BG-SAM
Havada yağmur, kar kokusu var. Bu yıl, kış ortasında bahar yaşarken, hava birden bozar mı dersiniz. Bulgar’da politika yine buzlandı, kayganlaştı.
600 yıldan beri Rumeli’de yaşan Bulgaristan Türkleri’ne Avrupa Birliği seçim propagandası Bulgar dilinde yapılacak ve ana dilleri Türkçeye tercüme dilecek. Tercümanlara iş çıktı.
İyilikten anlamayan bir millete iyilik yapmaktan zor bir şey yoktur, sözlerine hak vermemek olanaksız oldu.
Politikada hava durumunda olduğu gibi ani değişimler izliyoruz.
Devlet çökmüş, AB’de en fakir halk olduk, 2.5 milyon insanımız ülkeyi terk etmiş ve başka ülkelerde iş ararken, 500 000 yeni gurbetçi de ilkyazı beklemeden köylerini, kasabalarını terk etmeye hazırlanırken, bütün işimizi gücümüzü bıraktık, Türklerin ana diliyle uğraşıyoruz, ana dilde konuşmayı nasıl yasaklayalım diye, günlerce genel kurul toplantıları yapılıyor.
Türk bağımsız milletvekili Vejdi Raşıdov’un dediği gibi, parlamento tükenmiş, kısırlaşmış ve halktan uzaklaşmıştır, izlenen politika toslamıştır. Meclis hemen kendini dağıtmalı ve yeni genel seçime gidilmelidir. Bulgar kamuoyunu asılsız ve boş işlerle meşgul etmeye son verilmelidir. Bu ülkede herkes hayal kırıklığına uğramıştır.
Eski Bakan Raşidov, oğlunun iki kızı ve eşiyle birlikte ülkeyi terk ettiğini acıyla paylaşırken, oğlum kızlarını bu kadar kara renkli, korku ve dehşet dolu bir ülkede eğitip yetiştirmek istemiyor, dedi. Türk düşmanlığı eski bakanın ailesi de bu arada bütün ailelerimizi etkiliyor. Bulgaristan’da anti-Türk, anti-İslam kinli faşizm dal budak salıyor.
Bulgar parlamentosunda Hak ve Özgürlükler Milletvekili Hüseyin Hafızov’un 14 Şubatta yaptığı ateşli konuşma, samanım kuru keyfi yaşayanların rahatını bozdu. Türklerin ana dil özgürlüğü hakkını YENİ SEÇİM YASASINA da işleyerek ebediyen ve yasalarla yok etmek isteyenler bu defa tepki gördü.
Hafızov, “demokratik haklarımız uğruna haklı davamıza her şeyi göze alarak devam edeceğim!” dedi. Bulgar meclisinde son 24 yılda bir Türk hatip Türklerin ana dil hakkı üstüne bu kadar kesin, net, ateşli ve kararlı bir konuşma yapılmamıştı. 6 cümleden ibaret olan bu kürsü söylevi, hem Boyko Borisov’u ve partisi GERB milletvekillerini, hem de Volen Siderov ve “ATAKA” meclis grubunu genel kurul salonundan çıkardı. Sosyalist Parti içinden çatırtı geldi. Ahmet Doğancı HÖH milletvekilleri sustu ve kabuklarına büzüldü.
Şimdi Bulgar Meclisinde 3 bildiri görüşülüyor. Meclis kürsüsünden hiddetli konuşmaların yarattığı gerginliği dağıtma yolları aranıyor.
H. Hafızov’un sözde “Bulgarlara ve devlete karşı “ konuşmasının kınanması isteniyor, Baş Savcı göreve çağrılıyor. Seçim propagandamızı ana dilimizde yapmamız en doğal hakkımızdır. Kendi toplantı ve mitinglerimizde tercümeli konuşmayı asla kabul edemeyiz. Olaya Avrupa Birliği Parlamento Başkanlığının müdahale etmesi gereklidir. Bulgaristan Türklerinin ana dil hakkı kutsaldır.
Türkçe konuşmamız, politikaları, dalavereleri, rüşvet olaylarını, hırsızlıkları ana dilimizde yorumlamamız Bulgarlara ve Bulgar devletine karşı söylev olarak mütalaa ediliyor. Olacak iş değil! Avrupa Birliği üyesiyiz. Avrupa halklarını bu topluluğunda resmi 28 dilde konuşuluyor. AB dil ayrımı olmayan bir topluluktur. Bulgaristan dışında hiçbir AB ülkesinde dil yasağı yoktur.
Ana dilimize karşı çıkanlar Bulgar devletinin tek uluslu bir devlet olduğunu öne sürerken, Tek Uluslu Bulgar devletinin ana dilleri farklı olan etniklerden oluştuğunu kabul etmek istemiyorlar. Türklerin ve diğer etniklerin ana dillerini yasaklayanlar, insanların en kutsal hakkı olan ana dilinde konuşmayı yasal bir uygulama, Bulgar “toleransı” şeklinde yorumluyorlar. Çarlık döneminde başlayan, totalitarizm yıllarında çok şiddetlenen ve büyük sayıda kurban alan “eriterek Bulgarlaştırma” politikası bin bir yeni icatla, değişik şekillere bürünerek en feci bir biçimde tırmandırılmaya devam ediyor. Bu işe Meclis dışında eski düzenin en gizli ajanları uyandırılarak devam ediliyor. Bir yandan Vasil Levski’yi ele verenler lanetlenirken, öte yandan Türk halkının en gözde evlatlarını ihbar eden ve onları canlarından eden hainler Saraylarda yaşatılıyor, polis taburlarıyla korunuyor, kendilerine zırhlı araçlar tesis ediliyor. Bulgar toplumunun demokrasi kurabilmesi için “korumalı hainlerden” tamamen kurtulması en acil ve en can alıcı sorun olmuştur. A. Doğan Bulgaristan Türk ve Müslümanları için bir haindir ve Bulgar politik erki bunu kabul etmek zorundadır. Bulgar toplumunun en onurlu, en çalışkan ve en iyi niyetli kesimi bir hain ve ihbarcı tarafından bundan böyle bir gün bile temsil edilmemelidir. Bu işler yalan dolanla, haini kahraman göstermekle yürümez, bunu her gün görüyoruz.
Yıllardır AB’ye girmek isteyen ve görüşmeleri son aşamada olan en büyük devletlerden biri Türkiye Cumhuriyetidir. Yarın öbür gün T.C. AB üyesi olunca Türk dili AB içindeki resmi dillerden bir olacaktır. Sorun gündemdeyken Bulgar parlamentosunda kopan fırtınaya, Bulgar milliyetçiliğinin şişedeki cin olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Türk dili, Türklük ve İslam korkusu Bulgar toplumunu öyle bir sarmış ki, hepsi bir pire için yorganı yakmaya hazır.
Öte yandan, daha ilk seçime karılmadan, kendi kendine gelin güveyi olan ve kendini Bulgar Başbakanı koltuğunda gören, “Sansürsüz Bulgaristan” Başkanı Nikolay Barekov, ortada ne hol ne yumurta varken, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine üye alınmasına karşı imza topluyor, bu konuda halk oylaması yapılmasını istiyor. Bulgar politikasına yeni giren genç kuşağın da “atalarından” pek farkı yok. Bunlar Makedon komitacıların torunları. Yüzyıl geçti bir gram değişmemişler. Bulgar politikasına girme şartları netleşti: İlk önce “Ermeni Soykırımı” bildirisini imzalıyorlar. İkinci olarak, 24 ayar Bulgar olduklarını kanıtlamak için “Türkleri ve Pomakları Çingenelerle birlikte hepimizi Bulgarlaştırma” (soya dönme saçmalığı) politikasının isabetli, hakça, doğru olduğu konusunda görüş açıklamak, konum beyan etmek zorunluluğu aktüel oldu. Bu, halkla görüşmelerde, miting, toplantı ve basında yapılıyor. Üç olarak, Bulgaristan’daki Müslüman vakıf mallarının Bulgar devletinin, kurumlarının, beledilelerin malı olduğunu ve mahkeme kararıyla da olsa Baş Müftülüğe ve Müftülüklere geri verilmesine karşı çıkıp, bu amaçla çağrılar protesto gösteri, miting ve öteki eylemlerde polis kafanı da kırsa direneceksin. “Türklerin Bulgaristan’da malı mülkü olamaz! diye tempo tutacaksın. Politikacı sınavını verebilmen için bu koşullara uyacaksın.
Şu üçüncü koşulla ilgili şunlar iyi bilinmelidir. Bulgaristan topraklarında bulunan Osmanlı taşınmazları, vakıf mal ve mülkünün Bulgaristan’da yaşayan Müslüman nüfusun, İslam müesseslerinin malı mülkü olduğuna dair, 1909 yılında Bulgar Çarlığı ile Osmanlı Devleti arasında bir sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşme bugün de geçerlidir.
Bununla birlikte Bulgar Topraklarında bulunan Müslüman taşınmazları ve tüm mal ve mülklerle ilgili 1990’da Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile Bulgar hükümeti arasında 2 iki sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşmelere göre, Bulgaristan’ın T.C.’ndeki taşınmazlarının bakım ve onarımızı, iade edilmemiş olanların yasal iadesini T.C. hükümeti üslenirken, Bulgar hükümeti de yasal yollardan olmak üzere Baş Müftülük, müftülükler ve vakıfların tüm taşınmazlarının yasal yollardan iade edilmesinin sağlanmasını, bakımına, onarımına ve kullanımına engel olmamayı üslenmiştir.
Şimdi bu konuda çıkan mahkeme kararları gürültüye getirilip uygulanmalarının ertelenmesi veya askıya alınmasına çalışılıyor. Bu gelişmeler bir AB üyesi olan Bulgar toplumunun ”olgunlaşmamış” olduğuna kesin kanıttır.
Bu konuda, Mecliste patlak veren gerginliği yatıştırmak amacıyla Halk Meclisi Başkanı Mihov bir bildiri yayınlayarak “tarih içinde faşist ideolojiye bağlı olan kişilerin kamuoyunda aklanmasına” izin verilmemesinde, “ibadethanelere saldırıda bulunulması” yollarının kesinde ısrar ederken, “parlamentoda temsilcisi olan politik partilerden gerginlik ve öfke yaratan, kabul edilmesi olanaksız ve kışkırtıcı konuşmalar yapılmasına” son vermelerini istedi.
GERP partisi meclis grubu ise “etnikler rası barışın politikaya alet edilmemesinde” ısrar ettiklerini açıkladılar.
Aynı zamanda, HÖH Genel Başkanı L. Mestan ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev arasında
”Plovdiv “Cuma Cami”ne yapılan saldırı ve ana dilde seçim propagandası yapmayı yasaklayan yasa önerisinin “ müzakere edildiği görüşmeden sonra verdiği demeçte, dinsel ve etnik gerginliğin tırmanmasıyla politik gerginliğin de yeni boyutlar aldığına işaret etti.
24 yıl yerinde sayan HÖH partisinin haklarımızı ve özgürlüklerimizi “savunma” politikasının “toprağa gömülen çürümüş tohum olduğu” artık gün ışığına çıktı. Bu tohum asla çıkmayacağına, asla yeşermeyeceğine, asla sarıp meyve vermeyeceğine göre, gündem dışı alınmalı, tarla yeniden sürülerek doğal ve yasal haklarımızın en geniş kapsamlı elde edilmesi Avrupa Birliği istemlerine uygun bir şekilde köklü ve kesin çözüm bulmalıdır.
Biz tercümeli seçim mitinglerine gitmeyeceğiz.
Biz Delyan Peevski gibi mafya paşalarını partimizden milletvekili seçmek istemiyoruz.
Biz Ahmet Doğan’ın politikadan ihraç edildiğine dair HÖH Genel Merkezinden ve parlamento grubundan açıklama bekliyoruz.
Yepyeni bir politika, yepyeni bir demokrasi, yepyeni bir Vatan savaşında omuz omuzdayız!