İbrahim SOYTÜRK
Konu: Türk askeri yenilmez Çanakkale geçilmez.
18 Mart’ta ruhumuz Çanakkale’ye uçar. Kükreyen Mustafa Kemal Atatürk oluruz. Türk oluruz. En son nefer ölene kadar ölmeye hazır oluruz. Yaşayan Çanakkale ruhu oluruz.
Türk gücünün dünyaya duyulduğu gündür 18 Mart.
Türk yenilmez! Çanakkale geçilmez! o gün!
Diriler şerefli, ölüler şanlıdır, o gün!
Türk türküsünün, Zafer marşının yazıldığı gün!
Çanakkale bizimdir. Kimseye vermeyiz,
O kahramanlar.
Bugün Diyarbakır, Mardin, Haran ovasında
Savaşıyorlar.
Düşman beyaz, siyah, sarı düşman, aynı düşman!
Eli silahlı Türkün toprağında göz diken, aynı düşman!
Vatan için ölüme gittiler Deliormanlı Dobrucalı.
Canlarını feda ettiler Tuzlalı, Rodoplular.
Tüfekleri, topları konuşturdular
Düşmanı ezerek geçtiler.
Çanakkale zaferi, İstiklal tarihimizin ilk harfidir ve kanla yazılmıştır.
Halkımız Çanakkale’de “Çılgın Türkler” olarak savaşırken “Dirilmiştir”
Kanımızın toprakla karıştığı ve Yüce Türk milletinin doğduğu yerdir Çanakkale.
Vatanımızı, devletimizi, umutlarımızı, Büyük Türkiye hayalimizi
Çanakkale kahramanlarına borçluyuz.
Yıldönümünü bir hikâye ile anıyoruz.
DÜĞÜNDEN CEPHEYE
Davulun tok sesi karşı tepelerde yankılanıyor, bütün dere-tepe, köydeki düğün neşesine şahitlik ediyordu. Köy meydanında gençler oynuyor, kadınlar kenara çekilmiş uzaktan onları seyrediyordu. Çocuklar neşeyle etrafta koşuşturuyordu. Meydandaki muhtarlığın önündeki asmanın gölgesinde oturan ihtiyarlar, aralarında sohbet ediyorlardı.
Birden davulun sesi kesildi. Oynayan gençler öylece kalakaldı. Düğün başının tok sesi, meydanda yankılanmaya başladı.
- Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin. Çanakkale’de savaş çıkmış. Yedi düvel
Memleketimizin kapısına dikilmiş. Kasabadan müftü efendi haber almış. Akşama gönüllü kafile çıkacakmış. Gitmek isteyenler muhtarlığa gelip isim yazdırsınlar. Duyduk duymadık demeyin!
Meydan bir anda matem sessizliğine büründü. Oynayan gençler aralarında bir müddet konuştuktan sonra, kimi muhtarlığa doğru, kimi evine yöneldi. Bir anda düğün sahiplerinden başka kimse kalmadı meydanda. Damatlıklar içindeki Bekir, acele evine doğru yürümeye başladı. Soluk soluğa geldi evlerinin kapısına. Avlunun kapısını telaşla, hızlı hızlı çaldı. Küçük kız kardeşiydi kapıdaki.
- Anamı kapıya çağırsana!
- Ne oldu Abi!
- Sorma sen, acelem var hemen anamı çağır.
Ailenin tek erkek evladıydı Bekir. Bundan dolayı ailenin gözünde pek kıymetliydi. Köylük yerde erkek evlat demek arka demek, güç demekti. Anasının babasının ona yüzünü ekşittiğini hiç gören olmazdı. Anası hemen avluya çıktı. Düğün telaşındaydı.
- Hayırdır evladım, bir şey mi oldu?
- Oldu ya ana! Çanakkale’de harp çıkmış. Herkes muhtara gönüllü yazılmaya gitti.
Akşam gönüllü kafile çıkacakmış. Öteki işleri bırak. Biraz giyecek, biraz da yiyecek hazır et. Ben yazılmaya gidiyorum!
Anası ellerini böğrüne bastırdı. Derin bir iç geçirdi önce. Gözleri fal taşı gibi açıldı.
- Vay başımıza gelene! Oğlum sen neler diyorsun öyle. Bugün senin düğünün, derneğin var. Kınan bile yakıldı. Akşam nikâhın var. Bu ne acele? Düğünün bitsin, muradına er, gidersin sonra. Olmaz mı?
- Olmaz ana kalamam! Arkadaşlarım benim namusumu korumak için düşman
karşısına giderken ben sıcak yatağımda yatamam.
- İİyi de kınalı kuzum, peki geline ne deyeceğiz? Kızcağızı aldık göç ettirdik, şimdi
ne diyeceğiz?…
- Ayşçeciğim! Benim helalimdir. Ona. “Bekir namusunu korumak için düşman
Üzerine gitti”, dersiniz. Ayşe elinin kınasını soldurmasın, beni beklesin. Harp bitince düğünümüze kaldığımız yerden devam ederiz.
- A benim kınalı kuzum, sen iyice aklına koymuşsun. İyi de ya geri dönmezsen?
- …
Anası ne söylediyse Bekir’e dinletemedi. Gitmeyi, iyiden iyiye aklına koymuştu Bekir. Avlu kapısından hızla çıkarak kayboldu.
Anası emziği elinden alınmış çocuklar gibi kalakaldı öylece. Olduğu yere yamalı bohça gibi çöküverdi. İçindeki çeyiz düzenleme işi bir anda yarım kalmıştı. Gözyaşı dökerek içli bir ağıta durdu. Çeyiz düzenlemeye gelen mahalle kadınları ağıtı duyup dışarı çıktılar. Haberi alır almaz her biri hızla evlerine döndüler. Zira her evde cepheye namzet birkaç yiğit vardı.
Bekir, kısa bir zaman sonra Gelibolu’da çarpışmanın ortasında buldu kendini. Bir süre sonra da gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle çavuş oldu.
Arıburnu’nda düşmana karşı geniş çaplı bir saldırı başlamış ve bu saldırı, düşmanın ağır top bombardımanından sonra felakete dönüşmüştü. Dürt gün boyunca yaralılara dokunulamadı. Yaralı askerlerin çoğunun yarası kangren olmuştu.
Bekir Çavuş da yaralılar arasındaydı. Yarasının kanını kendisi durdurmuştu.
Beşinci gün İngilizlerle ateşkes imzalandı. Şehitler tepeye gömülürken yaralılar sahra hastanesine kaldırıldı. Bekir Çavuş da sahra hastanesine götürüldü.
Birden çavuşun başındaki beş on sıhhiye eri, yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Başındaki askerlerle beraber kendisi de tekdir getiriyordu. Sahra çadırının içi “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” sesleriyle inliyordu. Bekir Çavuş bayılmıştı. Kendine geldiğinde bir bacağı yerinde değildi. Doktorlar, hemşireler ve sıhhiye erleri yorgunluktan bitap düşüp, dinlenmeye çekildiler.
Bekir Çavuş biraz sonra yatağında doğruldu ve hemşirelere seslenmeye durdu:
- Benim ameliyatım bitti. Beni daha burada ne diye tutuyorsunuz.
Ben hemen cepheye dönmeliyim.
- Yatağından hızla kalkıp kapıya yöneldi. Ne ki bacağının biri yerinde değildi.
Sendelendi yere kapaklandı. Hemşireler, sıhhiye erleri daha başlarını yastıklarına yeni koymuşlardı ki gürültüyü duyar duymaz yataklarından fırladılar.
Sıhhiye erleri, Bekir Çavuşu hemen yerinden kaldırıp yatağına yatırdılar. Fazla kan kaybetmiş, yüzü beyaz bir tülbende dönmüştü. Yarasından kan süzülüyordu. Bilincini kaybetmek üzereydi.
Hemşire, telaşla doktorları uyandırdı. Bacağı yeniden kalçasına kadar kesilebilirdi. Doktorlar hazırlanırken gelip Bekir Çavuş’un başına oturdu. Bekir Çavuş, köyünü anlatmaya başladı hemşireye. Sonra düğününü, anacığını… Bilinci gidip gidip geldi. Sonra bir sessizliğe büründü. Hâlâ yaşıyordu.
Uzaktan ezan sesi gelmeye başladı. Bekir Çavuş yavaşça gözlerini araladı. Hemşire, hâlâ başucundaydı. Dudaklarını zorlukla kımıldatarak hemşireye konuştu:
- Bu ses ezan sesi değil mi?
- Evet ya, ezan sesi?
Mırıltıyla ezanı tekrar etmeye başladı. Ezan bitince, acı dolu gözlerle hemşireye baktı:
- Hemşire hanım ben galiba şehit olacağım!
Dudaklarındaki mırıltı yavaşça kayboldu. Derin bir sessizliğe büründü. Hemşire üzerindeki çarşafı yavaşça çekerek Bekir Çavuş’un yüzünü kapattı.
Bekir Çavuş’un yüzünde hafif bir tebessüm vardı.
Saygılarımla,
Paylaşınız