Hamiyet ÇAKIR

Bazen bir cümle 150 yıllık gerçeği parlatıyor. Bulgaristan’dan gelen HÖH heyetinin Ankara ziyareti esnasında AK Parti Başkan Yardımcısı Sn. Numan Kurtuluş’un Mustafa Karadayı, Ahmet Ahmet ve İlhan Küçük’ün yüzüne “Bulgaristan Türkleri Türk milletinin bir parçasıdır!” demesi, çok derin anlamlı bir ifadedir. 

Bir tarihe dönelim ve Bulgar ırkını bir hatırlayalım;

Bulgar ırkı daha Çar I. Boris 864 yılında Hıristiyanlığı kabul ettiğinde ve 922 yılından İdil Bulgarları Türk soyluların içerisinde ilk defa Araplardan İslam dinini aldığında Bulgar maneviyatı parçalanmış ve o zamandan beri doğal olarak parçalanıp ufalmaya devam ederken, bir de devlet zulmüyle başka ırkları, etnik ve halkları asimile ederek çoğalıp büyümeye çaba gösteriyor. Bu uzun sürecin ilk dönemindeki en acı olan, Hıristiyanlığı kabul ederken 52 Bulgar soylu sülalesinin yediden yetmişe katledilip aynı toplu mezara gömülmesidir. Sebebi, Hıristiyanlığı kabul etmeyişleri ve Tan gri dininin geleneklerinden ve ilkelerinden ayrılmak istememeleridir.

20.yüzyıl Bulgar Asimilasyon süreci, 2 Ağustos 1887 tarihinde Ferdinand Saks Koburg Gotskı’nin Bulgar Prensliğinde taç giymesiyle başlamış, 1918’de Bulgaristan’dan ayrılışına kadar sürmüştür.

1894 doğumlu, 1918’de Çar olan oğlu III. Boris’in 1943’te ölümüne kadar da şiddetlenerek devam ederken; 1911 doğumlu, 1956’da Bulgaristan HC’nde BKP  MK Partisi Birinci Sekreterliğini, daha sonra da Başbakanlığı ve Devlet Konseyi Başkanlığını ele geçiren nüfus kâğıdındaki adı Zanfir Yaşar olan Todor Jivkov’un 10 Kasım 1989’da tüm görevlerinden devrilmesine kadar aşama aşama şiddetlendirilerek devam etmiştir. Bir asırda Bulgaristan’dakji azınlıkların hepsinin adı, dini, kimliği, kültür ve medeniyeti kıyılmış ve gömülmüştür.

Bugün Bulgaristan’da Sofya “Kl. Ohridski Üniversitesi” Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Danilen Vılçev tarafından “soykırım denemesi” adıyla ifade edilen asimilasyon süreçlerini yok sayma gayretleri hızlanmış bulunuyor. Tüm medya bu ödevi üslenmiştir. 11 Temmuzda yapılacak erken seçimlerde Bulgar parti ve koalisyonlarından hiçbirinin hiçbir Türkü aday göstermemesi ve ötekileştirme sürecinin derinleşmesi pek çok şey ifade ediyor. Sözde isim değiştirme dönemi,  “kendiliğinden olmuş bir olay” gibi göstermeye çalışılırken, baskı, terör, devlet zulmü ve iç savaş şeklinde gerçekleşen şiddeti olmamış gibi gösteriliyor. Türkler kuyruklara dizilip “aman ne olur adımı değiştirin ve bana bir Bulgar adı verin demişlermiş” saçmalığı almış yürümüş gidiyor. “168 saat” gazetesinin 2021 yılı 22. sayısının 10-11 sayfalarında, Varna ili “Belogradçik” köyünde “Musa Hocanın gönüllü olarak nasıl Minço Hoca” yapıldığı ballandıra ballandıra anlatılıyor ve olaylar baştan aşağı ters yüz gösteriliyor.

Bu yeni propaganda dalgası içinde en fazla dikkatimi çeken gazeteci Bayan Hristina Kotlarska’nın “Bez Format” yani (formatsız) yayınında araştırmacı tarihçi İvan Tenev’in “10 Kasım 1989’da ne oldu?” başlıklı daha önce hiç bilmediklerimizi anlatan bildirimleri dikkatimi çekti ve direk olarak bizi ilgilendiren öze değindiğinden dolayı sizinle paylaşıyorum.

Todor Jivkov’un Çar Ferdınand’ın oğlu olduğunu biliyor muydunuz?

Tenev şunları anlatıyor:

Todor Jivkov hiç de öyle yol boyundan, tesadüf bir adam demişmiş. Hemen hemen ömür boyu dokunulmazlığı olan biriymiş. Kendi hayat hikâyesinin özünü tam olarak 1954’te İsviçre’ye çağrıldığında, oradaki görüşmelerinde ilk defa ayrıntılarıyla öğrenmiş. Bu gerçeğin belgeleri ise, Çar Ferdinand’ın yakın dostu olan, kendini gizli bilginin araştırılmasına adamış bulunan Petır Dınov’a ve 1908-1918 yılları arasında Bulgar Çarı iken özel şoförüne, 1918’den ömrünün sonuna kadar yaşadığı (1948) Almanya’nın Koburg şehrinden gönderdiği mektuplardan ortaya çıkmıştır. Tenef bu mektupları araştırmalarına esas kaynak almıştır.

1910 yılında Ferdınand Kuzey Bulgaristan’ın Orhaniye, bugünkü Botevgrad şehrine ava çıkıyormuş, bugünkü Pravets şehrinde (o zaman köy tabii) gönlünü bir bayana kaptırmış. Romanya’da bir Ulah ailede dünyaya gelen, Katolik dininden olan ve Osmanlı-Rusya imparatorluklar arası savaştan sonra ana babasıyla Bulgaristan’a göç eden ve adı 1882 nüfus sayımında Bulgar adıyla değiştirilen bir Roman’la (Çingene)  evlilik yapan bu Bayan Ferdınand’ın gönlünü dağlamış.

Sofya’da eski Osmanlı Beylerbeyi Konağında kalan Ferdinand, Ulah bayanı eşinden ayırıp ev-bahçe bakım işleri için mekânına almış ve kurulan gönül birliği 4 yıl sürerken, 7 Eylül 1911’de ilk kayıtta ismi ve soyadı Zanfir Yaşar olan ve sonra Zanfar Yaşarov olarak değiştirilen ve daha sonra da Todor Jivkov olan Bulgaristan vatandaşı dünyaya gelmiştir. Bu sav, 1907-1911 yılları arasında Saray işlerinden sorumlu idareci tarafından doğrulanmıştır. Kayıtlara göre, Ferdinand çocuğuna kendi ismini vermemiş olsa da, bu doğum Avrupa asilzadelerinin soy kütüklerine kaydedilmiştir. Böylece yıllar sonra bir katil olan T. Jivkov’un hangi  soy suyundan geldiği kendisine bildirilmeye başlamıştır.

1956’da Bulgaristan Komünist Partisi tarihsel Nisan Toplantısından önce Londra’ya davet edilen T. Jivkov’a  Çar Ferdinand’ın evlilik dışı oğlu olduğu resmen açıklanır ve kendisine Bulgaristan’ın yönetimini üslenme ödevi verilir.

İngilizler Bulgaristan ekonomisinin kalkınmasında ısrarlıdır ve 1956’dan sonra Bulgaristan tarımda kooperatifçilik ve altyapıda endüstrileşme, eğitim ve sağlık işlerinde de atılımlı dönem gerçekleşir. 1958’den sonra Türk okulları kapanmış olsa da, T.C. yöneticisi S. Demirel Bulgaristan’a geldiğinde fırından bedava ekmek verilen köylere gösterilir, 2700 okulun kapandığı böylece gizlenir.  1974’te B. Ecevit’in ziyareti esnasında da köy-kentler gösterilir, kültürü baltalanmış Türker’den söz edilmezken, ballı  demeçlerle göz boyanır.

O zamanlar 200 bin kişilik bir ordu, 3500 tank, top ve SS 23 gibi orta menzilli Rus füzeleriyle silahlanan Varşova paktı üyesi Bulgaristan, Türklerin ve diğer Müslümanların doğal ve sivil hakları konusunda burnundan kıl aldırmıyordu. Sanki Ferdinand, III. Boris ve T. Jivkov’a gizli ödevlerin ödevi olarak “azınlıkları Bulgarlaştırma” vazifesi verilmişti ve onlar da Türkiye yönetiminden bu gerçeği saklı tutuyordu.

Bulgaristan’da etnik ve milli azınlıklar arasında en büyü, dini, dili, kültürü ve medeniyeti olan dikey örgütlü Türklerin isimlerinin devlet baskısıyla değiştirilmesine 1984 Aralığında başlandı ve iç savaş şeklindeki yoğun saldırı Mart 1985’e kadar sürdü. Bulgaristan’da milli bunalım ve manevi çatlama derinleşti. Devlet raporlarına bu soykırım, “birleşme ve bütünleşme” şeklinde yansıdı.

Bu olayı İvan Tenev İngiliz arşivlerinde yaptığı araştırma neticelerine göre şöyle anlatıyor:

1985 yılında göreve gelen Mihail Gorbaçov, Rusya’da çözemediği iç sorunları ört bas etmek amacıyla Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan’ın bir kısmını ezip Ege denizine ve dolayısıyla Akdenız’e çıkmayı planlamıştır. Bulgaristan’da şiddetle gerçekleştirilen sözüm ona isim değiştirme baskıları neticesinde Bulgaristan’ı ezmeye ve egemenliğini tamamen silmeye uygun bir ortam yaratmıştır. Bir hamlede Karadeniz ve Ege Denizine çıkarak Balkanlara hakim olma ufku açılmıştır. Hedefinde olan, Bulgar ekonomisini tamamen ele geçirip ülkeyi sömürgeleştirmektir. O zaman Azerbaycan lideri Haydar Aliev’in ve diğer nüfuslu liderlerin Bulgaristan Türklerine baskıların son bulması için verdiği çabaların sonuçsuz kalması, Gorbaçov’un gizli planlarının çok farklı olmasından kaynaklanmıştır.

O zaman Bulgaristan şimdiki gibi değildi. Şimdi fabrikaları durmuş, polisleri ordusundan kalabalık ve daha iyi silahlı, mali olarak çökmüş, fakir bir ülkeyiz. O zaman zengindik.

İvan Tenev’e göre, 1986’da iç bunalım içine düşen Bulgaristan’ın Gorbaçov tarafından yutulacağı tehlikesini T. Jivkov sezmiş ve şöyle önlemler almıştır: 1986’da T. Jivkov en güvendiği 12 kişiyle bir gizli toplantı yapmıştır. Bu toplantıya devlet güvenlik birimlerinden, uzman iktisatçı, kültür adamı ve partili uzmanlar katılmıştır. Bu 12 kişiden birisi bugün de sağdır.

Şu karar alınmıştır: Birleşik Amerika’ya yabancı dil bilen, eğitimli, güvenilir bir entelektüel gönderilecek ve Bulgaristan’ın giderek “Varşova Antlaşması” ve Ekonomik İşbirliği Konseyi’nden (CİF) koparak Batıya yönelmesi ve NATO’ya ve Avrupa Ekonomik Topluluğuna (bugünkü Avrupa Birliği) katılması için adımlar atılmaya başlanacaktır. O yıllarda Metalürji Bakanı olan Georgi Pankov ABD’ne 7 dil bilen, bakanlık yapmış, BKP MK üyesi Andrey Lukanov’un gönderilmesini teklif etmiş ve hazır bulunanlar bu öneriyi kabul etmiştir. An. Lukanov, hem Washington hem de Brüksel yöneticileriyle görüşmelerde bulunmakla görevlendirilmiş ve hemen işe başlamıştır.

Önce,  Washington’a giden An. Lukanov, T. Jivkov’un planını değiştirmiş ve Bulgaristan parti, hükümet ve devlet yöneticisi kendisi olmak istemiştir. Bu amaçla önce Amerikan Merkezi Haber alma Teşkilatı (CİA) ajanı olmayı kabul etmiş ve “Motorlu Kayık” kod adıyla çalışmaya başlamıştır.

Beyaz Saray’da 4 gün kalmış ve Cumhuriyetçi Başkan Ronald Reygan ve ayrıca Bush (baba)  tarafından kabul edilmiştir. Bu görüşmeler esnasında Lukanov,  ABD yönetimini, Bulgaristan Merkez Bankasında (kara gün için) 4 milyar 560 milyon US Dolar olduğunu, ayrıca Bulgar ve Sovyet ortak şirketlerinin parası olan ama Bulgaristan’da bulunan 3 milyar 500 milyon US Doları olduğunu bildirmiş ve Bulgar devlet hazinesindeki rezervin de 17 milyar US Dolara eşit değerde altın olduğunu paylaşmıştır.

Amerikan tarafı bu paraların hepsinin Batı Bankalarına aktarılmasını istemiş ve Almaya, İsviçre ve Avusturya’da 3 banka gösterilmiştir. Bu operasyon için Batı Avrupa’da birçok Bulgar şirketi kurulmuş ve önce para transferi operasyonunun birinci aşaması 4.560 milyar US Doların bu 3 bankaya havale edilmesiyle gerçekleşmiştir.

1987 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatı Bulgaristan’da gizli 500 milyar US Dolar olduğunu ve Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında en büyük rezervi olan devletin Bulgaristan olduğunu rapor etmiştir.

Olay şöyle ki, bir yandan Egeye çıkmak isteyen Gorbaçov tarafından ezilip devlet olarak haritalardan ve tarihten silinmekten korunmak isteyen Bulgaristan, öte yandan memleket içinde adına “soya dönüş” dedikleri, isim değiştirmeye karşı Türk direnişleriyle mücadele etmekte ve rejimi her geçen gün katılaştırmaktadır. Sofya yönetiminin Batı’dan bir isteği de, Türk kıyımı,  insan haklarına saldırılar, tutuklamalar ve kanlı terörle ilgili sert kınamaları ve lanetlenmeye yol verilmemesidir. Kuşkusuz Batı da bu isteklere karşı Bulgaristan’ın bütün rezervini talep etmektedir.

Paraların Avrupa’daki ABD hesaplarına aktarılması için An. Lukanov ile ABD yönetimi arasında bir anlaşma da imzalanmıştır. Bu antlaşma ve olayla ilgili Bulgaristan’da korunan diğer 1980’li yılların sonuna ilişkin arşiv, 26 Ağustos 1990 gecesi Sofya’da BKP MK binası yangınında yok olmuştur. An. Lukanov ve T. Jivkov’a ihanet eden grubuna ilişkin tüm belgeler yanmıştır.

Bulgar-Sovyet şirketlerindeki dolarlar da ucuz fiyattan ABD hesaplarına akıtıldıktan sonra, An. Lukanov “işlerin yolunda gittiğine ilişkin T. Jivkov’a” rapor vermiş, ne ki Jivkov kısa bir süre sonra (1987’nin Ocak ayında) paraların kayıplara karıştığını anlamış, fakat artık geçtir. Jivkov ve çevresi Batı’nın da Bulgaristan’ın bir devlet olarak yok edilmesi planları hazırlandığını haber alır ve yeniden M. Gorbaçov’a “aman zaman” mektupları yazmaya başlar, ama olumlu yanıt alamaz. Bulgaristan derin mali bunalıma düşer. Sorunu geçici bir süre için çözmek amacıyla Jivkov, Bavyera Başkanı F.J. Straus’u Bulgaristan‘a davet eder ve Deliorman’ın “Voden” avcı konağında kendisinden 500 milyon Alman Markı (DM) borç ister. Ertesi gün (3 Ekim 1988) vefat eden Straus bu parayı veremez ve Türk direnişlerinin başladığı bir ortamda Jivkov mali olarak yere yaslanır.

Bu arada artık Bulgaristan komşuları, Türkiye, Türk, Arap ve İslam dünyasından dışlanmış, Türklerin insan haklarını çiğneyen ve uydurma bahanelerle terör uygulayan Bulgaristan’la hiç kimse iş yapmaz olmuştur. İşte böyle bir ortamda başlayan gizli ABD-SB görüşmelerinde Bulgaristan’ı “kurtarma” konusu masaya yatırılmıştır.

“Büyük Göç” başladığında Türklerin bankalardaki paralarını ödeyemeyen, sigortalarını, araba ve daire için yatırdıkları peşinatları iade edemeyen Bulgaristan, Moskova’daki, Bulgar darphanesinden acil olarak 1 milyar 250 milyon leva istemiştir.

İpleri elinde tutmaya çalışan An. Lukanov Avusturya’da bulunan eski ekonomi ve teknoloji bakanı Ognyan Doynov ve halen Londra’da yaşayan “GOLD” (altın) takma adıyla ünlü bir Bulgar’la birlik olarak, tutarı 17 milyar olan Merkez Bankasındaki altınları da Amerika’ya vermek ve iktidarı ele geçirmek için çalışır. Jivkov’un Gorbaçov’la görüşme istekleri cevapsız kalır.

Sorunların diyalogla çözülmesi için ABD Sofya’ya Polanski’yi, Moskova da Şarapov’u Büyükelçi gönderir. Anlaşmaya varılır ve Bulgar Merkez Bankasından son kuruş da Batı Bankalarına çıkarılır ve taraflar arasında paylaşılır.

İşte bu çalışmalardan sonra etsiz buutsuz kalan Bulgaristan’ın kaderi 2-3 Aralık 1989 tarihinde Akdeniz’de Malta Adası yakınlarında Rus gemisi “Maksim Gorki” güvertesinde ABD Başkanı Bush (baba) ile Sovyetler Birliği lideri M. Gorbaçov arasında masaya yatırılan konulardan biri olur. Anlaşmada Bulgaristan topraklarının % 25’i Rusya’ya, % 75’i de ABD’ye kalır, Bulgar bankalarındaki paraların hepsi Batıya akacak ve ABD hiçbir kuruş ödemeden Bulgaristan’a üslenecek ve tamamen soyulan ve sefil duruma getirilen Bulgaristan NATO ve AB’ye üye alınacak ve köle gibi kullanılacaktır. Bu kararın artık 32 yıllık ömrü var. Önemle belirtiyorum. Bulgaristan’da bir Türk Partisi kurulması kararı da aynı gece
Maksim Gorki” gemisinin güvertesinde ay ışığında alınmıştır. Bu partinin görevi “Bulgaristan’da etnik sorunun çözülmesine engel olmak, gerginlik yaratmak ve durumu sürekli kızıştırmaktır. Partinin iplerini çekme hakkı eşit ölçüde ABD ve Moskova’ya vermiştir. Taraflar Bulgaristan Türklerinin her hangi bir sorununu çözme angajmanı üslenmemiştir.”

Etnik düşmanlığı “garanti altına alan” HÖH-DPS partisi olmayacak bir işe dua ederek “Bulgaristan Müslümanlarını Bulgar halkından bir parça ilan ederek” Bulgaristan’da etnik sorunların çözümünü dipsiz kuyuya atmış ve kör sokağa sıkıştırmıştır. Bu vazifeyi yönetmek ve kontrol etmek ise, gizli polise bağlı bir Bulgar (Türk)  siyasi polisine devredilmiş ve kadro yedeği sağlamak için ise, Sofya’da “Kütüphaneciler Yüksek Okulu” kurulmuştur.

Jivkov, Moskova ile işler karışınca NATO üyeliğine ve Batıya yönelime gitgide ayak atmayı, ABD ve NATO’ya bedava üs vermeden, Batıya köle olmadan (Türkiye ve Fransa örneğinde olduğu gibi) gerçekleştirmeyi düşünmüştür.

Bu arada ABD ile bu görüşmeleri yürüten ve yorganı hep kendi üstüne çeken An. Lukanov, 1991’de 2 defa Başbakan olmuş, işleri yürütememiş ve 1994’te tek kurşunla hayatına kıyılmıştır. Bulgaristan’ın tam iflası 1986’da yalanmış, 1997’de ise 15 banka birde paralarını Batıya kaçırarak, ülkeyi tamamen soyup soğana çevirme işleri sürdürmüştür.

2009’dan beri ülkeyi idare eden Boyko Borisov hükümetinin de ipleri pazara çıkmış, çevirdiği dolaplara son verilmesi kararları yine aynı merkezlerde alınmıştır.

Şimdi yeni “lideri” ve yeni soygun, aldatma, uyutma ve soyma formüllerini beklerken, bazı olasılıklar içindeki gerçekleri görüp açıklamaya çalışıyoruz. Her yalan ve her gerçeğin ömrü olması, bize yardım ediyor.

Tüm bunları TV ekranında anlatan araştırmacı tarihçi Tenev Bulgaristan’ın bugünkü “çilelerine” de değinirken şunları söyledi:

10 Ocak 1989 tarihinde, T. Jivkov’un yakın çevresinden bir grup kanlı diktatörün nasıl devrileceğini görüşmek üzere Sofya’daki ABD Büyükelçiliğine gitmiştir. Amerikalı diplomatlar son paraların da Bulgaristan’dan çıkarılmasında ısrar etmişler, Bulgar bankaları “Türklere zulümden ötürü havale yapamadığından dolayı” paralar kendilerine güvenilir 25 şoför tarafından değişik yollardan Sırbistan’a çıkarılmış ve Belgrat bankalarından Batıya havale edilmiştir. Bu operasyonu gerçekleştiren şoför sürüsü bugün Bulgaristan merdiven altı endüstrisi ile askeri ve ilaç sanayi üretimleri kontrol eden kişilerdir.

Bulgaristan’ın parçalanmasının ve Cumhurbaşkanı Radev’in “bataklık” dediği bağdaşmaz çelişkiler ülkesi durumuna gelmesinin temel nedenleri bunlardır. Bulgaristan vatandaşları kendi ülkelerinde misafirdir. Ferdinand, III. Boris ve T. Jivkov yönetiminde resmen parçalanmayan Bulgaristan, günümüzde iktidar kuramayan, atayacak bakan bulamayan, ülkeyi idare edemeyen duruma gelmiştir.

Tenev’in belirttiğine göre, Bulgaristan’ın etnik parçalanması ve bir Konfederasyon şeklinde yönetime devredilmesi stratejisi üzerinde çalışılıyor. Bulgarlar azınlık durumuna düşüyor. Nüfus 4.5 milyon kalmış, nüfus sayımı yapmaya insan bulunamıyor. En büyük sorun Bulgar ulusunun korunması problemidir. 

Son
Reklamlar