı bilgilendirme ve yönlendirmeden başka vazifesi olmayan Bal-Göç Başkanı “Türklere yapılan baskı ve zulümler için neden kimsenin hesap sorulmadığı ” konusunu açmıyor. Bu işin içinde bir hainlik var demiyor. Bu cümleden olmak üzere dikkati çeken özel noktada, “akrabaları toplama” göçü olarak bilinen 1970’lı yıllar çilesi ile 1989’un Ağustosundan vatan toprağından zorla sökülerek sınır dışı edilen 500 bin kardeşlerimizi aynı kefeye koyuyor.
Dernek ve federasyonda amaca yönelik ideolojik, politik ve kültürel çalışma yürütülmediği, gün gibi ortaya çıktı. En büyük kitlesel sivil toplum örgütünün esnaflaştığı ve öz davamızın özü bakımından gündem dışına itildiği, aslında, birkaç gün önce yayınlanan bildiride “Tarihi Bir Çağrı” gibi bombastik başlık altında parlayıverdi. Hakikatten, bizim için, 20. yüzyılın en karanlık olayını ad, sap, çöp problemi haline getirip soldurup unutturmaya çalışmaları dikkati çekiyor. Ben bugün artık şair ve yazarlarımızdan Ahmet Şerif, Sabahattin Bayram, Ahmet Emin ve diğerlerinin neden Bursa’da tutunamadığını, çok sevdiğimiz Ahmet Yusuf’un Bursa’da bir plak ya da kaset neden dolduramadığını çok açık görmeye başladım. Neden 100 sazlık bir soydan çocukları orkestrasının Bulgaristan’a gelip yediden yetmişe herkesin alkışını toplayamadığını vs. vs. gibi sorunların yanıtları da kendiliğinden gelmeye başladı. Neden Bosnalıların TV yayını var da bizim yok? Neden Trakyalıların TV programı var da bizim bir radyomuz ya da bir gazetemiz bile yok? Neden BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin İstanbul’da 18–20 Aralık günlerinde düzenlediği “Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” SEMPOZYUMUNA Sofya’dan ve Moskova’dan delegeler gelirken, T.C. nin konuya vakıf en bilinen Profesör, Doçent ve Bilim Doktorları, araştırmacılar, araştırmacı gazeteciler katılırken, en seçkin Bulgar film yapımcıları konu üstüne yapıtlarını sergilerken vb. Bal-Göç ve B.G. F. Gibi göçmen örgütlerinden çıt yok. Bir kutlama mesajı bile göndermediler. Aldığımız telefonlarda “Biz katılmak istiyoruz ama gelmemiz engelleniyor” deyenlerin sayısı neden bu kadar büyük? Soydaşlarımıza tarihlerini unutturma programı mı uyguluyorsunuz!
Daha somut yazdığımda, şu konu her zaman kanımı kaynatmıştır. Nasıl olur da 250 bin göçmenin ve bunlar arasında 5 bin öğretmenimizin yaşadığı Bursa’da emekli olan 1000 öğretmenimiz köylerine mahallerine, kasabalarına, eski okullarına dönüp komşu çocuklarının başına geçmez, Türk dili, Türk edebiyatı, Türkçe okuma ve yazma dernek çalışmaları başlatmaz, kurslar açmaz. Atalarımız ana dilimizi Bulgar okullarında mı öğrenmişti.
Boyko Borisov’un beyanından sonra Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan sustu. Sayın Başkan Yüksel Öksan ise afalladı. Konuşmaya devam eden bir tek Avrupa Birliği Milletvekilliğine layik görülen İlhan Küçük var. O, basına verdiği demeçte, “Bulgaristan’ın saçından kıl düşürmeden, L. Mestan’a sözde Türkçe konuştuğu için kesilen cezaları ödememesi için yardım edeceğini” bildirdi. Vay be!!!! Yorumu siz yapın lütfen! Ben dilimi yuttum!
Şimdi gelelim en başta sorduğumuz sorunun bir cümlelik somut cevabına.
Hava ayazdı, soğuk başına vurmuş, olacak o kadar, misafirin kusuruna bakılmaz
Cevabımız şudur:
ÖLÜM KALIM DAVAMIZIN BAŞINA DÜŞMANIMIZ TARAFINDAN UYGUN GÖRÜLEN AMA DAVAMIZLA UZAKTAN YAKINDAN ALAKASI OLMAYAN HAİN KİŞİLER MUSALLAT EDİLMİŞTİR!
Yeni yılınız mutlu, sağlıklı ve başarılı olsun.