Tarih: 24 Mayıs 2019
Yazan: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK
Konu: Halkın kendisiyle alay edebileceği bir lider aranıyor.
Demokrasilerin çerçevesi var. Her ülkede farklı bir demokratik rejim olduğunu savunurken, düşündüğüm bu çerçevedir. Çerçeve dendiğinde köylerin büyüklüğü, sokakta oynayan çocukların cıvıltısı, kalabalık nüfusun yaşadığı büyük yerleşim yerleri vs. perdelenir.
1500 nüfuslu bir köy ve 16 milyonluk İstanbul kazanında aynı kültür kaynar diyebilir miyiz! Kültür, insanların tarihsel gelişim sürecinde topladığı maddi ve manevi değerlerin toplamıdır. Bu değerlerin kentlerde birikmiş olması doğaldır. Bilgili, eğitimli, öğrenimli, ahlaklı, saygılı olma ve kültürlü olmanın esasında yer alır. Bizim bu özelliklerimizin kaynağı Türk-İslam dini ve Müslüman yaşam tarzımızdır.
Her aşamanın, her toplumun ve devrin kendi kültürel özellikleri vardır.
Örneğin Osmanlı devrinde biz Türkler eski Osmanlıca harflerle yazarken, Cumhuriyet çağında Latin harflerine ve yazımına geçtik. Ekonomik, sosyal, maddi ve manevi durumumuz bu gelişmeyi etkiledi. Bu gelişimin kültürel kalkınma aşamaları oldu.
Biz Bulgaristan’da 20. Yüzyılın birinci yarısında eski yazımızdan kurtulurken Latince alfabeyi aldık ve okullarımıza yerleştirdik ve edebiyat ve sanatımızı yeni yazımızla yarattık. Bulgaristan’da tüm azınlıklar arasında iç kültürel reform yapabilen, dini, dili, yazımı, edebiyat ve sanatı içeren kültürü olan bir halk topluluğu olduğumuzu, toplumsal ve manevi yaşamda öncü rol oynayabilme olgunluğumuzu tüm dünyaya gösterebildik.
Eli kalem tutan, eserler yaratan 250 şair ve yazar yetiştirmemiz zengin birikimli oluşumuzu kanıtladı.
Tarımdaki kültürümüz tahıl, sebze meyve üretimi, hayvancılık ve bu ürünlerin işlenip korunmasına dayandı. Manevi kültürümüz de bir eğitim düzeni kurabilmiş olmamıza, (2700 okulumuz vardı) basın yayın, (168 gazete ve dergimiz vardı) eğitim ocaklarımızdan güç aldık. Önemli olan başka bir kültürden ilham ve maddi destek almadan kendi ayaklarımız üzerinde durmamız ve kendi yağımızla kavrularak dal budak salmamız son 150 yılda en büyük başarılarımızdan biri oldu. Türk kimliğimiz böyle biçimlendi. Biz bunu, Bulgar alfabesi, Bulgar dili, kültürü ile mücadele içinde kendimizi, kimliğimizi savunarak yaptık.
Demokrasi, doğası gereği, insanları köyden kente toplayan bir güçtür.
1990’da ülkemizde nüfus hareketlerine ilişkin yasakların kalkmasıyla büyük bir hareketlilik yaşandı. İnsanlar köyden kente ve sonra da Bulgaristan’da dış ülkelere tüm Avrupa’ya sel gibi aktı ve devam etmektedirler..
19.yüzyılın ortalarında sonra Bulgarlar şehirleşmeye öncelik verdiler. Bu gidişle 2030 yılında Bulgarlar yalnızca 6 şehirde yaşayacaklar: Bunlar; Sofya, Plovdiv (Filibe), Ruse (Rusçuk), Varna, Burgaz ve Stara Zagora (Eski Zara). Bu 6 şehirde daha fazlası Bulgar etnikten olmak üzere, toplam nüfusun % 42’si yaşayacak. Bu gidiş, yakın zamanda 900 köy ve küçük yerleşim merkezinin daha son lambayı söndüreceği ne işaret ediyor. Ülkenin diğer kısımlarında öncelikle etnik azınlıklar kalacak. Böylelikle Bulgarlar 6 kentte ve diğer bölgelerde de etnik azınlıklar yaşayan bir biçimlenmeyle Bulgaristan nüfus yapısı 21. Yüz yıl biçimini alacak. Yine 2030 yılında Romenlerin (Çingeneler) nüfus olarak Bulgarlardan fazla olacağı gibi, Bulgar kavmi etnik nüfus olarak Bulgaristan’da azınlık durumunda kalacak. Bu tarihte ilk defa oluyor ve tarihte ilk defa Romen devleti de burası olması büyük olasılık gibi görünüyor. Bu Bulgaristan iç çerçeveyi belirleyen sınırları çizecektir.
Bu yeni durumun maddi ve manevi yapıda yansıması yani işveren, nüfus sahibi, köle sahibi, toprak ağası ve çiftlik beyi, fabrika patronu olan bir Bulgar tabaka ile etnik azınlıklardan da ancak el kol işi yapan, eğitimsiz ve kalifiye olmayan, dil kültürü olmayan, yabancı dil bilmeyen, beceriksiz bir büyük zümre (kalabalık) oluşmaması için çok yoğun çalışıması gerekiyor.
Türkiye’de ve Batı ülkelerinde bulunanlar, ailecek orada kalanlar çocuklarının eğitimine çok büyük önem vermelidirler. Bu çalışmaların temelinde ve hedefinde kültürel düzeyimizi geliştirerek yükseltmemiz başta geliyor, gelmelidir. 1989’da sonra azınlık dillerinin ve azınlık dilinde eğitim ve öğretimin (Çingenelere bu hak asla tanınmamıştır, Türklerin bu hakkı ise yarım asır önce ellerinden zorla alınmıştır) yasaklanmış olması ve azınlıklardan aillerin çocuklarına yabancı dil eğitimi verme olanakları olmaması nedenlerinden dolayı, büyük şanslar kaçırdık ve geri kaldık, kör cahil, debil, sefil kuyusuna itildik. Bu çöküş Bulgar devletinin azınlık siyasetinin özünü oluşturdu ve baskılı uygulandı. Bu durumu değiştirmeliyiz. Bilmem farkındamısın ama biz ıssızlığa itiliyoruz. Ben küçükken büyüklerin konuşmaları aklıma geliyor. Bir Romen çocuğunu dövüyor ve bağırıyormuş “Oku oğlum oku Türkler gitmekte, Bulgarlar bitmekte bu devlet sana kalacak onun için oku oku diye dövüyor muştu.
Yerleşim yerlerinin % 20’sinde okul çağında çocuk yok.
2019’da ülkemizde tamamen ısız yer olarak yüz ölçümünün %2’si gösterilirken, 2029’da demografik çöl % 20 olacak. 2001 ile 2030 yılı arasında Bulgaristan nüfusu 1 450 000 azalacak. Bulgaristan’da şu an da yerleşim yerlerinin % 20’sinde okul çağında çocuk yok. Bu oran artmaya devam edecek. Bu çok büyük bir felaket olup, hayatımızı vahşetle boğuşmaya itiyor. Bize yürütülen yol geri dönüş ve barbarlaşma yoludur. Bunu kabul edemeyiz. Azınlıkların yaşadığı köy ve kasabalarda eğitim, öğretim, okul, sağlık ocağı, hastane ve tüm kültürel yaşam yeni baştan örgütlenmeli ve özel sektöre bu işe el atma imkanı tanınmalıdır. Buradan Türkiye Cumhuriyetini yönetenler biraz başını yukarıya kaldırmaları gerekir. Balkan politikalarının Bulgaristan’dan başladığını artık görmeleri gerektiğine inanıyoruz. Karanlıkta kayboluşu-muz ancak böyle durdurulabilir. Ben bu satırları 24 Mayıs Bulgar Aydınlık Bayramında yazıyorum. Sözüm şudur: Aydınlığın iki yüzü olmaz. Olmamalıdır. Osmanlı devrinde yalnız Plevne eyaletinde 659 Bulgar okulu olduğunu Bulgar yöneticileri de unutmamalı ve unutulmamalıdır. Hak istemek suç değildir.
Bu konuya özellikle de, 6 Mayıs günü (Pazar) Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ORTAK PARLAMENTO seçimi yapılacağı için yeniden giriyorum. 28 Avrupa ülkesinde seçim yapılacak. Avrupa Birliği yönetim organlarından biri olan Avrupa Parlamntosu (AP) milletvekilleri (751) seçecekler. Bulgaristan seçmenleri 17 temsilci seçecektir. Biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan ve AB vatandaşları bu seçime Türkiye’de katılamıyoruz. Oy kullanmamız için Bulgaristan’a yaşamamız gerekiyor. Yalnız AB üyesi ülkelerde sandığa gidilecek. Kanada, ABD, Avustralya, İsviçre vb gibi AB üyesi olmayan ülkelerdeki soydaşlarımız da oy kullanmayacaklar. Oy hakkı kimlerin yok… Kölelerin yani burada yaşayanlar vatandaş sayılmıyor mu bu çifte standart niye…?
AB yönetim sistemi oldukça karmaşık. 2007’den beri bizimle (Bulgaristan Müslümanları) ilgili AB, AP ve AK bu konuda herhangi bir karar almadı.
AB’nin kabul edilmiş bir Anayasası yok.
Daha açık olmak amacıyla örnekliyorum: AB üyesi devletler, Brüksel merkezilerine danışmadan ve onay almadan bir dış ülkeden parasal yardım alabilir mi? bu konu yasalarla düzenlenmemiştir. Çin, Portekizde bu sene banka açıyor ve 250 milyonluk bir yatırım paketiyle iş başı yapıyor. AB Anayasasına göre bu normal bir gelişim mi, bu soruya cevap verebilecek kimse yok. Başka bir örnek. Fransa’da Le Pen Hareketi, Avusturya’da sosyal radikaller ve Bulgaristan’da seçime katılan 4 partinin Moskova’da parasal yardım gördüğü biliniyor, fakat bunu kınayan ya da yorumlayan yok gibi… Yolsuzlukların çerçevesi ve sınırları ise başlı başına bir sorun.
Avrupa Parlamentosu kuruluşundan beri üye ülkeleri uygulamaya zorlayan yasalar onaylamıyor, (seyirci kalmak ve ara sıra uyarı mektupları /kesin yaptırım gücü olmayan/ göndermek bir yönetim biçimi olarak yerleşmiş) fakat bu süreç AB genel çerçvesi içinde geçerli olan kuralları belirliyor. Yürütme, milletvekilleri tarafından oluşturulan komisyonlar tarafından gözetleniyor. Şimdiye kadar 500 milyonluk AB’nin genel gelişim projesini de görmedik. Sağlık Komisyonu 27 ülkedeki sağlık işlerini, Eğitim Komisyonu eğitim sorunlarını, Teknoloji komisyonu bu alandaki modernleşmesi gözetleyip yönetiyor. 2014 – 2019 döneminde çözülemeyen en önemli konular arasında üye ülkelerinde adalet reformu, sığınmacı sorunları, ortak güvenlik ve kıta içi taşımacılık sorunları askıda kaldı.
Çözümsüz sorunlar ve acı gerçekler var:
Son yıllarda Bulgaristan’da doğum binde 6.5, ölüm oranı da binde 15.5’dir. Kuzey Batı Bulgaristan’da bu oran binde 30’u buluyor. Ülke nüfusunun % 40 emekli olup 10 yıl sonra Bulgar şehirlerinin % 20’sinde 65 yaşın altında bir tek kişi kalmayacaktır. Bunlar devletin resmi verilerindendir.
Düşüncelerimizi bu rakamlara dayandırdığımızda 26 Mayıs 2019 seçimleri Bulgaristan için önem taşıyor.
Sorun, doğanın yok olmaya işaret ettiği bir ülkede, hayatı, kimliğimizi ve geleceğimizi yaşatmaktır. Seçimler, tüm Avrupa Birliği (İngiltere ile birlikte 28 ülke) devletlerinde yapılacak olduğu için, bir de genel duruma bakalim:
“El Pais” gazetesi seçim haftasında şu rakamları verdi:
Avrupa Birliği’nde 511 milyon insan yaşıyor. Toplam 751 milletvekili seçilecek. AB demografik katliam yoluna girdi. 2015 yılından beri yıllık ölüm oranı doğumu solladı. Hayatı yaşatabilmek için her yıl kıtaya 1.3 milyon göçmen geliyor.
1 900 yılında dünya nüfusunun % 20’si Avrupa’da yaşıyordu.
1960’da bu oran % 13.5’ti. 2015’te % 6.9’a düşerken,
2040 yılında % 5 olması hesaplanıyor.
“Breksit” suya düşse bile bu oran yine de % 5’in altına düşecek.
Avrupa’da ömür uzunluğu 81 yaşı bulurken, doğumlar azalıyor.
Olayı ülke bazında değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan şudur: İş gücün nüfus içinde azalması, üretime olumsuz etki yapıyor. Örneğin İspanya’da 40 yıl sonra çalışan nüfus % 8 oranında azalırken, emeklilerin oranı da % 8 daha fazla olacak. Bu yeni durumda 17 milyon emekli hangi kesimin sırtına binecek?
Bulgaristan Avrupa Parlamentosu (AP) seçim kampanyasında benzer sorunlar tartışılmadı. Yapılan tüm konuşmalardan açık ve kesin olarak akıla takılan, Avrupa meclisinde aşırı sol (komünistler) ile aşırı sağ (faşizan milliyetçilerin) ortak dil kullanıp ortak eylemlerde buluşmalarıdır.
Sağ ve sol liberalizm yoktur iddiaları da bu kaynaktan çıktı.
Bu bakıma marjinallerin kabarmasında ve aktifleşmesinde Moskova rolünü görenler, karışıklık, parçalanma ve dağılma olsun ve derinleşsin diye her iki tarafın da parasal destek aldığını ve kışkırtıldığını iddia edenler çoğalıyor. Bugün Bulgaristan’da hangi TV programlarının daha fazla Rus parasıyla yalan propaganda yaptığını söylemek zor. “Alfa” 24 saat durmuyor. Rus zenginlerinden Medveedev, “bTV” yayınını almak istemiş. Peevski’nin 7 gazetesi bu kampanyada “savunma” ve pislikleri aklama moduna geçti. Mareşki oluğundan kirli para akıyor. İyi ki halkımız her yalana inanmaz oldu. Buna rağmen, paranın etkisi çok güçlü. Madan, Rudozem bölgesinde şu dönem kayıp olan D.Peevski’nin özel davetlerle iftara ve mevlide davet edilmesi de, yanılgılarımızın derinliğine işaret oldu. Şaşmamak elde değil, DPS listesinde 2. Sırada olan Peevski seçime 3 gün kala Valingrad’ta iftar sofrasında belirdi…
Toparlarsak, Bulgar basınında altı çizilerek yayınlandığına göre, Moskova’nın sağ-sol demeden marjinal propaganda ve politik sahneye toplam 10 milyar Euro harcamıştır. Bu yeni bir olay değildir. İkinci Dünya Savaşından önce de böyle paralar harcanmıştı. “Soğuk Savaş” yıllarında Amerika “Pırşing” ve “Kruz” füzelerini Batı Avrupa’ta yerleştirme planını açıklandığında, Ruslar Batı Avrupa-daki anti savaş hareketi propagandasına büyük yatırımlar yapmıştı. Gorbaçov ile Reygın ilk “silahsızlanma” ve “orta menzilli nükleer füzeleri” imha etme vb anlaşmalar imzalamıştı. Özellikle 2010 yılından sonra Almanya’da, Almanya Alternatifi (AfD), Avusturya’da sosyal milliyetçilik, Fransa’da Le Penne hareketi körüklendi. Bulgaristan’da bir sürü milliyetçi dernek, hareket, parti, elektronik yayın kuruldu ki, Bulgar halkı faşizm ve komünizm çilesi çekmemiş olsa, hele seçim arifesinde milletin kafasının çelinmesi tehlikesi ortadadır. Bu saldırganlığın temelleri, tarihte askeri darbe yapanların, her gün kelle kaydıranların VMRO (İç Makedon Devrim Hareketi) ve subay kesiminin “Uyanış” gibi Milliyetçi hortalamalarının 100 yıl derin köklerinden esin ve alıyor.
Bu sorunların sosyal temelinde sığınmacılık ciddi alan kapladı.
Sığınmacı (yabancı) düşmanlığında aşırı milliyetçilik taban buldu. Sığınmacılar emperyalizmin Asya ve Afrika’da açtığı kanlı savaşların kurbanıdır. Azgelişmiş dünyadaki ekonomik sorunlar aynı emperyalist güçlerin sömürgecilik sistemi kalıntılarıdır ve eski metropldeki oranları artmaya devam ediyor.
Tarih öyle gelişti ki, eski kıtanın ana kentleri olara için bir yandan can kurtaran simidi olarak görürken aynı zamanda, bir de üstüne kıskançlıktan kuduruyor. Ortaya çıkan dehşet veren bir tablodur. Bulgaristan eski emperyalist, sömürgeci gelenekleri olmayan bir ülke olsa ve Osmanlı ortamında çok kültürlü hava koklamış olsa da, son 140 yılda ırkçılık, insan düşmanlığı, dil, din, kültür ve medeniyet ayrımcılığı salgınından pay almış, tarihinde geçirdiği manevi kırılmalar nedeniyle dör yanı mamur bir millet olmayı, milliyetten millete geçmeyi başaramamış, kusurlarını şiddetle kapatmak isteyen bir kavim ve milliyet olarak, Merkezi Avrupa’da kurulan sığınmacıları lanetleme korosunda yer almak için can atıyor. Sınırlarına tel örgüler çekerek, Doğu’dan ve Yakın-Doğu’dan, Afrika’dan gelen yabancılara karşı kale olmak hevesine kapılmış bulunuyor.
Sığınmacı, savaş kaçakları, ekonomik göçler, gurbetçiler sorunlarına en iyi çözümü, 4 milyon yakın ve uzaktan gelmiş konuğa ev sahipliği yapan Türk halkı ve devleti veriyor.
Son yıllarda 23 milyar Avro harcayıp soruna çözüm bulmakta zorlanan Almanya Türkiye misafirperverliğine ve hoşgörülü yaklaşımla sığınmacı sorununa çözüm bulmasına hayranlığı gizlemiyor. Bu konuda Türkiye ile 28 devletli AB arasında imzalanan anlaşma dünya diplomasisinde bir emsal olup, Türk Milleti ve devletinin Büyüklüğüne dev abidedir.
Bu konuda Bulgaristan’ın tavrını okurken tarihe bakıldığında şu gerçekleri görüyoruz.
Anlaşılan Bulgaristan kendi hükümeti, cumhurbaşkanı, mecllis başkanı, parti liderleri, düşünürleri, profesörleri vb tarafından yönetilmiyor. Sıraladığım sahne oyuncularının iplerini çeken bir “zeka”, bir “üst akıl” var kı, ülkede bu “mahrem” gücü gören, bilen, tanıyan yok.
Bu seçimde de öyle, GERB ve BSP arasındaki oy farkı % 2 seviyesinde korunurken, Makedon milliyetçileri ile Müslümanlar da AP meclisinde temsil bulacaklar. Fakat burada olayı belirleyen “gizemli güç” kimdir sorusu, ortada kalmaya devam ediyor. Farklı bir değişle, çorbanın tuzu-biberi kimin elinde ve lezetine bakan kim?
Osmanlı devrinde, Bulgar ileri gelenler, her konuda İstanbul’a gidip danışmada bulunuyordu. Çerçeve İstanbul’da çiziliyor, belirleniyordu. Osmanli devlet yönetimi (Babüı Ali) nezninde nüfusu olan Bulgar gruba katılanlar bilinirdi: Stefan Bogoridi; Gavril Krısteviç; Stoyan Çalıkov; Stefan ve Nikola Tıpçileştov, Vasilaki Velikov, Dragan Tsankov, Hacı Pençeviş ve daha birkaç kişi bu nüfuslu gruptandı.
Ferdinand ve oğlu III. Boris Almanya şansölyelerine danıştı.
Tordor Jivkov da Moskova’ya yol yapmıştı. Sonunda düşerken ortada kaldı.
Boyko Borisov da Berlin’e bu amaçla gidip geliyor. AB fottoğraf karesinde sürekli yer alıyor. Fakat biz şimdi Avrupa Birliği üyesiyiz de, AB hükümetsiz bir topluluk. Meclis, Konsey ve Birlik başkanları da sürekli değişiyor. Bu seçimde yine değişecekler. Tek başlılık – tek zeka – dikkati çekmiyor. Yeni yapılanma federatif ve atalar-vatani gibi yeni bir mayalanmaya yöneldiğinden dolayı, Bulgaristan’da “kulis” veya “perde ardında” bir mualla (yüksek, yüce) güç olduğunu düşünenler artsa da, bu gücü oluşturan değerlen bilinmediği için olabilir, Cumhurbaşkanı durumun vaziyetine “bataklık” dedi.
Bulgar’da bu iş nasıl başlamış hiç düşündünüz mü?
Zaman Bulgar Çarı Mihail I. Boris (852-889) zamanı. Çar Boris Bizans’a yenilir ve 866 yılında Doğu Ortadoks Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalır. Böylece Bulgarlar Grek-Roma medeniyetini kabul etmeye zorlanmış, kabul etmeyen 52 Bulgar sülale yok edilmiş ve aynı mezara gömülmüştür. Bunu anımsatmamın nedeni şudur. Konstantinopol (İstanbul) Hıristiyan Baş Piskopos’u, Borisi vaptiz ederken kendisine 3 öğüt vermiştir.
Birincisi, boş şeyler konuşma ve böbürlenme, boynu bükük kal;
İkincisi, Dost bildiklerine kötülük etme ve
Üçüncüsü de, zenginleşmek için hiçbir şey yapma.
Demek oluyor ki, Bulgar devlet yönetimi Hıristiyanlığı kabul ettiğinden beri geçen şu 1 253 yılda dışardan (başkalarından) akıl almayı gelenek haline getirmiş ve buna alışmış olması gerekir.
Son yıllarda Boyko Borisov ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan arasındaki sıcaklık ortamında, Türkiye’den gelen hoşgörülü ve iyi niyetli nasihatlara da olumlu bakılması gerekirdi. Bu çerçevenin geniş tutulması bir dilek ve özlem oldu. Tabi nasihatlara tamı tamına uyulması da ….
Bu durumda, aklın ermediği işleri, komşunla danış, diyenler haklı gibi. Bulgaristan’ın en güvenilir, en yakın ve dostça yaklaşımlı eski komşusu Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkıdır.
Devam edecek.
Seçime gidiyoruz.
Seçimler insanı yüceltir, bitirir, sıkıp çöpe de atabilir.
Bilinçli olalım ve var olmamızı oylarımızla yaşatalım.
Paylaşmayı unutmayınız.
Teşekür ederim.