Dr. Nedim BİRİNCİ

Konu:  İnsanları birbirinden uzaklaştıran yanlış azınlık siyaseti!

 

“Kremikovtsi” dendiğinde 2012 yılına kadar akla gelen Başkent Sofya ovasındaki bacaları gece gündüz tüten, 16 bin kişinin çalıştığı, inşaat demiri ile birlikte soğuk ve sıcak çekme saç üreten demir çelik devi akla gelirdi. Bu tesis Bulgaristan’da işçi sınıfı ve onun öncüsü Komünist Partisi iktidardayken, başkent emekçilerinin omurga kemiğini oluşturuyordu. Bu fabrika büyük sayıda Türk işçi çalışırken, 1072’den sonra siyasi nedenlerle ama yargısız sürgün edilenlerin önemli kısmı da kürek cezasını burada çekmişlerdi.

Son yıllarda Bulgaristan siyasetçileri bu işletmeyi tamamen unuttururken, birden bire diyebiliriz, Blagoevgrat ilinin Gırmen Belediyesi’nde “Kremikovtsi” adlı bir mahalle politik sahneye oturdu. Bu yerleşim yerinde yalnız Romen yani Çingene vatandaşların ikamet ettiği anlaşıldı. Bu Çingene Mahallesinin bir dev “A” tip sanayi işletmesi adını alması ilginç… Toz dumanın devamlı birbirine karışmış olduğu bu demir çelik tesisinde Çingeneler kürek cezası çekerken kazandıkları üç beş kuruşla, şu dağ beline krokisiz, izinsiz, plansız diktikleri tek katlı kerpiç evlerle şimdi ünlendiler. “Kremikovtsi” mahallesi aslında bir yerleşim yeri olarak Gırmen Belediyesinin kütüğüne işlenmiş, ama devletin kayıtlarına göre burada vergi ödeyen yok. Mahallenin adı, posta kodu, 720 sakini, tek katlı evler, odun taşınan katır arabaları, kahvehane, rakıcı, kavga meydanı, otobüs durağı vs. kütükte yazılı. Olmayansa sağlık ocağı, emzikli çocuklara ana mutfağı, anaokul, ilkokul, okuma evi, kültür evi, spor salonu, akan içme suyu, işyeri ve bu mahallenin kadastro planı ile yaşadıkları evlerin tapusu.  Belediye huzursuz. Tapusuz yapılardan vergi toplayamıyor. Tapusuz evlerin elektrik ve su sayacı da yok. Adressiz müşteriye fatura kesemiyor. Yolu ve sokak adı olmayan mahalle çöp kofaları için para alamıyor.

Belediye merkezinde oturanları huzursuz edense, Çingenelerin gece gündüz davul çalması! Çingene acıları müzik tonlarına yansıyor. İnsan olarak adalete uyanışları farklı tonlarla, daha acıklı namelerle sesleniyor. Evlerine göz dikilmesi, yuvalarının yıkılmak istenmesi volkan gibi nefret püskürdü. Koca dağı inletti. Önce sopalılarla baş ettiler. Dozerler birkaç evi yerle bir etti. Çocuklarla nineler, dedeler ve komşular beraberce ağıladılar. Yakındılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ulaştılar: AİHM mektubunda “Evleri yıkılacaklara yaşayacak yer göstermeden yıkım yapmayın!” dese de, dinleyen olmadı.  Yapıları yıkıp kerpiçleri çiğnemek ev yapmaktan daha kolay! Yıktılar ezdiler! Asıl yıkılan güven,  merhamet, dağıtılan açların çorba ocağı, damlalık altında peykeye oturup kurdukları düşler….

Bunlar bazı görüntülerdi. Öyle de olsa, kazan kaynamaya ve ruhlar ısınmaya başladı. Silahları sopa, satır ve kazmalar. Onlara “siz buraya evsiz geldiniz!” diyorlar. Bu memlekete eviyle gelen tok ki! Piknikçi değiliz. Gelen ev, köy, şehir Vatan kurmaya geldi. Yerleşip kalmaya geldi. 21. yüzyılın Çingene gençleri burada ilk kez devlet gücüyle yüz yüze geldi. Büyük bir slogan kaldırdılar:

EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMAK İSTİYORUZ!

İstedikleri eşitlik! Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da eşit haklı vatandaş olmak! Ev sahibi olmak, memleketli olmak ve adaleti olan bir toplumda vatandaş olmak! Bu istenen en kutsal hak! Vergi ödeyerek vatandaş olunduğunu düşünenler yanılıyor!  Onlar bu sloganı ilk kez yükselttiler.

1789, 1793 ve 1795’te ayaklanan Fransızlar BÜYÜK FRANSIZ DEVRİMİNDE İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde ilk kez modern yaşamın ana ilkelerini dile getirdiler: Eşitlik; özgürlük ve kardeşlik.

Üç Bildirge eşitlik konusunda farklı görüşler içerse de, 1789 Bildirgesinin 1. Maddesine şunları yazdılar: “İnsanlar özgür ve eşit haklarla doğarlar, öyle kalırlar.” 1793 Bildirgesi bunu daha öteye taşıdı ve “İnsanlar doğalarında da özgürdür!” dedi. 1795 Bildirgesi ise, 3. Maddesinde daha ılımlı kaldı ve şöyle dedi: “Eşitlik Yasaya Dayanır ve herkes için aynıdır!” Birkaç yıl sonra başlayan İmparator Napolyon seferleri kardeşliği, halkların ve insanların özgürlüğünü ve eşitliğini ayaklar altına alırken, bu sözcüklerden oluşan Cumhuriyetçi parola tarihte çok önemli rol oynamıştır.

Bu arada, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta tek bir Tanrının kulu olan insanlar eşittir, onlar yalnız erdemlerine göre yargılanırlar. Bütün insanların ruhları da tamamen eşittir.

Bu sözlere rağmen, “eşitlik” sözcüğünün anlamı kullanan kişiye göre de değişti. Bu sözcük, yıllar yılı genellikle gerçek anlamına ters düşen duyguları saklamak için kullanıldı, benim üstüme kimse olmasın gibi bir gereksinimi temel etti; bu ihtiyaç yıllar içinde herkesin üstünde olma arzusuyla birleşti. Aslında bütün üstünlüklerden nefret edilmesini içermelidir. Despotlukları, lider diktası gibi baskı süzenini, ayır buyur siyasetini, egemen ulusun baskı göstermesini, yasal ayrışımı vs. tamamen ret etmelidir.

Ne var ki tarihte eşitlik fidanları dikilen zemin de oluşturuldu. 1839’da Tazminat Fermanıyla Osmanlıda yaşayan tüm vatandaşlar, etnik ve dini azınlıklara tam eşitlik sağlandı, eşitlik yasallaştırıldı, eşit ulusal azınlıklar arasında kardeşçe yarışma ve özgürce yaşama ortamı yaratıldı. Eşitlik ilkesinin, kimi yerde rafa kaldırılması, diğer yerlerde çiğnenmesi veya bazı azınlıkların kendileri için daha fazla hak elde çabaları sosyal çelişkilere ve milli isyanlara bile temel oldu 2o. yüzyıl eşitlik ilkesinin ezildiği ve umut edilen yaşam hakkı bulamadığı bir asırdır. Bundan olacak ki, geçen asırda doğal haklar, insan hakları, eşit vatandaş hakları yeni bir uyanışa temel oldu ve savaşım bayrağı açtı.

Geçen yüzyılın Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, katliamlar, diktacı rejim zulüm, Arap Baharı vs. bireyler,  insanlar, halklar, devletler-arasındaki eşitliği yok edip başkalarının üzerinde egemenlik sağlama gibi iğrenç bir sürecin devamıdır. Bizde bunun en ağır yıllarını bugün bebekli Çingene ailelerinin evlerinin yıkıldığı Gırmen’de, Gotse Delçev’te, Babekte, Smolyan, Zlatograt ve Devinde vb. 1912 y.yaşadık. İnsanların kimlikleri, isimleri, isimleri değiştirilirken birçok cami, medrese, oda lar yıkılmıştı. O zaman hedefte olan Pomak Türkleriydi. Bu süreç 1936’dai 1942’de, 1972’de yinelendi. Eşitlik soldurup, ezilip, kemirilirken unutturuldu. Etnik ve dini azınlıklar 20. yüzyıl boyunca Bulgar ulusal unsurundan uzaklaştı, ötekileşti, yabancılaştı. 1912’de başa gelenler 2012’den başlayarak yine Batı Rodoplar’da olmak üzere şimdi de başka bir etnik azınlığın üzerinde terör estiriyor.

Bu gelişmelerin temelinde Bulgar milliyetçiliğinin ana genlerinden beslenen bugünkü meclise çöreklenmiş bulunan yurtsever cephe adıyla ortaya çıkan “PF” partisi var. O partinin ortağı olan Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) komitacıları var. Olayları kışkırtan, son dönemde ulusal politikada hakem rolü oynamayı üstlenen futbol fen gruplarını motorlarla Gırmen’e taşıyan ve halkın üstüne süren “PF” politik zihniyeti var. Hedefleri azınlıkları sindirmek, korkutmak ve çiğnemektir.  Bu olay bende bir masal çağrıştırdı.

Nefis ejderhasını ölü sanma

Eline imkân geçmediği için

Donmuş gibi duruyor.

Yılan Avcısının sonu

Bir avcı yılan yakalamak için dağa çıkar.

Arayan, er ya da geç aradığını bulur. Bu, başının belasını arayanlar için de geçerlidir. O avcı da nasibine güvenerek karda kışta dağları dolaşır ve işine yarayacak çok iri bir yılan arar.

Derken gerçekten çok büyük bir karayılan görür. Hareketsiz duruşundan onun ölmüş olduğunu düşünür. Halkı hayrete düşürmek ve birkaç kuruş para kazanmak için o yılanı sürükleyip Bağdat’a götürür.

Şehre vardığında yılanı nehir kıyısına taşır. Sonra da getirdiği karayılanı övmeye başlar. Şehirde daha önce görülmemiş bir hareketlilik yaşanır. “Avcı kocaman bir karayılan getirmiş. Şaşılacak, görülmemiş bir av yakalamış…” haberi dilden dile dolaşır. Bu sayede yılanın bulunduğu nehrin kıyısında çok büyük bir kalabalık toplanır.

Yılancı kalabalığa:

  • Size ölü bir karayılan getirdim. Onu avlarken ne zahmetler çektim bir bilseniz, diye kendini övmeye başlar.

Ancak adamın yanıldığı bir nokta vardır. O yılanı ölü bilir, oysa yılan, dağdaki dondurucu soğuktan ötürü kaskatı kesilmiştir. Yani o koca yılan diridir ama ölü gibi görünür.

Kalabalık gittikçe artar. Herkes yılanı bir an önce görmek için sabırsızlanır. Yılancı ise, kalabalık biraz daha artsın da eline geçecek para artsın diye gayret eder. Arada bir yılanın üstündeki örtüleri oynatır. O zaman meraklı insanlar, yılanı görebilmek için parmaklarının ucuna basarak boyunlarını uzatırlar.

Aşırı soğuktan donmuş olan yılan, o esnada kat kat örtünün altındadır. Gerçi yılancı tedbiri elden bırakmaz, onu kalın bir iple de bağlamıştır. Fakat halkın toplanması beklenirken o kadar uzun zaman geçer ki,  bu süre içinde Bağdat’ın yakıcı güneşi yılanın üstünde uzunca zaman kaldığından, donmuş olan yılan, canlanır ve kımıldamaya başlar.

Karayılan kımıldandığını gören halkın şaşkınlığı kat kat artar. Pek çokları çığlıklar atıp kaçmaya başlar.

Halkın gürültüsü yılanı daha da azdırır. Karayılan ipini koparıp örtülerin altından uzayıp sıyrılır. Kaçışan halk iyice coşar ve birbirini çiğner.

Bu arada yılan avcısı da şaşırıp kalır. Ne yapacağını bilemez, olduğu yerde bin pişman kalakalır.

Karayılan masalında, Çingene topluluğu aç susuz işsiz ve eğitimsiz dondurulurken durmadan çoğalıyor. Kalabalaşıyor. Nefret birikimi taşmaya başlıyor. Yani ısınan ve hareketlenen bir karayılan çulun altından sıyrılıyor. Nüfusumuzun dörtte biri oldular. Donmuşluk dönemleri sona eriyor. Diğer sürüngenler gibi onlar da kendi inlerine, kendi avlanma bölgelerine, kendi su kaynaklarına vb. sahip olmak istiyorlar, hedeflerinde doğal olarak eşit olanların eşitlik haklarını yaşatma öz güdüsü uyanıyor. Fransız Devrimi sefil kitleleri unutmak zorunda kalmıştı. 18. yüzyıl Avrupa’sı tarih oldu. 20. yüzyılın genç kuşağı olaylara başka gözle bakıyor.

EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMAK İSTİYOR!

Bu bilinç bizde henüz tay durmaya çalışsa da, duygular hareketlenirken yumruklar sıkılıp havaya kalkıyor. Tarih kılavuzunda dozerle kavga rehberi yok, uygulanmayan yerli ve AİHM’de anlaşılan bir işe yaramıyor. Yeni kural yazmak isteyenler kavgaya hazırlanıyor.

Hepinize Mutlu ve neşeli Bayramlar.

Reklamlar