Nevzat ÖZTÜRK
Geçen yazımızda Kur’an Şairi Mehmet Akif’i anlamaya/anlatmaya çalışmıştık. Ölüm yıl dönümünde anmıştık. Oysa, 2 Aralık Vatan Şairi Namık Kemal’in ölümünün 130.yıl dönümüydü.(Ölümü:2 Aralık 1888). Mehmet Akif’i anmak vefa borcu olarak görülürken niçin Namık Kemal anılmazdı. Çok değerli okurlarım yazılarımı okuduklarını, memnun olduklarını duydukça sorumluluğumun arttığının farkındayım. Beni uyaran, yönlendiren okurlarıma teşekkür ediyorum. Unutulmamalıydı, Vatan Şairi Namık Kemal!
Namık Kemal, edebiyat ve düşünce tarihimizin, hakkında en çok konuşulan şahsiyetlerinden biridir. O, roman, tiyatro, makale, tenkit ve şiirleriyle döneminin insanı ve düşünce dünyasında yeni ufuklar açmış, yazmakla kalmamış, bedelini de ödemiştir.
Hayatını özetlediğimizde ; 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da dünyaya gelen Namık Kemal’in asıl adı Mehmet Kemal’dir. Babası, II. Abdülhamit döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey’dir. Annesini küçük yaşta yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirmiştir. Bu yüzden düzenli bir eğitim alamamış, özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı (Kırım Muharebesi) yıllarında dedesinin görevi dolayısıyla Kars’tadır. Destan ruhunun, millî serhat ruhunun uyanışında Kars’ın önemli yeri vardır. Namık Kemal’in fikir faaliyeti şiirle başlar, daha Kars’ta iken, yaşlı bir şeyhten Tasavvufu öğrenmiş ve sonra da şiire başlamıştır. İlk hocasının ismi Vâizzâde Mehmed Hâmid Efendi’dir.
Dedesinin görevi dolayısıyla bulunduğu Sofya’da, aldığı özel derslerle düşünce yanını geliştirmiş, şiire olan tutkusu da artmıştır. Sofya’da takma adı “Namık”ı veren Şair Eşref Paşa’dır. 16 yaşında Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanımla evlenir. Namık Kemal, 18 yaşlarında İstanbul’a babasının yanına dönmüştür. Feride, Ulviye, Ali Ekrem adlarında üç çocuğu vardır.
Bir süre memurluk yapar, bu arada edebiyat ve şiirle meşgul olur. Hicri, 1278 yılı Ramazan ayında cami avlusunda Yunus Emre ilahisi sanarak satın aldığı Şinasi’ye ait “Münâcaat” adlı eser, şairin hayatındaki istikameti değiştirir. Artık Namık Kemal divan şairi değil, ictimaî meselelerle ilgili eserler veren biri olarak yoluna devam edecektir. 1862 yılında Şinasi ile tanışır. Onun Şinasi’ye ait gazetedeki ilk yazısı 1862’de Tasvir-i Efkâr gazetesinde, “Zenci” fıkrası adıyla yayınlanır.Tasvîr-i Efkâr’da günlük hayat ve toplumsal sorunlarla ilgili yazmaya başlayan Namık Kemal, kısa zamanda belli bir okuyucu kitlesine sahip olur. Böylece, yazdığı yazılarla, fertlere kendi sorunlarıyla uğraşabilme bilincini aşılamak istemiştir.Daha sonra Ziya Paşa ile tanışır. Edebiyat ve düşünce dünyasının önde gelenleri tarafından teşekkül eden Encümen-i Şûra’ya girer. Burada, Hersekli Arif Hikmet Bey, Leskofçalı Gâlib Bey, Ziya Paşa, Recâi-zâde Celâl vb. edebiyatın önde gelenleri bulunmaktadır.
1863 yılında Bâbıâlî Tercüme Odası’na kâtip olarak girer. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı bulur.1865’te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvîr-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazmaktadır. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867’de kapatılır. Namık Kemal de İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Erzurum’a vali muavini olarak atanır. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteler ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Mayıs 1867 Cuma günü Isere adlı vapurla Paris’e kaçarlar. Bir süre sonra Londra’ya geçerek M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başlar. Bir süre sonra Ali Suavi’yle anlaşamaması üzerine Muhbir’den ayrılır. 1868’de gene M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle, Ziya Paşa ile beraber Hürriyet adında başka bir gazete çıkarırlar. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa’da desteksiz kalması, bir süre sonra da Bâbıâlî ile anlaşan M. Fazıl Paşa’nın yardımı kesmesi, ayrıca 1870 Alman-Fransız savaşının çıkması üzerine geçim sıkıntısı çekmiş ve diğerleri gibi Namık Kemal de Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısı üzerine 25 Kasım 1870’te İstanbul’a dönmüştü.
Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik’le birlikte 1872’de İbret gazetesini kiralarlar. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete, hükümet tarafından dört ay süreyle kapatılır. Namık Kemal gene İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atanır. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistre oyunu, 1873’te Güllü Agob Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde, halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine, o sırada İstanbul’a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklanır. Bu kez Magosa’ya sürgüne gönderilir.
1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döner. Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) üyesi olur. Kânûn-î Esâsî’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev alır. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebûsân’ı kapatması üzerine tutuklanır. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası’na sürülür. 1879’da Midilli mutasarrıfı olur. Midilli mutasarrıflığına bazı nazırlar karşı çıkmıştır.Orada çok aktif bir çalışma içerinde bulunur. Midilli’de yaşayan özellikle Müslüman halkın sorunlarıyla yakından ilgilenir. Onların eğitimi ve dini konularda ihtiyaçlarını gidermek için girişimlerde bulunarak, camii, okul yaptırılmasını sağlar. Başarılı çalışmalarından ötürü kendisine, II. Abdülhamid tarafından nişan verilir. Midilli’nin havasının nemli olmasından dolayı rahatsızlanır. Orada yaşayan azınlıkların şikâyetleri üzerine aynı görevle önce Rodos, daha sonra Sakız Adası’na gönderilir. Rahatsızlığı iyice artar ve ertesi yıl burada vefat eder. Naaşı daha sonra Gelibolu’da Bolayır’a taşınmıştır.
“Vatan” şairi unvanına sahip olması, vatan sevgisi ve milli duygularıyla tanınan Namık Kemal’in diğer bir önemli yanı da İslamcılığıdır. İslami inanç ve hissiyatının kuvvetliliğidir. Onda vatan sevgisi ile İslamcılık, Türklükle İslam bir ve beraber yürümektedir. Biri diğerinin bütünleyicisidir. Ona göre İslam, bir din, bir sosyal nizam, bir hukuk sistemi, bir ahlâki düzen, vatanımızın ve birliğimizin kaynağı, Osmanlı Devlet’inin problemlerinin çözüm kaynağı, toplumsal düzenin, iç ve dış huzurun garantisidir.
Fıkıh, yani İslam Hukuku, hakimâne kaidelerden ve adilâne ahkâmdan ibarettir. Namık Kemal, İslam hakkındaki anlayışını şu beyitinde açıkça ortaya koymaktadır:
“İzz-i dareyn’i fedadır makasadım
İslam için Halkı te’min eylerim dinimle, îmanımla ben”
Dini duygu ve düşüncelerini, çeşitli zamanlarda yazmış olduğu mektuplarında açıkça ortaya koymaktadır. 1867 yılında yazmış olduğu bir mektupta; Ramazan’da kalabalık olan camilerden; vaazlarda hikâye ve İsrailiyat anlattıklarından; din adamlarının bekleneni veremediğinden, dini konulardaki laubalilikten, orta oyunlarının halkın ahlakını bozduğundan bahsetmektedir. Namık Kemal’de din ile vatan kavramları iç içedir. Abdülhak Hamid’e yazdığı mektupta şöyle seslenmektedir: “Allah, İslamiyet, millet, vatan biz mahvoluncaya kadar mevhumattan mı ma’dud olacak..” Yine bir başka mektupta, İslam’ın vatan ile bağlılığını şöyle dile getirir:
“Yahu, vatan gidiyor, altıyüz seneden beridir ki bu dini, bu milleti, bu mukaddes vatan sayesinde muhafaza ediyorduk; bu vatan sayesinde yaşıyorduk…. Bunca muhadderat-ı İslamiye, Bulgar canavarlarının mundar ayakları altında inleye inleye can çekişiyor. O mukaddes mabedlerin kimisi puthaneye, kimisi meyheneye tahvil oldu, nûr-i İslamiyet’le münevver olan o mübarek mevkiler, bugün zalâm-ı küfr ile harab oluyor.”
Yine Midilli mutasarrıfı bulunduğu yıllarda, Müslümanların dini ve ilmi durumlarını yükseltmek için çeşitli girişimlerde bulunur, mabed ve mekteplerin azlığından ve olanların da bakıma muhtaç olduğundan bahisle eğer önlem alınmazsa, “Ezan-ı Muhammedi i’lan eden tek bir minare ve mescidin kalmayacağını” bildirmektedir.
Yazılarında, şiirlerinde, romanlarında ve piyeslerinde her zaman İslam’a bir atıf bulmaktayız. İslam’a tam bir bağlılık içinde olan büyük şair, Manastırlı Rıfat Bey’e 1874’de yazdığı mektupta, Kâdir ve Kâim olan Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih etmekte, Allah’tan başka kimsede kudret ve kuvvet olmadığını ifade etmektedir.
Namık Kemal’e göre her iki cihanda ortaya çıkan şey, birlik nurudur. Yani dünya ve ahiret Allah’ın birlik nuruyla donatılmıştır:
“Nûr-ı Vâhid’dir ta’ayyün gösteren kevneynde.”
Allah’ın varlığını, birliğini kabulde, delil ve zannı terk etmenin yettiğini, Allah’a gönül veren bir kimse için aşkın keşfinin en iyi mürşid olduğunu belirtir:
“İsbât-ı Hakk’a terk-i delil ü zünûn yeter Mürşid bu yolda sâlike feyz-i cünûn yeter.”
İnsanların yanılmalarının normal olduğunu, yanılmayanın ise, yalnız Allah olduğunu yazdığı bir mektubunda şöyle ifade eder: “Biz yanılmamağı Cenâb-ı Hakk’a mahsus biliriz.”
Dünyaya ve kâinata bakış tarzını, Allah’ın kudretini derin bir biçimde idrak ile birleştiren şairimiz, yeryüzünü bu kadar sanatlı yapmış, süslemiş ve insanın emrine tahsis etmiş olanın yüce Yaratıcı olduğuna işaretle:“ Deryayı, sahra gibi her tarafında gezilir, havayı derya gibi yüzülür hale O getiriyor” diyerek duygularını ifade etmiştir.
Allah’ın yarattıklarına büyük ihsanda bulunduğunu, Rahim ve Rahman sıfatlarının tecellisi olarak görmekle birlikte, ihsanın kendiliğinden olmayacağını; bunun kulların gayretlerine bağlı olduğu inancındadır. Bunu Celâleddin Harzemşah adlı piyesinde şöyle ifade eder:“Nereden düşünsün ki, Allah’ın tevfîki de isti’dada bağlı…” Yine birçok tasvirlerinde Cenâb-ı Allah’ın türlü lütuflarından bahseder. Çamlıca’yı Cennet’e, Çamlıca suyunu da “âb-ı hayat”a benzetir. Allah’ın bütün yarattıklarını, kâinatı ve özellikle İslamiyet’i ve Müslümanları koruduğu, koruyacağı fikrine sımsıkı bağlıdır. Kimilerinin Müslümanların sayısının azalacağı fikrine karşılık:“ Hiç korkulmasın; İslam hiçbir vakit öyle zihinler dehşet verecek kadar azalmaz.” diyerek cevap verir. Adalet konusunda da Allah’ın adaletine güvenmektedir: “ Allah’ın adli, ne büyüktür!..” demektedir.
Müslümanların geri kalması, tıpkı Âkif gibi onun da önemli meselelerindendi. Batı medeniyetine gıptayla baktı ve Osmanlı’nın bundan hisseyâb olması gerektiğini düşündü. Ama devrin şartlarından dolayı, teknolojiyle beraber Müslümanların bir kimlik/kültür bunalımı yaşayabileceklerini öngöremedi. Ancak “tamamı tamamına Avrupa’yı taklide…” karşı çıktı; “Avrupalıların dansına, usul-i münakehatına (nikâh usulüne) taklit etmeğe de hiç muhtaç değiliz.” Dedi.“Medeniyet” makalesi, “elde âsumânî bir şeriat ve (…) fıkıh gibi bir derya-yı hakikat” var iken ecnebî kanunlarını almaya gerek görmedi. En önemlisi, Renan’ın İslâm’ın bilime ve ilerlemeye engel bir din olduğu görüşüne, “İslâmî bir refleksle” reddiye yazan (Renan Müdafaanamesi) ilk Osmanlı aydınlarındandı.
Namık Kemal’in millet anlayışı, Osmanlı’nın çok unsurlu yapısına uygundur. Nitekim “İmtizac-ı Akvam” makalesinde özetle; Osmanlı Devleti, hukukça birbirine eşit, ortak çıkarları olan, farklı kavim, dil ve dinlere mensup parçalardan oluşmuş bir bütündür, der. Devrin şartları gereği gayr-i Müslimleri de içine alan bir “millet” tanımı yapar; ancak bu unsurun Osmanlıdan kopacağını ve devletin “aslî unsur”unun Müslümanlar olduğunu bilir, o sebeple; “İstikbalimiz emindir. Çünkü İslâmiyet vahdete gelmeyi emreder. Cinsiyet ve avârız-ı dünyevîyeyi vesile-i ihtilâf etmeğe katiyen mânidirdiyerek kavmiyetçiliğe karşı çıkar, İslâm birliğini destekler; hatta “Bu maksat bir kerre hasıl olursa” Müslümanların dünyada büyük bir güç olacaklarını ve “Asya için (…) revnaklı bir devr-i saadet zuhura geleceği”ni düşünür. İşte bu fikirleriyle o, “bu fikr-i mukaddesin tervicini arzu eden ashâb-ı hamiyyete peyrevliği mefharet bilen”, Basiret gazetesini ve “ittihad-ı İslâm”ı tesis etmek için kurulan “İhya-yı İslâm Cemiyeti”ni destekleyen “öncü bir İslâmcı”dır.
“Evet biz din üzerine tesis-i müddea ederiz.” diyen Kemal, fikirleri itibarıyla ilk “İslâmcı”lardandı; ama birçok Tanzimat aydını gibi tereddütleri de vardı.
Tanzimat münevverleri arasında Namık Kemal İslamcılık düşüncesinin öncüsü kabul edilmelidir. Ona göre, Müslümanların Batı karşısındaki tavrında esas, ahlâkî ve dünyevî unsurların birbirinden ayırt edilmesidir. Müslümanlar için ahlaki ve toplumsal değerler namına Batı’dan alınması gereken hiçbir şey yoktur. Nitekim Namık Kemal’e göre İslâm, özüne inildiği ve hakkıyla yaşanıldığı zaman şu an Batı’da bizim hayranlıkla baktığımız ahlaki unsurların da esas kaynağıdır. Birçok Müslüman münevver o dönemin şartlarında yanlış sorular sormuş ve içinden çıkamadığı durumlarda gerçeklerden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. Namık Kemal’i diğerlerinden ayıran hususiyeti, doğru sorular sorması ve yeni fikirler ortaya koyabilmesidir. Çünkü Namık Kemal, Batı’nın ne yaptığından ziyade, bizim İslam’ı referans alarak ne ortaya koyabileceğimizle daha alakadardır. Yani soruları daima biz eksenli sormuş ve cevaplarını da öyle vermiştir. Namık Kemal İbret’teki “Medeniyet” başlıklı yazısında bu durumu şu şekilde izah eder. “İktisab-ı medeniyete çalışan akvâm için tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lâzım gelsin? Bir takım hakâyık-ı ilmiye vardır ki dünyanın hiçbir tarafında değişmez, hiçbir yerde sû-i tesiri görülmez…. -Şimdi biz tervic-i medeniyeti arzu edersek bu kabîlden olan hakâyık-ı nâfi’ayı nerede bulursak iktibas ederiz. Temeddün için Çinlilerden sülük kebabı ekl etmeği almağa muhtaç olmadığımız gibi Avrupalılar’ın dansına, usul-i münakehâtını taklit etmeğe de hiç mecbur değiliz.
Namık Kemal, hukukun kaynağına “mebde-i evvel”i, yani Allah’ı yerleştirmiştir. Herkesin, Allah’ın nimetlerinden yararlanırken de tek ölçünün adalet olması gerektiğini belirtir. Büyük şairimiz, ticaret hayatında dürüstlükten yanadır. Yüksek kârla mal satanların yaptıkları işin ticaret değil, hırsızlık olduğunu söyler. Ticarette, İslamiyet’in haram kıldığı fâize de şiddetle karşı çıkar. Böylece, her şart altında çalışmaktan ve helal kazançtan yanadır. Sosyal müesseseler içinde ailenin ayrı bir yeri vardır. O, aileyi bir bütün olarak görür, aile fertlerinin iyi yetişmesini de eğitimin iyi olmasına bağlamaktadır. Ona göre ülkenin kalkınması askerlikten ve iktisattan önce eğitimle mümkündür. Namık Kemal’in eğitim ile ortaya çıkarmak istediği ideal tip, ister erkek ister kadın olsun, iradeli insan tipidir. Ona göre, vatanını sevmeyen insan değildir. Vatan kuru bir toprak değil, millet hayatı ile karışan bir tarihtir. Vatan hissi, insanın vicdanında vardır. Onda, din ile vatan kavramları iç içe geçmektedir.
Namık Kemal etkileyici bir insandır. Eserlerinde, Kur’an’dan ayetler nakleder.Şiirlerinde ayet meallerini şiir yapar. İslam hukukunu bilir ve 1876 anayasasını hazırlayanlar içindedir. İslam, Türk ve Osmanlı tarihini bilir, Osmanlı tarihini yazar.
İslam dininin siyasî kaidelerinin de adalete, medeniyete, terakkiye, ilerlemeye tamamıyla uygunluk gösterdiğini söylemektedir. Meşrutiyetin ve meşveret sisteminin İslami esaslara ve fıkha dayanmasını ister. Zaten öteden beri var olagelen sistemin bir anlamda revizyonunu benimsemektedir. Hatta Kanun-i Esasi’nin bile her maddesinin fetvaya bağlanmasını isteyecek kadar bu hususta eski ile yeninin aynı şeyler olduğuna inanır.
Namık Kemal, çağdaşları olan o dönem müslüman düşünürler gibi, siyasî teorilerini, dönemin tarihsel koşullarına binaen oluşturmuş ve mevcut sorunlara çözüm bulma amacını ön plana çıkarmıştır. Buna göre, Namık Kemal’in insan hak ve hürriyetlerine ve halk hâkimiyetine dayalı siyasî rejimden yanadır. Namık Kemal, devlet idaresinde “meşrutiyet” sisteminin gerekliliğine inanırken, bu rejimin tesisinde zaruri olan hukuk sisteminin ve esaslarının tümüyle Batı’dan alınmasına taraftar değildir. İslamiyet’teki “meşveret”in, bütün meşrutiyet konularını ve şartlarını üzerinde taşıdığı kanaatindedir.
Onun istediği, devletin devamı gayesine yönelik olarak âdil bir hükümetin kurulmasıdır. Bu hükümet, padişahın himayesinde ve de İslam hukukuna uygun olmalıdır. Çünkü İslamiyet’in, hukuki açıdan herkese eşit davrandığını, kimseyi kimsenin aşağısında tutmadığı inancındadır. Namık Kemal’in dile getirdiği, insanın doğuştan hür ve birtakım haklara sahip bir varlık olduğu ve devletin temelinde de bu hakların korunması gayesinin yer aldığı düşüncesi, bir taraftan modern siyaset felsefesi bağlamında değerlendirilebilirken, diğer taraftan da, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut yapısının ıslahında, İslami kaynaklı bir değişimden, dönüşümden yanadır.
Namık Kemal, geleneklerine, köklerine bağlı ve dindar bir kişiliğe sahip olmakla birlikte, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, düşünce ufkunu devamlı genişleten bir düşünürdür. O, döneminin koşullarını en iyi şekilde idrak ederek toplumunun gelişmesi, çağdaşlarını yakalaması gerektiği konusunda çok büyük gayretler sarf eden, vatanı uğruna ne gerekiyorsa fazlasıyla yapmaya çalışan, bir anlamda hayatını ortaya koyan bir düşünce adamıdır. “Vatan Şairi” olarak anılan Namık Kemal, buhranlı bir dönemde mevcut sorunların çözümünü –Batılı, çağdaş değerlerden istifade edilmesine de karşı çıkmaksızın- İslami referanslarda görmüştür. Onun gözünde din, bireysel/özel bir mesele değildir ve bu yüzden toplumla ilgili her mevzu doğal olarak din ile alakalıdır. Onun din, yani İslam anlayışı ise “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” anlayışında olan Akif’le paraleldir. Zira ona göre dönemin sıkıntılarına derman olacak pek çok kavram ve kurum İslam geleneğinde zaten mevcuttur. Bu anlamda onu bir modernist veya reformist olarak değil bir ihyacı olarak tanımlamak herhalde daha doğru olacaktır.
Belirtmek gerekir ki, Namık Kemal, mensubu olduğu toplumun geri kalmışlığına yönelik özeleştirisini, zaman zaman sertleştirmekle beraber, İslam toplumlarının geriliğini İslam dinine hamleden Ernest Renan’ın görüşlerine de şiddetle karşı çıkmıştır. Renan Müdafaanamesi’nde (Namık Kemal, 1326) etraflı bir şekilde İslam dinine ve toplumlarına yöneltilen eleştirileri ele almış ve İslam’ın, aklı ve mantığı temel alarak modern bilimleri teşvik eden felsefi bir temelden beslendiğini açıklamaya çalışmıştır. Görüşlerini Kur’an’dan verdiği ayetlerle izah eden Namık Kemal, daha ileri giderek bilim ve felsefe tahsilini, hakikate ulaşmakta Müslümanlar için dinî bir görev olarak düşünmüştür. Bununla beraber, “dünyayı firdevs-i ma‘mûriyet medeniyetin esbâb-ı külliyesini i‘dâd” eden (Hadika, Nu.2, 11 Teşrin-i sâni 1288/10 Ramazan 1289) Müslümanların üstün konumlarını nasıl kaybettiklerini ya da Batı medeniyetinin hangi gelişmeler ve değerler üzerinde yükseldiğini birçok yazısında açıklama yoluna gitmiştir. Bu nedenle felsefe tarihçisi Hilmi Ziya Ülken, O’nu, kuvvetini Türk-İslam geleneğinden alarak Batı’dan gelen siyasi fikirlere göre hamle yapan “muhafazacı bir meşrutiyetçi” olarak tanımlamıştır.
Namık Kemal’e kulak verelim:
Sıdk ile terkedelim her emeli her hevesi,
Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi;
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi,
Gelin imdâda diyor, bak budur Allah sesi!
*********************************
Bize gayret yakışır, merhamet Allah’ındır;
Hükm-i âtî ne fakîrin, ne şehin-şâhındır;
Dinle feryâdını kim terceme-i âhındır
İnledikçe ne diyor, bak vatanın her nefesi.
*********************************
Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün;
Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün?
Dîn içün devlet içün can çekişen millet içün,
Azme hâ’il mi olurmuş bu çürük ten kafesi!..
************************************
Memleket bitdi, yine bitmedi hâlâ sen, ben.
Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen;
Dest-i a’dâdayız; Allah içün, ey ehl-i vatan!
Yetişir terk edelim gayri hevâ vü hevesi…
Namık Kemal (1840 – 1888)
(Namık Kemal, Türk Büyükleri Dizisi 63, S. 96)
Ruhu şad olsun. Selam olsun Bulgaristanlı kardeşlerime, Necip Milletimize! Allah’a emanet olun.
TDV, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 32, S, 361-378
Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, (Haz. Abdurrahman Küçük), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1988, s. 51
Süleyman Hayri Bolay, Namık Kemal’in İslam’a Bakışı, DİB Yay., Ankara 1992, s. 33.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, s. 395.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, I, s. 69-80.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 388.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 482.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, ss. 117-118.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, TTK Yay., Ankara, 1967, s. 482.
Saadettin Nüzhet Ergun, Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933, Gazel 101, s. 113.
Saadettin Nüzhet Ergun,Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933 s. 173.
Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 564.
Namık Kemal, Nüfus, İbret, Sayı. 9
Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul,1315. s. 68…
Önder Göçgün,“Namık Kemal’in İslamî İnanç Telâkkisi”,S.Ü.İ.F.D, Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1986,s. 37-49.
Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, s. 68.
http://www.karar.com/yazarlar/alaattin-karaca/namik-kemal-islamci-miydi-3892# erişim:01/01/2019
https://www.gzt.com/cins/turkiye-islamciliginin-kokleri-3-islami-dusuncenin-oncu-munevveri-namik-kemal-3293621 erişim:01/01/2019
Ercan KARA, “Namık Kemal’de Din Ve Toplum”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2011, S,86-89
Mithat AYDIN, Namık Kemal’de “Terakki” Ve “Maarif” Düşüncesi “,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 53, 2( 2013), S,451-477