Dr.Halide ÜMİTFER
Türk, Türklük ve Müslüman düşmanlarının 2013 ve 2014 saldırıları koordineli ve tek hedefe yöneliktir. Bu aşırı hareketlenmenin tırmanış yönleri analiz edildiğimde, bir yere kadar uyumlu ve isabetli olmaya çalıştıklarını da itiraf etmek zorunda kalıyoruz. Bulgar milliyetçiliğinin sosyal tabanı genişledi ve politik yapılanması netleşti.
Bize karşı güç ana bu saldırıların hareketlenen kol ordusunda, sabit sosyal tabanı oluşturanlarsa, ömründe hiçbir iş tutmamış, hep gezip tozmuş, kadın kızlarla gün boyu gönül eğleyen motorcu alayı (rokerler); daha kalabalık bir grup olan, yine ömür boyu yararlı hiçbir iş yapmamış, hiçbir baltaya sap olmamış, boş gezen, zengin ve orta hallı ailelerin varlıklı ortamında yetişmiş futbol serserileri; üçüncü büyük grup ise eğitimde Bulgar milliyetçiliğine ağırlık veren okullardan ve kulüplerden çıkan serserilerdir. Son aylarda Karlovo Belediye Başkanı başta olmak üzere, bazı belediye başkanlarının örgütlediği büyükçe bir mobil grup görüyoruz. Bu kalabalığın sözcülüğünü yapan bazı avukatların sınır tanımayan küstahlığı, ırkçılık sınırını aşan aşırı milliyetçi kükremeye devam ediyor. Onlar, şimdiye kadar Sofya, Plovdiv, Karlovo, Stara Zagora ve Vidin şehirlerinde “uyanık milliyetçi vatandaşlar” olarak ortak eylem gerçekleştirdiler. Plovdiv’te birlikte çatıştılar.
Dayatmak istedikleri ve ana hedefinde Bulgaristan Cumhuriyetinde Anayasa ve hukuk yasaları dışı bir adalet düzeni uygulamak vardı. Onların asıl amacı, Bulgar kanunlarını Türk ve Müslüman, vakıf ve müftülük malları konusunda geçersiz kılmak, bazı yargıçlara gözdağı vererek, mahkeme kararlarını hiçe saymaktır. Bunun anlamı totalitarizme heveslenmektir, anarşizmdir, daha ötesi faşizm karanlığıdır.
Yeni yeni sivrilen bu uygulamada, 1908’de başlayan III. Bulgar Çarlığı dönemini içine alan ve hukukta devamlılık ilkesini askıya alan bir özeniş var. 500 yıl süren (Osmanlı dönemine ilişkin) hiçbir konuda ve hiçbir hukuksal alanda çözülmemiş olan ilişki kalmadığı ve ruhsal ve maddi bakıma hiçbir alanda devamlık olmadığı, taşınmaz mal mülk konularında alıp verilecek hiçbir şey olmadığını zorla, skandalla, milleti bıkıp usandırmakla dayatmaktır. Tezlerinde bu anlamada bir Bulgar hukuk devleti olduklarını kabul ettirmektir. Yeni Bulgar devletinin, feodalizmin bir Sultanlık tipi olan Osmanlı İmparatorluğuyla ne uzaktan ne de yakından hiçbir ilişkili olmadığı saçmalığı onların kafalarına derin bir anlayış olarak yerleşmiştir.
Geçen hafta Sofya’da yapılan vakıf mallarının iadesi ile ilgili mahkemelerde süren davalar üstüne düzenlenen Türk aydınları toplantısını basan futbol serserileri temsilcileri konuşmalarından çıkan sonuç budur. Dikkati çeken bir başka nokta ise şudur: 1877 / 1878 Osman Paşa Savaşından buyana Bulgar Türk ilişkileri her konuda ince elenip sık dokunmuş ve kalburüstü kalan tüm taşlar silah olarak kullanılıyor. Bulgar milliyetçileri bugün izledikleri politikada haksız oldukları halde kendilerini haklı çıkarmak siyasetidir. Dünyaya yeni bir bakış açısından bakan, olayları AB hukuku, insan hakları ve demokratik yasal haklar açısından değerlendiren kişilere amansız saldırı yoğunlaşıyor.
Bu saldırıda ön saflarda yer alan ve minik köpekler gibi devamlı havlayan 3 politik parti var. Bunlardan birincisi Volen Siderov tarafından kurulan, ülke çapında örgütlenen, “Alfa Ataka” TV sahibi “Ataka” Partisidir. Bulgar milliyetçilerine sıra dizdirmek ve onları seferber etmek ve uyandırmak için Çingenelere karşı ırkçı söylevle başlayan Volen Siderov hareketi artık 10. yılını doldurdu. Bu parti bugün mahkeme kararları ve taşınmazların iadesi konularında sokak serserileri şeklinde hareket edenlerden biraz ayrı duruyor, konuya ilkesel yanaşarak, Türkiye’ye saldırıyor. Politikasının özünde Türk ve Müslüman düşmanlığına ağırlık verse de, sosyal, ekonomik ve dış politika konularında diğer politik partilerden çok farklı olan ve aynı zamanda halkın sevgisini kazanan önlemlerde direnmesi bu partiyi ayakta tuttu. V. Siderov yazdığı kitaplarda, parlamento konuşmalarında ve TV yayınlarında diğer partilerin politik söyleşiden çok farklı, Avrupa ülkeleri milliyetçiliğine yakın bir hava estiriyor. Savunduğu tezlerin özünde daha fazla Türkiye ile Bulgaristan Türkleri ile Müslümanları arasında bağların ve iletilimin faydalı olmadığına vurgu yapıyor. Dalavereci, yalancı, dolandırıcı ve rüşvetçi olarak nitelendirdiği GERB partisi ve lideri Boyko Borisov’a soğuk bakan ve şimdiye kadar hiçbir konuda desteklemeyen “Ataka” partisi Bulgar ulusalcı aydınlarının geniş bir tabakasını etkisi altına almış ve idesel tabanda birleştirmiş durumdadır. Bunu, Bulgaristan’da yabancılara toprak satılmasını durdurmak için halk oylaması isteğine imza toplama kampanyasında izledik.
Parti lideri V. Siderov’un Türk düşmanlığına çok özel vurgulamalarda, ıskasız destek arıyor. Yerli Türkleri hedef almayan, onlara direk saldırmayan, hatta ara sıra namuslu, çalışkan ve iyi niyetli yardımsever insanlar olduğunu söyleyen konuşmaları dikkati çekiyor. Bulgar ulusal ruhunun fikirsel temellerini ören, Osmanlıya karşı bağımsızlın programını kaleme alan Vasıl Levski’nin “biz Türklerle de beraber yaşayacağız” sözlerini ara sıra ustalıkla hatırlatıyor. Siderov, Türkiye, Ankara hükümeti, Tayip Erdoğan politikası, Türkiye devlet adamlarının Bulgaristan ziyaretleri (Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağı 2013 ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davut oğlu Şubat 2014) vb. konularda sert ve şiddetli saldırı politikasına geçiyor.
Sofya Şehir Kütüphanesi binasından yayın yapan “Alfa Ataka” TV yayınlarına dış ülkelerde tahsil görmüş, yabancı dil bilen, yüzü gözü düzgün, farklı bakış açısıyla yetişmiş genç aydın kişilerin kadrolu konumdan tutum savunmaları yeni bir politik uyum arayışına işaret ediyor. Bu politikanın gündeme gelmesinde, son yıllarda gerek cami saldırılarında, gerek vakıflarımızın taşınmaz mülkünün geri alınması konusunda, gerekse Baş Müftülüğün değişik konularda yaptığı açıklamalar, devlet erkânına gönderdiği mektuplar gibi konularda HÖH partisi yönetiminin hep seyirci kalması, destekleyici tavır almaması, belki de aralarında olan gizli bir sözleşme gereği de olabilir, “Ataka” yı da 3–5 derece gerçekçiliğe çekti. Tabii bu gelişme, taktik icabı, hükümet ortaklığından gelen bir icap da olabilir.
Bu yeni politik havada, Bulgaristan’da yaşayan Türklerden ve Pomaklardan fazla Türkiye’yi, Ankara hükümetinin “Yeni Osmancı Politikası” ile “ılımlı İslam’ı” ve genişleyerek yayılan İslam’ın Araplardan gelen dalgasını hedefleyen bir nem var. Pazarcıkta selefi imamların Pomak ve Çingene yerleşim yerlerinde farklı bir yaşam tarzı yerleştirme çabalarına saldırıları çok şiddetli oldu.
V. Siderov’un son 10 yılda geliştirdiği Bulgar milliyetçiliğinin daha derin incelemeyi amaç edindik ve onun bugüne kadar çıkan eserlerinde işlediği Batı tipi modern ve özünde geleneksel koyu Bulgar milliyetçiliğinden farklı renk tonlarına işaret edeceğiz.
Biliyorsunuz, “SKAT” TV’ yayınları Burgaz şehrinden yapılıyor. Bu milliyetçi yayınlar “Ataka” partisinin kurulmasına fikirsel temel oldu. Ne var ki, yılların geçmesiyle “SKAT” TV’ program yönetimiyle Volen Siderov’un kurduğu “Ataka” partisinin politik hedefleri çelişkiye düştü. Bu bağdaşmazlık o derece derinleşti ki, Siderov partinin temel yayın organı olan “Ataka” gazetesinin yayın müdürlüğünü yapan eşi bile ona boşanma davası açtı ve boşandı. “Ataka” partisinin AP Parlamentosunda milletvekili olan oğluyla da arası açıldı.
Böyle bir durumda V. Siderov liderliğindeki “Ataka” partisinden kopan Burgaz merkezli “SKAT” TV’ sahibi (Valeri Simyonov) ve kadrosu Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Ulusal Cephe (BKUC) partisini kurdular. Bu yeni parti bir yıldan beri merkezini Sofya’ya taşıma yollarını ararken en sonunda “Biz” yurtsever akımıyla ve yine “Ataka” partisinden AB milletvekili olan Binev’le birleşerek başkente yerleşti. İkinci bir “Ataka” olarak sahnede yerini genişletmeye çalışan “BKUC” partisi V. Siderov’un hükümet ortaklığını “hainlik” olarak nitelerken, hem “Ataka”ya, hem, Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne (BSP), hem Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne (HÖH – DPS) ve hem de Boyko Borisov’un GERB partisine karşı olduğunu açıkladı. Tabii Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının varlığı, dili, kültürü konularındakı bağdaşmaz tutumları devam ediyor.
Partinin fikir babası, “Sofya Pres” yayın merkezinin eski “Türkiye Şubesi” şefi olan, Ankara ve İstanbul’da yıllarca Bulgar gazetecisi olarak görev alan, yeni partinin basın organı olan haftalık “Desant” gazetesinde yazan ve son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan ve oyların % 2’sini alan Stefan Solakov yazılarında, Ukrayna krizini ön plana çekerek, Bulgaristan’ın doğal gaz tedariki konusunda bir ekmek arası “Magdonalds” köftesi haline getirildiğini ve Türkiye ve Rusya tarafından ortak ısırıldığını yazıyor. Solakov, Bulgar parlamentosunun Genel Kurulunda “soya dönüş” yani “Bulgarlaştırma” dönemi suçlarının zaman aşımına uğramasını önleyen yasanın onaylanmasından son derece rahatsız olduğunu gizlemiyor. Aynı zamanda Solakov ve temsil ettiği parti görüşü, Türk ve Müslümanların “ana dil” haklarının, Baş Müftülük ve vakıfların taşınmaz mülklerinin geri verilmesine kesinlikle karşı olduklarını da gündemden düşürmüyor. Üstelik bu parti ve “SKAT” TV etrafında toplanmış olan milliyetçiliğin fikir babaları, eski samanı yellendirip içinde buldukları eski sarıdikenleri yeni politikaya konu etmeye çalışıyor. Örneğin onlara göre, Bulgar devletinin Türklerin ana dilde öğrenim görme hakkını vermemesinin ana nedeni, 1976 Türkiye’ye göç dalgasının durdurulmasını isteyen Ankara hükümetinin Bulgaristan’a seçkin diplomatlar gönderip devlet elçilerine “göçü artık durduralım Bulgaristan’da Türk kalmadı” dedirtmiş olmasıdır. Dahası da var, 1989’un 30 Aralık günü aynı Türk diplomatların sözlerini dikkate alarak ve o yılların TC. Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz’ın Kuveyt’te Bulgar-Türk görüşmelerinde “Bulgaristan’da Türk olmadığı için, Türklerin ana dillerinde okuma yazma haklarını dahi istememesi”, Sofya makamlarının yalnız Pomakların istediği “isim, baba adı ve soy ismi, İslam dininde ibadet” hak ve özgürlüğünü iade ettiklerini yazıyor. Şunu da önemle belirtmekte yarar var, aynı yayınlar, Saray’da saklanan Ahmet Doğan’ın yalnız “mafya dalavereleriyle” uğraştığına, Saray’ın bir “mafya kulübü” olduğuna yer veriyor. Bu parti kendi öz gösterileri dışında futbol serserilerinin mahkemelerin çalışmalarını aforoz etme protestolarında da aktif rol alıyor.
Aslında “kardeş” olan bu iki partinin dışında anti-Türk ve ant-Müslüman politik söylevde tırmanmaya geçen bir başka politik oluşum da, geçen ay “Sansürsüz Bulgaristan” partisine resmen katıldığını açıklayan Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) partisidir. Sağcı bir parti olduğunu gizlemeyen ve bütün politikasını “Makedonların Bulgar milletine dahil olduğuna” dayandıran bu partinin Türklere, Türk kültürüne, ana dilimize ve İslam’a ve İslam ibadet kültürüne karşı saldırılarında gelenekselliği koruyarak yeniden sivrilmeye başladı. Bu partinin savunduğu ideolojik saçmalığın esasında “Türksüz” bir Bulgaristan özlemi yatıyor. “Zehirli ağıcın meyvesi de zehirli olur” atasözünden çıkarsak, bu “zehirli meyvenin” “Sansürsüz Bulgaristan” sepetine giren öteki partileri de zehirlemeye başladığı dikkati çekiyor. “Ermeni soykırımı” bildirisi yayınlamaları, “3 Mart” – özel kutlama grubu kurmaları, HÖH-DPS aleyhinde söylevleri, yeni parti yönetimine ne Pomak ne de Türk hiçbir kimseyi almamaları buna işarettir. “Sansürsüz Bulgaristan” partisinin içinde bir ayrı politik olarak kendini hissettiren VMRO – partisi Plovdiv ve Karlovo anti-Türk ve anti-Müslüman mitinglerinde aktif olduğu gibi, Pazarcıkta görülen İslam din adamları davasında da aşırı milliyetçi kınamalarla kendini duyuran bir taraf oldu.
Bu irdeleme seyrinde politik kodamanlar olarak bilinen Sosyalist Parti (BSP) ile muhalefet başı GERB ve Boyko Borisov’un da Türklere ve Müslümanlara karşı minikler sürüsü yelken şişirdiklerinde aynı havaya girdiklerini söylemeden geçemeyiz. Onlar, mecliste “ana dil derslerinin devlet okullarında zorunlu ders olarak okul programına alınması;” yasasının onaylanmasına engel olunurken beraberdiler. İki, “25 Mayıs AB Parlamentosu seçim propagandasını ana dilimizde yapmamızın yasaklanması” çok üzücü oldu. Onlar bu doktada da aynı örsü dövdüler. Şaşılacak iş, AB ülkelerinde 28 dilde konuşuluyor. Seçim hürriyetleri bütün AB ülkeleri içinde yasaldır. Etniklerin kendi dillerinde propagandasını sınırlayan herhangi bir genel geçerli yasaklayıcı veya sınırlandırıcı karar yoktur. Buna rağmen, Türkçe denince, parlamenterlerimiz işi bitiremediler.
Üç, “herkesin doğduğu ve kayıtlı olduğu yerde serbestçe ve hiçbir sınırlama olmaksızın AB Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma hakkını kullanması” gibi konularda büyük partilerin bize, halkımızın hak ve özgürlüklerine karşı oy kullandığı ve haklarımızı Anayasa Mahkemesinde hak aramaya göndermesi ortadadır. Ne yaparlarsa yapsınlar, son hedefte piliçler güzün sayılır ve biz BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ yükseltme yolunu seçip bu platformda birleştiğimizde soydaşlar olarak, Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Tüm Müslümanlar olarak birkaç temsilcimizi seçip Brüksel’e gönderebiliriz. Brüksel de Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının, Türkiye’de kalan soydaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin politik partiler tarafından gereği gibi temsil edilip savunulmadığı için bağımsız vekil seçerek temsili yet hakkı kazandığını öğrenmiş ve özel değerlendirmiş olur. Ayrıca konularımızla sorunlarımız gündemlere alınır.
Biz bu yola baş koymuşuz davadan dönenin kaşığı kırılır. Daha da açık olalım isterseniz. Biz hepimiz istesek de istemesek de büyük politikanın içine atılmışız. Görüyorsunuz büyük politikanın içinde olmayanlara yaşam hakkı değil, nefes alma hakkı bile tanınmıyor.
Bilirsiniz yoğurdu dövdüğümüzde (çalkaladığımızda) içinden tereyağı çıkar. O yoğurtan çıkmıştır ve ayranın üzerinde top halindedir. Taşıdığı özellik ilginçtir: Ne yaparsak yapalım tereyağı ne ayranda ne de yoğurtta eriyip asla kaybolmaz.
Biz hepimiz 135 yıldan beri gelişen bir politikadan geliyoruz: aldatılmışız, itilmişiz, ihbar edilmişiz, karalanmışız, zindana atılmışız, yurttan kovulmuşuz. Önemli olan kahramanlıklarla dolu bir politik geçmişten gelmiş olmamızdır. Söylemek istediğim politikasız bir dünyada yaşamamızın hiç birimiz için mümkün olmayışıdır. Politikanın başarıları ise, örgütlü bilinçlenmeden geçer ve bu davada dernek ve federasyonlarımıza, kulüplerimize, politik partilere düşen ödev dağlardan büyüktür. Onlar uyumlu ve hedefli çalışıyorsa biz daha da koordineli ve tam isabet hedefle ilerleyelim.