Levant RASİM
Konu: Kusturucu İlaç Aranıyor.
Biz burada, Deliorman’da 14 Mayıs “Demir Baba Tekkesi” kahramanlarımızı anma törenlerine hazırlıklar görüyoruz. Herkesin bildiği üzere 1989 Mayısı Milli Ayaklanmamızın yıldönümü anma törenleri Haskovo köylerinde artık başladı ve 19 Mayıs’ta Türkiye göçmen derneklerinden büyük delege gruplarının da katılımıyla Cebel Mitingi düzenlenecek. “Demir Baba Tekkesi” geleneksel torenlerinde HÖH ve DOST olarak ikiye ayrılmama kararı alındı. 1989’un Mayıs kavgasında bir iki parti, iki cephe değildik, parçalanmamıştık. Bu gün de o zaman ayaklanan taban birbirine kenetlenmiştir, birlik ve beraberlik içindedir. Tabii o zamanlar olduğu gibi bugünde olaylar, yeni perspektifler karşısında gözlerini kırpıştıranlar var. Yeni olan her şeye seyirci kalmayı yeğleyenler var. Onlar her zaman vardı, fakat zaman pasif kalma, seyirciler arasında kimliksiz kaybolma zamanı değildir.
Bu bahar Deliorman bir başka yeşerdi. Havası değişti. İnsanlarımızın değil yalnız gülüşü, bakışı yürüyüşü bile değişti. Yeni bir umut doğdu. Bunun temelinde son yerel seçimlerde HÖH yönetiminin gösterdiği muhtar ve belediye başkanı adaylarını seçmeyip, bağımsız adaylarımızı seçmemizle başlayan tabanda yenilenme süreci var. Halkımız bizi boğmaya çalışan geçmişin yüküyle ileri adım atılamayacağını artık anladı. Yerel seçimler sırasında DOST kurucu başkanı L. Mestan HÖH Genel Başkanıydı. Biz aslında onun teklif ettiği ve dayatmak için elinden gelen yerel yöneticilerden kurtulduk, onun bağımsız muhtar ve belediye başkanlarımızın vefasını (gönül razılığını) kazanması için mutlaka mücadele etmesi gerekecektir. Bağımsız konumdan elde ettiğimiz mevziler bir defa HÖH’e yüz çevirdiğimiz anlamına gelirken, DOST’u kucaklamaya hazır olduğumuz anlamına da gelmemelidir.
Bugün Deli,ormandaki durum biraz da karmakarışıktır. Rusçu ve Türkiyeci olarak bir ikiye bölünmüşlük tablosu dayatılıyor. Biz bu tabloda yer almak istemiyoruz. Bizim yakınlarımız Türkiye’dedir, evlatlarımızın birçoğu Türkiye’de okuyor, adetlerimizle, ananelerimizle Türk Müslümanlar olarak yaşıyoruz ve düzenimizi bozman istemiyoruz. Şimdiki karışıklık suni olarak, bizi bölmek amacıyla yaratılmıştır. Bazen bu karışıklığın bir örümcek ağını andırdığını sanıyorum, ucunu bulup ipini çeksem söküleceğini düşünüyorum. Fakat telini çekince, ağa insanın eline dolanıyor, pirinci taşını ayıklamaya çalışanların bile hileci, kurnaz kişilerin eline düştüğünü görüyorum.
Bizim burada okula, hastaneye, yeni fabrikalara, iş yerlerine,devlet ilgisine ihtiyacımız var. Açlıktan nefesi kokan insanların gözleri umut arıyor. Göstermemeye çalışsalar da insanımız telaş içindedir. Dini inançlara, ananelerimize geri dönüldüğünü görüyorum. Bu sene de “Demir Baba Tekesine” toplananlar o kutsal yerden toprak alıp köylerine götürüp yeni tekkeler kuracaklar, birbirlerine daha yakın olmaya ihtiyaç duydukları belli oluyor. Avrupa’ya giden ve aydan aya para gönderen gençlerin bu işlerde arka dayak olması yaşlılara huzur veriyor.
Karmaşık bir dönemdeyiz derken şunu düşünmüştüm: Her insanın içinde uyumakta olan sabır yüklü bir hayvan vardır. Eğer bu hayvanı korkuyla, 1985’te ve 89 yaptıkları gibi tankla, topla, silahla zincire vurarak zapt etmeye çalışırsan, insanlığın simgesi eli kırbaçlı hayvan eğiticisi olur. 1989 Mayısı9nda babalarımız ve analarımız bizim sirk ayısı olmadığımızı dünyaya gösterdiler. Bizim hayvan eğiticileriyle işimiz olamaz, çünkü kendi ahlakımız, dilimiz, dinimiz, yaşayış kurallarımız var ve ananelerimizle yaşamak istiyoruz. Bugün işin püf noktası Ahmet Doğan eliyle asimilasyoncu Bulgar devleti ile kudurmaya başlayan yeni milliyetçi ve ırkçı kakımın daha da büyük bir baskıyla dayattığı “Bulgar Etnik Modeli” dir. Biz bu modeli kabul etmiyoruz. Bu konuda eski bir ajan olan ve değiştiğini iddia eden L. Mestan’ın susması da düşündürücüdür. Son günlerde Feecebok üzerinden bilgisayarıma gelen resimlere bakıyorum da, ön saflara geçmeye çalışan ve lider olmaya heveslenmiş kişiler bizim ananelerimizi ve özgün kültürümüzü iyi bilmiyorlar. Mesela, TİKA tarafından kökten onarılan ve çök sevilen bir tören merkezi olan Podkova “7 Kızlar” camiinde Mevlit yapıldı. L. Mestan, eli Şirin hanımla birlikte katıldılar. Bizde mevlitlerde kadınlar bir yana oturur ve beraberce dinlerler. L. Mestan başkan ise eşiyle birlikte ön sıraya oturdu. Adetlerimizde erkekle eşi hayatta hoca karşısına yan yana sadece 2 defa oturur. Bir defa evlenirken, bir de boşanırken! Mestan Beyin yanında, danışman olarak dolaşan ve dini tahsilini Türkiye’de görmüş, Kırcaali Baş Müftülüğü yapmış milletvekili Şabanali Durmuş gibi bir arkadaş var ve neden müdahale etmez anlamış değilim, yoksa o da iyice karışmadan durulmaz diye mi düşünmeye başladı. Demek istediğim, önderlik taslayanların yanlışları kitleyi şaşırtır.
Ben ananelerimizin reddedilemez bir yanı olduğunu düşünüyorum. Onlar müzik gibidir. Müziğin reddedilemez bir yanı vardır. Çünkü gerçeğin kendisidir. Ben ananelerimizdeki ahlaki ilkelere inanıyorum ve onları uygulamaya çalışıyorum. Bunun içinde geleneklerimizi korumaya çalışırken günlük yaşamdan örneklerle beslemeye çalışıyorum. Aradığımız masalsı kavramlar anlatılan sisli bir dünya değil, umudun yeni renkleridir.
Yeni konular üzerinde gençlerle tartışırken toplumumuzun “hasta” olduğunu ve iyileşe bilmesi için mutlaka istifra edip, ince basağının bile temizlenmesi gerektiğini söylüyorum tekrarlıyorum. L. Mestan hareketinin Ahmet Doğan’ın Türk Müslüman düşmanlığıyla zehirlenmiş ideolojisinden bir parça olduğunu, iki dostun herhangi bir sebep yüzünden birbirinden ayrılmasıyla hiç bir şeyin değişmeyeceğini iddia ediyorum. Gerçeklere bakalım diyorum, ama onlar için de henüz çok erken.
Arınma ve gün yüzüne çıkma konusunda, geçen hafta bir Bulgar arkadaşım bana İncil’den şu cümleleri aktardı: “Ayaklar altında sürünenler mutlu olanlardır. Çünkü onların da söyleyecek bir iki sözleri vardır. Bunun için de önlerinde uzun bir ömür uzanmaktadır.” Ben bu görüşe katılmıyorum. 1990’da babalarımızın HÖH tuzağına düşürüldüğüne inandığım ve mutlaka kurtulmamız ve arınmamız, dirilmemiz gerektiğine inandığım için Bulgar gence “Yılan Yutmuş Adam” hikayemizi anlattım. Sizinle de paylaşıyorum:
Yılan Yutmuş Adam
Akıllı bir yolcu, atına binmişi gidiyordu. Yol kenarındaki bir ağacın altında uyumakta olan bir adam gördü. Tam yolcunun geçtiği sırada küçük bir yılan, uyumakta olan adamın ağzına girmek üzereydi.
Akıllı adam, yılanı ürkütüp kaçırmak, böylece uyuyan adamı kurtarmak için atından atladı, fakat yılana engel olamadı.
Hemen bir karar vermesi gerekiyordu.
Kısa bir süre düşündükten sonra eline geçirdiği kalın bir dal parçasıyla uyuyan adama birkaç defa kuvvetlice vurdu.
Uyuyan adam, aldığı darbelerin etkisiyle yerinden fırladı. Karşısında elinde dal parçası kendisine vurmaya çalışan biri olduğunu görünce koşarak kaçmaya başladı.
Öbür adamsa hemen atına atladı ve kaçan adamın peşinden gitti.
Şaşırmış ve korkmuş vaziyette kaçan adam, can havliyle yaşlı bir elma ağacının altına sığındı. Gücü tükendiğinden orada soluklandı.
Atlı da az sonra o ağacının altına geldi.
Atlı adam korkuyla kendisine bakan diğer adama, yerdeki elmaları gösterdi.
– Çabuk şu elmaları yer! Yoksa seni çok fena döverim!
Diğer adam şaşkındı ve olan bitene anlam veremiyordu. Ama çaresizce isteneni yaptı. Onlarca elmayı mideye indirdi.
Bir süre sonra o kadar çok elma yemişti ki midesi artık daha fazlasını alamayacak kadar şişti.
Adam yalvarmaya başladı:
– Ben sana ne yaptım? Bana ne kastın var. Niyetin beni öldürmekse, işi uzatma. Kılıcını vur da kanımı hemen dök! Yoluma nereden çıktın senle keşke karşılaşmasaydım.
Adam atlıya daha nice kötü sözler söyledi. Fakat atlı onu dinlemedi.
Daha fazla elma yiyemeyecek hale gelen adamın sırtına elindeki sopayı indirip,
– Şimdi koşmaya başla, dedi.
Adam yediği sopanın etkisiyle perişan, rüzgar gibi koşmaya başladı. İkide bir yere kapaklanıyordu. Sonra kalkıp yine koşuyordu. Karnı yediği elmalardan dolayı şişmiş, koşmaktan halsiz düşmüştü. Ayağı ve yüzü yara bere içindeydi.
Atlı, adamın bu haline aldırış bile etmeden onu akşama kadar koşturup durdu.
Sonra adamın midesi bulandı, iki dizinin üzerine çöküp kusmaya başladı. Tabii yedikleriyle birlikte içindeki yılan da dışarı fırladı.
Adam, yılanı görünce gözleri hayretle açıldı. Bütün gün çektiği sıkıntıların hepsini bir anda unuttu.
Öfkelenip durduğu kişinin gerçekte ona yardım etmeye çalıştığını anlamıştı. Ona söylediği kötü sözler için utandı. Atlı yolcuya gülümseyerek baktı ve dedi ki:
– Sana rastladığım an, ne mutlu anmış meğer. Sen bana yeni bir can bağışladın. Sen beni analar gibi ararken , ben senden eşekler gibi kaçtım. Ne akılsızmışım. Başıma geleni bilmediğim için bir de sana sövüp saydım. Niye bana söylemedin.
Atlı, bu soruyu şöyle cevapladı:
– Eğer sana durumu söyleseydim korkudan ödün patlardı. Yılandan önce korku seni öldürürdü.
Dertten kurtulan adam atlıya hak verdi.
– Allah senden razı olsun. Seni mükafatlandırsın. Benim sana borcumu ödemeye gücüm yetmez, dedi.
***
Şimdi bizim toplumun da içindeki totalitarizm ve “Bulgar Etnik Modeli” yılanını kusup, gerçek demokrasi yoluna açılması için kusturucu ilaca ihtiyacımız var. Durum ciddidir. Seyirci kalamayız.