Tarih : 28 Mart 2019
Yazan: İbrahim SOYTÜRK
Konu:  GERB partisi budandı.

Bulgaristan’daki  “didişmeyi” dikkatle izlerken, Türkiye’deki yerel seçimlerle aynı günde – 31 Mart’ta – Ukrayna’da Cumhurbaşkanı seçimleri yapılacak. Bu haberle birlikte Başkan adaylarından Oleg Lyaşko’nun rüşvet, dolandırıcılık ve haraç konusunda söylediği şu sözler dikkatimi çekti:

Seçilirsem, 2019 Ekiminde milletvekillileri ve devlet memurlarına rüşvet, dolandırıcılık ve haraç için ölüm cezası verilmesi konusunda halk oylaması (referandum) yapılacak. İdam cezası alanlar kurşuna dizilecek ve infaz filme çekilecek.  TV programlarında günde 10 defa gösterilecektir.

Bulgaristan’da “Arteks” şirketini sıkıştırıp ucuz lüks daire alanlardan GERB partisi Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov’un milletvekilliği, GERP Partisi meclis grubu başkanlığı, Meclis Komisyon Başkanlığı ve bir de komisyon üyeliği elinden alındı.

Adalet Bakanı Ts. Tsaçeva ve 2 bakan yardımcısı istifaya zorlandı. İktidar partisinde bahar budanması yapıldı. Ucuz daireler haraççıların yanlarına kaldı. 26 Mayısta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri arifesinde bu olay erken seçim umudu uyandırmıştı, fakat şimdilik biraz daha yamalanan hükümet görevine devam etme kararında ısrarlı görünüyor.

Olan oldu da, şu sorulara kim cevap verecek:

İktidar partisi meclis grup başkanı ucuzdan ucundan 11 daire sahibi olmuş. Her birini halkın satın aldığı fiyattan 10 defa daha ucuza almış. Bu olay, oyunu alıp milletvekili olduğu insanlara ihanet değil mi? Mecliste adaletın kurallarına uyulmuyorsa, o ülkede adalet olabilir mi? Demokrasi olabilir mi? Yasaların üstünlüğünden söz edilebilir mi? Halkın hakları tamamen rafa kaldırılmış değil mi?

Bir milletvekilinin temel iç güdüsü inşaat şirketlerini haraca bağlayıp daire toplamak olabilir mi?!!!  Yoksa bu adına kleptoman dediğimiz bir tür hırsızlık hastalığı mı ve bizi ve devleti son 10 yılda yönetenler gerçekten ruhen hasta insanlar mı? Hayatın anlamı bu olabilir mi? Daha da ileri gidersek öleceğimizi bildiğimize göre, hırsızlık yaparak, insanları haraçça bağlayarak yaşamanın ne anlamı var?

Konu hayatın anlamıdır. Bu bir kişisel var olup daha iyi, daha dertsiz tasasız ve lüks ortamda yaşama derdinden daha derin bir konudur. Milletvekilleri, bakanlar, bakan yardımcıları haraçla geçinmeyi ana konu etmişse, milletin, halkın, toplumun ve devletin var olabilmesi söz konusudur! Haraç üzerine devlet kurulmaz. Politik elit bunu sorgulamalı ve her gün pirincin taşını ayıklamalıdır. Ben Bulgaristan’da bunun yapıldığına inanmıyorum! Dolayısıyla Bulgar halkının ve Bulgar devletinin daha öte var olmasını düşünen bir politik elit kesimin var olduğuna inanamıyorum. Çünkü bu konular dışında yani haraç kovalayarak, Bulgaristan’ın milli öncelikleri, milli menfaatleri belirlenemez, dolayısıyla milli beka olamaz. Meclis sınıfının daire haracıyla yönlendirme zihniyeti bir aptallıktır ve son 10 yılda Bulgaristan politik sınıfı kendi kendini üretirken aptallıktan başka hiçbir şey üretmemiştir. Bu bizim fikrimiz değil, toplumun kanısıdır! İnsanlar artık Tsvetanov’un 11 değil, 11 000 dairesi olsa da, tek başına yaşayabilmesinin mümkün olmadığını anladılar, Jivkov’un terörü, Borisov ekibinin yolsuzlukları derken 3 000 000 (üç milyon) vatandaş ülkeyi terk etti. İnsansız halk olmaz, toplum olmaz, devlet olmaz, adalet olmaz, hiçbir şey olmaz. Yarın olmaz. Yapılan kötülüğe bak sen!

Bulgarcada “gön surat” sözü var. Sözler Türkçe olsa da, bizdeki anlamı “yüzüne tükürdüm, yağmur sandı” dır. Bu nedenle anlamını açmama gerek yok kanısındayım. Daire haracından geçinenlerin bahar budamasından sonra da, birkaç dala birden örülmüş olmalarından dolayı,  ağacın dallarında kalanlara da “gön suratlılar” diyorum. Ne ki, yeni durumda da onların halkın huzuruna çıkmalarını sakıncalı bulmuyorum, çünkü halkımız gön suratları kahraman görmeye alıştı. Daha doğrusu halkı buna alıştırdılar. Hepimizin yalanla yaşamaya alıştığımız gibi… Bilmem farkında mısınız, toplum her gün biraz daha zehirleniyor. Çalma kapma, haraca bağlama, alıp aşırma ve aldatan aldatana ortamında sürünme yaşam tarzı olmuş. Çok acı bir durum…

****

Tabii biz görünenleri yorumluyoruz, yani dereye tekerlenen taşın üzerindeki yosunları. Birde taşın altından çıkan solucan sürüsü, kaçışan tarla fareleri, kertenkeleler, irili ufaklı yılanlar, uykusu bozulan kaplumbağalar ve daha neler neler var.

Kısaca özetlemek gerekirse, son 10 yılın birikiminden leş kokan “daire çiçeği” Bulgaristan’ın yeni bir devlete ihtiyacı olduğunu gösterdi. Üstelik kanıtladı. Meclis, hükümet ve yargının kokuşmuşluğu ortadadır. “Daire harcı” örneklerinin meclisten, bakanlar kurulundan ve yüksek mahkemeden olması bu gerçekleri ortaya koydu.

Hemen belirteyim, yeni devlet kurma yada devleti kökten yenileme zihniyeti Bulgaristan’da yaşayan bütün vatandaşların, bütün etniklerin ortak eseri olması gerektiğini herkes görebildi artık. Hırsızlar, dolandırıcılar devlet yönetemez. Bugün talancı, plaçkacı, çapulcu, yağmacı alayı devleti kuşatmış bulunuyor. Bunu da görmeyen kalmadı. Amerikan hükümetinin diline düştük gitti.

Bulgarların devlet yönetme işini kendi başlarına ve ruhunu satın aldıkları birkaç haini beslemekle de yapamayacaklarını gün ışığına yeniden çıkarmış oldu. Bu yeni devlet, tüm etniklerin, kültür ve dinlerin ortak eseri olmalıdır. Bu olmadan bizim Avrupa Birliğinde de işimiz olmaz. Bugün yarın kimliğimiz ortaya çıkar ve atılırız. Her dilin konuşulduğu, farklı dillerde türkü söylendiği bir bahçe olmalıdır. Yeni devletin kaldırması gereken yasakların başında dil ve geleneksel kültürlere konan yasaktır. Bugün hepimizin eli kolu bağlıdır. Avrupa’da konuştuğumuz dil tercümeye gelmiyor, ne derdimizi anlatabiliyoruz ne de bize anlatanı anlayabiliyoruz. Aynı topraktan gelsek de “Bulgaristan vatandaşı” dendiğinde karşımızdakiler gülümsemeye başlıyor. Faşizm ve totalitarizm hepimizi hayvanlaştırmış ve biz bunu yeni yeni anlamaya başlıyoruz.

Okullarında tüm etniklerin anadilinde okuyabildiği bir kurumsallaşma yerleşmelidir. Hor görülecek dil ve kültür yoktur. Hırsızların ve dolandırıcıların dil, din ve kültürünü öğrenmek istemiyoruz, hepsi ahlaksız ve vicdansız kişilerdir. Anayasa değişmeli ve etniklerin kimliği resmen hemen tanınmalıdır. Bu yapılmadan, vatandaşların hepsi göçe veya gurbete zorlansa da, devlet her defasında çökecek, çökmeye mahkûm olacaktır, çünkü yarattığı toplum çürüktür. En iyi olarak kabul edip meclise ve bakanlıklara gönderdiklerimizin durumunu görüyorsunuz. Tepeden tırnağa rüşvet kokuyor ve haraçtan yaşıyorlar…

Burada anlatmak istediğimizin özünde olan, yeni Bulgar devletinin 1879’da Berlin Kongresinin dayatmasıyla olduğu ya da 1944’te Stalin’in diktesine ve buyurduklarına uyularak olduğu gibi değil, yeryüzündeki en demokratik çok etnikli devlet örneğine göre,  halkın zihinsel birikimine ve ruhsal zenginliğine, kutsal emellerine bağlı kalarak kurulmalıdır. Düşmanlık kutsal bir emel olamaz. Hele hele İslam ve Türk düşmanlığı, her gün tırmanan Romenlere öfke ya da başkalarından kurtulma hırsı, güvenlik ve huzur düşmanıdır ve devletimizin en büyük iç düşmanıdır. Hiçbir güç vatandaşı vatanından kovamaz. Hiçbir güç vatandaşın haklarını kısıtlayamaz. Hiçbir ırk diğer ırklardan üstün değildir. Biz ırkçı bir hırsız sürüsünün eline düştük ve sonumuz karanlıktır.

O, bu çaktırılarak, Müslümanlar yok sayılarak, Romenler dikkate alınmayarak değil, hepsinin nefes etmesine hak tanınarak yeni bir çok kültürlü, çok dinli, resmi dili olan ama her kişi de anadilinde konuşup yazabilen, maddi ve manevi dünyada eşitlik ve hukukun üstünlüğü olan bir devlet kurulmalıdır. Nüfusunun yarısı farklı etniklerden oluşan bir halkı entegre etmenin kısa yolu haklarını, özellikle kültürel kimliklerini ve dini kimliklerini tanımaktır. Bu olmadan ortak ruhsal durum ve denge kurulamaz.

Her medeniyetin en üstün nitelikleriyle yetiştirilen, adaletin üstünlüğüne inanan, yeni yargıçlar, halka ihanet etmenin cezasının idam olduğu bilincinde olan yeni milletvekilleri, yemine sağdık yeni savcılara, belki daha sert ama yeni ve işleyen yasalara ihtiyacımız var. Bu devlet korucular, bekçiler, çobanlar ve kapı kulları tarafından yönetilemez. Aç insanın gözü asla doymaz. Durum ortadadır.

Pek tabii ki bu yasaları oradan buradan kopyalamayacak yeni ruhlu ve bilinçli, namuslu ve bilirkişi vatandaşlara ihtiyacımız var. Kuşkusuz bu anlamda, devletin yemlediği siyasi partilerin dağılması ve halktan gelen ve halkın ruhunu yansıtan yeni siyasi partilere de ihtiyaç var. Bu yıl Sofya “Kliment Ohritski” Üniversitesinde 16 fakültenin kepenk salması, var olan başıbozuk düzeninde hiç kimsenin tarihe, sosyolojiye, psikolojiye,  felsefeye ve hukuka gerek duymadığını doğruluyor. Bu dersleri okusan ve üstün başarıyla diploma alsan bile ömür boyu sürünmen kader oluyor. Doktorların açlık grevi başlattığı, hemşirelerin süresiz yürüyüşe geçtiği, özürlülerin sokaklarda yattığı ve vs bir ortamdayız.

Bir daha belirtiyorum. Son olaylar Bulgaristan’da yeni bir düşünme tarzına ihtiyaç olduğunu kanıtladı. Sen kalk ben oturayım anlayışının zamanı doldu. 26 Mayıs Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir şey değişeceğine inanmıyorum. Çünkü Bulgaristan’ın sorunu Shengen’e katılmaktan, Levayı yakıp Avroya geçmekten ve sınırlarına tel örgü örnekten çok daha ciddi ve büyüktür. Sorun yeni devlet sorunudur. Demokrasi ve adalet sorunudur.

Soracağınız sorular kulaklarımda çınlıyor: Bu nasıl olacak. Bulgaristan’da imkânsız. Doğrudur. İnsan neyi özlerle ona yürürmüş. Bilen bilir. Sen de bilirsin. Ümitsizlik yok! Biz ümit dolu olduğumuz için haklıyız.

Okuyanlar paylaşsın lütfen.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Reklamlar