Bulgaristan iç politikasında totalitarizmden demokrasiye geçiş dönemi kapanıyor. Ülkemizde totalitarizm kooperatif ve sosyalist mülkiyetin sosyalist devletleştirme maskesi altında 1970’lerden sonra totaliter devlet kapitalizmi biçimi almasıyla gelişerek biçimlenmişti. Ekonomik sektördeki bu gelişme yönetim yürütme ve yargının da birbiriyle kenetlenip kaynaşmasıyla politik ve kültürel hayatı da etkisi altına aldı ve baskı ve terör rejimi yarattı. Tüm toplumsal yaşamın Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kontrolüne ve yönetimi altına geçmesiyle “sosyalist demokrasi” çan çalmadan ezan okunmadan gece gece kabristana taşınıp boş bir hendeğe atıldı. 1989’un 10 Kasım günü BKP’nin kendini dağıtması, yönetici fonksiyon ve rollünün Anayasa’dan çıkarılması ve parti örgütlerinin kendilerine söz söylemeleri (dağıtıp kapatmalarıyla)  aslında pek fazla bir şey değişmedi. Yeni umut olarak şafakta ağaran Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP)  aslında BKP’ nin hem idealik, hem politik, hem de baskı rejimi olarak tam ve bütünsel devamını sağladı.

nedim birinciBiçimsel değişimleri özsel yenileme süreci izlemedi. 
BSP kendini sosyalist parti ilan etti, ama sosyal-demokrat politika uygulayacağını açıkladı, sonra politik ortamda sağ kanada oturdu ve 25 yıl elini soğuk sudan sıcak sıya sokmadan, bir tek fabrika bile kurmadan bildiğini okudu. Bu dönemde ülkede 22 arıtma tesisi kurutuldu, fakat politik anlamda toplum arıtılamadı ve komünist totaliter düzen ana hatlarıyla kendi kabuğuna sığınmış biçimde kaskatı yaşamaya devam etti. Bulgaristan halkı da gerçek sosyalizm yıllarında kurduğu maddi dünyanın “demokrat-sosyalistler ve HÖH-cü neo-liberaller tarafından hurdaya çıkarılıp yıkılmasına ekonomik, sosyal, kültürel v.b. edinimlerinin yok edilmesine ve toplumsal yaşamda gelişme umutlarımızın nadasa bırakılmasına seyirci kaldı. Bizde, köy harmanında bedava film seyreder gibi izlenen bu olayları takıp edenler önce aç kaldıklarını, ardından yoksullaştıklarını, daha sonrada Avrupa’nın en sefilleri durumuna düştüklerini giderek ama çok yavaş fark ettiler. Yeni ezilmişlikten yeni bilinç yeşerdi.  Totalitarizm döneminde korkutulan ve sindirilen halkımız demokratikleşme döneminin ilk 25 yılında tatlı bir şekerlemeye yattı ve henüz şimdi yine yavaş yavaş uyanıyor. Bu yüzden yazıma TÜNELİN SONU GÖRÜNÜYOR başlığını attım.
Bu sürecin bir de benzetmeli fıkrası var: İzninizle anlatıyorum.
Bir oğlan babasına şöyle bir soru yönetmiş:
       Baba biz nasıl bir aileyiz.”
       “Biz geçiş dönemi ailesiyiz oğlum! Yani geçiş döneminde bir kapitalist toplum ailesiyiz.”  Cevabını veren baba oğluna şu açıklamada bulunmuş.
       Ben aile başıyım, yani parayı kazananım, yani kapitalisttim.
Annen, alış verişi, yemeği, temizli yaparken kardeşinle seni de eğitiyor.       Yani yönetendir, hükümettir.
Sen öğrencisin, yani beklentimizsin.
Dadı kardeşinle ilgileniyor yani işçidir.
Kardeşinse henüz bebek yaşında ve hepimizin umududur.”
Akşam olmuş, aile uykuya dalmış. Gece yarısı bebe ağlamaya başlamış ve oğlan kardeşinle ilgilenmesi için dadıyı uyandırmaya gitmiş, dadıyı babasıyla uygunsuz bir durumda görünce, annesini uyandırmaya çalışmış, fakat annesi çok derin uyuduğu için uyandıramamış.
            Çaresiz kalan oğlan ortada kalınca şöyle düşünmüş. Bizim aile toplumunda kapitalistle işçi işte, hükümet uyuyor, çığlık koparansa yalnız UMUT.
Bizim çeyrek asırlık GEÇİŞ DÖNEMİNİN fıkrası sizde ne gibi çağrışım uyandırdı bilmiyorum fakat,  hakikatten hükümetler hep uyudu, UMUT ise hala bok içinde, ama ne de olsa komünist zülüm rejimini ayakta tutarak sürdürmeyi hayal edenler artık 2014 yaş güneşine dayanamıyor, yüksek dağların tepelerinde ve dere boylarındaki azı koyu gölgelerde son kışın kirli karı gibi tümsekleşmiş görünmeye devam etseler de 5 Ekim 2014 seçiminde dayanamayacaklar, bir daha geri dönmemek üzere eriyip gidecekler ve Bulgaristan Cumhuriyeti tarihinden bu defa hakikatken silineceklerdir. 2014’te iktidar olmalarına rağmen ardı ardına parçalanmaları, bölünmeleri, gruplaşmaları, Başkan değiştirmeleri, meclis dağıtmaları, müttefikleri olan gizli polis partisi (DS) ye yüz çevirmeleri, yeni bağlaşık bulamamaları buna alamettir.
1990’dan beri Bulgaristan’da “komünizm bitti” diyenlerin çığlıkları aslında yalnız bir beklenti ve emeldi, bir özlemdi. Hiç olmadı bilim adamlarının “toplumsal gelişme bir süreçtir veya beyaz peynir, kaşar peyniri (kaşkaval)  ya da tahin helvası tezeği değildir, eline döner bıçağını alıp ikiye bölüp ben bu işi bitirdim, komünist dönemi demokrasiden ayırdım, aralarındaki bağı kestim attım, diyemezsin. Çünkü bu iş kışlık meşe korusu, ağıcı keser bibi bir şeydir. Sen meşeyi kesersin ama kökünden yeni filizler fışkırır, birkaç sene içinde meşelik yeniden boy atar. Bizde de Türklere, Pomaklara ve tüm Müslümanlara karşı bir zülüm rejimi olarak yerleşen ve halka kan kusturan komünizmin 1989’da belini kırsak da, ama 25 yıldan beri sosyalistlerin korusu yeşermeye devam etti. Ama 2008 meclis seçimlerinde ve geçen ay yapılan Avrupa Birliği milletvekili seçimlerinde BSP yenilgileri, Parti başkanı Stanişev’in meclisi ve ülkeyi terk etme kararı, yerde gökte yeni parti başkanı aranması, parti içi hizip kavgaları derin bunalımın ölüm sancılı feryadının toplumsal yankılarıdır.
Evet, 25 yıl sonra Bulgaristan Cumhuriyeti’nde komünist totaliter dönem bitti, tünelin ucu ağarmaya başladı diyebiliriz. Kuşkusuz burada son sözü 5 Ekim günü Bulgaristan seçmeni söyleyecektir. Ülkede demokratik düzeni yine bir Bulgar partisi olan GERP partisi kuracaktır. Bu biçimlenmede, yeni devlet ağacında “Ataka” ve diğer yeni ırkçı partilerin bir daha yuva kurmasına izin verilmemesinde de son söz ve irade yine seçmenindir. Demokrasi ancak sandıktan çıkan bir politik düzen olduğundan, ulusal egemenliğin, hak eşitliğinin, kardeşliğin ve hoşgörünün galebe gelip zafer çanları çalması da yine seçmenin iradesi olacaktır.
Son 25 yılda Bulgaristan’da Türkleri, Pomakları ve Müslüman Çingene kardeşlerimizi, bu arada önemle vurguluyorum artık yoksulluk çizgisinin çok altında olan Bulgaristan köylüsü ve işsizlerinin yürekler acısı durumundan sorumlu olan, bu büyük kitlenin umutlarını seçimden seçime sömüren partilerden biri de Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH – DPS) oldu. Bu parti yıllardan beri yapıcı, yaratıcı eleştiri kabul etmez duruma geldi. Parti yönetiminin hainliği yani Türklerin ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların 100 yıldan beri enerji toplayan ve bu birikimi Mayıs 1989 Ayaklanmasıyla doruğa çıkaran öz ve büyük davasına ihanet etmesi çok büyük bir hayal kırıklığı ve acısı dinmeyen bir olaydır.  1989 Büyük göçünde binlerce mücahidimizi göçe zorlayanlara hain zihniyetin yardım etmesi, soydaşlarımızla ilgili ipe sapa gelmeyen, küçümseyen sözler söylenmesi, Türk devletine dil uzatarak tarihte olmamış olan bir “Ermeni katliamını” olmuştur diyenlerin karalamacı sürüsüne katılması ve daha nice nice günahları olan HÖH partisinin yönetiminin kuruluşuna ilişkin olan bir özel noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum
10 Ocak 1990 tarihli tescil evraklarında “kurucu” ve “başkan” olarak tarih edilmiş olan bugün herkesin “Dönek” Ahmet dediği, Medyü Doganov, artık onun ruhunu satın alıp yüceltenler tarafınsan “saray zindanında” tutuluyor. Sözüm ona “sarayı” kurt köpekli, silahlı korumalar koruyor ve etrafta kuş uçurtmuyorlar. Bulgaristan’da “bir defa hapse giren bir daha girer,” diyenler haklı çıktı. Bilemedikleri ise, ancak bizdeki yeni tip hapishanelerin “S-TİP” olmasıdır. Bu mahkûmların ne iftar sofrası, ne ramazan bayramı, ne kurban bayramı, ne el öpeni var. Burada hâkim olan Avrupa Birliği’nin İlahi Adaleti olmalı…
Dönek Ahmet artık Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları için “ölü bin canlıdır.”
Bunları neden mi yazıyorum?
Son zamanda Bulgar basınında HÖH / DPS partisinin 5 Ekim seçimlerinde Bulgaristan Sosyalist Partisini (BSP) sollayıp GERP partisinden ardında,  İKİNCİ PARTİ durumuna geleceği şantajları yayılmaya başladı. BSP çökerken HÖH’ün ikinci parti olma durumu yani Bulgaristan’da yoksulluk içinde kıvranarak can çekişen etnik azınlıklardan sefillerin oylarıyla birlikte yoksulluk çizgisi altında yaşamak zorunda olan yaşlı ve işsiz Bulgaristan seçmenin de ağzına bir parmak bal sürerek oyunu alma hesapları bana başka bir fıkrayı hatırlattı:
İSTEMİYOUM:
Karısı kendisinden önce öteki dünyaya göç eden, varını yoğunu bırakacağı evlatları da olmayan bir köy zengini ölüm yatağında son dakikalarını beklerken büyün köylüleri çağırmış ve şöyle demiş:
       “Ben mirasımı mezarda ilk gece benimle birlikte yatmayı kabul edene bırakacağım!”  demiş.
Köylüler bakışmışlar,
       “Binim kabulümdür, seninle mezara girip bir gece yatarım!” diyen olmamış. Tam bu bakışmalar esnasında hastane odasına yeni giren sırtında sicimli bir hamal.
        “Ben yatarım!” demiş.
Köy zengini hamalla birlikte aynı kabre defnedilmiş. Gece yarısı ölünün ruhunu almaya gelen Melekler bir de ne görsünler, mezarda yatanlar iki. Önce hangisini sorguya çekelim diye düşünmüşler ve zenginin sorgusu uzun sürer diyerek, sicimi kefenini üzerine atılmış hamallı sorgulamaya başlamışlar.
 
       “Haddi anlat bakalım, sen kimsin, hangi günahları işledin? bu sicimi nereden aldın?, parayla mı aldın?, çaldın mı?, çaldıysan nereden çaldın?, pazardan satın aldınsa paranın vergisini ödedin mi?, sana bu yanında yatan zenginin mirası kaldığında ne yapacaksın?, mirasın vergileri ödenmemişse ödeyebilecek misin?, zenginin günahlarından cezası ödenmemişler varsa, onları öder misin?, cehennem ateşinden geçmeye hazır mısın? vs. vs.
 
Bu ardı ardına sorular karşısında hamal iyice terlemiş, zorlandıkça kıvranmış, ne diyeceğini bilmediğinden bir ara dili tutulmuş, aklından hep “zengin malından adama hayır gelmez” atasözü geçmiş ve ertesi sabah daha ilk gün ışığıyla mezardan fırlamış ve doğru köy meydanına…
 
       Hadi “Mübarek olsun! Sen bu işi yaptın! Aferin!” demeye hazırlananlar daha henüz ağzını açmadan…
 
       “İSTEMİYORUM!” diye bağıran hamal, “ ben bir sicimimin hesabını veremedim, onun zenginliğinin hesabını veremem!” deyip kestirip atmış…
 
Sözün kısası, HÖH /DPS partisi henüz halkımıza HAİNLİKLERİNİN hesabını vermedi. Bir de şimdi çöken ve “ölü canlı” duruma gelen BSP’nin oylarına konup fiilen mirasçı durumuna gelerek,  tüm komünist totaliter dönem günahlarını, artı 25 yıldan beri halkımızı oyalayarak uyutma ve son hesapta Bulgaristan’da Türklükle Müslümanlığı tamamen yok etme çabalarının hesabını verebilir mi?
Düşünülerek bir şey varsa o da ancak budur.
Bilmem artık ne yapacaklar. Attıkları yeni adımlarda tamamen yanlış istikamettedir. Kanımca BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi yayınları hakkında İstanbul ve Bursa Belediye Başkanlıklarına, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine yakınma mektupları yazıp, “hepsinin imanını gevreteceğiz” diye Sofya’da böbürleneceklerine, BSP’nin durumuna düştüklerini ilan etmeleri zamanı geldi. Ne de yapsanız şafak söküyor, Tünelin sonu Göründü. Yeter artık sizin devriniz kapanıyor, müsaade edin de başkaları da nasiplensin…
Dr. Nedim BİRİNCİ
Reklamlar