BGSAM
Tarih: 25 Mart 2022
Bulgaristan gerçekleri.
“Türk esareti” metaforu (mecazı) bugüne kadar Rus emperyalizminin çıkarlarına hizmet etti, diyor kültür antropoloğu Haralan Aleksandrov. Bir çok Bulgar için bu efsane tarihsel gerçeklerden çok daha değerlidir.
Yalanın abidesi
Çünkü büyük sayıda Bulgar, örneğin Yunanlardan ve Sırplardan farklı olarak, Osmanlı imparatorluğunda atalarının “Türk esaretinde” yaşamış olduklarına ısrar etmeye devam ediyorlar.
Antropolog Haralan Aleksandrov olaya şöyle yanaşıyor:
Bulgar kitle şuurunda Türk esareti sağmal inek gibidir. “Türk esareti” nin yeni tarih kitaplarından çıkarılacağı yalanına Balkan önü şehirlerinden Karlovo, Kalofer ve Koprifştitsa beledi başkanlarının panik halinde tepkisini ve Sofya’da Bakanlar Kurulu binası önünde protesto gösterileri düzenleyişini anımsıyorum. O zaman yanlarına gittim bu yalan sizin için neden bu kadar önemlidir, diye sordum. Onlar bana harfiyen şu yanıtı verdiler:
“Türk esareti” olmadığı yerde, bizim için her şey anlamını yitirmiş olur.”
Bulgar Uyanış Devrinde (vızrajdane) biçimlenen ve eğitim, sosyal medya, film endüstrisi, yerel gelenekler, politik gelenekler vs gibi endüstrileşen kültürel pratiklerle günümüze kadar kıskançlıkla beslenen Bulgar milli kimliğinin temeliymiş gibi işlev gören “Türk esareti” yapısının tarihsel gerçeklerden çok daha önemli olduğu gün ışığına çıkmış bulunuyor.
“Türk esareti” taraftarlarının öfkesini anlayabilmemiz için, tarihsel delilerden başka bir de, insan bilimlerinde adına “kültürel bellek” deneni dikkate almamış gerekir.
Başlıbaşına bir olay olan “kültür belleği” olayı, günümüzde olup bitenleri anlayabilmemize yardımcı olan, geçmişimizle ilgili sabit bir hikâyedir.
“Kültür belleği” araştırmacıları arasında en fazla ünlü olan Alman bilgin Yan Asman’a göre, bir tarihsel efsanenin topluluğun kolektif bilincindeki ağırlığı, delil ve belgelere dayanan bir tarihsel gerçekten çok daha büyük olabilir. Ve bu hikâyeye yapılan itirazlar, kolektif kimliğin kutsal temelleriyle alay etmek olarak kabul edilir. Kültürel bellek için efsaneler tarihsel delillerden çok daha gerçekçi, daha doğrudur.
Öyle ise, bir buçuk asırdan beri tarihsel deliller üzerinde kendini dayatabilen şu “Türk esareti” uydurması enerjisini nereden alıyor?
Anlaşılan Bulgar milli öz bilincinin yapılaşmasında ve milli bağımsızlık özlemleriyle seferber olmalarında “Türk esareti” mecazı kuşkusuz çok önemli bir rol oynamış olacak. “Türk esaretine” karşı mücadeleyi başlattıkları o şanlı çağda, sözü dilenin bir metafor olduğunu biliyorlar olmalıydı. Çünkü onların Osmanlı devrindeki hayattan kendi deneyimleri vardı ve esir bir kişinin, bir kölenin ve özgür bir kişinin kim olduğunu biliyorlardı.
Esir bir kişi ya da köle, bir yerden bir yere gitme, mal mülk sahibi olma, kendi başına iş yapma hakkı olmayan, efendisine ömür boyu ücretsiz çalışmak zorunda olan bir kişidir. Osmanlı imparatorluğunda çalışan Bulgarlar bu kategoriden insanlar değildi. Ne var ki, Bulgar kültür belleği için bu deliller önem taşımaz, çünkü “Türk esareti” Bulgar mutsuzluğunu anlatan genel geçerli bir mekanizma statüsü taşır.
Özellikle 19. Yüzyılda Bulgar elitin ekonomi ve kültürel yaşama aktif bir şekilde katılarak gelişmesine büyük katkılar sunmuş olsa da, Osmanlı imparatorluğu çerçevesinde gerçekleştiğinden dolayı, biz tarihimizden beş yülü bir kalemle siliyoruz.
O devirde Bulgar milli öz şuurunun belirip yükselmesine ve milli otonomi için savaşıma katkıda bulunan Bulgaristan topraklarının ekonomik olarak kalkınması olmuştur. Tarihin bu şekilde tarafsızca okunması birçok defa nefret uyandırıyor ve soydan soptan ödün vermek ithamları ve tarihi “yeniden yazma” denemelerini doğuruyor. Hakikatten yaşanmış olan hayat gerçek tarih olarak kabul edilmeyip bize kolay ve uygun anlatım sunan, inanmaya alışmış olduğumuz trajik hikâye sunuluyor. İhtiyat kapı çaldığından dolayı, durumun siyah beyaz renklerle çizildiği milli kurtuluş savaşımları çağı, 19. Yüzyılın artık zamanını doldurmuş ideolojik dogmalarına yani mecazına kölelik etmeye devam ediyorlar. Bundan dolayı, birçok Bulgar çok parlak ama çok çelişkili bu çağın nüanslarını ve renk gölgelerini görmek istemiyorlar. Kültürel bellek her zaman bağımlı kalırken, tarih propagandası değil, tarih bilimi bağımsız olmaya gayret gösteriyor.
Osmanlı imparatorluğunda Bulgarların eşit olmayan durumunda “Türk esareti” icatının reel tarihsel kökleri yok mudur?
Öteki Hıristiyanlar gibi Bulgarların da, Müslümanlara kıyasla imparatorlukta ikinci sınıf vatandaş olduğundan kuşkulanan yoktur. Onlardan istenen çalışarak, ticaret yaparak zenginleşip Müslümanlardan oluşan ordu ve memur tabakasını ayakta tutmaktır. Vergi yükünden kurtulmak ve belirli imtiyazlardan yararlanmak isteyen Bulgarlardan bir kısmı Müslümanlığı kabul etmiştir. Osmanlı hükümeti, İslam yasalarına rağmen olmak üzere, bazı defalar Hıristiyanlara ekonomik, din ve kültür özgürlüğü tanımıştır. Örneklerden biri, bugün de İstanbul’da görülecek yerlerden biri olan, güzelliğiyle ünlü “Sv. Sofya” kilisesini Bulgarların inşa etmesine 19. Yüzyılda Sultan Fermanıyla müsaade edilmesidir. Kendi devletlerini kurma yani milli kaderini kendi belirleme hakkı dışında, Osmanlı devletinin modernleşmesiyle Bulgarlara giderek daha fazla haklar tanınmıştır. “Türk esareti” metaforu, Bulgarların imparatorluk içinde herkese parmak ısırtan ekonomik ve hukuksal durumunu değil, politik durumdan memnuniyetsizliği ifade edendir.
Rusya ve Osmanlı imparatorluklar arası 1877-1878 savaşında, Rus askerleri köy ve kentlerde en büyük binalara saldırdıklarında, bunların Türk konağı olmayıp, Bulgar okul ve okuma evleri olduklarını gördüklerinde dudak ısırmışlardır. “Esaret altında inleyen” Bulgarların, Rusya toprak kölesi köylülerden çok daha fazla hak ve hürriyet sahibi olmakla gururlanmaları gerçeğin başka bir tarafıdır. İnsanların hayvan gibi alıp satılması anlamına gelen, gerçek esarette (köleliğe) gelince, bu Rusya İmparatorluğunda olduğu gibi Osmanlı’da da yer almış bir olaydır, ne ki bu işte Bulgarlar hep alanlar grubunda yer almıştır. Bu cümleden olmak üzere, bir tanıdığımın bana anlattığı bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Onun büyük dedesi, 19. Yüzyılda, küçük bir kasabada yaşarken, ters huylu olduğundan dolayı evlenememiş. Huyunu kimsenin tasvip etmediği bu genç, üstelik zenginmiş, bir gün yine kafası attığında, size dudak ısırtacak, siyah inci bir kızla evleneceği, demiş. Ticaret işinde uzun bir yola düşmüş ve dönüşte siyah güzeli bir dilberle dönmüş. O dilberi uzak Afrika pazarlarından birinde seçmiş ve istenen parayı sayarak almış. Kadın Bulgarca öğrenmiş, kanı karışık birçok çocuk doğurmuş ve eşiyle mutlu bir hayat yaşamıştır.
Haralan Aleksandrov
“Türk esareti” metaforunu savunanların, birçok yerde ve sıkça “Rusçu kesimden olan sözde “yurtseverlerden” sayılmakla birlikte, ayrıca şimdiki Moskova iktidarını savundukları görüşü yaygındır. Buna ne diyebilirsiniz?
Bunun anlamı şudur. “Türk esareti” yalanı, Balkan ülkelerinin Batı Avrupa ile bütünleşmesinin derinleştiği şimdiki şartlarda Rus emperyalizmi değirmenine su taşımasına karşı çıkanlar sertleşiyor ve çoğalıyor. Tarihsel açıdan bakıldığında, “Türk esareti” uydurması Rusya çarlığının menfaatlerinin savunulması için, Sovyet istilacıları ve onların ülkemizdeki hademeleri tarafından komünist rejimi şiddetle dayatırken kaba biçimde kullanılmıştır. Putin oligarşisinin Bulgaristan çıkarları üzerinde gece gündüz nöbet tutan Bulgaristan’daki Rus beşinci kol ordusunu pekiştiren yalan da hep bu metafor olmuştur. Rus Çarlarının, Sovyet diktatörlerinin ve komünizm sonrası oligarşi düzeni arasında bir süreklilik aranıyorsa, o Bulgaristan’ın ve halkının küçük düşürülmesinde ve “biz sizi kurtardık” yalanıyla sürekli “teşekkür haracı” ödemeye zorlanmamızda kendini göstermektedir. Bulgaristan onların hep “kurtarılmaya” ihtiyacı olan “küçük kardeşi” kaldı. Dün “Türk esaretinden” ardından faşizmden şimdi de Avrupa Birliği ve NATO’dan kurtarıcı rolünü hep kendilerinde görüyorlar. Bulgarlardan istenen “AB ve NATO” üyeliği konusunda da yanlış yaptıklarının bilincine varmaları ve hemen ertesi gün “kurtarmaya” gelmeye hazırdırlar.
Rusların “Türk esareti” yalanını uydurduğu gün Bulgaristan halkı için lanet günüdür.
Bu gün de bu yalan dolan deresi akmaya devam ediyor ve Bulgaristan’ın Türklerin vatanı olmadığı uydurmasını Bulgar milliyetçilerin kafasına çivilemek ve hafızalarına akıtmak için utanmadan “anavatan” defterini açtılar.
Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Konumuz, Bulgarların ağızından Türklerle ilgili ne kadar çürük diş varsa hepsini sökene kadar devam edecektir.
En iyi günler sizin olsun.