Tarih: 20 Ocak 2018

           Yazan: Rafet Ulutürk

           Konu:  Sofya çarşısına uymayan hesaplar.

           Toplumda ihtiyaç olsa da, herkes yol gösteremez.

           Son yıllarda kimin iyiliğimiz için çalıştığını, kimin ise bazı hesaplar peşinde olduğunu anlayıp değerlendirip seçim yapmakta güçlük çektiğimizi itiraf ediyorum. Bizden biri olan, hemşerimizdir deyip elini öptüğümüz, saygımızı eksik etmediğimiz bazı ağabeylerimizin son dönem çıkışlarına da anlam vermekte zorlandık, desem yalan olmaz.

           Bir hafta önce Sayın Turhan Gençoğulu Sofya’ya gidip geldi.

           Ondan önce 2 defa art arda olmak üzere Trabzonlu Aziz Babuççu da Sofya’daydı.

           İkisinin ziyaret amaçları bu defa çakıştı.

           Oradaki Türkleri birleştirmek gibi önemli bir misyona giderken 20 – 30 kişilik bir “Belene” mağdurları grubunu da beraberlerine almaları iyi olurdu. Çünkü gün ışığında olduğu üzere, sayıları büyük olan ve hala “biz olmasaydık, hiçbir şey olmayacaktı” havasını soluyan bastonlu ağabeylerimizden bazıları belki HÖH “fahri” Başkanı Ahmet Doğan’a “a be gülüm, biz hala ayakta dururken, sen bizim davamızı canlı mezara gömdün, neden böyle yaptın!” sorusunu yöneltebilirlerdi.

           Çok üzücü olduğu kadar, bu bir de acı bir gerçektir bu. Öz davamızın aziz ve canlı abideleri olan bu kardeşlerimizi yürüdükleri dikenli yolların boyunda uyanış, diriliş ve direniş yaşandı. Tarih yazıldı. Şehitlerimiz düştü. Anıları canlıdır.

           Lütfi Mestan ile Mustafa Karadayı “bizim hak ve özgürlük davamızın köklerinde” yoktu. Kasım Dal gençliğinin en güzel yıllarını Sofya hapishanesinde geçirdi. Kuşaklaşıp dertleşmeleri iyi olurdu. 1989’da bu “Belene” mağduru kardeşlerimizin hepsi savaş alanında, aynı ruhta, ortak eylemde ve hedefte birleşmiştik.  Mücadele eden bir halkın en büyük erdemi ruhsal birlikte buluşmaktır. Bu olmuştu.

           Şunu özellikle bilmenizi isterim. Bizim davamızın köklerinde, toprağımızın mayasında Türk-Müslüman kimliğinin mücadelesi suyu vardır. 1990’ın 04 Ocak gününde, HÖH partisinin kurulmasıyla bizim olan direniş ağacımızın dalları değişik kalemlerle aşılanmaya başladı. İlk kalem Ahmet Doğandı. İhanetçi çıktı. Taç belirledi ve dava ağacımızın şeklini, meyve tadını değiştirdi. Burada Belenecilerinin çoğu desteklemişti Doğanı, neden?

            Son 28 yılda aşılanmadık dal-budak kalmadı desem yalan olmaz.

           Aşı kabul etmeyenler daha 1989’da Türkiye’ye kovuldular. Memlekette kalan ve eritilerek kimlik davası değiştirme baskılarına tepki gösterenlerin güçlü kimlik sahibi olanları da git gide anavatana toplandılar.

           Şimdi sorun şudur. Kök suyu yüklü yaprak, tomurcuk, bahar, sürgün, meyveden eser bile olmayan, tamamen değişen olguları birleştirmek mümkün değildir. Bunları budayarak öze dönmek de olası değildir. Yol tektir. Köke (öze) dönebilmemiz için ağacı kökten kesmek ve yeni özünden filiz sürmesini beklememiz gerekir. Risklidir. Yeni bir bilinçlenme, fedakarlık ve son derece sorumlu bir kararlılık gerektiren bir süreçtir.

           Ne yazık ki, başka bir çıkış yolu da yok gibi… Varsa, o da Türkiye’ye giden kardeşlerimizin modern Türk kimliği taşıyıcısı olarak kaybettikleri memleketlerine dönüp davamıza dört elle sarılmaları olabilir. Bu bir şeref meselesidir. Önce birçok aydın emekli bunu yapabilir. Özel bir misyondur ve yürek ve irade ister. Bunu ancak avuçlarında ve kanatlarında hayal olan yürekli kardeşlerimiz yapabilir. Bunu davası olan dertli olanlar ancak becerebilirler.

            Bugün bizi yeni arayışa iten nedir?

           Önce ruhumuzun parçalanmış olmasıdır. Faşistlerin ve totaliter komünizmin yapamadığını hain tuzaklarına düşerek kendi kendimize yaptık. Yeni birliği sağlamanın Bulgaristan’ı, Ahmet Doğan’ı, Lütfi Mestan’ı, Mustafa Karadayı ve Kasim Dal’ı ziyaret etmekle, “olur” teyidi almakla, ya da “bakarız” demekle, “olabilir” umudu vermekle ateşlenecek bir ocak değildir bu. Peki HALK NE DÜŞÜNÜYOR BUNUNLA İLGİLENEN VAR MI. YOK… işte bundan dolayı hep başarısızlıklar peşimizi bırakmıyor.

           Lütfen unutulmasın “umut dağlarına” 1989 “Büyük Göçü”nden beri, Ahmet Doğan şeref kaynağımız olan halk ve özgürlük, eşit insan hakları, kültürel halkımız, dil ve dinimiz uğruna kavgamızı yedi kat yerin dibine gömdü. Birlik ruhumuz çatladı, patladı ve aramızda hendek açıldı. Halkımıza hainlikten başka hiç bir şey yapmadı.

            Bu hendek bizim Türk ve Müslüman kimliğimizin mezarıdır.

            2014 yılından beri Hak ve Özgürlük Partisi’nden (DPS) on binler ve yüz binler olarak ayrılan insanlarımız kimliğimizi koruma kavgası veriyor. Kimlik davamız tarihimizi, kültürümüzü, yazımızı, edebiyatımızı, şarkı ve türkülerimizi, halk sanatımızı, çocuklarımızın Türk geleceğini koruma davamızdır.

            Olaylara “Tarihimizi, geçmişimizi gömelim ve birleşelim” sloganıyla yaklaşmamız çok tehlikelidir. Bu bakıma bu sloganın müallifi olan Turhan Gençoğulunu, bizden biri olarak, anlamakta zorlanıyoruz. Düşmanlarımızın, öz davamızın ve Türklük hainlerinin değirmenine su, ocağına odun taşımaktır. Hainlere yamak olmak, düşmana hizmetkar olmak bize yakışmaz. Bu, vatansız kalmanın acısını unutamadık. Dedelerimizin mezar taşı kıranları, başında bayramdan bayrama bir Fatiha okuyamama acısı yakıyor içimizi. Biz ekin dolu tarlalarımızı, fokur fokur kaynayan pınarlarımızı, yeşil üzerine serilen çiğdem sarısını özledik. Ana-baba-vatan ve bunlara bağlı daha birlerce anlatılabilir ve anlatılamaz, sevgi kadar sıcak ve ihanet kadar yakıcı olan hiçbir şeyi unutamadık ve unutamıyoruz.

***

           Yaptıkları her iş yanlış olan insanların doğru yolu gösterebilmeleri çok zor bir iştir. Eğer bu bir misyonsa en iyisi daha şimdiden vazgeçilmelidir.

           İnsanların solmuş, küflenmiş, hiçbir işe yaramaz eski dünya görüşünü yenilemek kadar zordur. Asla silinmemek ve hiç bir şeyi unutmamak için yaratılan insan hafızasını boşaltmak ve içine zehir doldurmak, ah ne büyük suçtur. Yaşamadan ölmek, kardeş elinden zehirlenmek kadar zor…

***

           Acıların bin bir türünü çekmeyenler hayatı tanıyamazlar. Bu kişiler siyasetçi de olamazlar. Dolu gözlerle bakmak, göz bebeklerinde çekilerin suyu birikmiş anlamına gelmez.

           Hiçbir insan zamanın dolduğunu kendisi fark edemez. Kanatlarımda yeni tüy çıkar bir umuttur. Serçeler bile kartallardan yüksekte uçmayı hayal eder. Ve otur oturduğu yerde çağrısına uyanlar, uymayanlardan her zaman fazladır. Acı olan da budur. Çünkü hayat ve kavga hakkı isteyen genç kuşakların yolunu kesmek günahtır. Ceza kanununda maddesi olmadığından suç diyemiyorum, aslında ağır bir suçtur.

****

           Tüm bu gerçeklerden, hele Halk ve Özgürlük Hareketimizin sol ve sağ liberal kanat olarak derin parçalanıp ağır yara almasından sonra Bulgaristan’a gelip biz onları “birleştireceğiz” havalarına girmek de maddesi olmayan bir suçtur. Halka umut vermek veya doğrudan doğruya aldatmak olduğu için de ağır bir suçtur.

           Hepimizin hayatı, sosyal yaşantımız bir süreçtir.

           Bu hızlanan, duraklayan, sonra yine çekilen ya da bakınan, ama mutlaka hep hareket eden, hep yenilenen, hiçbir an geri dönmeyi düşünmeyen bir süreçtir. HÖH partisi, ondan kopan DOST ve HHŞP’nin ve diğer sökülmelerin yaşamı da aynı sürecin kurallarına uyar ve onlara göre değişir. Birleşme genç kuşakların işi ve davasıdır. Misyonu dolmuşların birleştikleri saflar, kabristan sıralarıdır. Kimse alınmasın, hepimizin bildiği, ama söyleyemediğimiz gerçeklerden biri de budur. Birileri menfaatlenebilir amma biz nesil kaybediyoruz artık bunun devam etmesine tahammulumuz kalmamıştır. Biz bu işe el atmaya top yekün HALKIN ÇIKARLARI YÖNDE değişmeye yönelik birleşmeden yanayız. BİZİM TARAFIMIZ HALKIMIZIN ÇIKARLARI DOĞRULTTUĞUNDA.

***

           Pes edenlerin işini, misyonunu genç kuşak alır. Bu da bir kuraldır. Bir balıkçının sem elediği balığı tutan başka bir balıkçı, balıkçı ustası değildir.

           Aziz Babuççu “Bulgaristan işini” bitpazarına mı çıkardı bilemem, ama elinden kaptırdığı 2018’in daha ilk günlerinde dikkat çekti. Sofya sahnesine çıkma niyetini BURSA BALGÖÇ kurultayında kürsüden yaptığı çağrıda, Bulgaristan Müslümanlarının dava önderi rahmetli Mümin Gençoğulu oğlu, Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyonu Şeref Başkanı Sayın Turhan Gençoğulu niyetini açıklamış oldu. Babuççunun beceremediğini ben derler toparlarım havası estirdi. Başbakan Yardımcısı Sayın Hakan Çavuşoğulu’nun da hazır bulunduğu bir ortamda kavsız çakmak gibi çakan ve yeni bir başlangıca işaret ederim coşkusuyla bu ilk parlayışına anlam veremeyenler, beklemeyi seçtiler.

           Niyetinin çarşı Pazar sohbeti olmasına fırsat tanımadan yola çıkan T. Gençoğlu soluğu yıllardır uğramadığı Sofya’da aldı. Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyon Başkanı sıfatıyla ve BALGÖÇ adına yeni asrın başında bu şehre yaptığı ziyaret gazete arşivlerine bakıldığında: bereket yağmuru geliyor” umudu doğurmuştu. Basın toplantılarındaki yağlı ballı anlatımlarda Koca Balkan doruklarında ve Rodop bayırlarında ne kadar yaban meyve varsa toplanıp paketlenerek şok edilecek, o zamanlar pek bilinmeyen Euro’lar rengini bile görmemiş zavallı köylülerin torbalarına deste deste dolacaktı. Yeni kurulacak depolar güvem, ahududu, karamak, kızılcık, köpek gülü, bin bir çeşit şifalı ot-kökle dolacak; kekik otundan ıhlamur çiçeğine ve atkestanesine her şey değerlendirecekti. Öyle bir derinlik açılmıştı ki, ekip biçmeden paralar üzerimize gelecek, tütün katranından kurtulanlar kurbağa bacağı ve kaplumbağa işinden zengin olacaklardı. O zaman Bulgaristan’a ilk defa gelmiş olmasına karşın, yolsuz bayırlarımıza, fokur fokur kaynayan ayazmalarımıza, yeşilin üstüne serilmiş menekşeli sümbüllü doğamıza hayran kalmıştı. Bizim ayağımıza dolaşan ama görüp değerlendiremediğimiz bu nimetlerin üzerine lokum üstüne toz şeker serpiştirir gibi Euro ve US Dolar serpen iş adamı Turhan Gençoğulu Bey bir anda medyada manşet olurken gündem belirlemiş ve söz ettiği milyonlar az kalsın az gelirlileri zengin ederken, devletin sosyal fonlarına da giriyordu.

           İlk ziyaretinde Sayın T. Gençoğulu  “çok önemli” üç şahısla görüşmüştü.

           Birincisi: “Bulgar Kooperatif Ticaret Bankası” BTK Şefi Tsvetan Vasilev idi. Onunla yapılan görüşmede “kuzu ve tavşan bokundan kazanacağımız paralar” bu bankadan geçecek dedi. Banka dolup taşacaktı. Bir şey olmayınca, Vasilev bankanın içindeki son para olan 7 milyar 200 milyon levayı da çalıp Belgrat’a kaçtı. Geri gelmiyor. Hesap vermiyor. Diş borç alıp halkın parasını halka “iade” eden Başbakan Boyko Borisov herkes tarafından sevildi ve 3. kez iktidar oldu.

           Turhan Gençoğulu’nun görüştüğü ikinci kişi ise, bazı holding, futbol kulübü, çalışmayan fabrika ve “umut havzası” Başkanı olan, Sosyalist Partinin devamlı azalan paralarını ve küçülen vaatlerini idare eden, eski sporcu Grişa Gançev oldu. Görüşmeleri çok samımı idi. Lovça Balkanı, artık hemen hemen tamamen boşalan köylerinde köpek bile kalmayan Montana, Vratsa ve Vidin köylerinde hayat yeniden kaynayacaktı. Günümüzde yalnız yaban domuzların yediği meşe pelinlerine de Pazar olduğunu işitenler, hayallerinde okulların spor salonlarını hangara dolduracakları pelin depoları yapıyorlardı. Planda bunları İspanyollara satmak ve oradaki yaban domuzlara kış yemi ihraç etmek vardı. Bu haberlerle beslenen umut öyle bir güç topladı ki Batı Rodop gençlerinin ekmek parası için gurbetçilik planlarını altüst etti ve sanki hayatın normal gidişini birkaç ay dondurmuştu. Herkesin kafası tankına benzin dolmuş motor gibi çalışıyor ve konu komşu para dolduracakları torbalarının güve deliklerini aşılıyor ya da dükkânlarda büyükçe cüzdana bakıyordu.

            Turhan Beyin görüştüğü üçüncü kişi ise Ahmet Doğan’dı. O yıllarda, bize ihanet ettin diye kafasına kuru sıkı tabanca henüz sıkılmamış olan ve “Versaçe” kravat boynundan inmeyen Doğan, “Bulgaristan Türklerine, Çingene ve Pomaklarla birlikte işsiz güçsüz Bulgar emeklilere de” yakası açılmamış olanaklar sunan Turhan Beyle sıkı fıkı oldular. İkisi de bu işten kazanacakları paraları kafaları ayrı hesaplasa da, Doğan Avrupa’nın yoksullukla mücadele fonlarını da bu plana sokarak, hiçbir işyerinde, kooperatifte vb kaydı olmadan, sağlık sigortası ödenmeden, emekli primleri yatırılmadan dağ-bayır çalışacak bu emekçilerin oylarından da kazanacağı oy başı 11 levayı hesaba katınca kullandığı hesap makinesini değiştirdi ve daha büyünü aldı. Bununla da kalmadı. Parti merkezi dışında korumalı bir ofis kiraladı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi mülkünden büyük bir demir kasa seçti. Yeni üç döviz sayma makinesi ile birlikte hepsini bu ofise dizdi ve bu makinelerle çalışacak ve “girdi” hesaplarını tutacak 3 güzel kızı da işe tayin etti.

            Yağmamış yağmurun hesabını yapmayı seven Doğan, çilekeş halkımızın sırtından zengin olma muhasebesini bu makinelerle aylarca yaptırdı. Son hesapta 0 X 0 = 0, hayal katili zehir oldu. Panzehiri de bulunamadı, çünkü kansere yakalanan Turhan Gençoğulu yıllarca Bulgaristan’a gelemedi.

           Türkçemizde insan ölmeden niyetleri de ölmez, sözü vardır.

           Geçen hafta Sayın Gençoğulu bulutsuz bir havadan düşen damla gibi Sofya’da belirdi. Haberi alan Bulgaristan Müslümanları o gün bu gün Turhan adını işitince hep “biz umut çorbasına doyduk” deyip hemen geri çekiliyorlar. “Her buluttan yağmur beklenmez!” Yıllar içinde “boş” ve “dolu” bulut uzmanı olan kardeşlerimiz bu olaya dikkat çevirmediler.

            Sofya Halk Meclisi önünden geçerken, 8 kanatlı cümle kapısı üzerinde altın harflerle Bulgarca yazılmış yazıyı tercümana çevirten ve “Birlikten Güç Doğar” olduğunu öğrenen Turhan Gençoğluğu, “biri bozar öteki toplar” mantığı ile hareket etmeyi düşünürken, bu şiardan ilham aldı. O, “Birlikten Güç Doğar” sloganını geçen yüzyılın başında Prenslik ve Doğu Trakya Bulgarlarının Türklerden kurtulurken İstanbul’a yönelmek için yükseldiklerini, ardından da “Bulgaristan her şeyin üstündedir!” saçmalığının geldiğini bilmiyordu.

           Sofya havasını nefes ederken bugün Bulgar ruhunun parçalandığını, hatta nüfusun % 50’si gurbetçi olunca ağır yara aldığını sezemedi.

           İlk gelişinde Ahmet Doğan’ın Ofisi “Al. Stanboliyski” 45 A adresindeydi. Şimdi oraya Mustafa Karadayı pos attı. Misafirperverliği ile ünlü Borino köyünden olan Karadayı’nın 2 yıldan beri “DPS’den ayrılan geri dönemez” şiarıyla böbürlenmesi dikkat çekerken, Babuççu ile görüşmelerinde “pişmanlık duyan ve tövbe eden elimizi öpmeye buyursun” demesi dikkati çekti. Babuççu olaya parasal açıdan bakıyordu. 300 bin küsur oy 3.5 milyon leva ederken, oyuna getirip Türk partilerini birleştirebilse bu para 7 milyon leva da olabilirdi ve bu işten ona da bir pay düşebilirdi. İkinci gelişinde zırnık kopmayacağını anlayınca umut defterini kapadı.

           Turhan Gençoğulunun aklından kıpırdayan ise, Türkiye’deki 620 bin seçmen ve onların genel seçimlerdeki değerinin tek başına 7 milyon leva olduğu düşüncesiydi.

           Karadayı gidenin geri geleceğine inanmıyordu. “Belene” kampında yatanlar bile DPS’ye oy vermez olmuşlardı. Cami cem atları da bölündü. 1985’te tankların önüne yatan Sliven Balkanı Kotel (Kazan) köylerinden bile DPS için oy çıkarmak zor olmuştu. Türklük kalesi Akkadınlar (Dulovo) ve Kemaller (İsperih) belediyeleri ve köyleri ise tamamen Güney Hüsmen kontrolüne kaymıştı. Güney Doğu Rodop belediye ve muhtarlıklarında durum yarı yarıya olmuş. Bu seçimde çıkardıkları 28 milletvekilinin yarısı muhtar ve polis tehdidi, öteki yarısı da aşırı milliyetçilerin yoğun saldırıları sonucu oluşturulan korku ve nefret ortamından toplanabilen oylardı. Olay ciddi idi. Turhan Gençoğlu’u tanıyanlar, ona inanarak bir defa yanan ve umutları harap olanlar, onun gibi sözde “misyonerlerin” sözünü dinleyip yön ve yol değiştirme niyetinde değildi.

           Eski bir siyaset adamı olan T. Gençoğulu, halka umut serpiştirme ve hatta okkalı yalan söylemenin Bulgaristan adaletinde ceza maddesi olmadığını biliyordu. Bu bakıma, Bursa’dan çıkarken torbasına kestane şekeri ve Doğan’ın da çok sevdiği şalgam suyundan fazla, okkalı yalanlar ve içi diş kıran fındık dolu lokum doldurmuştu.

           Turhan Gençoğulu bu defa, Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH-DPS; Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar (DOST) ve Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi (HHŞP)  gibi üç siyasi kuruluşu birleştirmeyi hayal etti. Aklınca Babuççu’nun yapamadığını yapacaktı. Ahmet Doğan’ı, Lütfi Mestan’ı ve Kasım Dalı tanıyordu. Vaktiyle aralarında alış veril olmuştu. O zamandan bu yana derelerin altından çok su aksa ve bu üç lider ana partiden ayrılmış olsalar da, o da Bayram pazarından satılmayan kurbanlıkların sürüye geri çevirmenin âdetimizden olduğu görüşünde olup bu iş onun da aklına yatkındı.

           Ahmet Doğanla görüşmesi mükemmel geçti. Son beş yılda Türkiye’den gelen eski bir dostla görüşmemiş olduğunda hiçbir şeye “hayır” demeyen Doğan bu yemeği sen pişir “biz yeriz” dedi.

           Lütfi Mestan’la görüşmesi de samimi geçti. Aslında Lütfi, Turhan Beye, “ben denize akan bir seli dağa çeviremem” diyecekti, ama hiçbir şey dememeyi seçti. “Kanserli yatağından kalkmış yaşlı beyefendinin umudunu kırmak bana yakışmaz” düşüncesiyle aşağıdan aldı.

           Bulgaristan’da ikamet eden, Türkiye’de kalan ve Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçi hayal kırıklığına uğramış Türklerimizi birleştirmenin çok ağır bir ödev olduğuna inanan deneyimli siyasetçi Kasım Dal ise Turhan Gençoğulu ile görüşme davetini gerekçe bile göstermeden belirsiz bir tarihe erteledi.

           Mustafa Karadayı, Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan ile ayrı ayrı görüşmelerin  hiçbir soruna çözüm olmadığını kendisi de Bursa’ya dönerken yolda anladı. Fakat ilgili haber ajanslarına verdiği telefon demeçlerinde, yaş yolda toz bırakmadı, neredeyse her sorunu çözmüş ve yalnız birleşme kalmıştı. Oysa işin adını bile koyamamıştı. Parlamento duvarındaki “Birleşmekten güç doğar” yazısından övgüyle söz etmek de anlamsızdı, çünkü bu yazı bizi parçalayıp memleketten kovarak topraklarımıza oturmak isteyenlerin özümüzü sökmek için oluşturdukları ve 118 yıl ipine sarıldıkları bir slogandı. Başka ortamlarda, farklı işler için geçersi olsa bile, Bulgaristan Türklerinin öz davası için geçerli değildi.

           Bulgaristan Türklerinin hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davası birlik ve beraberliğe gerek duysa bile, DPS partisinden kopan, Ahmet Doğan’ın Türklerimize karşı kurduğu tuzakları gören, sahte oyunların, aldatıldığının bilincine varan, uyanan ve mücadele ruhunda yeniden buluşmayı seçen kardeşlerimiz, “Bulgar Etnik Modeli” tuzağına geri dönmeyi, pişmanlık duyup A. Doğanın elini öpmeyi asla ve hiçbir zaman kabul edemez ve etmeyecektir. Bu tümceler Mustafa Karadayı için de geçerlidir.

           Eğer birleşme ihtiyacını idrak edip kabullen politikacılar bu konuda bir yerde buluşup konuyu tartışmayı istiyorlarsa, bu tarafsız bir mekanda, parti liderleri ile birlikte, kanat önderi aydınlarımızın, sivil toplum örgütü, federasyon ve konfederasyon başkanlarımızın, kulüp, öğretmen ve gençlik birimlerimizden birer temsilcinin de katılımıyla olmalıdır, olabilir.Bu foruma katılan her delege konuyla ilgili bir öneri programı sunmalı ve tartışmaya açık eleştirel bir yaklaşımla birleşmemizi gerekçelendirmelidir. Birleşme eşit tarafların tek oy hakkına, hainliği ve ajanlığı ortaya çıkmış kişilerin seçme ve seçilme hakkından men edilerek güvenli demokratik bir temele dayandırılmalıdır. Bu durumda, birleşme konusunda Ahmet Doğan’la yapılan görüşmeler, Bulgaristan Türklerinin yeniden HÖH etrafında ve kanadı altında toplama planları köleliğin sürmesini kabul etmeyi öngördüğü için tamamen geçersizdir ve asla kabul edilemez.

           Birleşme koşulları ve hedefi de çok derin incelenmeli ve halka indirilmelidir. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de oluşan ruha, uyanışa, atılımlara ayak uydurma gereği ortadadır. Yeni koşullar, Bulgaristan’daki çöküş ve yok olma ortamına bir reddedici yanıt olmalıdır. Bulgar toplumu kendi kendini üretemediği ve devlet olarak yok olmayı kabul etmek zorunda olduğu çırpınış ortamında Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberlik ortamında buluşması kaçınılmazdır. Fakat bu birleşme açlık, sefalet, kör cahillik ortamından kurtuluş, ekonomik kalkınma merkezleri oluşturma, memleketimize sahip çıkma yolunda yeni bir aydın tabaka yetiştirme vs koşulları yaratmalıdır. Hazırlanacak dava programı herkesçe kabul edilmelidir.

           Bulgaristan Müslümanlarını birleştirecek mücadele havuzu, siyasi sistem değişikliğini kabul eden tüm demokratik güçlerle, hele Stanboliyski geleneklerine bağlı kalmış demokrat çiftçilerle birleşme cephesinde buluşmalıdır.

           Bu hedeflerle birleşme yeni önderler doğuracak, yeni seçim sistemi belirleyecek ve Bulgaristanlı Türklerin hepsini siyaset sahnesine, temsilcilerini belediye meclislerine, muhtarlıklara ve milletvekilliğine taşıyacaktır. Birlik bu kapıları aşmak için ve başkaldıran faşizme ve oligarşi iktidarına karşı ortak mücadele için gereklidir. Başka hedef kabul edilemez.

           Turhan Gençoğlu – sözde 3 parçaya ayrılmış gördüğü Bulgaristan Türklerini birbirine yapıştırarak birleşirken zamkı bizden diyerek bu işi çözemez. Ahmet Doğan da bu işi pazara çıkarılmış üç sürü koyun olarak görüyor ve tamamen yanılıyor. Gelişerek derinleşen bir arınma süreci içindeyiz. Bize Turhan Güneşsiz ve Ahmet Doğansız bir birleşme gereklidir. Bu gerçeğe bugün her zamankinden fazla bugün inanıyorum. Parçalanma bir nesnel süreç olduğu gibi birleşmemiz de nesnel bir süreçtir.

           Telefon temaslarından kopan toz dumana önem vermeyelim ve dava yolumuza devam edelim.

           Okuduğunuz için teşekkür ederim.

           Lütfen paylaşınız.

Reklamlar