BGSAM
Yazar: Çavdar Marinov, „Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Tarihi. Rejim ve Toplum” adlı kitaptan
Parti liderliğinin belgeleri, 1984-1985 kışında „ulusal sorun”un „kesin çözümü”nü öngörmemektedir. Bulgaristan’daki Türklerin topluca ad değiştirme işlemi, „Vazroditelnıy prosess” (yeniden doğuş süreci), hem onlar için hem de etnik çoğunluk için büyük bir sürpriz olmuştur. Ancak, baskıcı önlemler ve daha önce yapılmış isim değişikliklerinin ışığında bu adım mantıksız değildir. Bu eylemin fikri, büyük ihtimalle ilk parti-devlet liderinin doğrudan „uzman” ve siyasi çevresinde şekillenmiştir. Bu süreçteki olası ortak yazarlardan bazıları şunlardır: Todor Jivkov (Parti ve Devlet Başkanı), Georgi Djagarov (Devlet Konseyi Başkan Yardımcısı), akademisyenler Angel Balevski (Bulgar Bilimler Akademisi Başkanı) ve Panteley Zarev, Penço Kubadinski (OF Ulusal Meclisi Başkanı), Jivkov’un kabine şefi Milko Balev, parti merkezi sekreteri Stoyan Mihaylov ve İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov.
10 Aralık 1984’te, sonuncusunun emriyle, İçişleri Bakanlığı’na ve Parti’nin Bölge Komiteleri’ndeki (BKP) ilk sekreterlere, „Türk kökenli Bulgar vatandaşlarının adlarını değiştirmeleri için hazırlık yapmaları” talimatı verilir. Kampanya, Aralık 1984 sonlarında başlamış ve Şubat 1985’te sona ermiştir. İlk olarak, Kırcali ve Hasköy bölgelerinde, sonra da Kuzeydoğu Bulgaristan’da, potansiyel „provokatörler” tutuklanmış veya askeri eğitim için toplanmıştı. Yöntemler, pomaklarla daha önce uygulanan plana benzer şekilde tekrarlanmış; köyler, güvenlik güçleri (polis, ordu, sınır askerleri) tarafından kuşatılmış ve hava ateşiyle korkutulmuş, tanklar ve zırhlı araçlar gönderilmiştir. Aynı zamanda, parti militanları ve idari makineler tam hızla çalışmış; kısa süreli kampanyada 800.000’den fazla kişinin kimlik belgeleri değiştirilmiştir. Tıpkı pomaklarda olduğu gibi, ölen akrabaların isimleri unutulmamış ve bazı yerlerde Müslüman mezarlıkları yok edilmiştir.
Vazroditelnıy prosess’in başında, çatışmalar ve ölümler meydana gelmiştir. En büyük protestolar, Benkovski, Kırcali, Momçilgrad, Gruevo köyü (Momçilgrad), Cebel, Krumovgrad gibi yerlerde düzenlenmiş, her biri silahlı kuvvetler tarafından dağıtılmıştır. Yablanovo (Kotel) köyünde yerel halk yolları kapatmış, köy daha sonra tanklarla işgal edilmiştir. Targovishte ve Şumen’de de çatışmalar olmuştur. Yaralı sayısı belirsiz kalmış, ölü sayısı da öyle: 7 etnik Türk, katılan „yeniden doğuşçulara” göre, Güneydoğu Bulgaristan’da 24 kişi, DPC (Türk Demokratik Partisi) bilgilerine göre. Birçok kişi daha sonra vuruldukları yerlerden ölmüş, binlercesi kamp ve hapishanelere gönderilmiştir.
„Vazroditelnıy prosess” ifadesi, muhtemelen ilk kez, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi sekreteri ve gelecekteki başbakan Georgi Atanasov tarafından 18 Ocak 1985’te yapılan bir toplantıda resmi olarak kullanılmıştır. Kampanya, „Türk köleliğinin son izlerinin halkımızın vücudundan silinmesi” olarak görülmüş ve ad değiştirme, Orwellci bir şekilde „Bulgar isimlerinin geri getirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda, Türkçe yayınlar sonlandırılmış, Türkçe radyo yayınları durdurulmuş ve Türkçe yer adları kaldırılmaya başlanmıştır. Ancak, pomakların ad değiştirilmesi 1970’lerin başında uluslararası toplumdan gizlenmişken, „Vazroditelnıy prosess” sessiz kalmamıştır. Durum, özellikle Türkiye’nin „ana vatan” olması gerçeğiyle karmaşıklaşmıştır.
80’lerin ikinci yarısı, Sofya ve Ankara arasında tam anlamıyla bir diplomatik ve propaganda savaşına sahne olmuştur, ancak ikili ilişkiler kopmamıştır. Her iki devlet, birbirlerini BM, UNESCO, Avrupa Konseyi gibi uluslararası forumlarda kınamaktan geri durmamıştır. Türkiye, Bulgaristan’daki temel insan hakları ihlallerini eleştirirken, Bulgaristan, Kürt sorunu, Kıbrıs’a müdahale, Ermeni soykırımı gibi meselelerden bahsederek kendini savunmuştur. Türkiye’de, „kardeşler”i savunmak için büyük mitingler düzenlenmiş, toplumsal iklim gerilmiş, Bulgaristan’a askeri müdahale çağrıları yapılmıştır. Aynı şekilde, komünist rejim de „pantürkizm”i ve „iç işlerine müdahaleyi” kınamış ve „Türkçe konuşan halkın Bulgar kökenli olduğunu kanıtlayan” tarihi belgeler üretmiştir. Bu belgeler, parti merkezi için çalışan bazı tarihçiler tarafından sağlanmıştır. Propaganda faaliyetleri yoğunlaşmış; „Türk köleliği” üzerine onlarca kitap basılmış ve birçok belgesel, ayrıca 1987’de tamamlanan „Vreme Razdelno” adlı film yapılmıştır.
1989’a gelindiğinde, Jivkov yönetimi dış politikanın sakinleşmesini bekliyordu, çünkü Türkiye’nin Kürt direnişine yönelik hassas durumu vardı. Ancak, Batılı medya ve insan hakları örgütleri, Bulgaristan’daki Türk nüfusun haklarının ihlali hakkında uluslararası alanda sesini yükseltmeye başlamıştı. Sovyetler Birliği de Gorbaçov’un „perestroyka”sı sonrası temkinli bir tavır almıştı. Türkiye ile ilişkiler, 23 Şubat 1988’de Belgrad’da yapılan protokolle normalleşmeye çalışılmıştı, ancak bu da çözüm getirmemiştir. Dahası, iç politik ortam da karmaşıklaşmıştı çünkü „yeniden Bulgarlaşanlar” Bulgar kökenini reddediyorlardı. 1985-1989 yılları arasında çok sayıda yasadışı direniş grubu keşfedilmiştir. 100 kişi, „Uzun Kış” adlı gizli örgüt üyeliğinden tutuklanmış ve ardından 200 kişi de „Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi” üyeliğinden yakalanmıştır.
1989 başlarında, Bulgar komünist liderliği, „Vazroditelnıy prosess”in başarısızlıkla karşı karşıya olduğunu fark etmeye başlamıştır. Tüm önlemlere rağmen, kamuya açık alanlarda Türkçe konuşulması devam etmekte ve hatta gösterişli bir şekilde yapılmaktadır. „Yeniden Bulgarlaştırılanlar”, Türk isimlerini kullanmaya devam etmekte, geleneksel Müslüman kıyafetleri giymekte ve dini bayramları kutlamaktadır. Bu dönemde, yeni önlemler alınmış (örneğin, Türk ailelerinin daha çok Bulgarların yaşadığı batı bölgelerine yerleştirilmesi) ve diğer çözümler tartışılmaya başlanmıştır (Bulgar aileleri ile karıştırılmış bölgelerde koloniler kurma). Ancak nihayetinde, daha önce kullanılan bir yöntem olan Türkiye’ye göç etme seçeneği devreye girmiştir.
1989 yazındaki kitlesel göçün öncesinde, Mart ve Nisan aylarında açlık grevleri ve protestolar düzenlenmiştir. Bu eylemler, Bulgaristan’daki Türk nüfus arasında, özellikle yeni pasaport yasası ile ilgili endişelerle büyümüştür. Bu endişeler, „İnsan Hakları Savunma Demokratik Ligi” adlı yeni bir organizasyon aracılığıyla dile getirilmiş ve Paris’teki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na kadar genişlemiştir.
20 Mayıs’ta, Şumen bölgesindeki Pristoe köyünde büyük bir miting düzenlenmiş ve protestolar, Kuzeydoğu
Bulgaristan’da diğer köylere yayılmıştır. Gösteriler, yer yer ayaklanmalara dönüşmüş, güvenlik güçleri gözyaşı bombaları, coplar, itfaiye araçları ve zırhlı araçlarla müdahale etmiştir. Çatışmalarda, Kaolınovo, Todor İkonomovo ve diğer köylerde 7 ila 10 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır.
Bu protestoların ve „Mayıs Olayları” olarak bilinen gösterilerin sert bir şekilde bastırılması, binlerce Türk aktivistin hızla ülkeden sınır dışı edilmesiyle sonuçlanmıştır. Devletin, 1985 Ocak ayında „100.000-150.000 kişinin Türkiye’ye göç etmesini” önerdiği çözüm, bu aşamada uygulanmaya başlanmıştır.
Tüm bu gelişmeler, dönemin komünist rejiminin bir aracı olarak kullandığı „Büyük Gezinti” (1989 yazındaki kitlesel göç) olarak adlandırılmıştır.