6 Kasım tarihinde yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte Seçim Kanunu değişikliklerine ilişkin halk oylamasının da yapılacağı artık netleşti. Son dönemde referandum dendi mi halkımız hevese kapılıyor. Bu arada bu sefer halk oylamasının bir showmenin inisyatifinde düzenlenmesi dikkat çekiyor. Showman tarafından oylamaya sunulan ilk 6 soru, ülkedeki siyasetten memnun olmayan birçok vatandaşın gönlüne çok iyi yattı. Olgunlaşmamış demokrasi ve yaygın siyasi yolsuzluk ortamında Meclis’teki vekillerin sayısını düşürmek, elektronik oylamanın getirilmesi yolu ile oy ticaretini azaltmak ve illerdeki polis amirlerinin doğrudan seçilmesi yolu ile suç olaylarını yenmek kim istemez ki!
İyi de Anayasa Mahkemesi bu can alıcı 3 soruyu referandumdan çıkarınca seçmenlerin takdirine milletvekillerinin çoğunluk sistemi ile seçilip seçilmemeleri, oy verme zorunluluğunun getirilip getirilmemesi ve partilere devletçe ödenen sübvansyon tutarının azaltılıp azaltılmaması konuları kaldı. Ülkemizde doğrudan demokrasi fikri ile ilgili yaşanan curcuna, vatandaşların siyasetçi sınıfına ve özellikle de kendilerini Meclis’te temsil eden vekillere olan güveninin dipte olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Her dört yılda bir sandık başına giderek seçtiğimiz 240 vekil, kural itibari ile bizleri temsil edip menfaatlerimizi savunuyorlar. Oysaki Parlamento, yıllardır seçmenlerden en az güven alan kuruluşların başını çekiyor. Son dönemde adeta moda olan halk oylaması yolu ile vatandaşlar tekrar yönetimdeki temsil edilmek isterken devlet politikası konularında karar vermeye mecbur ediliyorlar. Örneğin 2013 yılının başında ülkedeki nükleer enerjinin geleceğine ilişkin görüşünü bildirmek üzere sandık başına gidenler “Yeni santralin kurulması yolu ile Bulgaristan Cumhuriyeti’nde nükleer enerjinin gelişmesine evet mi hayır mı?” şeklindeki soruyu cevapladı. Seçmenlerin yaklaşık yüzde 60’lık bölümünün “evet” cevabını vermiş olması, aslına bakarsak onların söz konusu santralin kurulmasına destek vermekte oldukları anlamına gelmiyor. Tersi de doğru – “hayır” oyu kullananlar aslında nükleer enerjiye değil, somut projeye karşı çıktılar.
Böylesine önemli siyasi konularda halka danışılması, bu konudaki tartışmayı genel seçim kampanyasının gündeminden çıkarıyor aslında. Partiler, oy pusulasını işaretlemeden önce ülkenin gelişmesine dair fikirlerinden haberdar olma şansını vatandaşlara pek tanımıyorlar. İzlenecek devlet politikasını tartışmak yerine seçim döneminde partiler, genelde günü birlik konularla ve kişisel atışmalarla meşgul oluyorlar. Neticede uzun vadeli hedeflerin belirlenmesi imkansız oluyor, siyasette devamlılık kavramı ise siyasetçilere yabancı gelmeye devam ediyor.
Hal böyle olunca vatandaşların alternatif ve siyasette değişiklik arayışı tamamen doğaldır. Ancak bunu sağlamanın aracı referandum değil kesinlikle. Halk oylamasının yapılması yolu ile vatandaşların yine söz sahibi olacakları inancı yanıltıcıdır, hele de ekranlara çıkan showman’ler insanların umutsuzluğundan istifade edip referandumlara girişiyorsa. Seçim hakları ve nükleer politika gibi devlet politikası kapsamında olan böylesine geniş konu yelpazesinde ehil olmak, seçmenlerden pek tabii ki beklenemez. Böyle durumlarda vatandaşlar genellikle içlerinden geldiği gibi oy kullanıyorlar. Ayrıca insanların kullandıkları oy, erk bölümü göz önüne alındığında ideal durumda siyasetçilere oluşturması gereken külfeti de getirmiyor. Kasım ayının başında yapılacak referandum sonucunun neye yol açacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bu arada halk oylamasının devletin demokratik kuruluşlarına güven kazandırmayacağı ortada. Olsa olsa referandum yapmaya kalkan zatın muhteremliği artar.