Ahmet AĞCA
Osmanlı Devleti’nin kadim şehirlerinden biri olan Halep, sadece bir coğrafi nokta değil, aynı zamanda bir medeniyet merkezi, adaletin ve düzenin sembolüydü. Ancak Osmanlı’nın bu topraklardan çekilmesiyle birlikte, Halep ve çevresi kaos, zulüm ve istikrarsızlığın pençesine düştü. Esad rejimi altında yaşanan soykırımlar ve Suriye’deki iç savaşın yarattığı trajedi, bu bölgenin bir kez daha Türk milletinin liderliğine muhtaç olduğunu ortaya koydu. Bugün Türkiye’nin yeni bir dünya düzeni kurma yolundaki hamleleri, sadece bölgesel değil, küresel çapta bir dönüşümün habercisidir.
Halep: Osmanlı’dan Bugüne Kadar Türk Şehri
Halep, Osmanlı döneminde sadece bir şehir değil, aynı zamanda farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı bir barış ve adalet merkeziydi. Türk milletinin bu topraklarda kurduğu düzen, millet sistemi sayesinde halkların kendi kimliklerini korumasına olanak tanırken aynı zamanda merkezi bir adalet anlayışını da beraberinde getirdi. Osmanlı’dan sonra bu düzen yıkıldığında Halep ve çevresi yalnızca bir coğrafi bölge değil, adalet ve huzur açısından da çöküş yaşadı.
Bugün Halep, tarihsel, kültürel ve stratejik bağları nedeniyle Türkiye için sadece geçmişin bir hatırası değil, geleceğin bir sorumluluğudur. Halep’in kaderi, Türk milletinin yeniden liderlik rolünü üstlenmesiyle değişecektir.
Sınırların Yeniden Çizilmesi: Tarih ve Zaman Geldi
Modern dünya düzeni, 20. yüzyılın başlarında yapay sınırlarla şekillendirildi. Sykes-Picot gibi anlaşmalarla Osmanlı toprakları bölündü ve halklar arasına suni sınırlar çizildi. Ancak bu sınırların artık geçerliliğini yitirdiği bir döneme girdik. Türkiye, 21. yüzyılda sınırların yeniden çizilmesi gerektiği gerçeğini yalnızca söylemleriyle değil, sahadaki etkisiyle de göstermektedir.
Halep ve çevresi, Misak-ı Milli’nin bir parçası olarak Türk milletinin tarihsel bağlarıyla bütünleşmiş topraklardır. Ancak bu bölgeye olan bağlılık sadece geçmişe dayalı bir romantizm değil, stratejik ve insani bir zorunluluktur. Halep’teki zulüm ve kaos, Türkiye’nin bu topraklarda adaleti yeniden tesis etmesini meşru ve kaçınılmaz kılmaktadır. Artık Misak-ı Milli sınırları bile dar gelmektedir; Türkiye’nin misyonu, bu sınırların ötesine taşan bir adalet anlayışını dünyaya kabul ettirmek olmalıdır.
Esad Rejimi ve Soykırımın Hesabı
Suriye’deki iç savaş ve Esad rejiminin gerçekleştirdiği soykırımlar, sadece bir insanlık trajedisi değil, aynı zamanda uluslararası sistemin iflas ettiğinin bir göstergesidir. Esad, kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullanmış, şehirleri yerle bir etmiş ve milyonlarca insanı yerinden etmiştir. Halep bu zulmün en somut örneklerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini almıştır.
Ancak bu zulmün ve soykırımın hesabı mutlaka sorulacaktır. Türkiye, bölgesel bir güç olarak Esad rejimine karşı duruşunu sadece askeri operasyonlarla değil, aynı zamanda uluslararası arenada yürüttüğü politikalarla da göstermiştir. Türkiye’nin bu coğrafyadaki liderliği, yalnızca askeri bir üstünlük değil, aynı zamanda insanlık adına bir sorumluluktur.
Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni Vizyonu
Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları ve Halep üzerindeki stratejik önemi, yeni bir dünya düzeninin habercisidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahadaki başarıları, sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin kaderini değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir. Türk ordusu, yalnızca savaş alanında değil, halkların gönlünde de bir adalet timsali olarak yerini almıştır. Dünyada Türk Silahlı Kuvvetleri gibi merhametli ve disiplinli bir ordu örneği yoktur.
Türkiye’nin yeni dünya düzenine yönelik vizyonu, sınırlarını yalnızca fiziki olarak değil, manevi ve stratejik olarak da genişletmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda, Halep ve çevresi, Türkiye’nin liderliğinde yeniden inşa edilecek bir bölgesel barışın merkezi olacaktır. Suriye’nin Arap, Türkmen ve Kürt olarak üçe bölünmesi fikri, bu halkların Türkiye’nin himayesinde barış içinde yaşamasını sağlayacak bir çözüm olabilir. Türkiye, bu halkların bir arada yaşayabileceği bir düzeni kuracak tek güçtür.
Türk Milleti: Yeniden Ayağa Kalkma Zamanı
Tarih boyunca büyük zaferlere imza atan Türk milleti, bugün yeniden ayağa kalkma zamanının geldiğini anlamalıdır. Mehteran marşlarıyla giriş yapan ordumuzun gücü dünyayı titretti, ancak bu zaferlerin ardından sevinçle
ayağa kalkacak Türk milleti nerededir? Türkiye, yalnızca savaş meydanlarında değil, toplumun tüm katmanlarında yeniden birlik ve beraberliği sağlamak zorundadır.
Türk milleti, sadece tarihsel bir mirası değil, aynı zamanda geleceğe yönelik bir misyonu da taşımaktadır. Türkiye beklenendir; adaletin ve düzenin teminatı olarak bölge halklarının umududur. Bugün Halep’ten Kerkük’e, Musul’dan Akdeniz’e kadar uzanan bu coğrafyada adaleti yeniden tesis etmek, Türk milletinin tarihi sorumluluğudur.
Sonuç: Türkiye’nin Büyük Yükselişi
Türkiye, bugün sadece geçmişin mirasını değil, geleceğin büyük yükselişini de temsil etmektedir. Halep, Kerkük, Musul ve Akdeniz’de kaybettiğimiz topraklar, Türk milletinin yeniden liderliğiyle hak ettiği refaha kavuşacaktır. Bu süreçte, Türkiye’nin vizyonu yalnızca sınırlarını genişletmek değil, aynı zamanda insanlık için bir barış ve adalet modeli sunmaktır.
Dünya, Türk milletinin yeniden yükselişine tanıklık ediyor. Halep ve çevresi, bu yükselişin bir sembolü olarak tarih sahnesinde yerini alacaktır. Türk insanı, tarihten gelen gücünü ve sorumluluğunu hatırlamalı, bu büyük mücadelenin bir parçası olmalıdır. Çünkü Türkiye, yalnızca kendisi için değil, insanlık için de yeniden ayağa kalkmıştır. Bu sınırlar değişecek, bu düzen yeniden yazılacak. Türkiye yeni başlıyor; tarih bizi bekliyor!