Musa VATANSEVER
Bulgaristan sorunlarını uzlaşmalı çözmede zorlanıyor. Politik partiler arkalarına bakmadan ileri adım atmak istemiyor. Arkasına bakanda ise intikam (revaşizm) duyumları alevleniyor.
Bulgar’ın yeni politikası 1989’da YUVARLAK MASA görüşmeleriyle başlamıştı. O zaman bu masanın kenarında Müslümanlar adına oturmuş Nedim Gencev isminde bir ateist Baş Müftü vardı. O hiç konuşması, bir şey önermedi, hiç bir şey istemedi. İşleri karıştırmazsa ödüllendirileceğini biliyordu. O zaman Ahmet Doğan henüz politik pazara sürülmemişti. Elbiseleri kuru temizlikçide, kendisi de tellaklı hamamdaydı.
Ahmet Doğan’ın Sofya sahnesine çıkması 1989’un son günlerinde oldu, o zaman henüz “doğan” değildi, tüyleri çıkmamış ve uçamadığından, bir yerden bir yere polis aracığıyla gezdiriliyor, burnu zincirli ayı gibi oynatılıyor ve sonra yine kafese toplanıyordu. Yollarda, meydanlarda insanlar arasında fazla gezip tozmasına da izin yoktu, çünkü ayakkabının ökçesi olmadığından, su alır ve hastalanır diye korkanlar vardı ama al şu parayı da bir çift ayakkabı al deyen de olmadı, çünkü bilirsiniz, bal bozumu başlamadan kovandan bal yenmez.
O günler de gecikmedi, “ilk ihtiyaçlarını karşılasınlar” diye Baş Müftüye Bulgaristan Komünist Partisi Politik Büro üyesi Boris Velçev’ın, Ahmet Doğan’a da Başbakan Georgi Atanasov’un daireleri verildi, içi boş durmasın diye duvarlara asmak için birkaç haydut voyvoda tablosu, birkaç eski kama, kılış, patlamayan patlak vs. hediye edildi. Generallerin bu hediyeleri sunarken söyledikleri sözlerde ”revaşizm” yok, yani Türk ve Müslümanların dini, doğal ve insan haklarını, ana dil, baba dil, olup biteni sorup sorgulamak yok, hapisler, “Belene” ölüm kampı ve mengenelerde yapılan işkenceler unutulacak, unutturacak, dedi.
Sorunları çözmek için çözüm yolu olarak ise “uzlaşma” formülü icat edeceksiniz. Bizden maaş beklemeyin, Baş Müftü vakıf mallarını istediği gibi kullanabilir, satıp tozar, Ahmet ise T.C’den gelecek paraları cepleyebilir, Bulgaristan Türk. Pomak ve Çingenelerini istediği gibi dolandırıp soyabilir, yalanı esaslı ilişkilerde temel attı.
Derken, Bulgaristan’da yalan, dolandırma ve aldatma, umutlandırma ve toslatma en geçerli yönetim usulü oldu.
Öyle böyle de her şey her zaman düşünüldüğü bibi olmuyor. Gençev’in yaratanla zaten arası yoktu ve çalma kapma olaylarına vakıf ve Baş Müftülük Mülklerini oğlunun üstüne aktarma işlerinde derinleşme başlayınca işin içine çok günah girdi. Aptes almamış insanları yüzer yüzer Hacca götürmek de günahları aklamadı. Osmanlının Bulgaristan’da kalan tüm malını mülkünü üstüne geçireceği bir sırada, dananın kuyruğu koptu ve Baş Müftü görevinden düştü.
Ahmet çalma kapma işlerini hapishane rezidans konutlarında geçirdiği yıllarda biraz unutmuş olduğundan, paralar tomar tomar değil çantalarla çanta dolusu gönderildi, o da saymadan aldı harcadı, diraz dağıttı, biraz yemledi, zaten elden verilen paranın hesabını da tutan, sorup sual eden de yoktu. Veren de bu paraları ekip biçip de kazanmamış, 1989 Ağustosu’nda KAPIKULE BİTPAZARINDAN toplamıştı. Bilirsiniz şu verme işi bizde camiye yardım yapmak, sadaka vermek ya da fitre vermek gibi bir şeydir, faturası “Allah Kabul Etsindir!” hem de almak için mutlaka el açmak, eğilip bükülmek, boyun eğmek, vaatte bulunmak da gerekmez. Bizim özümüzün özünde “isteyen bir dilenci, vermeyen iki dilencidir”, büyüklük hep bizde kalmalıdır. İstemeden verilen de kabulümüzdür…
Bu işlerde yanlış anlaşılan bir husus yoktu. N. Gencev Allah işleriyle uğraştığından kendisine verilen daireye Bulgarca Konak depoladı. Ahmet ise yabancı diplomatlara kiraya verdi.
Şimdi dönelim şu “uzlaşma” konusuna, SİYASET TEORİSİ TEMEL ESERLERİNDE “politikacılar kendinden bir şeyler feda etmez ve uzlaşmaya çaba göstermezse, hükümet kurulamaz!” denir. Şimdi N. Gençev’de fedakârlık yapmasını beklemek boşa kürek çekmek olur. çünkü artık Baş Müftü değil ve alacağını aldığı için, bu hevesi de sönmüş. Bu seçimde oğlunu Sosyalist Partiden Pazarcık milletvekili adayı çıkmış ve “hadi imzala şu Batak’ta Türklerin Yaptığı Katliamı Belgesini” deyenlere, görmediğimi imzalamam ve parayı saymadan ceplemem deyince, listeden düştü. Ahmet Doğan’ın politik olarak ödün vereceği bir şey kalmamış, çünkü bir defa alacağını aldı ve “verecekli değilim!” diyor. “Konsorsiyum”dan bir şeyler feda et deyenlere de cevabı hazır: “yönetim kurulu toplanmadan olmaz!” diyor da, oysa yönetimde kendinden başka kimseciler yok. Adı konsorsiyum da, aslında tek kişilik şirket yani (Ltd) gibi bir şey. Batıda “konsorsiyum” yönetimlerinde 100 kişi çalışıyor. Bizimkisi uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok.
Şimdi şu “politikada işler ödün vermeden gitmez” deyenlere de gıcık olmamak elde değil. Başbakanlığa soyunan Boyko Boprisov’a “sen 10 kişi öldüren bir katilsin” deyen gazeteci ve şimdi Sansürsüz Bulgaristan partisi başkanı ve AB milletvekili N. Barekov’ GERP ile görüşmeye giden parti heyetine “ödün verin” demiş. Heyet de “Biz Bulgaristan Cumhuriyeti’nin adının Bulgaristan Halk Cumhuriyeti olarak değiştirilmesini yani 1990 öncesi adını yeniden almasını istiyoruz “ demişler, fakat bu defa da toslamışlar, çünkü GERB başkanı B. Borisov o yıllarda itfaiyeci olduğundan beni eski görevime döndürürler diye kormuş. Bulgar köylerinde “Todor Jivkov Mağazaları” açılmaya başlayanlar ise, politikacılara hava atıyor.
Yine şu ödün verip uzlaşma sağlama konusunda Reformcu Blok grubu da çelişki içindedir. Onların üzerinde mutabık kalamadıkları nokta “KİM” ile “KİMLER”in kim olduğu sorunudur.Reformcuların mantığına göre “KİM”in bir kişi olması mümkün değil, çünkü bir kişinin gücü bütün devleti felce uğratamazmış. Onlara göre “KİM” in karşılığı Ahmet Doğan ise, “KİMLER” in karşılığı da “konsorsiyum”dur. Bulgarcada kullanılan “demonte etme” yani sökme sözünün anlamı da Ahmet Doğan’a verilen her şeyin NOTER KARARIYLA geri alınması iken, buna bir de ömür boyu hapislik ve canı fazla sıkılmasın diye Varna Hapishanesinde deniz manzaralı bir koğuş eklenmesini isteyenler var.
KİMLER’in üzerinde mal mülk, şirket ve vakıf diye hiç bir şey olmadığından neyin ne zaman ve nasıl söküleceği konusu cevapsız kalmıştır. Bu nedenle de GERB ile Reformcu Blok arasındaki görüşmeler kesilmedi, ikinci turda devam edecek deyenler, “biz ev ödevlerimizi çözüyoruz yani “KİMLER” in kimliklerini araştırıyoruz, diyorlar. Daha önce Bulgaristan tarihinde böyle bir uzlaşma olmadığından, sökme yöntemi de geliştirilmemiş olduğundan ve ceza kanununda bu gibi suçlara ceza da öngörülmediğinden konuya yalnız ileri dönük çözüm aranıyor. Bizde “fütüroloji” gelişmemiş olduğundan konuyu özel olarak işletmek için konu paketi Amerikan Üniversitelerine göndermişler ve şimdi cevap bekliyoruz.
Sosyalistler ile GERRPçiler arasında uzlaşma ise imkansız gibi, çünkü “Kırmızı Çöp” sözünün kime söylendiği henüz tespit edilmediğinden, herkes bakınıyor.
Tüm bunların üzerine bir de geçmişi olmayanın geleceği olmaz iddiaları eklenince her şey her balkıma karışıyor. Çünkü sosyalistlerin geçmişinde bir de 1950’li yıllarda “Güneşli Dünya” toplama kampında öldürülmüş ve hesabı verilmeyen 200 bin kişi var k,i, bu olay da bana “DELER VE TORUNLAR” fıkrasını hatırlattı.
Dedeler bir dün toplanıp lokantaya uğramış ve yiyip içip bir daha zevklenelim demişler.
Demişlerde, masaya çöktüklerinde listeye önce gözlüksüz bakmışlar ve yemeklerin resimlerine sulanmışlar da gözlük taktıklarında tam sipariş vermekten vaz geçecekleri an, garson dikilmiş başlarına ve fiyatlara bakmayın, bizim lokantamızda torunlar ödüyor, demiş.
Eh, torunlar ödeyecekse, getirin bakalım, deyen dedeler iyice yayılmışlar, içmişler, yemişler, içmişler ve nihayet, çakır keyif kalkmışlar ve tam kapı ağzında, Baş Garson “DURUN!” demiş ve hesabı uzatmış.
“Hani torunlar ödeyecekti!” deyen dedelere verilen cevapsa şu olmuş…
“Bu sisin hesabınız değil, dedelerinizin eski hesabı, siz torunlar ödeyeceksiniz!”
Dünya bu kadar küçük ve dar, ayrıca kötülükler hep taş gibi başımıza yağıyor.
Herkesin herkese karşı olduğu bir toplumda, herkesin tutunacağı bir orta direk olmalı ki, bunun adı uzlaşma ise, bizim koşullarda yaşaması değil, nefes alması bile çok zor oldu. Orta diren bir pilon ve adı da iktidar olsa, etrafında dönen kızın ismi Uzlaşma olmalı, fakat bu direğe sarılıp sarılıp dönen ve döndükçe hava atan kızın sahibi başkası olduğundan, onunla bir gecelik bile uzlaşma yolu bulmak hakikatten çok zor.