İsmail CİNGÖZ

Türkiye 17 Aralık 2016 sabahı yine menfur bir terör saldırısına uyandı. Bu defa acı haber Kayseri’den geldi. Çarşı iznine çıkan otobüse yapılan bombalı araçla yapılan saldırıda 14 askerimiz şehit olmuş, 48’i asker, 55 kişi de yaralanmıştı gelen habere göre.

12 Ocak-17 Aralık 2016 döneminde yaşanan 27 intihar ve bombalı saldırılarda güvenlik kuvvetimiz ve sivil halkımız dâhil olmak üzere; 333 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 1470 kişiden fazla vatandaşımız yaralanmıştır[1].

PKK, Türkiye’nin başarılı hendek operasyonları sonucunda özellikle bölge halkının desteğini kaybetmiş durumdadır. Suriye’de ise Fırat Kalkanı Operasyonu ile hem PKK, hem de DAİŞ/IŞİD’de karşı başarılı operasyonlarını sürdürmektedir. Bu durum karşısında terör örgütleri kendi tabanlarına “Ben hala buradayım” mesajı verebilmek adına intihar ve bombalı saldırılar yapmaktadır. Türkiye’ye ise “Ben istediğim yerde, istediğim zaman, istediğim eylemi yaparım” mesajı vermek istemektedirler.

İlk silahlı eylemini Eruh ve Şemdinli baskınları ile 15 Ağustos 1984’te yapan PKK terör örgütü ile halen mücadele edilmektedir. Terörle mücadelede bu kadar süre başarı göstermesi açısından takdire şayan olan Türkiye, maalesef örgütün eleman kazanmasına mani olamamış, dolayısı ile teröriste karşı başarılı olunmuşken, terörle mücadelede o kadar başarılı olamadığı görülmektedir.

30 yılı aşan sürede maalesef örgüte katılımların devam ettiği görülmektedir. Çünkü yıllardır etkisiz hale getirilen teröristlerin yerine yenilerinin katılımı ile teröristlerin tükenmediğinden anlaşılmaktadır. O halde terörle mücadele yalnızca askeri yöntemlerle olmayacağından hareketle bir yöntem sıkıntımız var demektir. Türkiye doğu ve güney doğu bölgesine ekonomik açılımlar, GAP projeleri gibi stratejik yatırımlar başta olmak üzere zaman zaman yeni taktikler uygulamıştır. Fakat yine de örgüte desteği ve katılımı yeterince önleyememiştir. O halde Türkiye terörle mücadelede; iktidar ve muhalefetiyle (örgütle iltisaklı muhalefeti hariç tutarak) iç ve dış siyasetinde, askeri mücadele yöntemlerinde, istihbarat yapılanmasında, ekonomik yöntemlerinde, eğitim yöntemlerinde, mahalli memur istihdamları öncelikli olarak, her biri alanında uzman ve alanı bilen ama en önemlisi devletin bekasını düşünen heyetler oluşturarak mücadele yöntemlerinde değişikliğe gitmelidir. Yapılan planlamalar halka iyi anlatılmalı ve teröre karşı bilinç oluşması sağlanmalıdır.

Türkiye’de terörle mücadele için ayrıca Anayasa’da Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “cezai sorumluluk şahsidir” hususlarında değişiklik yapmanın da zamanı çoktan gelmiştir. Öyle ki terör örgütü ile doğrudan iltisaklı olan kişilerin çok yakın akrabalarının hem siyasi yapılanmalarda, hem devletin çeşitli kademelerinde istihdamlarında seçici olacak hukuki engel bulunmadığından, buralarda yer alan kişilerin örgüte müzahir oldukları bilindiği halde bir şey yapılamamaktadır. Özellikle mahalli idarelerde ve küçük yerleşim birimlerinde terörle mücadelede 10 Kasım 2016 günü Mardin Derik Kaymakamına makamında düzenlenen bombalı saldırı örneğinde olduğu gibi birçok sıkıntılar yaşandığı görülmektedir. Örgütle iltisaklı kişilerin devlet istihdamı engellenerek aile içinde oto kontrol ile örgüte katılımın engellenebileceği değerlendirilmektedir.

Terör örgütünden dolayı verilecek cezaların her hal ve şartta en üst sınırdan ceza verileceği, infazlarında indirim yapılamayacağı ve af kanunlarına dâhil edilemeyeceği yasal olarak teminat altına alınarak, örgüte katılımda caydırıcılık ihdas edilmelidir.

AB uyum yasaları kapsamında kaldırılmış olan idam cezasının “vatana ihanet ve terör olayları” kapsamında yeniden ceza yasasına eklenmeli ve verilecek idam cezalarının geciktirilmeden uygulanacağı da şarta bağlanmalıdır.

Son zamanlarda artış gösteren bombalı araç ile saldırıların önlenebilmesi adına araç kiralama sistemine yasal şekil şartı getirilmeli ve araç kiralama bürolarında kullanılan bilgisayar kayıt sistemi ile güvenlik kuvvetlerine paralel olarak bağlı hale getirilmelidir. “Kim, nerede, hangi aracı kiralıyor, nereye gidecek gibi sorular sisteme kaydedilirken, bu bilgileri güvenlik kuvvetleri de görebilmeli, eş zamanlı olarak sabıka kayıtlarına ulaşılabilmeli ve araç kiralanırken beyan edilen güzergâh dışına çıkan araçlar ikaz sistemi ile kontrol altına alınabilmeli…” gibi bir dizi önlemler geliştirilmelidir.

Uluslararası ilişkilerde ülkeler arasında minnet borcu, ilelebet dostluk ya da düşmanlık olamaz. Ülkeler arasında stratejik çıkar ilişkileri vardır. Oyun kurucu ülkeler komşu ülkelerle ilişkileri satranç tahtasında oyun oynar gibi hamlelerle sürdürürler. Dün şartlar gereği iyi olmayan ilişkiler, bu gün ortaya çıkan yeni gelişmeler gereği iyi ilişkiler geliştirilmek zorunda kalınabileceği gibi bunun tam tersi de olabilir. O halde 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı olaylarının 2011’de Suriye’ye sirayeti ile 2000-2010 arasında hiç olmadığı kadar iyi seyreden Türkiye-Suriye ilişkilerini kopartmış, adeta adı konulmamış savaş haline dönüştürmüştür. Gelinen süreçte ülke çıkarları gereği Türkiye’nin DAİŞ ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile daha etkin mücadele edebşlme adına Suriye politikasında revizyona gidilmelidir.

Türkiye 15 Temmuz 2016 günü hain bir kalkışma olayı yaşamıştır. Bu kalkışmayı yapan FETÖ/PDY örgütünün geri planında dost (!) ve müttefik (!) ülkelerin olduğu çeşitli basın haberlerinde zikredilmektedir. Aynı ülkelerin PKK’nın Suriye kolu PYD’ye açıktan destek oldukları da görülmektedir. O zaman Türkiye bu Suriye politikasında Rusya ve İran’ı da yanına almalı, müttefiki olan ama mücadelesinde desteğini göremediği ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere “dost ve müttefik olduklarını beyan eden” dostlarına (!) tavrını açıkça ortaya koymalıdır. Türkiye dost ve müttefik ülke tasnifini yeniden belirlemelidir. Çünkü yeni bir dünya düzeni kurulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Zira 7 Ağustos 2003 yılında The Washington Post gazetesinde Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan köşe yazısında bahsettiği[2] Ortadoğu’da sınırların değişeceği hususu son zamanlarda daha sık zikredilir hale gelmiştir.

Türkiye 22-23 Şubat 2016 Şah Fırat Operasyonu ile Suriye Eşmesi’ne naklettiği Süleyman Şah Türbesi’ni en kısa zamanda eski yerine tekrar taşımalı ve uluslararası hukukun cevaz vermesinden yararlanarak bu kapsamında 100 Km. çapında bir güvenlik çemberi oluşturma hakkını uygulamaya koymalıdır. Ve bu bölgeye yeteri kadar (gerekirse tugay-kolordu seviyesinde) askeri kuvvet yerleştirerek, 24 Ağustos 2016 günü başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonu’na destek ve derinlik kazandırmalıdır.

Nisan 2011’den itibaren Türkiye tarafından “Geçici Koruma Statüsü İle Kabul Edilen” üç milyonu aştığı değerlendirilen Suriyelilerden, sığınmacı kampları dışında kalanların; bu gün Türkiye’nin hemen her yerinde, serbestçe, kontrolsüz bir şekilde yaşıyor olmaları ülke güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Bu husus en kısa zamanda kontrol altına alınmalıdır. Çünkü yaşananlar, olası terör örgütü ile iltisak durumlarının da kontrol altında olmadıkları görüntüsü sergilemektedir.

Bu arada resmi açıklama yapan devlet görevlilerimiz ile basınımıza da bazı görevler düşmektedir. Bölücü terör örgütü PKK’nın; Kürdistan Özgürlük Şahinleri TAK, Halk Savunma Güçleri HPG gibi alt ve üst kollarının; sanki ayrı örgütlermiş gibi algılanmalarını sağlayıcı açıklamalardan kaçınılmalıdır. Nihayetinde bunların hepsi PKK örgütü durumundadır ve resmi açıklamalarda tek isimle PKK olarak nitelendirilmelidir.

Ayrıca PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD (Suriye Demokratik Birlik Partisi), Irak kolu PÇDK (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) İran kolu PJAK (Kürdistan Özgür yaşam partisi) tır. İç ve dış kamuoyuna yapılacak basın açıklamalarında bunların da PKK örgütü ile iltisakları ortaya konulmalıdır. Ayrıca Suriye’nin kuzeyi için yapılan açıklamalarda “Kürt Koridoru” tabiri yârine “PKK Koridoru” denilerek algı karmaşası yaşatılmamalı ve bütün Kürtleri terör ile iltisak durumu varmış görüntüsü de verilmemelidir.

Sonuç itibariyle; Türkiye’nin artık dost ve müttefik ülkelerden söylem değil, eylemleri ile yanında olduklarını göstermeleri gerektiğini isteme hakkı vardır. Bu saldırılar sonrasında dost (!) ve müttefik (!) ülkelerden “kınama” mesajları gelmektedir. Türkiye bu ülkelerden kınama değil, fiili eylemler beklediğini, bu örgütlere desteklerini kesmeleri gerektiğini uluslararası hukuk çerçevesinde uluslararası kamuoyuna duyurmalıdır.

En önemli husus ise; Türkiye terörle mücadele ve bölgesinde yaşanan süreçler itibariyle Cumhuriyet döneminde ilk defa beka sorunu yaşar hale gelmiştir. Çünkü Türkiye asimetrik saldırılar altındadır. Bu nedenle dış politikasında, iç siyasetinde, terörle mücadele yöntemlerinde revizyona gitmeli, geç olmadan; duygusal değil, kısa, orta ve uzun vadeli, reel politikalar ortaya koymalıdır.

* Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı, cingözismail01@gmail.com

BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi,

BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı

 

[1] Ayrıntılı bilgi için bknz: “2016’daki Bombalı Saldırılar”, Aljazeera Türk, http://www.aljazeera.com.tr/haber/2016daki-bombali-saldirilar, (Erişim Tarihi: 17.1.2016).

[2] Ayrıntılı bilgi için bknz.: “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” http://www.incanews.net/dosya/15779/2003te-yazilan-bir-makale-ortadoguda-22-ulkenin-sinirlari-degisecek, (Erişim Tarihi:17.12.2016).

Reklamlar