Dr. Mustafa KAHRAMAN

MAL MÜLK EL DEĞİŞTİRİYOR

Bulgaristan’da yeni bir süreç izleniyor. Geçiş Dönemi’nde yolsuzluk yapıp birikim gerçekleştirenler birden hareketlendi. Böylece tarım kooperatifleri mallarının – traktör, su pompası, kamyon, pulluk, biçer döver ve daha bir sürü eskimiş ilan edilen tarım ve taşıt aracını kesilip hurdaya verdikten ve köylülerin yeni koşullarda tarlalarını işleyebilecek durumda olmadıkları görülünce yeni bir saldırı başladı. Bu defa aç gözlülerin bakışı köylü taşınmazları üzerinde toplandı. Tarlaların, otlakların, koruların, ormanların, çeşmelerin, yolların, dere ve tepe her şeye el atma meraklı- heveslileri ortaya çıktı.

İri toprak sahipleri –yeni çorbacılar oluşuyor.

Toprak mülkiyetinin köylüler elinde parçalanmış durumdan bir ya da birkaç büyük toprak sahibinin elinde toplanması sonucunu doğuracak olan bu gelişme, Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’da tarımsal üretimin geleceğine ilişkin planlarına uygun düşüyor. Çünkü Brüksel büyük ölçekli tarımsal üretimi özendiriyor, büyük toprak sahiplerine ayrıcalıklar tanıyor, Bulgaristan’ın tarimsal geleceğini kooperatifçilikte değil, iri toprak sahipleri ve tarım işçileri kutuplaşması şeklinde planlıyor. 2014’te Brüksel’den gelen tarımı özendirme ve hayvan bakıcılarına karşılıksız yardım şeklindeki paraların % 80’nin büyük çiftlik sahiplerine, iri toprak sahiplerine ve büyük kapasiteli mandıracılara verildi.

Bu işte biz ancak seyirci kalırız.

Büyük toprakları ele geçiren yeni zenginler – işçi alırken kalifiye eleman arıyor. Yüksek tahsilli ya da en az tarım teknik lisesi ya da baytar yardımcısı ihtisasına sahip, bilgili, deneyimli, şoför, pompacı, teknik sel donanımlı vs. uzmanlar seçiyor. 55 yaşın üzerinde olan köylüleri işe almıyorlar. Aslında özellikle hububat üretiminde bütün işlerin makinalarla yapılması yaşlıları kendiliğinden saf dışı yapıyor. Küçük işletmelerin, el işinin fazla olduğu küçük ölçekli işletmelerin büyük çiftliklerle rekabet etme şansı da pek yok. Bizde bugün de hala el emeği en pahalı emektir.Avrupa Birliği tarım makinası üreticileri ise ülkemizi bir bakıma sürüm pazarı olarak görüyor. Hayvan fermaları AB istem ve standartlarına kurulmadığında teşvikler ödenmiyor. Köylü bireysel ya da aile işletmeciliği durgunluk geçiriyor.

AB ülkeleri malları pazarlarımıza hakim oldu.

Tarım kesimindeki rekabette bizim devamlı yenik durumda olmamız, her zaman kayba uğramamız, birçok defa da malımızın elimizde kalması unutulmamalıdır. Bunun birkaç sebebi vardır.

Bir defa, Bulgaristan AB’ye henüz 2007’de girdi, yani bütün birikimimiz yalnızca 8 yıllıktır. Öteyandan Ortak Pazar (1953) yılından beri birimim yapan, gelişerek uzmanlaşan ve Brüksel kaynaklarını kullanma işinde kurtlaşan Avrupalı üreticilerle rekabet pazarında başa çıkmamız çok zor. Örneğin Polonyalı bir patates üreticisi AB’den her yıl patates üretimi için aldığı karşılıksız para yardımlarıyla, patatesini Sofya “Kadınlar Pazarına” 0.04 stotinkaya (Bulgar parasının kuruşudur) indirip 0.40 stotinda üzerinden satışa sunabiliyorken, Rodoplar’ınSatovça  köyünde patates üreten bir Bulgar köylüsü malını köy meydanında 0.30 stotinkadan ucuza sunarsa zarar ediyor. Mal Sofya pazarında 0.65 stotinkadan alıcı arıyor. Bu çok büyük bir çelişkidir. Büyük üreticileri, AB’nin sübvansiyon memelerini ele geçirmiş olanların yararına çalışırken, küçük üreticilerin boğazına yapışmış, hepsini birden boğmaya çalışıyor. Bulgar köylüsünün durumu acınasıdır.

İkinci olarak, adaletsiz sübvansiyonların dağılım biçiminde de görüyoruz. Örneğin Yunanistan’da kırda, vadilerde, yaylalarda hayvan bakanların yardım ve teşvik ödenekleri yıl başında dağıtılırken, Bulgaristan’da yol sonunda ödeniyor ya da hiç ödenmiyor. Bu da ek güçlükler yaratıyor.

Şöyle bir durum var, Bulgaristan 30 yıl önce 280 bin ton tütün üretirken şimdi (2015) 30 bin tonluk kota ile yetinmek zorundadır. Son 20 yılda Yunanistan’a tanınan AB tütün kotası 4 defa büyümüştür. Yunan yeni kotaları Bulgar tütün işçileri çalıştırarak dolduruyor. AB adaletli davransa insanlarımız boş tarlalarını ve geleneksel tütüncülük birikimini ve olanaklarını kullanarak bu ödevi çok daha kolay ve başarılı gerçekleştirebilirdi. Ne yazık ki, bu durumları gören yok, düzeltme yapılmasını da isteyen yok.

Şu da var AB tohum alımı için özel yardım fonu oluşturmadı. Köylülerimiz, o yumurta gibi domatesleri ve hepsi aynı büyüklükte olan al benli biber ve patlıcanları üretmeye uzanamıyor, özendirici yardımların sonradan verilmesi seracılığımızın gelişmesinde de önemli bir durdurucu fren rol görüyor.

MUHTARLIKSIZ KÖY, BELEDİYESİZ ŞEHİR OLU MU?

Köyler, belediyeler vs. satın alınıyor.

Gerçek durum bu iken, toprakların iri toprak sahipleri ellerinde toplanması köylülerimiz için bir sosyal katman olarak yok olma tehlikesi doğurmuştur.

Bu tehlike son aylarda Plovdiv’e bağlı Sopot belediyesinin 4.5 milyon leva tutarında bütün mal ve mülküne, tüm taşınmazlarına özel icra memurları tarafından el konulmasında da kendini gösterdi. Bulgaristan’ın çok önemli bir turistik merkezi olan, tarihi geçmişi zengin ve sosyalizm yıllarında kişi başı en yüksek geliri olan bu Balkan şehrinde Belediye’nin malsız-mülksüz kalması, yok olması, etkisizleştirilmesi ve çökerek yönetim imkanlarını kaybetmesi anlamına da geliyor. Bu arada, belediye hastanesi, belediye polikliniği, belediye yaşlılar yurdu, belediye otobüs hatları, hizmet işletmeleri ve belediyeye bağlı 4 okul da özel sektör eline geçiyor. Bulgaristan tarihinde daha önce görülmemiş olan bu olayı açıklarken Belediye Başkanı VeselinLiçev, bilgisayar, buzdolabı, elektrikli süpürge ve masa ve san dalyalarımıza kadar her şeyimizi alıyorlar, dedi. Belediye devletten 3.7 milyon leva faizsiz kredi istese de cevap alamamıştır. Belediyedeki bilgileri korumaya çalışan muhtar, bazı evrakları bir bankaya teslim etmiştir.

Sopot’lu sivil toplum örgütleri belediyelerini korumak ve kurtarmak için birkaç kez bloke ettiler. Sofya -Burgas ana karayolunu kestiler, fakat kesin sonuç alınamadı. Hükümet arkalarına durmuyor, gerekli yardımı sağlamıyor.

Bu arada insanın aklına gelen, belediyelerin çöküşü bir devletin genel çöküşünün başlangıcı mıdır? Çünkü insanlık tarihinde devlet kuruculuğu aile ve soy otoritelerinden, muhtarlıklardan, belediyelerden başlamıştır. Belediyeler sivil toplum otoritesidir ve bu başlayan çöküş yayıldıkça devletin dayanaksız kalması ortaya çıkar ki, toplum düzeni dağılır. Dünyada henüz hiçbir dayanağı olmayan sanat devlet kurulamamıştır. Halktan kopan devlet var olamaz. Belediye yok olunca belediye hizmetleri ortadan kalkar ve devletin vergi, fon vs. toplama işleri de aksar ki, bu da devlet bütçesini çökertir. Bulgaristan yalnız AB yardımlarıyla yaşayamaz. Yunanistan örneği ortadadır. Komşumuzda 5 aydan beri iş ücreti ödenmiyor ve toplumsal yapı çökme, iflas etme, teslim olma durumuna gelmiştir. Ülkemizdeki son gelişmeler olağanüstü düşündürücü olup, toplum düzeninin geleceksizliğini kanıtlar duruma gelmiştir.

Türkler açısından bakılınca.

Birlikte düşünüp çıkış yolu bulmak zorundayız.

Son gelişmelere bir de Müslümanlar ve Türkler açısından bakıldığında şöyle bir durum ortaya çıkıyor.

1992’den sonra tarım kooperatifleri dağılırken ve köylülerimize toprakları ve diğer taşınmazları geri verilirken biz Müslüman ve Türkler tarla, bahçe, otlak, çayır ve korularımızın % 33nü kaybettik. 1950 ile 1990 yılları arasında köylerimizde meydana gelen değişiklikler, bir çok yerde köy ve kasabaların büyümesi ve yeni imarın toprak sahibine sorulmadan yapılması, birçok yerden köy, kasaba ve şehirler arası yol, demiryolu, su kanalı geçirilmesi, su göletleri kurulması, büyük barajlar oluşturulması elimizden alınan işlenir topraklarımızın azalmasına neden oldu ve bize bu topraklarımız belediye ya da devlet arazilerinden alınıp tapulu mülkümüz olarak verilmedi. 1951 ve 1976 göçüyle gelenlerin birçoğu dönüp topraklarını aramadı, bulanlarsa tapu çıkarmadı, çocuklarının üstüne geçirmedi vs.

Bir yandan böyle bir kaybımız varken,  Baş Müftülüğe, Müftülüklerimize ve vakıflarımıza bağlı taşınmazlarımız, çayır, otlak, orman, işlenir tarla ve bağ bahçeler, mezarlık yerlerimizi geri almak içiş 2013’te başlattığımız sistemli ve planlı çalışmalarımız, açtığımız davalar da kesin sonuç vermedi. Hatta ters tepmeye başladı. Mesela, Sopot kasabasına komşu olan başka bir balkan şehri Karlovo’da “Kurşun Cami” (1475’te kurulmuştur) ve etrafındaki 4 dönüm araziyi geri almak için Plovdiv (Filibe)  kentinde açtığımız davayı kazansak da Sofya TemyizMahkemesi karı bozdu ve tarihsel eserimizi, camimizi Karlovo Belediyesine verdi. Soruyorum: Karlovo Belediyesi de çok borçlu bir belediye olduğuna göre, yakın gelecekte özel icra memurları kapısına dayanırsa, ecdadımızın mirası “Kurşun Cami” bir Bulgar şirketinin eline geçecek ve kilise haline mi getirilecek? Düşündükçe delirmemek elde değil…

Kara bir bulut var ufukta. Bu bulut tehlikelidir, çünkü etrafı donduracak bir dolu da düşebilir. Derin devletin derin danışmanlarının “saray kurtlarının” ve “keçi sakallıların” ne önerilerde bulunduğunu, statükomuz bozulmasın diye neler vaat ettiklerini ve nelere göz yummaya razı olduklarını şimdiden kestirmek oldukça zor oldu.Birkaç soru var kafamda ve  başım uğulduyor:

BULGARİSTANDA MALSIZ MÜLKSÜZ KALIRSAK VE TARİHSEL ANITLARIMIZI, İBADETHANELERİMİZİ YİTİRİRSEK VATAN HAKIMIZI ELİMİZDEN ÇEKİP ALABİLİRLER Mİ?

BİZE KURULAN TUZAKLARA TUZAK KURACAK GENÇLER ARANIYOR.

Devam edecek.

Reklamlar