Kader Özlem, Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikası (1991-2014),
Bursa: Dora Yayınevi 2016, 417 sayfa.
Canan Şahin
Tarihi misyonu hasebiyle Türk tarihinden bağımsız olarak değerlendirilemeyecek olan Balkan coğrafyası geçmişten günümüze hala önemini korumaktadır. Osmanlı´dan da çok önce Balkanlara yönelen Türk göçleri Osmanlı döneminde zirve noktasına ulaşmış ve Balkan topraklarında hala aynı canlılığını korumakta olan güçlü bir Türk-Müslüman tesiri inşa edilmiştir. Osmanlı imparatorluğunun Balkanlardan çekilmeye başlaması ile Balkanlar´da yaşayan Türk azınlıklar bu tarihi geçmişin eser ve mirasçıları olarak geride kalmış, Balkanlardaki Türk kültürel etkisini sürdürmüşlerdir. Bu sebeple değerlendirmesini yapacağımız eserin konusu olan Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ile bununla bağlantılı olarak Balkanlardan Türk göçleri konuları geçmişi yorumlayabilmek ve bu uzun tarihsel süreci değerlendirebilmek adına oldukça önemlidir. Ayrıca bu süreç içerisinde Balkanlardaki bu mirasa sahip çıkabilmek ve bölgedeki Türk azınlıkların hukuksal statülerini koruyabilmek adına Türkiye Cumhuriyetine önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumlulukların neler olduğunun ve mevcut şartlar içerisinde ne derece yerine getirilebildiklerinin değerlendirilmesi açısından da bu çalışma oldukça ilgi çekicidir. Çalışmanın ana konusu ve amacı her biri farklı durum ve hukuksal şartlara tabi olan Balkan Türklerine karşı Türkiye´nin nasıl bir politika izlediğinin değerlendirilmesidir.
Çalışmanın daha iyi anlaşılabilmesi açısından yazar hakkında kısa bir bilgi verecek olursak, Yrd. Doç. Dr. Kader Özlem Uludağ Üniversitesi´nde tamamladığı lisans ve yüksek lisans eğitiminin ardından Trakya Üniversitesi´nde başladığı doktora eğitimini bu çalışmanın da temeli niteliğinde olan “Türkiye´nin Balkan Türkleri politikasının analizi (1991-2014)” konulu tezi ile 2015 yılında tamamlamıştır. Ayrıca Türk dış politikası, Balkanlar ve özelde Bulgaristan üzerine de değerli çalışmaları bulunan yazar Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsünde görev yapmaktadır.
Eserin giriş bölümünde yazar çalışmanın hangi amaçla ve hangi kaynaklar ve argümanlar kullanılarak hazırlandığını açıklamıştır.
Birinci bölümde yazar çalışmasını hazırlarken yararlandığı sosyal inşacılık, söylem analizi ve tümevarım gibi argümanları açıklamıştır. Sosyal inşacılık kuramının tanımı, uluslararası ilişkilerdeki yeri ve önemi, dış politika ile ilişkisi gibi konular üzerinde durulmuştur. Ayrıca sosyal inşacılık kuramında önemli bir unsur olan kimlik kavramının üzerinde durulması kitabın asıl konusu olan Türkiye ve Balkan Türkleri arasındaki ilişkilerin anlaşılabilmesi için de oldukça faydalı olmuştur. Çalışmanın bu bölümünde yararlanılan metotların açıklanması okuyucuya çalışmanın hangi yöntem ve esaslara dayanılarak hazırlandığını izah etmesi bakımından oldukça önemlidir.
İkinci bölümde 1923-1990 arasında Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası incelenirken bu dönem tek parti dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ve çok partili dönemde Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikası olarak iki ana başlığa ve alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir. Bu alt başlıklardan biri olan Mustafa Kemal dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri Politikasına bakacak olursak, bu dönemde Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven krallığı ile dostluk antlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmalardan özellikle Bulgaristan ile yapılan anlaşmada dikkat çekici nokta “Müslüman azınlık” kavramının kullanılmış olmasıdır. Dönemin şartları içerisinde Balkanlarda Türk ve Müslüman kavramlarının eşdeğer görülmesinin yanı sıra din olarak Müslüman olan ancak Bulgarların ısrarla “Bulgar” olarak nitelediği Pomak Türklerine karşı Türkiye´nin sahiplenme politikası olarak da yorumlanabilir. Burada dikkat çekici bir diğer nokta olarak Dostluk anlaşması ve ekli protokolle aynı gün imzalanan ikamet sözleşmesinin 2/1. maddesinde doğrudan Türk kelimesinin kullanılması, Türkiye´nin göçmen olarak gelecek kişilerin Türk olmasını istediği şeklinde yorumlanabilir. Bu durum Türkiye´nin ulus devlet merkezli bir nüfus politikası izlemeye çalıştığını göstermesi açısından önemlidir. Yine çalışmanın bu bölümünde aynı dönemde Batı Trakya Türklerine karşı izlenen politikanın belirleyici noktası olarak 24 Temmuz 1923´te imzalanan Lausenna Barış Antlaşmasının azınlıklarla ilgili bölümü görülmüştür. Bu antlaşmada dikkati celbeden nokta, anlaşma kapsamında Türkiye´deki azınlıkların gayrimüslim unsurlar olarak nitelenmesine karşılık Yunanistan´daki Müslümanlara işaret edilmesi, Bulgaristan Türkleri örneğinde olduğu gibi din eksenli bir tanımlamaya gidildiğini göstermektedir. Bu tanımlama Ankara´nın dil veya soy ayrımı yapmadan bütün Müslümanlara sahip çıktığı şeklinde yorumlanabilir. Yine bu dönemde Sırp-Hırvat-Sloven krallığı arasındaki ilişkilere baktığımızda bu ülkeden Türkiye´ye olan göçlerde uygulanan baskı politikaları etkili olmuştur. Krallıktan Türkiye´ye olan göçlerin yaygınlaşması sonucunda Üsküp konsolosluğu göç edecek olanlardan etnisite beyan belgesi istemeye başlamış böylece Türk olmayan unsurların göçü engellenmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Osmanlı devletinden çok farklı bir politika izleyen yeni Türk devletinin ulus devlet merkezli bir göç politikası izlemesi dikkat çekicidir. Yani söz konusu politikayı Türkiye Balkanlardaki bütün Müslümanları sahiplenmiş ancak göç edecek unsurlar konusunda etnik kökene önem göstermiştir, şeklinde yorumlayabiliriz. Ayrıca bu dönemde Romanya ile de Türk azınlıkların haklarına ve göçlere yönelik olarak ikili anlaşmaların imzalandığı görülmektedir.
Tek parti dönemi Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası ana başlığı altında İsmet İnönü dönemine baktığımızda bu dönemde Türk Dış politikasının ana ekseninde fiili savaş durumu olduğundan Balkan Türkleri ile ilgili etkin bir politika yürütülemediği görülmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında on iki adanın Yunanistan´ın hakimiyet alanına girmesi ile bu adalarda yaşayan Müslümanlar Lausanne antlaşmasının 45. maddesine dahil olmuştur. Ancak bununla ilgili olarak Paris Barış antlaşmasından ayrı olarak özel bir antlaşma imzalanmamıştır. 7 Nisan 1950´de BM Ekonomik ve Sosyal konseyinde alınan ve azınlıkların durumlarını belirleyen kararın Yunanistan kısmında Lausanne barış anlaşması hükümlerinin aynen imzaladıkları gibi yürürlükte kalacağı belirtilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünün diğer ana başlığı olan çok partili dönemde Türkiye´nin Balkan Türkleri politikası bölümüne baktığımızda ilk olarak demokrat parti dönemi gelişmelerine yer verilmiştir. Bu dönemde iktidar değişmesine rağmen Türkiye´nin dış politikasında önemli bir değişim yaşanmamıştır. Türkiye´nin Batı yanlısı politikası Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği´nin tepkisine sebep olmuştur. Moskova yönetimi bu politikanın bedelini ödetmek amacıyla etkisindeki Bulgaristan´ı kullanmış ve bu durum Bulgaristan-Türkiye ilişkilerinin gergin bir hal almasına sebep olmuştur. Burada dikkat çeken nokta bu dönemde Bulgaristan´dan Türkiye´ye olan göçlerde Moskova´nın önemli etken olmasıdır. Demokrat parti döneminde Batı Trakya Türkleri önemli bir mesele olmuştur. Yunanistan ve Türkiye arasında 1954 yılında Balkan ittifakının imzalanması ile ilişkiler düzelmiş gibi görünse de Kıbrıs konusunda ortaya çıkan meseleler sebebiyle olaylar içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu dönemde meydana gelen 6-7 Eylül olayları gündemi oldukça meşgul etmiştir. Bu olaylarla birlikte Yunanistan´da Türk azınlığa yönelik baskılar artmıştır. DP iktidarı döneminde Yunanistan ile olan sorunlara nazaran Yugoslavya Türkleri meselesinde önemli bir sorun olmamıştır.
Türkiye´nin Balkan Türkleri ile ilgili politikasında 1960 ve 1970´li yıllardaki gelişmelere de yer veren çalışma bu dönemde dış politikada ana meselenin Kıbrıs sorunu yani buna bağlı olarak Yunanistan ile sorunlu ilişkilerin yanı sıra Batı ile ilişkilerin sorgulanması olduğu üzerinde durmaktadır. Bu çerçevede Süleyman Demirel dönemi Türkiye Bulgaristan ilişkilerine değinilirken önemli bir nokta olarak Başbakan Demirel ´in Bulgaristan´ı ziyareti esnasında ve sonrasında yaşanan olaylar anlatılmıştır. Ayrıca bu sırada muhalefet lideri olan Bülent Ecevit´in Bulgaristan ziyaretine de yer verilmiştir. Bu dönemde Yunanistan ile yaşanan Kıbrıs meselesi azınlıkları da oldukça olumsuz etkilemiştir. Aynı dönemde dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve muhalefet lideri Bülent Ecevit´in Yugoslavya´yı ziyaretlerine de yer verilmiştir. Burada dikkat çekici bir nokta olarak ziyaret tarihi itibariyle “Kıbrıs fatihi” unvanı taşıyan Ecevit´in Yugoslavya´da sevinç gösteriyle adeta bir devlet başkanı gibi karşılanmış olmasıdır. Romanya ile bu dönemde “Türk azınlık” konusunda büyük bir sorun yaşanmamış olsa da Romanya Türklerinin durumunun çok iyi olduğu söylenemez. 1980 yılında yapılan darbe ile Türkiye´nin siyasi durumunda önemli değişiklikler olmuştur. Bu yıllarda Türkiye´nin dış politikası genel olarak ABD ve Ortadoğu üzerine yoğunlaşmış olsa da Bulgaristan ve Batı Trakya Türklerine karşı yürütülen asimilasyon politikaları dış politikada önemli bir sorun olmuştur. Çalışmanın bu kısmında Turgut Özal döneminde Bulgaristan ve Yunanistan ile yaşanan gelişmelere de yer verilmiş ve bu süreçte olan olaylar değerlendirilmiştir. Bu süreçte önemli bir gelişme olarak Yunanistan´ın azınlık vakıf mallarına yönelik faaliyette bulunması Batı Trakya Türklerine yönelik baskıların artmasına sebep olmuştur. Batı Trakya Türkleri Lausanne Barış Antlaşması´ndan doğan azınlık haklarından mahrum bırakılmışlardır. Özetleyecek olursak çalışma da Batı Trakya Türklerinin kaderinin Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin seyrine bağlı olduğu üzerinde durulmuştur. 1980´li yıllarda Türkiye-Yugoslavya arasındaki ilişkilerde Türk azınlık sorun olmamıştır. Bu dönemde Kenan Evren´in Yugoslavya ziyareti ve ilişkiler üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu dönemde Bulgaristan Türklerinin asimilasyon ve Batı Trakya Türklerinin ise azınlık hak ihlallerine maruz kalması yanında 1989´da Bulgaristan´dan yaşanan zorunlu göçün döneme damgasını vurduğu üzerinde durulmuştur. Aynı dönemde Romanya ve Yugoslavya Türkleriyle ilgili gelişmeler daha sakin olduğu için biraz daha arka planda kaldıkları görülmektedir.
Türkiye´nin Balkan politikasının profili (1991-2014) başlığını taşıyan çalışmanın üçüncü bölümünde soğuk savaş sonrası dönemde Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu´da yaşanan sorunların Türkiye´yi bu bölgelere yönelik aktif bir politika izlemeye yönlendirdiği üzerinde durulmuştur. Türkiye kendisi de coğrafi olarak bir Balkan ülkesi sayılmasının yanı sıra gerek Balkanlardaki Türk tarihi mirası gerekse Balkanların Türkiye´nin Batıya açılan kapısı olması sebebiyle geçmişten günümüze önemini koruması üzerinde durulmuştur. 1990´lı yıllarda Türkiye´nin Balkan politikasının odak noktasını Yugoslavya´nın kanlı bir şekilde dağılma sürecine girmesi ve SSCB´nin politikalarına karşı aktif bir diplomasi izlenmesi gerekliliği oluşturmuştur.
Bu döneme denk gelen Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş Türk siyasi gündeminde ilk sıraya otururken Balkan coğrafyasında yaşanan olaylar ikinci planda kalmıştır. Türkiye bu dönemde Yugoslavya´nın toprak bütünlüğünden yana bir politika izlemiştir. Çalışmanın bu kısmında önemli odak noktaları olarak Yugoslavya´nın dağılması sonrası Bosna´da Müslümanlara yönelik başlayan etnik kıyım ve temizlik ve buna benzer olarak aynı şekilde NATO müdahalesi ile sonuçlanan Kosova meselesine değinilmiştir. Yine önemli bir ayrıntı olarak Bosna katliamından sonra Türkiye´nin Yugoslavya´ya karşı tavrının değiştiğini de belirtmemiz gerekir. Aynı dönemde Makedonya´nın yaşadığı sıkıntılı süreçte Türkiye maddi-manevi yardımları ile bir nevi bu ülkenin çıkış kapısı olmuştur. Çalışmanın bu kısmında ayrıca Türkiye, Sırbistan ve Yunanistan´ın Balkan coğrafyası üzerindeki rekabetlerine de yer verilmiş ve bu süreçte Yunanistan´ın sert ve yanlış politikalarının Türkiye için bu coğrafyada bir artı olduğu belirtilmiştir. Türkiye bu süreçte Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya ile ikili anlaşmalar imzalamıştır. Bu dönemde diğer önemli bir nokta olarak Balkan ülkelerinde ABD ve AB etkisi süreci değerlendirilmiştir. Bu dönemde Türkiye´nin Balkan coğrafyasındaki bölgesel çıkarları batı ile örtüşse de AB´nin Balkanlarda etkin olması Türkiye´yi ikinci plana itmiştir. Ayrıca bu kısımda Ak partinin iktidara gelmesinden sonra Balkanlara yönelik izlenen aktif politika ve bunun Osmanlıyı canlandırmaya yönelik olduğuna dair oluşan fikirlere de yer verilmiştir. Tarihi seyir içerisinde 1990´lı yıllarda savaş noktasına ulaşabilecek boyutta olan sorunlu Türk Yunan ilişkileri 2000´li yıllarda daha sakin bir hal almıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünün ikinci ana başlığı olan Türkiye´de siyasi yapı kısmına bakacak olursak, 1991-2014 arasındaki siyasi yapıyı incelenirken sürecin cumhurbaşkanları, başbakanları ve dışişleri bakanları ayrı ayrı incelenmiş ve söylemlerine yer verilmiştir. Yazar soğuk savaş sonrası Türkiye´deki siyasi yapıyı kesin çizgilerle belirlenen iki döneme ayırmıştır. Bunlardan ilki 1991-2002 arası koalisyon hükümetleri dönemi, ikincisi ise tek başına iktidara gelen ak parti dönemidir. Bu kısımda ayrıca cumhurbaşkanlarının seçiliş aşamalarındaki değişikliklerin yanı sıra 1989-2014 arasındaki cumhurbaşkanları, başbakanlar ve dışişleri bakanları ile ilgili kısa bilgilere yer verilmiştir. Dikkat çekici bir nokta olarak 1991-2002 sürecinde kısa sürelerle değişen siyasi yapılara değinildikten sonra 2002 yılından sonra önceki döneme tezat olarak başlayan tek parti iktidarı dönemi kısaca değerlendirilmiştir.
Üçüncü bölümün devamında bu süreçte Balkan Türklerinin durumu konusu işlenirken Bulgaristan Türkleri, Batı Trakya Türkleri, Makedonya Türkleri, Romanya Türkleri, Kosova Türkleri ayrı başlıklar altında ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu kısımda yukarıda sözü edilen devletlerde yaşayan Türklerin demografik, siyasi, hukuki, dini yapılarının yanı sıra haklarını savunmak ve etkinliklerini artırmak için kurdukları sivil toplum örgütleri de değerlendirilmiştir.
Dördüncü bölümde 1991-2014 yılları arasında Türkiye´nin Bulgaristan politikası ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Bulgaristan ´da 1990´lı yıllarda yaşanan gelişmeler Türk azınlık noktasında Türkiye´nin dikkatini çekmiştir. Bu dönemde Jivkov´ un devrilmesinin ardından Türk ve Bulgar siyasi liderleri arasındaki toplantılar ve sonuçları gündemin önemli konularından olmuştur. Siyasi liderler bu toplantılar ve sonrasındaki söylemleri ile Türkiye için Türk azınlığın önemini vurgulamanın yanı sıra bu konuda Türkiye´nin sorumlulukları olduğunu da dile getirmişlerdir. Burada dikkat çekici bir nokta olarak Türk siyasi liderlerinin Balkan Türklerine karşı izlediği politikaya tezat şekilde Iraklı sığınmacılarla ilgili tutum ve söylemlerine bakılacak olursa aslında bunlar Türkiye´nin cumhuriyet dönemindeki göç politikasının bir özeti olarak yorumlanabilir. Bu dönemde Türkiye´nin ısrarcı olduğu ve gerektiğinde müdahale etmeye hazır olduğu önemli bir konu da 1991 yılı itibariyle Bulgaristan´ın üç siyasi gücünden biri olan Türkleri siyasi alanda temsil eden HÖH´ün Bulgar siyasetinde etkin olmasının sağlanmasıydı. Bu amaca yönelik olarak cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın Bulgaristan baş müftülüğü ile çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH ile diyalog kurması önemli bir adım olmuştur. Ayrıca bu bölümde Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer dönemindeki Türk Bulgar ilişkileri de değerlendirilmiştir. Bu bölümün ikinci ana başlığı olarak ak parti döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler ele alınmıştır. Koalisyon dönemindeki ile benzer olarak bu dönemde de ikili ilişkilerde Türk azınlık konusu belirleyici odak noktası olmuştur. Bunun yanı sıra iki ülke arasındaki ticari ve kültürel faaliyetlere de ilişkilerde önemli bir yere sahiptir. Bulgaristan´da yapılan seçimlerde Türkiye´nin ve Türklerin etkin rol oynaması siyasi alanda yer alınmasına verilen önemi göstermektedir. Ayrıca bu kısımda HÖH ile Türkiye arasındaki sorunlu dönem ve daha sonra bu sorunların giderilerek ilişkilerin normalleşme süreci izah edilmiştir.
Çalışmanın beşinci bölümünde Türkiye´nin 1991- 2014 yılları arasındaki Batı Trakya Türkleri Politikası koalisyon hükümetleri dönemi ve ak parti dönemi olarak iki ana başlık halinde ele alınmıştır. Türkiye´nin Batı Trakya Türkleri politikası 1990´lı yıllarda Türk azınlığın etnik kimliğinin inkarı, vatandaşlıktan çıkarılma, yasak bölge uygulaması, müftülerin seçimi, eğitim gibi birçok soruna çözüm bulmak ekseninde şekillenmiştir. Yunanistan Türkiye ilişkilerinin 1955 yılı sonrasında Kıbrıs sorunu sebebiyle bozulmasına bağlı olarak Türk azınlık üzerindeki baskı da artmıştır. Bu dönemde özellikle dini konularda artan baskı ve ırkçı olarak nitelendirilen vatandaşlık kanunun çıkarılması iki ülke arasındaki gerginliği artırmıştır. Yunanistan´ın bu politika ve hak ihlallerine karşı gerekli adımlar atılmıştır. Ayrıca bu dönemde Dr. Sadık Ahmet´in şüpheli bir trafik kazası sonucu ölümü, Kardak ve Kıbrıs olayları da dönemin ilişkileri etkileyen önemli olayları olmuştur. Türkiye bu dönemde İstanbul Rumlarına tanınan hakların Batı Trakya Türklerine de tanınmasını istemiştir. 1999-2002 arasında Yunanistan´ın tavırlarındaki değişikliğin etkisiyle ilişkilerde “yumuşama” dönemi yaşanması azınlığın durumunda kısmi bir iyileşme sağladıysa da Atina etnik kimliğin tanınması, din ve eğitim gibi konularda geri adım atmamıştır.
Ak parti döneminde de ilişkiler genel anlamda aynı çizgide devam etmiştir. AB üyelik süreci ve Kıbrıs sorunları ana gündem maddeleri olmuş ve Ankara AB üyeliğinde önemli bir adım olan Kıbrıs konusunda Atina ile çözüm yolları üzerinde ilişkileri devam ettirmiştir. Bu kısımda iki ülke arasında gerginliğe sebep olan başka önemli bir konu olarak doğrudan Batı Trakya Türklerinin dini hayatını hedef alan 240 imam yasası üzerinde de durulmuştur. Ayrıca bu dönemde siyasi liderlerin genel söylemlerinde Batı Trakya Türklerinin iki ülke arasındaki ilişkilerde başat rol oynadığı ve köprü görevi gördüğü belirtilmiştir.
Çalışmanın altıncı bölümünde Türkiye´nin Makedonya Türkleri politikası (1991-2014) ele alınmıştır. Koalisyon hükümetleri dönemi değerlendirilirken dönemin siyasi liderlerinin açıklamalarına yer verilmiştir. Bu dönemde ikili ilişkiler doğrudan Makedonya Türkleri üzerinden değil, genel meseleler üzerinden yürütülmüştür. Bu durum Makedonya Türklerinde ihmal edildikleri hissini uyandırsa da böyle bir durum söz konusu değildir. Genel olarak olumlu bir seyir izleyen Üsküp Ankara ilişkilerine 1955 yılı sonlarında kısa süreli bir durgunluk hakim olmuştur.
17 Ağustos 1999 depreminin ardından Makedonya Türklerinin yardım göndererek Türkiye ´ye destek olmaya çalışması dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel´i derinden etkilemiştir. Bu kısımda ayrıca Ohri çerçeve antlaşması ve Türkiye´nin Makedonya Türklerini bu sürece dahil etme çabasına da yer verilmiştir. Ak parti döneminde de ilişkiler benzer çizgide ilerlemiştir. Genel söylem olarak Makedonya Türkleri ikili ilişkilerde dostluk köprüsü olarak görülmüştür.
Yedinci bölümde Türkiye´nin Kosova Türkleri politikası (1991-2014) değerlendirilmiştir. Yugoslavya´nın dağılma sürecinde Kosova´nın geleceği ve ülkedeki Türk azınlığın durumu Türkiye´nin ana gündem maddeleri olmuştur. Mart 1989´da Sırbistan anayasasında yapılan düzenlemeyle Kosova´nın otonom statüsünün kaldırılarak Belgrad´a katılması olayların başlamasının sebebi olmuştur. Bu süreçte Kosova idaresine karşı Türk ve Arnavutların tutumları farklı olmuştur. Kosova´nın bağımsızlık sürecinde Arnavutların Türkiye´den bekledikleri yardımı alamamaları hayal kırıklığına sebep olmuştur. Türkiye NATO müdahalesi sonrasında Türk azınlığın haklarının korunmasına önem vermiş olsa da Türkler bu süreçte işlerini kaybetmenin yanında hak kayıplarına da uğramıştır. Türkçenin kullanımı için 1974 anayasası kapsamında elde edilen kazanımların kaybedilmesi önemli bir kayıp olmuştur. Bu kısımda değinilen ak parti dönemi politikasında dikkat çeken nokta sadece Türk azınlığa değil, çoğunluğa hitap eden bir politika izlenmiş olmasıdır. Bu dönemde Kosova Türkleri siyasi temsil yoluyla sorunlarını daha etkili bir şekilde dile getirerek, kaybettikleri hakları büyük oranda geri almışlardır. Bağımsızlık süreci ve sonrasında Ankara Kosova Türklerinin kendi dil ve dinlerini korumaları yanında diğer etnik gruplarla ülkelerinin geleceği için birlikte hareket etmelerini istemiştir.
Türkiye´nin Romanya Türkleri politikası (1991-2014) adını taşıyan son bölümünde koalisyon hükümetleri ve ak parti dönemi politikaları ayrı başlıklar altında incelenmiştir. Romanya´da 1990´lı yıllardaki demokratikleşme sürecinden Romanya´daki Türklerde faydalanarak geniş hak ve özgürlüklere sahip olmuşlardır. Bu kısımda başlangıçta birlik içerisinde hareket edemeyen Osmanlı ve Tatar Türklerinin bu durumu zamanla fırsata çevirmesi sırasındaki gelişmelere de yer verilmiştir. Türkiye ve Romanya arsındaki ikili ilişkiler siyasi liderlerin düzenli olarak görüşmesiyle olumlu bir seyir içerisinde 1990´lı yıllar boyunca devam etmiştir. Türkiye Balkanlardaki diğer Türk azınlıkların sorunları doğrultusunda bir politika izlerken buna tezat olarak Romanya Türkleri ile ilgili sorun olmadığından azınlığın talepleri doğrultusunda bir politika izlenmiştir. Ak parti döneminde de ikili ilişkiler aynı olumlu seyir içinde ve görüşme trafiği ile geçmiştir. Bu dönemde ilişkilerde enerji anlaşmalarının gündem maddesi olması yanında Romanya Türkleri de söylemlerde somut olarak yer almıştır. Ayrıca ikili ilişkilerde kardeş belediyecilik anlaşmaları ve TİKA´nın faaliyetleri de önemli faktörler olmuştur. Sonuç bölümünde yazar kitabın kısa bir değerlendirmesini yapmış ve önemli noktalara değinmiştir. Çalışmada izah edilen bütün ikili ilişkilerde Türk azınlık ülkeler arasındaki bir dostluk köprüsü olarak değerlendirilmiş ve asimile olmadan dil ve dinlerini koruyarak bulundukları ülkeye uyum sağlamalarının önemi vurgulanmıştır.
Eserin genel bir değerlendirmesini yapacak olursak, ifade biçiminin güçlü olması ve konu bütünlüğünün sağlanmış olması eserin amacına ulaşmasında önemli bir adım olmuştur. Eserin yazımında kullanılan söylem analizi metodu konunun nesnel bir bakış açısıyla ele alınmasını sağlamıştır. Çalışma alanındaki eserler içerisinde bu yönleriyle önemli bir yere sahip olabilecek değerdedir. Eserde uzun bir tarihsel süreç geniş kaynaklara dayalı olarak ve açık bir üslupla kaleme alındığı için geniş okuyucu kitlesine hitap edebilecek bir niteliği haizdir.