Rafet ULUTÜRK
21 11 2017
Konu: Toplumsal dönüşümlere yol açmak ödevimizdir.
İradesini dayatan dik kafalı bilinçli azınlıktır.
Biz Bulgaristanlı Türkler kendi ülkemizde bir azınlık’ız. 1878 yılında yapılan nüfus sayımına göre, yaşadığımız Bulgar Prensliğinde nüfus olarak çoğunlukmuşuz. Nüfusun % 52’si Müslüman Türk’müş. Ne ki göçe zorlandıkça gitgide azalmışız. Bizi topraklarımızdan kovan Bulgarlar azınlıkmış, fakat kaba, merhametsiz, toleranssız davranarak, zorbalık kullanarak üstün gelmişler. Türklere karşı dış devletlerden destek alarak baskılarını sürdürmüşler ve sonunda bugünkü dışlanmış, kıyına uğratılmış, bugün boynu bükük duruma düştük. Bu böylemidir. Bulgaristan Türkleri durumu kabullenmemiştir. Amansız davranmayı seçmiş, örgütlenmiş, 1989 Mayısında ayaklanmış, güçlerini ve iradesini takviye etmek ve bilemek için göç ederek mücadelesini sürdürmüştür. Bu anlamda her yenilgi yok olmak değildir. Sabırlı olmak şahlanmanın şartıdır.
Doğu Rumeli ahalisi de Sliven, Kazanlık, Karlovo, Filibe, Tatar Pazarcık Avrat Pazarı, Otu Bol ve daha birçok yerleşim merkezlerinde durum aynıydı. 1876 Nisanı’nda ayaklanan Bulgarlar bir avuçtu. İngiliz ve Rus parasıyla silahlanmışlardı. Bir avuç çeteci militan tarafından kışkırtılmış köylüler yalana inanıp hayali beklentiler içinde evlerini yakmışlardı. Bu ayaklanma, İngilizler tarafından Osmanlı Sultanı Abdülaziz’i öldürmeye vesile yaratmak için düşünülmüştü. Rus İmparatoru II. Alekandır ise bir bütün olan Osmanlının azınlıklar ve milliyetler mermerini çatlatmak ve Balkanlardan bir parçaya basmak istiyordu. Peterburg ve Viyana arasında imzalanan gizli sözleşmelerde Avusturya-Macaristan imparatorluğunun da Batı Balkanlara basıp yerleşmek ve Müslümanları topraklarından kovmak istediğini görüyoruz. Yani Rusya ve Avusturya imparatorlukları Balkanlara kendi yayılmacı iradelerini dayatma işinde saldırganlaşmış, Bulgar ve Sırp azınlıkları emellerine alet ederek, azınlıkların bağımsızlık ve egemenlik istekleri ardına gizlenerek, kanlı savaşlar yürüttüler. Balkan topraklarını Müslümanlardan arıtma siyasetini baskı, terör ve zülüm ederek bir asır sürdürdüler. Bu olaylar, azınlığın çoğunluğa kendi iradesini kabul ettirmesi açısından doğal bir örnek olmayıp bu işin zorbalıkla olduğuna kanıttır.
Bu iki örnek, 20. yüzyılda topraklarımızda uygulanan baskın siyasetleri doğrular. Yakın geçmişimizde bir avuç çapulcu, hırsız, bozguncu, komita ve kışkırtıcının iradesini dayatması dış dev güçlerin gözü kara başlattıkları savaşlar akla gelir. Geçen yüzyıl en fazla savaş yürütülen savaş parçası Balkanlar oldu. Osmanlıya düşman olan Rusya, İngiltere ve Almanya vb devletlerden yardım alarak başkaldırıp hortlayan Bulgar haydutluğu koskoca bir dünya imparatorluğundan parça koparıp bağımsız ve egemen bir devlet ilan edemezdi, fakat dış güçlerin kanadı altına girerek, devlet kurdu ve bir asırda topraklarını 3 kat büyüttü.
Fakat şimdi durum değişti. Bulgaristan nüfus bileşimi değişti. Azınlıkların varlığını tanımak istemeyen, haklarını tanımaya yanaşmayan Bulgar devleti ve ulusu, bugün kendini yeniden üretemeyen, her konuda her şeyi yine dış devletlerden bekler duruma geldi. Topraklarımıza amerikan üsleri konuşlandırarak, NATO gölgesinde güvenlik arayarak, Avrupa Birliği fonlarıyla tencere kaynatmayı seçerek “bağımsız ve egemen devlet” formülüyle varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bir avuç zenginin, birkaç gruptan oluşan oligarşinin sefa sürmesi, zenginlik içinde yaşaması, açlıktan midesi beline yapışanların, cebinde beş kuruşu olmayanları, selillik çizgisi altında kıvranan kitleyi, % 45’i bulan kör cahiliği daha fazla ayakta tutabilecek mi dersiniz. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun % 62’si bugüne kadar AVM’ye (Moll, Bila, Kaufland, Bauhaus, Exspres Market, T-Market) gibi satış merkezlerine ayak basmamış, bunlardan alış veriş yapmamıştır. Aynı nüfus kredi kartı kullanmayı bilmiyor. Sonuç: Geçen yüz yıl Bulgar komünistlerinin halka zorla dayatmaya çalıştığı Rus kültürü ve yaşam tarzının tutmadığı ret edildiği gibi bugünkü sahte modern ite de yerleşemiyor. Sanki bizde turistler için suni bir yaşamtarzı yaratılıp geniş kitlelere de dayatılmaya çalışılır. Halk bunu kabul etmediğinde dolayı ise amansız ve çok keskin çelişkiler içinde yaşamak zorundayız. Bu çelişmilerin başında, gitgide toplumu yönetmeye talep olan ve yüz yılda pili biten Bulgar ulusu ile ülkede yaşayan etnik azınlık toplulukları arasındaki çelişkidir. Biz azınlığın çoğunluğa iradesini dayatmasını bu açıdan analiz etmek istiyoruz. Dizi yazımızın kırmızıçizgisi bu olacaktır.
Daha ilk anda, 21 Kasım 2017 sabahı Bulgar NOVA TV programlarından ana fikrim olan azınlığın çoğunluğa iradesini kabul ettirmesi konusunda bir örneği hemen paylaşmak istiyorum. Veliko Tırnova eyaleti “Byala” şehrinde 790 öğrencili bir terzi, şoför ve aşçı meslek lisesi var. 2016’da bu okulu sadece 3 öğrenci bitirmiş. Eğirim Öğretim ve Teknoloji Bakanlığı bu okulda eğitim alan her öğrenci için lise bütçesine farklı meslekler için 2 000 (iki binden) – 2 800 (iki bin sekiz yüz) levaya kadar para gönderiyor. Muhabir öğrenciler için de kişi başı 1000 (bin leva) ödeniyor. Yani okula milyonlar akıyor. Öğrenciler okula asla uğramıyor. Yerinde yapılan röportajlar hiç birinde kitap defter olmadığını ve okula uğramadıklarını kanıtlıyor. Öğretmenler protokolleri dolduruyor, okula uğramayan öğrenciler adına imzalıyor. Evrak üzerinde eksik, yanlış, düzeltilmiş uygulama yok. Okul İsviçre saati gbi tıkır tıkır çalışıyor, “kadro yetiştiriyor”. Eğitim, öğretim ve pratik uygulama dersleri için paralar alınıyor. Öğretmenlerden şikayet yok. Kağıt üzerinde aşçılar İngilizce ve Rusça biliyor, şöförler otobüs bile sürebiliyor, terziler defile düzenliyor, farklı modeller üretiyor. Demek istediğimiz şudur. “Byala” kenti, Bulgaristan içinde 1 kent. Öğrenciler Romen ve Bulgarca eğitimi kabul etmiyorlar. Bu boykot ülkeye yayılıyor. Azınlığın protestocu iradesi çoğunluğun devlet siyasetini toslatmış, kabul etmiyor, seyirci kalıyor ve alay ediyor.
Komşu köylerden “Herakovo” ya uğruyoruz. Orada da büyük bir okul! 15 Eylül 2017’den beri hiçbir öğrenci derse girmemiş. Sayıları 259. Öğretmenler kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Yani Bulgar eğitim sistemini kabul etmeyen azınlık artık iradesini dayatmış ve Bulgar öğretmenlere sahte rapor düzenlemeyi kabul ettirmişler ve resmi rakamlara göre nüfusun % 45’i okuryazar değil. Fakat diplomalı, karneli, bazı derslerden takıntılı olsalar da, evrak üzerinde son sınıfa kadar yükseliyorlar, varmış, varacaklar. Sahte sistem onları lise son sınıfa kadar taşıyor. Taşımazsa iflas edip çökecek. Çökmeyi kabul etmiyor.
“Byala” kenti meslek okulunun 3 otobüsü var. Her gün boş gidip geliyorlar, sözde öğrencileri okula getiriyor ve dersler bitince de mahalle ve köylerine kadar götürüyorlar. Tatil günleri geziye gidiyorlar. Tratroya gitmişler, konser izlemişler. Bu okul evrak üzerinde en iyi okullardan biridir.
Bu gerçek çok kötü. Olumsuzun olumsuzu bir örnek ama sarı ot, ayrık, eşek dikenleri gibi memleketimizi sarmış ve azınlıklarla ilgili eğitim ve öğretim siyasetini felce uğratmış. Tek devlet, tek ulus, tek dil Bulgarca deyen Bulgar ulusunun liderleri bu gerçeği görmek, kabul edip değiştirmek istemedikçe, Bulgar devleti anaya ve yasa değişikliği ile tek dilli ve tek uluslu devletten çok azınlıklı, çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü halk topluluklarından oluşan bir toplum düzenini yasallandırmadıkça toplum çöküyor, devlet uçuruma gidiyor…
Şu anlattığım azınlığın çoğunluk ve devlet iradesini nasıl sırt üstü getirdiğine taze bir örnektir. Bu örnekler çoktur, hepsi nefes alıyor, güçleniyor, nefret topluyor ve patlamaya hazırlanıyor.İşte bu örnekte, biz, Romenlerin ısrarlı toleranssızlığını, bilinçli hareketini ve eylem halinde olduklarını görebiliyoruz. Burada çoğunluk devletin körü körüne dayatmaya çalıştığı siyasettir. Onlar Romanya’da Çingene Üniversitesi oldukça gürültüsüz isyanlarını, devlet siyasetine karşı toleranssız, umursamaz, alıp vermez ve kabul etmez tutum içinde olduklarını ortaya koyuyorlar. Onlar aktifleşmiş durumdadır.
Yazımın başında anlattığım iki örneğe burada iki cümle ilave etmek istiyorum. 1876 yılından önce haydarların dağda bayırda kılıç sallamaya başladığı devirde, Osmanlı devleti “gidin şunların hesabını görün” deyip başıbozukları Rumeli’ye gönderdiğinde. Örneğin Başıbozuk başı bir Türk Mahallesi’ne gelip, cami encümenliğini toplayıp, “gösterin şu komitaların evlerini yakalım” dediğinde, bizimkiler “aman siz İvan’a dokunmayın, iyi oğlandır, Balkan doruğuna dana çıkardık, onlara göz kulak oluyor”, “ Hristoya da rahatsız etmeyin “Beş Bunarda bağlarımıza, kiraz ve elmalarımıza” bekçilik yapıyor. Biz Bulgaristan Türklerinin konuşma ve ev dilinde neden “komita” “haydut başı” gibi sözler neden yok hiç düşündünüz mü? Çünkü biz onlara hep “momçe”, ötekine “tavukçu” daha ötekine “çiftçi”, şu da “kavak budayan, pelin toplayan” demişiz, savunmalarını yapmışız. Bacayı saran ateşi görememişiz. Hiç birisinin kılına dokunulmasına müsaade etmemişler. Bulgarın “Türkten hain çıkmaz” sözü bu gerçeğe dayanır, biz onları devlete ihbar edecek zahmete bile katlanmamışız. Olay budur ve bugün Ahmet Doğan haini fesimize püskül olunca, Bulgar hemen “o bir şopar”, “o bir Kırım Tatarı” ve daha neler neler dedi. Neden birlik olup da onunla hesaplaşmamızı önlemek için tabii. Çünkü Doğan ajanını Bulgar devleti kendisi eğitmişti. Yine aynı nedenle Mestan ile Dalın dosyalarını sakladılar. Çünkü Türkün gazabını bilir onlar… Sonunda, bir onu gizler, bunu saklar, daha ötekini de görmezden gelirken çökmüşüz. Çoğunluktan azınlık olmuşuz. Aynı formül ve aynı hesaplarla, aslında tek kişi olan “hain Ahmet” bir buçuk milyonluk Türk milleti başına Sultan kesilmedi mi, “liderimiz” demedik mi? Yani oyuna getirildik. Kabul etmezsek, içine düştüğümüz kuyudan çıkamayız. Haydut komitacılar çoğldı, cezalandırılmadan kalabalaştılar, tam bugünkü katiller gibi. Aralarından cezalandırılan var mı. Hayır yok. Avrupa Birliği “birkaçını olsun içeri atın diyor”. Hepsi birden ayaklanıyorlar ve “biz egemen ve bağımsız bir devletiz, siz bizim iç işlerimize karışamazsınız” diyorlar. Veset, böylece 1000 – 2000 (bin iki bin) kişi olan suçlu katiller hemen bütün halk oluyveriyor, hatta biz de onları savunanların saflarına geçmiş oluyoruz. Perde indirildiğinde gördüğümüz gerçek budur.
Bizden de bir örnek.
Şimdi bi ana konumuz, “ana dilimizi okuyamıyoruz”, “dilsiz kaldık, cahil kaldık, “önümüz karanlık” dedikçe ana babalar susuyorlar. 1994’te 95 bin Tük öğrenci Bulgaristan’daTürkçe dersine girmişti, 2017’de bu rakam 7 bindir. Giderek azalıyor ve sıfıra doğru gidiyor. Sıfırlandığı an Bulgar Eğitim ve Öğretim Bakanlığı’nın “Tükçe dersleri için bütçe ödeneklerini kesip” Bulgaristan’da Türkçe derslerini kaldırdık, artık Türkçe’yi okumak isteyen vatandaş yok, dediği an, sözüm ona “Yurtsever” faşistler, biz size demedik mi “ dediğinde, Prof. Dr. Bojidar Dimitrov gibi yeminli Türk düşmanları “Ben size demedim mi, bizimkiler Türk değil, Türk olsalar Türkçe okumaktan gönüllü vaz geçmezlerdi” diye yaygara koparacaklardır. Biz uyudukça zaman tuneli bizi bu çukura taşıyor. Burada etnik (soy) bilincimizin kuruduğuna, eylemci ruhumuzu söndürdüğümüze tanık oluyoruz. Bu çok ciddi bir konudur. 1878’den beri devam eden ve kızıştıkça kızışan bir mücadele alanıdır. Kimlik mücadelesidir.
***
Azınlığın çoğunluk karşısında üstün geldiği örnekler değişik ve çoktur. İradesiz kalmış, bilinci sönmüş azınlığın eridiğini gösteren örnekler de boldur ve her biri bir ibret dersi olmalıdır. Bizim mücadelemizin kitabı yoktur. Ders aldığımız kaynak çekilerimizdir.
Nitekim azınlığın haklı direnişlerinde geçerli öz kuralları var. Bu kurallar onun yaşamını belirleyendir olmalıdır. Başkasının gösterdiği yoldan yürürsek çıkmazda durmak zorunda kalırız. Balkanlarda haklarını alamamış tek azınlık biz kaldık. Arnavutluk 50 bin Bulgara azınlık hakları tanıdı. Bulgar doktorlar Sırbistan’a gidip Bulgarlara sağlık hizmeti veriyor. Bulgar eğitim Bakanlığı Türkçe ders kitaplarını yenilemek için 1997’den beri 5 leva ayırmasa da, dünya ülkelerinde 150 Bulgar okulu, kültür evi, kütüphanesi kurdu, din ve dil kursu açtı…
Zaman ayırıp, işimizi gücümüzü bırakıp bu konuyu şimdiye kadar nı araştırma ve incelemeleri defalarca yapmak zorundaydık, ama yapmadık. Bir toplumun normal yani aksamadan, bunalmadan, deprem yaşamadan var olabilmesi için, onun bir avuç hoşgörüsüz, toleranslı olmayan, bir makam, beş on leva karşılığı hiçbir konuda müsamaha göstermeyen, hazırdan beklemeyen kardeşlerimize ihtiyacımız var. Onlar ve biz hepimiz soy köklerimizi iyi bilmeliyiz. Ecdadımızın ruhunu ayakta tutmalıyız. Etnik kimliğimizi, Büyük Türk ulusal kimliğinden parça olduğumuzu unutmamalıyız. Ulusal mensubiyeti konusunda bilinçli olan ve çok etkin, çalışkan, özverili kişilere, kadrolara, gençlere ihtiyaç vardır.
Toleranslı olmayan, soyunu sofunu bilen ve bilinçli hareket eden, eylem halinde olan azınlıklar çoğunlu her zaman çoğunluğu geriletmiş ve yenmiştir. Paylaşınız lütfen.
Okuduğunuz için teşekkür ederim..