Şakir ARSLANTAŞ
Bazen hayatta en önemli olan, bir insanın başkalarının gözünde nasıl biri olduğudur.
Büyük Alman yazar Goethe bir şiirinde şöyle der:
“Şairi anlayabilmeniz için,
Yaşadığı ülkeyi görmeniz gerekir.”
Söylenmek istenen olayı her yönlüce görebilmektir.
Bulgaristan’da dosyası olan bir kişiyi, dört yanlıca görüp değerlendirebilmemiz için, onun hakkında başkalarının yazıp anlattıklarını, diğer kanallardan toplanan bilgileri de okuyup öğrenmemiz gerekir. Bu süreç içinde, ilk yapılacak olan şey, arşive gidip, filanın dosyasını isteyip, etraflıca okuyup bilgi almamız, dosya sayfalarına yazılmış olan bilgilerin ne maksatla toplanmış, kasıtlı mı, tesadüfen mi vs. öğreneceğimiz şarttır. Bir kişi hakkında bilgilerin ne amaçla toplandığını bilmeden sonuç çıkarmamız, hepimizi yanıltabilir.
Bu konuya eğilmezsek, teniste tıkladıkça sıçrayan top izler gibi sağ sola bakarken hayatımız gelip geçer.
Örneğin, Ahmet Doğan hakkında birçok gazeteci, araştırmacı yazar, arşivci yazar bir şeyler yazdı, kitaplar bastı. Bu eserlerle, 25 yıldan beri “lider” konumunda tutulan, Ulusal Güvenlik örgütü tarafından ağır silahlarla korunan, yalnız zırhlı araçla gezdirilen, yani Papa’dan fazla üzerinde titrenen bir tip yaratıldı. Milletvekili ve heykeltıraş Vejdi Raşidov da aynı dosyayı 23 gün okuduktan sonra, kimsenin bilmediği hiçbir şey söyleyemedi. Dosyalılara iş verilmezken, neden Ahmet’in Saray’da yaşatıldığını anlayıp açıklayabilen de yok. Dosyası olan bir kişiye neden devlet kulislerinde önemli vazifeler verilsin! Bunu öğrenebilmemiz de imkansızdır. Bulgaristan tarihinde ne Prens Batenberg, ne Çar Ferdinand, ne oğlu Çar III. Boris, ne Georgi Dimitrov ne de Todor Jivkov böyle korunmamıştı. Bu işin içinde daha derin, daha büyük bir iş olmalı! “Dağları bekleyen korku” Bulgaristan’da yaşayan ve en barışçı insanlar olarak bilinen bir Türk’ten ve Müslümanlardan kaynaklanan bir korku değildir. A. Doğan milletvekili olsa da özel koruması olsa, anlarız, ama seçilmedi. Bu endişe verici durumda, her şeyin bir sır düğümü olarak korunması herkesin dikkatini çekmeye başladı.
Hayatı bir gizem, işleri devlet sırrı, temsil ettiği hiçbir kimse ve güç olmayan bir kişinin devlet tarafından korunması demokrasi ilkeleri aykırı olduğu gibi adalet ve hukuk düzenine de aykırıdır. Demokrasi Amerikan Başkanından hesap sorulabilen bir düzendir.
Açılan dosyalardan hiçbir şey anlaşılamadığına göre, bunların anlamı “kullanıldıktan sonra çöpe atılan selpak” değil de nedir. Muhbirin ya da ajanın toplayıp bildirdiği bilgilerin en ufak anlamı ve değeri olsa, kimseye gösterilmezdi. Bu bilgilerle “kaç kişinin canı yakılmış” o da anlaşılmıyor. Dosyası olan kişiye karşı muhbirlik eden hakkında hiçbir bilginin olmaması da tamamen şaşırtıcıdır. Eğer bir insan günlük tutan biri değilse, ona karşı çalışan hafiyelerin kim olduğunu asla anlayamaz. Bu bakıma dosyalar bir muammadır.
Durum böyle olduğuna göre ve bir de kimin kaç kişiyle, neden, nasıl ve ne zamana kadar korunacağını özel bir Bulgar devlet komisyonu her defasında yeniden toplanıp belirlediğine göre, bu durumdan bir tek sonuç çıkarılabilir. Bu da şudur. Her gün değişik yerlerden, çok farklı yol ve araçlarla, birçok devletten ve çok sayıda anonimden Ahmet Doğan’a “seni öldüreceğiz” tehdidi geliyor ki, devlet bu tedbirleri alıyor ve bu masrafa katlanıyor. Bu ne zamana kadar devam eder ve ardında ne vardır? HÖH partisi A. Doğansız idare edilemez mi? Yoksa Ahmet başka dalavere peşinde ve diğer kodamanların da bu kazanda kaynayan keşkeği mi var? Bu soruları şöyle de sorabiliriz:
Soru 1). Ahmet Doğan’ın bugünkü çok masraflı özel durumundan çıkarak, Bulgaristan Türkleri ile ilgili gerçekleştirilmeye hazırlanan yeni bir plan mı var?
Soru 2) Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının erk yamağı olmasında A. Doğan özel bir ödev mi yerine getiriyor?
Soru 3) A. Doğan olmasa Rusya’nın Bulgaristan’daki çıkarları zarar görebilir mi?
Soru 4) HÖH partisi Bulgaristan içinde ve AB ile Rusya’nınb Bulgaristan çıkarları dengesinde bu kadar önemli bir konumdaysa, bu işten Bulgaristan Türk ve Müslümanları için bazı özel haklar elde etmeye neden çalışmıyor?
Anlaşıldığı üzere, milliyetçi çizgide sağa çok kayan Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” partisi HÖH / DPS partisiyle hükümet ortaklığına girmeyeceğini her fırsatta tekrar ediyor. Bu parti önümüzdeki hafta parlamentoya “TEMİZ ELLER” YASA TASARISINI SUNUYPR. Hedefi ülkeyi “mafyacılar” ve “ezilen halk” olarak ikiye ayırıyor. Bu yasayla birlikte Baş Savcılığa içinde HÖH –DPS evrakları da olan, BSP ve GERB partilerine karşı birçok dava kanıtı sunulacak. Bu parti, 25 Mayıs 2014’te yapılacak AB parlamento seçimlerinde birkaç sandalye kazanırsa. Ekim 2014’te genel seçim isteyeceğini ilan etti. Bu durumda, izlemeye hazırlandığı, AB – yanlısı politikayla HÖH-DPS partisini başsız bıraka bilir mi?
Bu dünyada tek taraflı olan hiçbir şey yoktur. “Eden kendine eder” atasözünün özünde olan tahrik edenin tepkiye hedef olacağına bir işarettir. Soru: “Sansürsüz Bulgaristan” halen hız toplayan Türk ve Müslüman düşmanı eylemlerde yer alır mı! Bu partideki bazı güçlerle bizim tarihsel zıtlaşmamız vardır. Bunlar ortak hareket ettiklerine göre, bir Bulgar atasözü olan “ortak işi köpekler bile yemez”, onlar için geçerli olacak mı? Yakında dağılırlar mı?
Yine bu cümleden olmak üzere, hafta sonunda Sofya’da yapılan REFORMCU BLOK” toplantısına HÖH-DPS ve “Sansürsüz Bulgaristan” partisinden temsilcilerin katıldığını gören, eski başbakan ve Demokratik Güçler Birliği Başkanı İvan Kostov salonu terk etti.
Politik analizcilerin ve gözlemcilerin ortak tespitine göre, Bulgar parti liderleri kendi aralarında iletişimi kesilmiş olup seçim kampanyası başlarken gerginlik tırmanışa geçmiştir.
Çok önemli bir gerçeği değiştirebilmenin temelinde, değiştirilecek olanla ilgili geçmişin, insan belleğinden silinmesi gereği bulunur. Bu nasıl yapılır. Bir defa, “fidan eğrilir, yaşlı ağaç kesilir” atasözü doğrudur. Çocukluk yaşında olanın dünyaya bakış açısı etkilenebilir. Yaşlılarınsa dünya görüşünde ancak yeni bir ayar yapmak olasıdır, bütünsel değişiklik beklemek yanılgı olur. Bulgaristan’da nüfus yaşlı olduğu için ikinci yol deneniyor. İktidar seçim öncesi üç beş üç beş emeklileri kolluyor. Sandığa davet ediyor.
Bir de şu dosyalarda, dosyası olan bir kişinin (hafiyelik yapanın) başkaları hakkında yazıp çizdiği dışında, bir de hafiye olduğu bilinmeyen ama gizli gizli yazanların yazıp çizdikleri var.
Şunu demek istiyorum. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde gizli servis “Ştazi” nin 170 000 tayinli olmayan ajanı olduğu açıklanırken bir de 18’ini doldurmuş olan her 50 kişiden birinin “Ştazi” için çalıştığı açıklandı. Ajan ordusu dışında görev alan bu milyonluk kalabalık, kime karşı çalıştı? Ajanlar birbirini mi yedi?
Büyük Rus yazarı İlya Erenburg’un “Fırtına” eserinde, beş kişilik bir grup içinde önder (yönetici) seçerken önce bu beş kişinin arasından işi bilmeyen, yeteneksiz olan, sevilmeyen, takdir edilmeyen seçilir ve diğer dört kişiden onun hakkında bilgi alınırken, onu “şu işe” atasak nasıl olur dendiğinde, herkes ondan kurtulmak istediğinden “olumlu” yanıt gelir, diye yazar. Görüldüğü üzere “karşı olmak” devletin istediği politikayı desteklemiyorum, anlamına gelmiyordu. Böylece beceriksiz olan kişi herkesin razılıyla “şef” konumuna getirilirdi.
Bizim haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna yürütülen mücadelede de öyle oldu. Önce adına temel istemlere uygundur gerekçelendirmesi oluşturmak için Ahmet Doğan sudan sebeplerle, hatta mahkeme kararı olmadan “hapse atılmıştı.” Hapisten önce olduğu gibi, hapislik yıllarında da, gerek hapishane personelinden, gerek içerdeki arkadaşlarından ve mahpusçulardan onun hakkında daha sonraki kariyerine basamak olacak “bilgiler,” “gözlemler,” “kanıtlar” ve intibalar” toplanmıştı. Ne yazık ki, bizim insanımızda çok farklı bir özellik var: “Herkes geçmişi konuşurken. Biz susuyoruz!” “Belene” konusu açılsa, kahvede adam kalmaz!
Bir kişinin görevinde yükselebilmesi için kendisinin yaptığı muhbirlik kadar, onun hakkında toplanan bilgiler de önemlidir. Kişisel aktiflikle yol alınmaz. Şu da var, onu bunu gammazlamak insanımızın karakter çizgili olmadığından, Bulgar polisi Ahmet Doğan gibi bir tip hakkında olumlu ya da olumsuz bilgi toplamada zorluk çekmiştir. İnsanımızın özündeki hoşgörülü bakış açısı, zavallıya merhamet duygusu, özünde olumsuz (negatif” bir tip olan A. Doğan’dan olumlu “pozitif” tip yaratılmasında basamak olmuştur. Bunu kimse bilinçli olarak yapmamıştır. Bu işte sosyo-politik ve tarihsel ortamın rolü de büyüktür. A. Doğan’ın yetiştiği ve eğitildiği dönem, Bulgaristan Türklerine karşı büyük saldırının alabildiğine şiddetlendiği yıllardı ki, o soy özünde Türk olmadığından bu şiddeti ezilmeden, acısız yaşamış ve hatta serem cemsiz atlatabildi diyebiliriz. Hakkındaki bilgiler, olabilir ya, “danışlı dövüş” ortamında toplanmış olsa da, “çekenlerle birlikte içerde ‘çekiyor’ olması” olumsuzdan olumlu yaratma işinde kullanılmıştır. Bu emsal, özünü ihanet belirleyen bir tipten, olumlu bir sima yaratılmasına parlak örnekler arasında yer alır. Bütün bu uygulamayı Bulgar polisinin profesyonel başarısı olarak tanımak zorundayız. Örnek canlıdır ve gizli faaliyet halindedir.
Tarihsel açıdan bakıldığında bu yöntem en “başarılı” bir şekilde cihan İmparatoru Timurleng tarafından başka bir usulle uygulanmıştır. O, ele geçirdiği genç savaş esirlerinin kafalarını sinekkaydı kazıttıktan sonra başlarına taze yüzülmüş oğlak derisi, deve boynu derisi geçirir ve iki hafta böyle kalmalarını buyururmuş. Bu iki hafta içinde Orta Asya steplerinde sıcaktan kurudukça büzülen deri kafayı sıkar ve büyümeye çalışan saçları geri çevirip başa batırdığında, yaşanan dayanılmaz acılar esirin anasını, babasını, kardeşlerini, soyunu, vatanını ve dilini bile unutmasına neden olurken, çok sağdık ve geçmişini öğrenmeyi asla istemeyen erler eğitilirmiş. Ahmet’i ise Türklerle Müslümanlara düşman kılmıştır.
Bulgaristan’da da insanları geçmişleriyle ilgili hafızasızlaştırma politikası yüz yıldan daha uzun bir zaman uygulanırken, “soya dönüş” ve “Bulgarlaştırma” aşamasında feci olaylar yaşandı. Hedef tarih ve kimliğimizin hafızamızdan silinmesiydi. Öyle ama insan belleği bir havuz değil ki, içindeki suyu çekip yerine ayran doldurasın. Dil olmasa bellek olur mu konusu tartışıladursun, biz gördüğümüz, işittiğimiz ve duyulmadığımız her şeyin belleğimizde kaydedildiğine ve bilinç ve irade oluşturduğuna inanıyoruz. Hepimiz için gergin geçen bu uzun süren baskılı dönemde, pek çok şeyler kaybettiğimizi kabul ediyorum. XV. Yüzyıldan beri Rumeli’de yaratılan bir sanat kültürü, bir edebiyat, bir folklor zenginliği olmalıydı, ama bu son derece büyük bir zenginlikten, 3 – 5 parça değerli eser kalmıştır. Bugünkü hayatımız hafızamızdaki geçmişin demir zonklayışını her an hissederken eziliyor.
Örneğin Bulgarlar “Türk” deyince olumsuz (negatif) enerjiyle şarj oluyor ve kendi değimleriyle “500 yıllık Osmanlı döneminin geri dönmesinden” korkuyor. Aslında bugün bunu “Yeni Osmanlı” adıyla düşünenlerin hiç biri Osmanlı’da yaşamamıştır. Fakat “Osmanlı dönemi” onlarda önü alınmaz bir korku ve dehşet duygusu yaşamalarına engel olamıyor. “Muhteşem Yüzyıl” gibi filmler korkuyu gerçeklikle etkilemeye çalışsa da yol çok uzundur. Zaman iöçinde unutmanın engellenmesinin olanaklar dahilinde olmadığına bir şiirinde değinen Alman yazar, anti-faşist Bertrolt Brecht şöyle demiştir:
Zamanı durdurmak elde değildir.
Hükmetmeyi ele geçirenler çok isteseler de,
Mümkün olmayanı yapmak, bir heves olarak kursaklarında kalacak.
Ben olayım diye,
Dövüşseler de kan ter içinde horozlar gibi,
Güçle gemlemeye çalışsalar bile,
Zamanı durdurmak asla ellerinde olmayacak.
Zaman durmadıkça, geçmişin hatıralardan silinmesi süreci de devam edecektir.
Sorun şudur: Öyleyse geçmişin vahşetini cezalandırmanın anlamı yalnız ibret dersi almak mıdır, yoksa başka anlamı da var mı?
Ahmet Doğan’ın son 25 yılda çevirdiği oyunlar, halkımız üzerinde uygulanan sinsi baskılar ne olacak? Cezasız mı kalacak! 250 yıl geçsin ve hafızamızdan silkinsin diye bekleyecek miyiz?
Her neslin kendi ödevi vardır. Biz temel ödevlerimizin bilincine bir gün önce varmalıyız.
Bunu yapamazsak, tenis tahtası üzerinde sıçrayan top gibi, bir orada bir burada tıklamaya devam ederiz.