Tarih: 30 Haziran 2019
Hazırlayan BGSAM
Konu: Fotoğraf çekme çağı henüz geçmedi.
İşleri biz olanlar, her an bizimle uğraşmaktan asla vazgeçmiyorlar. Bulgar ilerici demokrat aydınlar, “Tarih ve Uygarlık” ders kitaplarının yeniden yazılıp değiştirilmesinde ısrar edince, imza kampanyası güç topladı. “Belene” kahramanlarımızı çöpe atıp, Ahmet Doğan’ı kitaba koyma ve Türklere örnek gösterme kararı almışlar. 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan, 360 bin Türkün sınır dışı edilmesinden, 52 illegal direniş örgütümüzün mücadelesinden söz edilmiyor. Dedem “Bulgar kuyusunda içme suyu çıkmaz” derdi, doğru demiş.
1984-1989 zulüm döneminde Bulgar devleti 324 imam, müftü ve Müftülük görevlisine 3-5 maaş vermişti ama onları kendi soyuna, köküne, ailesine, yakın ve uzak akraba ve tanışlarına, asker arkadaşlarına, camiye gelenlere karşı kullanma gayretlerine hiç ara vermemişti.
Geçen ay yayılan, Bulgar devletinin Baş Müftülüğe şu kadar milyon leva yıllık gelir verileceği haberinden sonra, feceboocta bir fotoğraflı habere rastladım. İl ve ilçelerdeki cami imamlarının kapısı çalınmış ve sorgulama işlerinde Bulgar savcılığına yardımda bulunma konusunda ağız ve niyet yoklaması yapılmış. Olay ilginçtir. Bulgar makamı “parayı veriyorum, düdüğü çalacaksın” diyor. Olay ilginçtir diyorum, çünkü Bulgaristan Müslümanları arasında hemen camilerden bir çekilme olduğu dikkati çekti.
İlginçtir. Bulgar devleti ve tüm makamları totaliter ırkçı ve milliyetçi zihniyeti yaşatmak ve yeni kuşağa aşılamak için elinden geleni ardına bırakmıyor, Jivkov’ döneminde 3 016 Müslüman Türk ajanla çalıştığını resmen açıklayan Bulgar İç İşleri Bakanlığı, yeni dönemde muhbir ağında güve yenikleri meydana gelince, strateji ve taktiğini yenilemiş bulunuyor. Bir defa Müslüman Türkler arasında çalışacak kadroların artık profesyonel polis akademisinde okumuş olanlar arasından değil, “Multi Grup” parasıyla kurulan, “Kütüphaneci Enstitüsünde” eğitim aldıkları ortaya çıktı. Bu enstitüde ders veren hocaların hepsi eski sivil polis, iç ve dış ajandır. Hangi dersi verdikleri hiç önemli değildir. Hedeflerindeki bir tek azınlıklar arasında çalışacak, ispiyon örgütü kuracak kadro yetiştirmektir. Bu çalışmaların eski gizli polis “DS” Altıncı Şube Şefi Albay Prof. Dimitır İvanov tarafından yönetilmesi de dikkat çekicidir. Aynı enstitüde, eski Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Milletvekili, DOST partisi kurucu Başkan Yardımcısı Prof. Georgieva ve başkaları ders vermiş, kürsü yönetmiştir. İsimlerini sıralayınca ipimiz çarşıya çıktı diye kinlenen ve bu enstitüde Prof. Doçent ve doktor olan Türk “bilim adamları” da var. Hatta onlardan biri, bu defa da boyundan büyük işlerle uğraştığından ve her söylediğinin “doğru” olduğu salgınına yakalanmış bulunduğundan, 23 Haziran’da yapılan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasına “Bulgaristan Türklerinin sevindiğini” yazacak ve “bTV” televizyon kalanında söyleyecek kadar ileri gitti.
Gerçekleri yazmak gerekirse, Bulgaristan’da totaliter dönem katillerinin, suçlularının yakalanıp sorgulanmalarının önlenmesi, yargılanıp cezalandırılmalarının engellenmesi amacıyla Moskova parasıyla Ahmet Doğan gibi “Multi Grup” kadroları tarafından kurulan bu gibi enstitülere asla yönelmemek, kayıt yaptırmamak, çocukları göndermemek gerekir. Gelişmeler öyle ki, bu enstitülere çok yoksul ve yetim kesimden kadrolar toplanıyor ve bir de cazibe yaratmak için çok yüksek burs sunuluyor. Yetenekli çocukları seçmek yi yemlemek için sözde Doğan inisiyatifi ve parasıyla bilgi, şiir, matematik, resim vb yarışmalar düzenleniyor. Yemek-yatak gibi değişik maddi kolaylıklar sağlanıyor. İnternet reklamlarına bakıldığında, unvanına bakılmaksızın bu öğretim kadrolarının hiçbir sözüne ve yazısına dikkat çevirmemeyi sağlık veriyoruz. Bu enstitülerin ajan yetiştirdiği bilindiğine göre, aynı enstitüden çıkan kadroların hiç birine bizim işlerde önem verilmemesi gerekir. Bu kurala uymazsak işler yeniden çok karışabilir. Dikkatli olmak zorundayız. Kulağınıza küpe olsun.
Mayıs ayında basında çıkan bir haberde, Baş Müftülüğe verilen devlet paralarıyla Karma bölgelerdeki belediye okullarında din dersine girecek öğretmenleri belirlenme çalışmasını konu eden ve Baş Müftü Mustafa Hacı’nın da katıldığı seminere ton veren “Kütüphaneci Enstitüsü” kadroları oldu. İslam dini dersinde ajanlar hoca olursa okuldan ya deist ya da ateist çikar…
Çorlu’da düzenlenen “Bulgaristan Türklerinin Göçe Zorlanmasının 30. Yıldönümü” uluslar arası konferansına katılan Bulgar bilim adamlarının ise, G. Soros’un Sofya’da kurduğu “Yeni Bulgar Üniversitesi” nden seçilmiş olması dikkati çekti. Konferansta yapılan sunumların hiç birinde, 1984-1989 zulmünde öldürülerek katledilen Türklerin toplam sayısına işaret edilmediği gibi şu konuda da susuldu. Hapislerde ve toplama kamplarında, evinde, sokakta ve meydanlarda kurşunlanarak öldürülenlerin toplam sayısına, boğularak öldürülen ve kayıplara karıştığı iddia edilenlerin toplam sayısına, polis saldırıları esnasında yanan, yaralanan ve sonra can feda edenlerin toplam sayısına, sınırda tel örgüde asılı kalan veya sürgünden dönmeyen Türklerin toplam sayısına yer verilmedi. Bu önemli cinayetlerden söz bile edilmedi. 20. Asırda Bulgaristan Müslüman Türklerine karşı devlet eliyle sitemli, planlı, imha amaçlı, yaşadıkları yerlerden kovarak temizlik biçiminde “soykırım” işlendiğinden söz bile edilmedi. 70 yıldan beri Türk okuluna gidemeyen çocuklara ve milli kimliği olan bir azınlığa “kültürel soykırım” işlendiği söylenmediğine göre, maske düşmemiş ve ancak gerçeği saklayan boyaya bir kat daha sürüldüğü ortaya çıkmıştır. Uluslar arası kamuoyuna, Bulgaristan’da totaliter dönem sonunda Devlet Başkanı T. Jivkov emriyle, bakanlar kurulu ve bakanlıkların uygulamasıyla, silahlı kuvvetler, İç İşleri Bakanlığı ve diğer peşin eğitim almış ve silahlandırılmış güçler tarafından “soykırım” ve “kültürel” soykırım işlendiği taşınamazsa, bu çalışmaların değeri kalmaz, olay uyuz kaşıma şekli alır. Aynı zamanda, Praves’e dikilen 4 metre yüksek Todor Jivkov boy anıtı, Razgrad’ın Kubadın belediyesindeki Penço Kubadinski anıtı yıkılmadan ve Velingrat’taki katil levhaları sökülmeden Bulgaristan’da ”huzurdan” söz edilemez. Totaliter rejim katillerine anıt diken bir ülkede demokrasi yerleşemez, halkın iradesinden söz edilemez, eşitlik, adalet ve özgürlükle insan hakları günden olamaz. Ne yazık ki, biz bugün hala ayaklarına sapa sağlam basan, kesin kanıtlar sunan zekâsı pırıl pırıl bilim adamları görmekte güçlük çekiyoruz.
İkinci olay ise, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanması’nı küçümsemek, yokmuş gibi göstermek, “olay” deyip geçiştirmek şeklinde hız alıyor gelişiyor. Oysa 1956’da anti-komünist Macaristan İsyanından ve 1968’de “Prag Baharı”ndan sonra, sosyalist kampta 1990’na kadar meydana gelen BÜYÜK İSYAN Bulgaristan Müslüman Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Todor Jivkov diktatörlüğünü yıkan. Totaliter komünist rejimi gemleyen halk iradesinin zirvesidir bu isyan. Ne ki, Bulgar politik ve tarih bilimcileri isyanımızı küçümseyerek, “olay” deyip geçiştirerek, unutturmak istiyorlar. Oysa 1878’de başlayan III. Bulgar devletinde Türk Ayaklaması kadar büyük, güçlü, sarsılmaz iradeli, Türk ruhlu, kendi kendine güç toplayan bir zaferle sonuçlanan kitle hareketlenmesi yaşanmamıştır. Ayaklanmamızın “Tarih ve Medeniyet” ders kitaplarına alınmaması gerçekleri karalamanın en iğrenç örneğidir.
1984-1989 zulüm dönemine sözde “soya dönüş” süreci diyenler de asimilasyonu ve komünizmi yaşatma heveslidirler. Burada söz edilen, Bulgar devletinin milli kimliği bütünleşmiş Türkler başta olmak üzere, tüm etnik azınlıkları asimile etme ve Bulgarlaştırma zulmü söz konusudur. Süreç devam etmektedir. 1989 yılının sonunda isimlerin ve din haklarının iadesiyle Türk kimliğimizi yaşatabilme olanaklarına engeller kalkmamıştır. Zorlama tırmanmaya devam ediyor.
Yazarlardan Borislav Skorçev, “Belene” ölüm kampıyla ilgili, Rus, Hollanda ve İngiliz arşivlerinde toplanmış bilgileri değerlendirdi. 2017’de “1949-1987 Belene Kampı” kitabı çıktı. Bu eserde, diplomasi belgeleri, mektuplar, kaçmayı başaranların anlattıkları değerlendirilmiş. Bugün ders kitaplarına alınmak istenmeyen gerçekleri, yazar 4 bölümde ele almış, a) 1949 – 1953 Çarlık dönemi ileri gelenleri kalmış bu kampta, ölüm oranı Rusya GULAK kamplarından 2 defa daha yüksekmiş; b) 1956 -1959 yıllarında tarlarını ve hayvanlarını kooperatife vermek istemeyenler toplanmış, Deliorman köylerinden büyük sayıda Türk de yargılanmadan yatmış, ruhları kırılmak ve ezilmek istenmiş; c) 1978 -1981 yılları arasından adada kapalı kalan 150 kişi isimlerini, din ve dillerini değiştirmek istemeyen Pomak, hiç birisi yargılanmadan kapalı tutulmuş ve terö ize edilmiş. 1984’e “Persin” adasına “ölüm kampı” adı verilmiş. 517 Türk içeri atılmış ve Bulgar isimlerini kabul edinceye kadar içerde tutulmuşlar. 1960’lı ve 70’lı yıllarda Pomaklar, 1984-1987 yıllarında da Türklerin kaldığı adada Türk kadınlar da tutuklu kalmış. Ayrıca 1968’de “Nojarovo” köyünde “Kadın kampı” açılmış. Bu kampta kalan Müslüman Türk kadınları hakkında bilgi yayınlanmadı. Öte yandan 1984’ten sonra büyük sayıda Türk kadının Sliven (İslimiye) Kadın Hapishanesine tutulduğu biliniyor.
Bu örneği vermekle, Bulgaristan Müslüman Türklerinin bir asır boyunca baskı ve terör altında yaşadığını “soy kırımı” gördüğünü ve “kültürel soy kırım” şiddetinin tarihlerinin okul kitaplarına alınmaması şeklinde sürdüğüne işaret etmek istiyoruz. Bulgaristan Türkleri gerçekleri saklanıyor, dünyanın öğrenmesine engel olunuyor. Aslında Sofya’da bu konuda açılan dava da 25 senedir bitmiyor, karar alamıyor, uzadıkça uzuyor.
Biz Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlar, Avrupa ülkelerindeki göçmen işçiler, toplam 3milyon göçmen, okul kitaplarına “Belene Ölüm Kampı” ile ilgili hiç olmazsa şu cümlenin girmesinde ısrarlıyız:
“Bu kamp, Bulgaristan vatandaşlarının kendisine dayatılan Sovyet iktidarına ve yabancı Sovyet modeline karşı mücadelesini ezmen için kurulmuştur. Bulgaristan’ın Sovyetleştirilmesinden sonra da kimliksiz, dinsiz, politik inançları ve dünya görüşü, soy kökeni, etniği, gelenekleri, töresi, tarihi ve tutunacağı bir dal olmayan yeni insan tipini yaratmak ve kabul etmeyenleri yok etmek ya da memleketten kovmak için açılmıştır.”
Bunları, önemi ve değeri asla azalmamış olan geçmişimizi anımsatmak için yazdım. Türk ruhumuz kişisel ve toplu zulüm gördüğümüz yıllarda oluştu biçimlendi. Bu bilince hepimizin varmamız ve aynı hislerle yaşamamız uzun bir olgunluk süreci yaşamamızı gerektirdi. Bulgaristan Türk ruhu, etnik tarihimizin en büyük oluşumlarından biridir. Bulgaristan Türklüğü, çok derin ve büyük bir kültür ve öz değerler içinde yoğrulmuş bir milletin adıdır.
Bu olaylar, Türk demenin tarih boyunca başı dik olmak olduğuna kanıttır.
Ne mutlu Bulgaristanlı Türküm diyene!
Fakat bugün artık bu da yeterli değildir.
Türk Aydını önce Türk’ü bilmelidir.
Türk’ün manevi köklerini, soyunu milletini,
Tarihini, edebiyatını, kültürünü, dinini bilmelidir.,Bunlar olmadan Türk aydını, Türk kanaat önderi olamaz, olmamalıdır. Olursa yanlış olur.
Türk ruhu taşımayan, ben Türk’üm diyemez.
Birlikte fotoğrafa durmanın hiçbir anlamı yoktur.
BGSAM yayınları Türklüğü anlatır.
Okuyanlar paylaşsınlar.
Yeni yazılarımızı bekleyiniz.