Sevilcan YÜCE
Son yıllarda bizim Ata vatana çok İskoçyalı geldi. Toprak mı çekiyor ne! Kimiler yerleşti. Eski kitapçılarda gali (keltler) üstüne yazılmış bir sürü kitap var. Soyları onlardan mı ne! Vaktiyle bizim oralara gelip yerleşmişlermiş ve zaman içinde dağılmışlar.
Ağustos 1989 göçüyle boşalttığımız köylerde ısız kalan okulların durumunu hatırlıyor musunuz? İskoçyalı bir Bayan fotoğraf Nikola Milak birkaç yıldan beri bizim memleketi dolaşıyor, göçmen evlerini, okulların içini dışını, düşmüş tavanları, koparıp alınan cam ve pencereleri, sökülen döşemeleri, kazılan duvarlardan çıkarılan su borusu ve elektrik tellerinin izlerini birer birer resmediyor, kadroya alıyor. Çöken bir medeniyetin belgeselini yapıyormuş. İvan Vazov, Hristo Botev, Payisiy Hilendarskı, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali vs. tarih, edebiyat, coğrafya kitapları ayakaltında, kara tahtalarda satır izleri, tebeşir kutuları kırılmış, rahleler, sandalyeler, askılar vs. vs. hatta çeşmelerin muslukları bile yok, yokta yok! Burası sanki Ding o’nun ahırı!. O kamarasıyla ne arıyor bilmem, ama be biricik virgülcük aradım, ama o da yok, bulamadım.
Giderken sözde bu iş “Büyük Geziydi!” Giden geri gelmedi.
Okulu olmayan bir halkın kültürü, medeniyeti ve geleceği olamaz! “Bayan Milak belgeselinde” bunu demek isteyecek. Sonra bu belgeseli besbelli Brüksel de görecek ve “uygar olmayan insanlar Avrupa Birliği sınırları içinde yaşayamaz kararı çıkaracaklar ve bize yine yol gözükecek!” Artık Brüksel’de Komisyonlarda görev alan Nikolay Barekovlar bunu bekliyor. İnanın başka dertleri yok!
Belgeselin ardındaki ses, 800 yıllık medeniyetlerinden hiçbir şey kalmamış deyecek, bizim içinde.. Ne isterse desin, bize ne. XII. Yüzyılda Sarı Soltuk, Şeyh Bedrettin, Demir Baba, Bali Baba ve daha niceleri kafalarındaki uygarlık ışığını buralara taşırken de ne okul, ne rahle, ne öğretmen defteri, ne tükenmez ne kâğıt varmış, hatta kara kalem ve odun defter bile yokmuş. Ama onlar dizlerinin dibine oturttukları evlatların beynine en kolay aşılanan gücün bilgi olduğunu bildiklerinden, Türk ve Müslümanlık ormanı yaratabilmişler. Bilgilenmenin sonsuzluğunu öğretmişler. Bilginin en değerli ama bir de en hafif şey olduğundan, nice zekâlar açıp doldurmuşlar. Türk ve İslam adaletini, üç insana yetenin dört kişiye de yeteceğini, yaratanın insanoğluna verdiği nimetlerin herkese yetip artacağını, bir ekilenden 10 bittiğini öğretmişler. Döşeme, tavan, kiremit, tebeşir gibi sözleri topraklarımıza onları getirmişler. Biz gidince her şeyin nasıl söndüğünü ve bittiğini görüyoruz. En önemlisi onlar bu topraklara, ata vatanımıza kibriti yani ateşi yani ışığı getirmişlerdi. Karanlıkları yenen ve gün ve geleceğimizi aydınlatan ışığı…
Haskovoya bağlı Dolno Voyvodino köyündeyiz. Okula HÖH-DPS partisine oy veren Çingene aileler yerleşmiş, ötesini yazmama gerek yok.
Kırcaali’nin Donla Kula köyündeyiz, okul binası ferma, avlu saya, spor salonu samanlık…
Size ders yılının açılışı için güzel şiirler, anadil, vatan, okul ve öğretmenim şiirleri seçmiştim. Bunları okudukça gözyaşlarını tutmak zor olduğundan yazmaktan vazgeçtim. Bizimki ağır bir durum! Bir anket yapılsa ve “ata vatanından en çok neresini özlediniz?” sorusuna yanıt aransa, % 80’ininiz OKULUMU, ÖĞRETMENİMİ, OKUL MÜDÜRÜMÜ diyecektir, biliyorum. Biz bilim ışığını okul camında gördük, insan sıcaklığını öğretmenimizde seçtik, bilginin dağıtıldıkça, paylaşıldıkça, benimsendikça çoğalan ve zenginleşen bir nimet olduğunu sınıf odalarımızda öğrendik…
Yenilen insan bilgisiz olandır. Çok daha bilgili olabilseydik dayanabilirdik. Çünkü bilgi Çin Duvarı’ndan güçlü bir settir. Bizi 100 yıl bilgisizleştirenler en sonunda ezmeyi denediler. Zekâmız olmasaydı ki bu okulda öğrenilen bir şey değildir, eriyip gidecektik. Onlar insan zekâsının erimediğini, çözülmediğini bilmiyorlardı.
Biz bir insanın yaptığı işin karşılığının yalnız para olması gerektiğini düşünmeye devam edersek, bataklığa batmaya devam ederiz.
Sizlere okul zili sesi yerine Virgül Arıyorum şiirini hediye ediyorum:
Defterin birçok sayfasını koparmışlar.
Örtünemez artık virgül bazı sayfalarla.
Kış gelir, virgül üşür.
Kış insanı üşütür.
Üşenen hayvanlar da
Girip toprağın altına
Uyurlar.
Toprağın sayfalarını koparmamışlar.
Çocukların sayfaları her kış koparılır.
Sobayı tutuşturur sayfalar.
Yanan kâğıt değil, bilgidir.
Kopar, kopar sayfaları ve en sonunda defteri yak.
Ne olup bittiği kimsenin umurunda değil.
Kartoplarıyla voleybol oynayan çocukluk
Her çocuğun defterinde
Birçok sayfa olmasa da
Birçok güzel virgül vardı.
Şimdi virgüller ancak damlayan gözyaşlarımda kaldı.
Virgül kıştan üşür.
Çünkü kış gelince yaprakla koparılır.
Artık göçüp giden öğrencilerin,
Okula maaş almak için bile gelen öğretmenlerin
Ve en yeni kitap ve defterlerin
Virgülü olsa ne olur!?
Okul kapanmış,
Öğretmen göçmüş,
Öğrenci gitmiş,
Her yer virgül olsa ne olur!