Vatan sevgimiz
Tarih: 29 Eylül 2018
Yazan: Neriman E. Kalyoncuoğlu
Konu: Bizim şiirimiz gerçek yaratıcılıktır.
Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin şiiri, genelde bütün yaratıcılığımız bir birlik ve bütünlük sergiler. Biz, çok uzaktan gelen bir bol sulu ırmağın, başka bir bol sulu ırmak olan Tuna’ya dayanan ucuyuz. Şiirimiz ve bütün yaratıcılığımız Türklüğümüzü, Türk kimliğimizi taşıyan, duyarlılıkla zenginleştiren veya içine kapayan bir algıdır.
Turan’dan Küçük Asya’ya akmış, yolda Pers ve Arap maneviyatından seçtiğini almış, Rum Diyarını Türkiye yapmış, Osmanlı Türkleriyle Rumeli’ye taşmış, devrimci uyanışla Türk kimliğini ve Bulgaristan Müslüman Türkleri imgesini yaratmıştır.
Biz, Asya şiirini bir yere kadar Balkanlara ve Avrupa’ya taşıyanlarız. Orta Asya’dan yola çıkan Atalarımızın ruhu savaşma gücü, aşk, çıkışma ve dördüncü bir unsur olan “şarapla” beslenmiştir. Geçmiş çağlar, kültürler ve evrensel şahsiyetler bu ruhsal güçte birbirini etkilemiştir. Yaratıcılığımız daha iyi anlaşılsın ve kucaklansın diye efsane, masal, hikâye, destan, kısa ve özlü sözler ve atasözleriyle dilden dile gelmiştir. Orta Çağda Batı Kültüründen yakın ve uzak kültürlerden çok daha ileri ve üstün olduğumuzu atalarımız iyi biliyordu. Bu kültürün Türk kimliğini belirlemesinde ünlü halk şair, ozan ve düşünürlerinden Ahmet Yasevi (1093 – 1166), Yunus Emre (1240), Hacı Bektaşi Veli (1209-1277), Pis Sultan Abdal (1480 -1550) Mevlana Celalettin Rumi (1207 – 1273) olağanüstü büyük rol oynamışlardır.
Örneğin eski İran’da gizlenmeyen şeyler diyeceğimiz esin ve güç kaynaklarının – ateş, öksürük, sükûnet halindeki değişme, aşk ve şarap olarak görüyoruz. Ömer Hayyam (1048 – 1122) ve Hafız )1324 – 1391) vs ustalığı günümüzde hayranlarını şaşırtarak yaşıyor.
Orta Çağlarda bu kültürü Batı’ya taşıyan ve Aydınlık çağını eken Henrich Friedrich Dietz (1751 – 1817), Joseph von Hammer Purgstall (1774-1856), Johann Wolgang von Goethe (1749 – 1832) vs oldu. Doğu-Batı Divanı böyle doğdu.
Kadim zamanların Arapları, kabileler halinde kültür ve eğitimden uzak bir hayat sürdürürken savaş, intikam ve zafer özlemiyle tutuşuyorlardı. Bu durumda şairler de kabileleri hep yeni savaş şiirleriyle ateşlemişlerdi. Hatta kahraman savaşçıların birçoğu bizzat şairlerin kendileridir. Bu şairlerin esin aldığı unsurlarından, intikam, nefret ve düşmanlıktan parlayan alevler belirleyici olmuştur. Doğu şiiri ve edebiyat ırmağı bize bilim, din ve mistisizmin en güzel rüzgârlarınca kırbaçlanarak gelir. Ne ki asırlar süren bu yolculukta yukarıda sıraladığımız şiirsellik kamçılayan unsurların birçoğu yolda kaldı ve yenileri doğdu. Orta Asya Hikmeti’nden ve İran Divan şiirinden beslenerek biçimlenen Osmanlı Divanı Rumeli’ye de taşmış ve orada çok değerli temsilciler doğurmuştur. Bu yüce yaratıcılığın 19. Ve 20. Yüzyıldaki dev temsilcileri Namık Kemal (1840-1888), Mehmet Ersoy (1873 – 1936), Yahya Kemal Beyatlı (1884 – 1956) bugün de Bulgaristan üzerinde Çoban Yıldızı gibi parlıyorlar.
Şairlerimizin yüreği Bulgaristan’da yeni bir ahenk için durulmuş ve vatan sevgisi, iyilik, hoşgörü, aşk, emeğe inanç kanat açarken, hiç biri kendini dini duygulardan sıyırmadan, Tanrıya açılan bir ruh penceresinin sürekli açık olduğuna hep inanmıştır. Yerleştiğimiz yeni diyarın kendi dünyamızı tamamlayacağı ve ebediyen bizim olacağı inancı böyle doğdu ve yaratıcılığımıza yansıdı.
MEMLEKETİMİZ
Karlar var dağlarında
Bülbüller bağlarında
Cesur eder dereler
Yeller şarkı besteler
Dağın taşın cevherdir
Havan tatlı meltemdir
Candan sevdik severiz
Cennet memleketimiz.
13 Mayıs 1997 Gerlovo / Ali Ali Tiryaki
Bizim diyarda yeşeren ve yüzleştiğimiz Bulgar şiirinde ise intikam, nefret ve düşmanlığın rağbette olduğunu görebildik. Hristo Botev gibi şairlerin savaşıma bizzat kılıç elde, Peyo Yavorov “Martin” sırtta vb katıldıkları biliriz.
Sert çelişkiler ortamında Bulgaristan Müslüman Türk şiiri, medeniyetler arasında uçurumlar açılırken, birbirini kovalayan 20. Yüzyıl savaşları ardında müthiş bir harabe bırakırken, soy geleceğimizi şiddet ve zorbalıklar ezerken, hatta Büyük Göç, kimlik değiştirme ve kültürel soy kırım yaşadığımız bir yüzyılda doğarken yaşam hakkı istedi.
GEÇİT VER KAMÇI
Kenarında ölgün yatar Milletim
Uyanmaya muhtaç. Budur zahmetimi
Bunun için çarpar göze mihnetim,
Dertlerim sorma ah deli Kamçı.
Her köy odasında kaldım bir gece
Milletin derdini soruşturdum nice
Umutlu devalar sürdüm gizlice
Allah’tan şifalar diledim Kamçı
Rusçuk 1923 /Mehmet Behçet Perim (1885 – 1965)
Vatan sevgisiyle dolu hayatımızın demir başları vardır ve bunlardan biri dibek taşlarımızdır.
DİBEK TAŞI
Merhum dedemden kalan avlumuzda
Bir dibek taşı var, göz değmesin
Gün geçmezdi komşular akşam sabah
Buğday arpa tokmaklardı yorgun argın
Tokmaklanan bir yaşamdı, söz değmesin.
1999 Ak Kadınlar / Halil İbrahim Meşeli
Bulgaristan’da bize en sık söylenen söz “alın başınızı gidil oldu!”
Şairlerimizin cevabı ise şöyleydi:
BEN SENİNLE VARIM
Ben seni bırakmak için sevmedim
Benim bağrı yanık
Ufacık tefecik
Çilekeş memleketim.
Ben seninle varım
Seninle yaşarım
Hangi soysuz beni
Senden edecekmiş şaşarım.
Ben seni
Benim olsun diye sevmedim
Benim bağrı taşlı
Gözü yaşlı memleketim.
Sen beni
Çocuklarıma götüren
Günahsız ak pak bir yolsun
Bana seni çok görenlerin
İki gözü kör olsun.
Ben seni
Başkasının olsun diye sevmedim.
Benim bahtı kara
İçi kara memleketim.
Ağlama gayrı
Dinsin göz yaşların
Ben baharlar getireceğim
Senin kara kaşına
Yağmurlar yağdıracağım
Mutluluk yağmurları
Toprağına taşına.
Filibe 1993,Faik İsmail Arda (1935 – 1995)
Mücadeleler içinde geçen bir hayatın hikayesidir bizim şiirlerimiz. Dehşet verici manzaralardan korkmadı. Ötekileştirmeden yılmadı. Uğursuz kadere yenilmeden, şanslı günler aradı. Bizimki yeniden doğuştu. Şairlerimiz renkli, bereketli, pırıl pırıl bir Vatan seması işlediler. Vatanımızla birlikte semasında uçan kuşları bile kıskandılar. Bizi mal mülksüz, parasız, itibarsız, adaletsiz ve asal etsiz bir dünyada yaşamaya zorladılar. Bu halde yaşamayı bir köpek bile istemezken, diz dayandık diyemedik. Istırap ve sevinç varoluşun iki kutbuyken, bize hep birincisi düştü. Çektiğimiz acılardan, vatan ve insan sevgisinden, insanlarımızın duyumlarından yeni bir ruhun doğması hep engellendi. Bütün zaferlerimizin sembolü olan bir kişiliğe ihtiyaç duyduk. 1989’da % 50’miz yurttan kovulunca ayaklanmada yoğrulan zafer sembolümüzle yanıp tutuşan kişiye…
Her şeye rağmen, Bulgaristan Tarihinde Bulgaristan Müslüman Türklerinin özgün rolü ayakta dik kaldı. Biz zaten çekilerimizi hafifletecek ve günahlarımızı af edecek biri geleceğini düşünmemiştik. Geleneksel kültürümüzden, kimliğimizin ilk dokusundan güç alıp bir önderin önümüze geçeceğine içten içe hep inanmıştık. Gölgeleri okuyamamışız. İçimdeki düşmanları görememişiz. Onlar da bizi tanıyamadı. Kendi kendine dolup boşalan halk hafızamız olduğunu bilemediler. Tarihteki olumlu değerlerin, şiirimizin, halk yaratıcılığımızın asla yok olmadığını ve zamanı geldiğinde kendiliğinden canlandığını da öngöremediler. Yüz yıl uyutulan halkların bile bir tek kıvılcımla uyanacağını da düşünemediler.
Ve bütün bunlar gönülden beyaz kağıda akarken 200’den fazla şairimiz ilk dalı vatan sevgisi olan bir edebiyat oluşturdu ve bizi edebiyatı olan halkların arasına kattı.
Devam edecek.
Paylaşırsanız memnun olurum.
Sağlıcakla kalınız!