Oya CANBAZOĞLU
Yeni sene arifesinde Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’da bir politik Veda ya da siyasette geri çark ettik, Konuşması bekledik. Gerek 26 Atalıkta Mogilyane’de, gerekse 27 Aralıkta Momçilgrat’ta başını kürsüye çevirmiş dinleyenler bunu beklemişti. Yılbaşından sonraki basın demeçleri ve üstüne “New York Tayms” gazetesi Başkanlığına gönderilen mektup son çırpınma belirtisi oldu. Herkes bu beyaz sakallı ve kırarmış saçlı hemşerimizden “kardeşlerim ben bu işi bundan sonra yapamayacağım, bu yük bana ağır geldi” demesini biraz da sabırsızlıkla bekledi, çünkü her iki mitingde de hava soğuktu. L.Mestan laftan anlasa ve halkın isteğine göre hareket etse yükü hafifleyecek ve gönlü rahatlayacaktı da, bu defa da keçi inadı yaptı.
Onun mutlaka kabul etmesi gerektiği birinci unsur, bizim yani Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğunun, yani 10 Ocak 2014 sayılı Bulgar gazetelerinde Başbakan B. Borisov’un kullandığı değimle Bulgaristan Türk azınlığının varlığını ve gelecekte de bir halk topluluğu olarak kendi özellik ve özgünlükleriyle dili, d,n, ve kültürüyle bildiği gibi yaşaması gerektiğini kabul etmesi olacaktı. O buna bu defa da yanaşmadı. Hatta Türklerin 4 Ocak 1990’da kurduğu Hak ve Özgürlük Partisi’ni25. Kuruluş yılı toplantılarında yaptığı konuşmalarda bizim partimiz olmadığını yine iddia etti. O kadar değişti ki, HÖH-DPS Bulgaristanlı Müslüman Türk azınlığın öz partisidir, deyemiyor. Kimden korkuyor Allah bilir. “DPS azınlık partisi değildir!” diyor. Biz köylü koyunlarını güden çobanlara “Köy Çobanı” deriz, bu da öyle bir şey. Koyunların köylülerin olduğunu söylemekten korkuyor.
Bulgaristan Türk Müslüman azınlığı olduğunu kabul etmeyen, artık 2 yıldır kabul etmeye yanaşmayan bu “lider,” bizim Türk halk topluluğunun sorunlarını gündeme getirmek istemediği gibi, getiremez ve çözemez.
Son yayınlarda Bulgaristan’da azınlıklar konusu nasıl biçimleniyor bir göz atalım: Sofya Üniversitesi doçent ve doktorlarının son çıkan kitaplarında, ülkede bir Bulgar ulusu, orta direk rolü gören bir milli varlık var ve bunun dolayında yörüngede bulunan oluşumlar şeklinde farklı özellikleri olan etnik kimliklerden söz ediliyor.
Bu etnik kimliklerin mesela Türklerin ismi, dini, özgün kültürü, tarihi, gelenekleri, farklı yaşam tarzı vs. sahibi olduğuna işaret edilmiyor. Pomaklar ve Çingeneler de aynı şekle sokulmuştur. Sözünü ettiğim bu 3 etnik azınlıktan nüfus olarak çok daha küçük olan Ermeni ve Yahudi azınlığından sanki daha sık söz ediliyor. Sanki onlar hiçbir şey istemeden mutlu yaşayan azınlıklar gibi, her gündeme gelişte onların çözülmemiş sorunu olmadığı gün ışığına çıkıyor. Örneğin Sofya’daki Ermeni çocuklarının ana dillerini öğrenmeleri sorunu haftada birkaç gün dersten sonra ve cumartesi gün ekstradan olmak üzere, okullardan birine derse (dershaneye) gittikleri, Yahudi çocuklarının bu sorunu evde aldıkları derslerle de aştıkları ve hatta aralarından bazılarının İvrit öğrenmede yüksek başarı gösterdiği anlatılıyor. Yahudilerin, kilisesi, kültür evi, kütüphanesi, yayın evi toplandıkları yer, dernekleri, kendi yayınları vs. var ve vızır vızır çalışıyor. Sofya’daki Katolik Kilisesi’nde papaz Pazar gün Leh ailelerin çocuklarını derse topluyor. Polonya tarihini, Katolik Din tarihini ve kültürünü anlatılar. Ermeni ve Yahudi çocuklar da ibadethanelerde aynı şekilde özgün kültür ve dinleri üstüne bilgilendiriliyorlar.
Onların taşınmazlarını geri alıp yeniden elde etme gibi bir sorunu da yok. 2. Dünya Savaşında Çar hükümeti Bulgaristan Yahudilerini ülkemizden kovarken evleri, daireleri, arsaları ve diğer taşınmazları orada kalmıştı. Sonra 1944’ten sonra gelen komünist rejimin sadık adamları bu konutlara yerleştirilmişti. 1990’da demokratikleşmeye başlayan Bulgaristan’da bir Yahudi avukatın falanca mal ya da mülk için Amerika’dan bir telefon açması, sözü edilen mülkün serbest bırakılması, sahibine devredilmesi için yeterli oldu. Yani Bulgar devleti ülkedeki Yahudileri temizlemek istemediğini yeniden kanıtladı. Aynı şey Ermeniler için de söylenebilir.
Gel gelelim 1878’den beri altı defa büyük göç yaşayan ve ülke nüfusunun % 64’ünü oluştururken artık % 10’un altına düşen Bulgaristan Türkleri, aynı zamanda Tüm öteki Müslümanlar arasız temizlenme politikasına maruz kaldıklarından, özel mülkler için talepler bir yana, örneğin dini ve vakıf taşınmazlarını geri alırken devamlı sorun yaşanıyor. Sorunların çözümü hep tıkanıyorlar. Bunu her alanda görüyoruz. Örneğin 2014 yılında Bulgar devleti Baş Müftülüğe karşılıksız yardım olarak 230 bin leva vermeyi planlamıştı, fakat havale edilen ödenek ancak 90 bin levada kaldı. Ülkede 1500 camisi, lise düzeyinde 3 okulu, bir yüksek okulu ve kuran kurslarına giden 9 yüz öğrencisi olan Baş Müftülüğe 2015 yılında yalnız 360 bin leva devlet ödeneği tesis edilmesi öngörülmüştür. Bu konuda birkaç gün sonra Baş Müftü Mustafa Hacı ile Başbakan Boyko Borisov arasında yeni bir görüşme yapılması bekleniyor.
2014 yılında başlayan devlet ve belediyeler tarafından gasp edilen, fakat dini, eğitim ve yüksek mimari değeri olduğu için ibadet merkezi ve eğitim öğretim amaçlı kullanılmak için yasal yollarla bunların hepsini geri alınmak isteyen Baş Müftülük ve vakıf malları davalarının (toplam 83 dava) hepsi askıya alınmış veya durdurulmuş. Dikkati çeken dokta, daha 90’lı yıllarda Yahudi ve Ermeni dini taşınmazlarının tümünün hiç eksiksiz iade edilmiş olmasına karşın, Müslüman mallarının geri verilmemesine karşı güçlü direncin devam etmesidir.
Bu açıdan vurgulanacak olan özellik, bir yandan yalnız Türklerin ve Müslümanların insan olarak Bulgaristan’dan kovularak ya da sürekli göçe zorlanarak ülkenin Müslümanlardan ve Türklerden temizlenmesine çalışıldığı gözde kaçmıyor. Bulgar Topraklarında ayakta duran İslam ve Türk tarih, yüksek mimar, sanat ve anıt eserinin yıkılmasını, harabeliğe terk edilmesini, ayakta kalanların sökülüp atılması ya da yıkıma terk edilmesini bir yol bulup sağlamaktır. Dinimiz kimliğimizi oluşturan çık önemli ayrılmaz, kopmaz, vazgeçilmez oluşturucu öğelerimizden, parçalardan biridir. Dine ve din kurumlarımıza yapılan sürekli saldırılar, Türk ve Müslüman kimliğimizi köreltmeye yöneliktir. Hak ve Özgürlükler Hareketi bu sürece 25 yıldan beri seyirci kalmıştır. İş yalnız Bayramları kutlamakla bitmiyor.
Bizim kültürel kimliğimizin muhafaza edilerek geliştirilmesi davamızda 25 yıldan beri hiçbir şey yapmayan HÖH – DPS partisi Türk-Müslüman kimliğimizi oluşturan en önemli sorunlarımızı anma törenleri ve etli pilav ziyafetleri şekline soktu.
Sorunlar başkalarının gözünde en iyi görünür.
Mogilyane mitinginde T.C. Plovdiv Konsolosu Alper Aktaş konuşmasında sorunlarımıza şöyle işaret etti: “Bulgaristan’ın eşit ve özgür vatandaşları olarak temel hak ve hürriyetlerinizi sonuna kadar muhafaza etmeniz ve bunları geliştirmeniz de çok önemlidir. Ve şunu da unutmayın, Anadilinde eğitim ve Anadilinde yayın bu temel hak ve özgürlüklerin birer parçasıdır. Bize dilini, tarihini, dinini, örfünü, kültürünü iyi bilen, bunlardan gerekli dersi çıkartan, eşitçe, kardeşçe, barış, huzur içinde yaşamak için, gerekirse mücadele edecek nesiller lazım. Ve ben aranızda o yeni nesli de görüyorum. Bundan dolayı da gururlu ve mutluyum. Değerli kardeşlerim, soydaşlarım, bu vesileyle sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyor ve bir kez daha aziz şehitlerimizin hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.”
Anma törenlerinde yapılan toplam 30’un üstünde konuşmada, yalnız bu söylevde uluslar arası ve ulusal düzeyde doğal ve yasak hak ve özgürlüklerimizle özgün kültür, edebiyat, sanat vs. haklarımızın bütünlüğü ve kimliğimizi belirleyen rolünde işaret edildi. Bizim öz tarihimiz ve bugünümüz ve yarınlarımız Türk Müslüman kimliğimiz arasındaki bağların koparıldığı halde asla ve asla yaşatılamaz, gelişemez, körelir, söner.
Yazımı bilgisayara aldığım saatlerde Paris’te T. C. Başbakanı Ahmet DAVUTOĞULU, Bulgaristan Başbakanı Boyko BORİSOV ve Avrupa devlet ve hükümet başkanları, demokratik kamuoyu temsilcileri, milyonlarca hoşgörülü insan gösteri yapıyor. Bu nümayişin anlamı Arapların, Türklerin ve daha pek çok etnik ve ulustan insanların etnik kimliklerinin, dinlerinin, uygarlık anlayışlarının kutsallığına saygı ifadesidir. Bunu bütün Avrupa anladı, yalnız Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimi algılayamadı. 1878 yılından bu yana devam eden Bulgaristan’ı Türklerden Türklükten ve canlı ve cansız İslam unsurlarından temizleme, etnik halk topluluğumuzun aydın tabakasını devamlı evinden yerinden söküp, işsiz, aç bırakıp, geleceğine anahtar takarak memleketinden kovma politikasına açık ve sinsi devam etti. Totaliter dönemin asimile etme siyasetin ömrünü çeyrek asır uzatmayı başardı. Bugün de soydaşlarımıza tüm medeni demokratik toplumda yaşama hakları tanınarak gelişmelerine mani olunup, adalet ve hürriyet uğruna sürünme yoluna itilerek asimile edilmeleri politikasına öncelik veriliyor. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hak ve özgürlük mücadelesi acı ve çekisinden çıkan devlet yönetimine kişisel hedeflerle ortak olma azmi değildi. Herhangi bir kimseye böyle bir ayrıcalık tanıma hiçbir Türkün ve Müslüman’ın aklının ucundan bile geçmemişti. Yasal adalete dayanan çağdaş bir tolumda tüm haklardan alabildiğine yararlanmak, özgün haklara sahip bir halk topluluğu olarak eşit haklı vatandaş olarak yaşamak, çalışmak ve yaratmaktı hedefte olan. Dava özündeki bu ana amacımız bugün çarptırılmıştır. Raylarından çıkarılmıştır. Gelişmeler öyle bir yön aldı ki, çökertilen Bulgar toplum yapısının tüm yükü üzerimize düştü. İşte bugün aldığımız son haberlerde ülkede 100 adet tren hattı kapanıyor. Türklerin yaşadığı bölgelerde okullar, hastaneler, muhtarlıklar, okuma evleri, kütüphaneler kapandı. HÖH-DPS partisi 25 yıldan beri bu çöküş sürecine seyirci kalırken aslında Türk kimliğimizin ekonomik ve sosyal yaşam ortamı bulamamasına yardımcı oldu.
Soruna bir de şu yönden bakalım: Geçen sene Avrupa Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılını andı. Bu Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar içinde çok uzun ve çok kanlı XX. yüzyılın başlangıcı oldu. 2010–2011 yıllarında XX. asır sona erdi. Tarihsel zaman her zaman takvimdeki rakamlarla örtüşmeye bilir. Bu açıdan 2014 yılı dünya, Avrupa ve Bulgaristan için de yeni bir başlangıç yılıydı. Uzun zamandan beri biriken tezat baloncukları patlamaya başladı. Olaylar HÖH-DPS iradesi dışına çıktı. Bunlardan biri Bulgaristan Türklerinin özgün hakları uğruna yeniden başlamaları ve demokratik Bulgar toplumundan destek bulmasıdır. İstanbul’da 18–20 Aralık 2014 sempozyumunda isim değiştirme kınanırken, Türklere karşı işlenen suçlar için zaman aşımı olamayacağı vurgulanırken, Bulgaristan’da etnik temizlik yapıldığına işaret edilirken, kültürel soykırım izlerinin kanadığı ve büyük bir halk topluluğunun kimlik hakları üzerindeki baskıların sürdüğü dile geldi.
Şu noktayı önemle ele alalım. Bulgaristan gibi düne kadar sosyalist olan ülkeler 1990 öncesi 40-50 yılda, Batı ülkelerinin 300 yılda gerçekleştirebildiği tarım ülkesinden modern sanayi ülkesine sıçramayı başarabilmişti. Belirmesi ön görülemeyen istenmedik olan, bu ülkelerin adına nomeklatür yani parti-devlet bürokrasisi dediğimiz bir tümör üremesidir. Biz yazılarımızda bu uyuz kesime ajan, hain vs. dedik. 1990’dan sonra sözde Pazar ekonomisine demokratik topluma geçerken bu hainler zümresi hırsız çetesi gibi birleşti halkın parasını alıp toplumun bütün değerlerini çöpe itti. Sanayimizi hurdaya çıkarıp gömdü. Binlerce irili ufaklı sanayi işletmemizin altından girip üstünden çıktılar. Çayırlarımızda otlayan 15 milyon koyun-kuzumuz vardı. Şimdi 1 milyon kalmadı. İşbu elit dediğimiz tabaka sosyalist sistemin üreterek yaratığı ne varsa, tüm değerleri halkın kemikleri üzerine basarak çaldı, hepsine el koydu. İşbu Ahmet Doğan takımının rolü belki de bu çeşit anlatılınca daha kolay ve açık anlaşılacaktır. Hepiniz bilirsiniz, memleketimizdeki tüm değerlerin üçte biri Türkler ve Müslüman emekçiler tarafından yaratılmıştı, insanlarımız kovulurken onlar her şeye al attılar çalabildikleri kadar çalarken halktan, davamızdan, umut ve hedeflerimizden koptular.
Onlar, Batı tarafından kabul edilmeleri için, sosyalist toplum düzeninin kafasını kesip tepsi içinde sundular. Çaldıkları paralar onların da ellerinden alındı. Kendilerine “bakın işinize” dediler. Siz Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan’ın herhangi bir devlet başkanı, politik parti başkanı vs. resmen kabul edilip görüştüğünü gördünüz mü? “New York Tayms” gazetesinin geçen hafta “HÖH-DPS partisi Rusya yanlısı bir partidir” diye yazması ancak bu anlama gelir. L.Mestan çırpındığı ile kaldı. Bulgaristan’da ne kadar karakalem ve tükenmez varsa hepsini toplatsa ve Washington’a mektup yazıp kendini anlatmaya aklamaya çalışsa yapamaz. Bu adamların fikri değişmez. Adın çıkacağına canın çıksın deyenlerin sözlerine kulak verelim. Ahmet Doğan’a Moskova KGB Ajanıdır deyenler, parti hakkında da ağır konuştu…
Olaylara bir de şu açıdan bakalım: ABD ve AB son zamanda Rusya bünyesinin atar damarlarını kesmek istiyor. Aynı zamanda HÖH-DPS partisine de “siz Moskovacı Partisiniz!” diyor. Demek oluyor ki, HÖH-DPS partisinin de atar damarları kesilecek!
Yani ABD gözünde işi bitmiş, zamanı dolmuş bir pari bizim DPS!
Yazıma bu sebeple “Veda Hütbesi” bekliyoruz başlığını attım. Yazık oldu, L. Mestan fırsatı kaçırdı. Bulgaristan’daki elit, bu arada HÖH yönetim zümresi, tamamen dışa bağlı hareket ediyor. İpleri perde ardından çekenler için ülkemizin ne kazandığı ya da ne kaybettiği önemli değildir. İktidarda olanlar verilen emirleri yerine getiriyorlar. Bir düşürürsek, B. Borisov hükümeti, özel bir bankadan çalınan 4–5 milyar levayı bütçeden 15 günde ödemek zorunda kaldı. Bu dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bu durumda biz birkaç soru sormak istiyoruz: 2013 yılı Şubatı’nda B. Borisov’un birinci hükümeti de dışardan gelen bir emre uyarak mı istifa etti? Başbakan Oreşarski hükümetinin monte edilişi, bir yıl sonra de-monte edilişi ve 2. Borisov kabinesi kurulması da mı dışardan gelen emirlerle oldu?
Şu da var tabii: Yazımı kaleme alırken TV programında Paris’in “Cumhuriyet” meydanında yürüyüş devam ediyor. Birkaç gün önce Alman “Focus” ajansının bir haberinde Almanya’nın yeniden BİR NUMARA olması için 32 milyon yabancı işçiye ihtiyacı olduğunu okudum. “Charlie Hebdo”ya destek yürüyüşünde 3.7 milyon insan omuz omuza dayanışıyor. Almanya’nın Drezden şehrinde bir hafta önce yabancılara karşı hortlamaları 35 000 Alman ve Türk, yabancı birlikte kınadı. Paris sanki düşünüyor, aşırı slogan taşıyan yok! Almanya’daki 3.5 milyon Türk 75 seneden beri Türk kaldı, Müslüman kaldı. Yani eritilemedi. Camilerinde okullarında mutlu olurken her gün direniyor.
Bulgaristan Türklerine şu uzun süren HÖH-DPS baskısı ağır geldi. Direnme enerjisi üretemiyorlar. Uyuzlaştılar. Nüfusu genç olmayan topluluklarda devrimci enerji üretmek zordur, deyenler belki de haklı. Bizimkiler vatanda kalanlar, oralarda hep yaşlandı, yaşlı kaldılar.
Bir de bu olup bitenin içinde Bulgaristan çok acı çekiyor. Bunun nedenlerinden biri Ankara’nın Amerika’dan kopmasıdır. Türkiye’nin Washington uzantısı olmaktan çıkıp tam egemen ve atılımlı gelişen, bölgesel otorite durumuna gelmesidir. Devletimizi devirme denemelerinin ardındaki büyük gerçek budur. Bulgaristan’ın canını acıtansa, sanki son nefesini alan bir nüfusun, Türkiye’den gelecek bir insan selinde boğulma tehlikesidir, bu bir korkudur, kışkırtılıyor, düşmanlıklar yaşatılmaya çalışılıyor. Son dönemde duvara dayanmaya zorlanan bir halkın can acısından aşırı sol ve sağ milliyetçilik, ırkçılık gibi zamanını 70 yıl önce doldurmuş illetlerden medet umması gibi saçmalık üredi. Bu bir çaresizliktir. Umutsuzluktur. Sofya meclisine 8 parti doldu. Sanki politik seferberlik var. Son dönemde kürsüden en fazla havlayan HÖH-DPS Genel Başkanı Mestan’dır. Sebebi, “Veda Hutbesi”nden başka her şeyi konuşup ömrünü uzatmaya çalışıyor. Geri çark edip, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının bir azınlık yani etnik kültürel dini halk topluluğu haklarını 1950’lere çekmeye yanaşamıyor, ama bunu yapmazsa gün saymaya başlasın. Asimilasyonun çözüm olmadığını dünya gördü.