Tarih: 24 Eylül 2018
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Sayın Erdoğan’ın Bölgesel Liderliği Onaylanıyor.
Sahte yurtseverlerin “Milletlerin Avrupası” isteği 20. Yüzyıla dönmek, savaşlar, ölüler, yaralılar, parçalanmak ve sefalet anlamına gelir. Milletler 19. Yüzyılda oluştu. 20. Yüzyılda gelişirken kanlı savaşlara neden oldular. Dünyayı defalarca yakıp kül ettiler. Milletler gruplaş-tıkça savaşlar daha büyük ve daha kanlı oldu.
Bizim Milli Kimliğimiz ÜMMETTEN Gelir.
Ümmet- bir din üzerinde birleşen topluluktur. İslam dini içinde oluşan, yaratılışının özünde İslam’ı zenginleştirerek kıt’adan kıt’aya taşıma da olan halk topluluğu Türklerdir. Biz Bulgaristan Müslüman Türkleri bu fıtratı Güney Doğu Avrupa’da yüksek bir ahlak ve medeniyet olarak yaşatmayı başaran bir topluluğuz. En üstün vasfımızın, kötülüklerden kaçınmak ve hak ve adalet üzerine düzenlenmiş toplumda hiç kimseye zulüm ve haksızlık etmeden yaşamaktır.
Bulgar aşırı milliyetçi siyasetçilerin “Milliyetler Avrupa’sı” çağrısını ve ülkemizi felakete itme niyetlerini kınıyoruz.
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla, milliyet, aşırılık, ırkçılık ve gerçek yurtsever olma arasındaki fark inceliklerine açıklık getirmek gerektiğine inanıyorum. Biz, gerçek vatanseverler olarak, her şeyden önce aynı yurtta beraber yaşadığımız insanlar arasında hiç ayrım gözetmeksizin huzur, hoşgörü, anlaşma, yardımlaşma, vatandaşlar arasında eşitlik ve kardeşlik olmasından yana olduğumuzu bir daha belirtmek istiyorum.
Milliyetçilik, kendinden doğan kıskançlık, egoizm, öfke ve hırsla beslenerek aşırı milliyetçiliğe bürünürken, diğer ırkları yok etme planları ırkçılık doğurur. Naziler son büyük savaşta Yahudileri ve Çingeneleri gaz kamaralarından yakarak yok etmişler, Islavları da en ağır işlerde çalıştırarak sindirmişlerdir. 1989’da Bulgaristan Türklerinin vatanlarından sökülüp atılması ise aşırı milliyetçiler tarafından işlenen bir “soykırımdır.”
İnsanoğlu kimliğini ve vatanını kendisi seçemez.
Vatan ve kimlik değiştirilemez, pazara çıkarılamaz, satılamaz, hediye edilemez, kutsaldır, ebedidir, herkesindir. İnsanlar, doğdukları topraklarda yaşarken, vatandaşlık hakkı gibi, doğal haklarıyla ilgili sıkıntı yaşamamalı, baskı ve terör görmemeli, onlara herhangi bir yaptırım uygulanmamalıdır. Temel insan hakları modern uygarlığın temel taşıdır. İnsan haklarının özünde, insanların kimlikleriyle yaşama hak ve özgürlüğü vardır ki, kutsal bir haktır, devletler hukukunun esasını oluşturur.
Bu nedenle, biz BULTÜRK olarak “Vatanseverlerin Avrupası” taraftarıyız. 20. Yüzyıl savaşlarının nedeni ırkçılık olmuştur. Avrupa Birliği’nin kurulmasında gerekçe, insanların hukukun üstünlüğünün egemen olduğu sınırsız bir dünyada, insan haklarına saygı gösterilen, ayrım yapılmayan, kimse ötekileştirilmeyen bir dünyada yaşama özlemidir. Vatansever olmak, yurdunu sevmek ve vatandaşlarını saymakla birlikte düşmanlık ve savaş kaynağı aşırı-milliyetçilik ve ırkçılığa karşı olmak ve barış için mücadele etmek anlamına gelir. Bu açıdandır ki, bir kitle örgütü olarak bizdeki “Ataka”, İç Makedon Devrim Örgütü – VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” ve bu üçlünün oluşturduğu sahte “Yurtsever Cephe” gibi aşırı milliyetçi partilerle ilgiyi lanetleyen ve kınayan konumuz biliniyor.
Bu güçler, milliyetçi partilerin iktidar olduğu ve insan haklarını, etnik azınlıkların demokratik hak ve özgürlüklerini bundan böyle de alabildiğine ezeceği bir sözde adaletten yanadır. Savundukları yurtseverlik sahtedir, Bizler değil Avrupa Konseyi (AK) bu partilerin üçünü de “faşist” parti dedi. Savundukları faşizmin özünde ırkçılık var. Çingeneleri yakmak istemeleri, camilere saldırıları vsy. bunlara kanıttır.
Geçen hafta, Avrupa Birliği parlamentosunda “Macaristan’ın cezalandırılması” ile ilgili yapılan oylamada, Bulgaristan siyasi partilerinin AB-milletvekillerinden yalnız HÖH-DPS milletvekilleri Avrupa Birliği önerisi lehinde oy kullandı. Bu durumda, onlar grup olarak, diğer Bulgar AB-temsilcilerinden ayrılarak “Vatanseverlerin Avrupa’sı”na oy verirken, biz BULTÜRK olarak neden HÖH siyasetini eleştiriyoruz? Bunun sebebi nedir?
HÖH-Doğan ve ekibinin siyasetini neden kınıyoruz?
Bir dernek olarak, Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) “fahri başkanı” Ahmet Doğan ve iplerini çektiği ekibine neden karşıyız ve neden onlara “hainler” diyoruz?
Bu sorunun cevabı 3 noktada açılabilir:
- Türkçeyi unutturma. Doğan ve ekibi, Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin Türk kimliği ve demokratik-etnik hak ve özgürlüklerini, Türk ve Müslüman düşmanı iradeye, kendilerine sormadan ipotek ederek 28 yıldan beri onları yerinde saydırıp yok etmeye çalıştı ve bu etkinliğine devam ediyorlar. Yarattıkları “Etnik Model” Türkleri sindirip yok etme hedefine hizmet etti. Hiç olmazsa ilk ve ortaokullarda zorunlu Türkçe okunması sorununu çözselerdi ve Müslümanlara kolektif haklarının tanınmasını sağlamış olsalardı, belki bu ithamda bulunmazdık. Bugün aşırı milliyetçilerin “Bizim Türklerle alıp vereceğimiz” yok sözlerinin ardında yatan gerçek budur. Cahil ve ortak hakkı olmayan her topluluk ölüme mahkûmdur.
- Dininden koparma. Doğan ve ekibi, Bulgaristan’daki Müslüman Türkleri İslam dininden koparmaya çalışıyor. Müslümanlık bizim Türk Kimliğimizin özünü oluşturan ve özünden ve biçiminden asla kopmaz bir yanı olduğundan dolayı bu çabalarıyla düşmanlarımızın değirmenine su taşıyor. Bizler Müslüman olmasaydık şimdiye kadar çoktan Bulgarlaşmıştık Gagauz kardeşlerimiz gibi. HÖH hareketi, din haklarımızın iade edilmesi mücadelesinden, 1989 Mayıs Ayaklanması ilkelerinden doğmuştur ve dinimize saldırıların alkışlanması sözün tam anlamıyla davamıza ihanet, dolayısıyla hainlik etmiştir. Bulgaristan’da İslam dininden başka ahlak yaratan bir inanç ve öğreti yoktur. Bulgaristan’da en yüksek ahlaka sahip halk topluluğu Müslümanlardır. Bulgaristanlı Müslümanlar yaşadıkları ortamda toplum yapısına ve ahlakına hâkimdir. DPS öncülerinin örnek olduğu değer ve kriterler olumsuz ve sorumsuzdur. Müslümanlıkta çocuğun dini ve kimliği babasına, soyuna aittir. Kısıtlanması ve değiştirilmesi kabul edilemez.
- Türk Kimliğinden koparma. Doğan ve ekibi, Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin Türkiye’den ilham almasını, Türkiye’ye bakmasını, Türklükle yaşamasını, Türklüğü yaşatmasını engellemeye çalıştığından dolayı Bulgar iktidarı ve milliyetçi-faşistlerin gözünde değer kazanıyor. Kuşkusuz bu bakış açısında çok büyük çelişki ve ikiyüzlülük var. Çünkü HÖH-elit ekibi bir yandan Bulgar faşistlerinin Borisov hükumetinden çıkmasını isterken, aynı zamanda Bulgaristan’da Türklüğün ve Müslümanlığın gömülmesine ve “kimliksiz” kişilik yaratılması davasına ter döküyorlar. Müslüman Türk kültürel otonomi hakkımızın gerçekleşmesine çaba göstermemeleri buna en kesin kanıttır. Bulgaristan’da Müslüman Türklüğünü yeşertme davasına dört elle sarılacak 1500 evladımızı Türkiye’ye gönderip, ardından memlekete dönüp davayı kucaklamalarını engellemeleri buna ikinci büyük kanıttır. Memlekete Türklük yüklü kimlikle dönen ve çalışmak isteyenlere engel olunmuştur. Öz kimliğimizin dallanmasına el uzatılmamıştı. Türkiye ile kültürel bağlarımızdan meyve toplanması engellenmiştir. Türkiye’de yaratılan kültürünün Bulgaristanlı Türklere Bulgarca sunulmasıyla Türk kültürü geliştirilemez. HÖH’ün bu yönde aldığı kararlar, attığı adımlar kısırdır, halkımıza faydası yoktur. Buradan da Bulgaristan Müslüman Türklerinin Türkiye ve dünya Türk kimliğinden bir parça olduğunu reddetmeleri besleniyor. Türkleri Dünya Türklüğünün bir parçası olduğu gerçeğini örtmek unutturmak isteniyor.
İşte böyle bir ortamda Bulgaristan vatandaşlarının ve dış ülkelerin kabul ettiği ve 21. Yüzyıl temellerinde yer alan büyük bir gerçek var.
O da şudur: BULGARİSTAN GÜVENLİĞİ VE İSTİKRARI BAKIMINDAN BULGARİSTAN’DAKİ MÜSLÜMAN TÜRKLER ARTIK ANAHTAR KONUMDADIR, ONLAR DİKKATE ALINMADAN BULGARİSTAN’DA BİR ŞEYLERİN YAPILABİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Bu tespit Bulgaristan Türkleri topluluğuna ilişkindir. Doğan ve ekibi dediğimizde DOST-Başkanı L. Mestan ve HŞHP Kurucusu K. Dalı da anlıyoruz, çünkü bunlarda HÖH’e çanak tutmuşlardır. Bu ekibin halk topluluğumuzla organik bağı kopmuştur. Böylelikle yukarıda sıralanan 3 hedefi gerçekleştirebilme şansı da buharlaşmıştır.
Bu görüşün temelinde, Türk halkının – azınlık olarak da – devlet kuran, devlet biçimlendiren ve devlet yönetime kendi öz temsilcileriyle katılmaya hazır bir halk topluluğu olduğu yer alır. Yanlış olan, bu katılımın dış güçler tarafından yapılması ve halkımızın ötekileştirilmesidir. Bunu başarabilmişlerdir. Doğan ve ekibinin Bulgaristan’daki Müslüman Türkleri kör cahil, yoksul, sefil, gurbetçiler kitlesi gibi, ipotek altında, benliksiz ve kimliksiz, ortak haklarından tamamen yoksun bırakma çabaları bu hedefe hizmet etmektedir. Tek dilli ve tek milletli Bulgar devleti ulusal azınlık sorunlarının çözümünde kısır kalır, tehlike içerir. İnsanların en doğal hakkı kendi haklarını aramasıdır.
Demek oluyor ki Bulgaristan’ın güvenilir ve istikrarlı bir ülke olabilmesi için BİZİM MÜSLÜMAN TÜRK KALMAMIZ GEREKİYOR. Şöyle ki, biz Bulgar dilini ve kültürünü yesek, ezberlesek ve sırtımızda çıkıyla taşısak da, Türk olarak, Müslüman olarak yaptığımızı asla yapamayız. Bizim Türk Kimliğimizle Bulgaristan’a verdiğimizi Bulgar kimliği ile sağlayabilmemiz olası değildir. İşte bu gerçek yarınlarımız için belirleyicidir. Bulgar iktidarları ve kamuoyunun bunu iyi algılaması zorunlu olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Yakın Doğu’da, Balkanlarda ve Avrupa’da sözü geçen bölgesel güç olarak kabul edildi ve onaylandı.
Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Kırım, New York ve Köln ziyaretleri son 8 yılda gelişen olayların doruğu oldu. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 73. Genel Asamblesine karılmak üzere New York’ta bulunan Sayın Erdoğan’a 130 devlet ve hükumet başkanı tarafından gösterilen büyük ilgi arttı. O, dünya forumunda, Güvenlik Konseyi’nin güvenlik sağlayamadığına, 197 devlet adına kararların yalnız 5 devlet tarafından alınmasının adil olmadığına işaret etti. BMÖ Güven Konseyinin 20 daimi üyesi olmasını istedi. Dünya halkları sorunlarının başkaları tarafından çözmesine karşı çıktı. “DÜNYA 5’ten BÜYÜKTÜR” sözü dünyayı dolaştı.
New York’ta Türk kanaat önderleri ve iş adamları, Amerikan İş ve banka çevrelerinin öncüleriyle görüşen Başkan Erdoğan büyük bir ilgiyle karşılandı. Amerikan Basını, Membiç’te Türk ve Amerikan askerlerinin birlikte nöbet verdiğini, İzmir’de tutuklu bulunan Amerikalı papaza Brunson’un 12 Ekim günü serbest bırakılacağını ve Türk diplomasisinin hem Doğu’da hem de Batı’da başarılı olduğunu yazdı.
Almanya, Başkan Erdoğan’ın resmi ziyaretini – 27-29 Eylül – bekliyor.
Almanya’da ilk kez askeri törenle karşılanacak olan Başkan Erdoğan’ın onuruna Cuma günü yine ilk kez Cumhurbaşkanlığı Konutu olan Bellevue Sarayı’nda bir akşam yemeği verilecek. 3 günlük ziyaret esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Alman mevkidaşı Frank-Walter Steinmeier ile bir, Başbakan Angela Merkel ile de 2 görüşme yapacak. Başbakan Erdoğan başkent Berlin’deki temasları sonrası Köln’de Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Köln Merkez Cami’nin resmi açılışını yapacak.
Başkan Erdoğan’ın Almanya ziyaretinden beklentiler büyüktür.
AB üyesi hükumet başkanlarıyla Brüksel’de imzalanan “sığınmacılar” anlaşmanın maddelerinden olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vizesiz AB ziyareti ve AB ile gümrük sorunlarının çözümü Başbakan Merkel ile masaya yatırılacaktır. Almanya’yı yeni dönemde Güvenlik Konseyinde ve Yakın Doğu’da desteklemeyi öngören Türkiye AB Brüksel yönetim katlarına direk olarak Bayan Merkel kanalıyla giriyor. İki ülke arasındaki ticaretin büyümesi ve Alman yatırımlarının artması yeni planlar arasındadır. Sığınmacılar sorunlarının çözülmesinde olduğu gibi birçok ikili ve uluslararası problemin de çözülmesinde Almanya Türkiye’den yardım bekliyor.
Türkiye’nin Suriye’de kalmasına ve Türk askerlerinin sınır boyunca konuşlanmasına Almanya’dan tepki gelmemiştir.
“Die Welt” gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in tahliye edilmesi de olumlu gelişmeler dizisinden yeni bir halkadır.
Bu ziyaretler ve yerel gelişmeler, Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin izlediği siyasetin artık Yakın Doğu ve Balkanlar ve Avrupa için belirleyici olduğunu, Büyük Yeni Türkiye’nin bölgesel liderliğinin halklar ve devlet yöneticileri tarafından onaylandığını, yakın ve uzak halkların Türkiye umutlarının büyüdüğünü ve güç topladığını kanıtlıyor.
İlginize teşekkür ederim.
Okuyun ve paylaşınız.