Raziye ÇAKIR

Hayat, içinde sürekli bir değişim ve belirsizlik barındıran bir yolculuktur. Bu yolculuk, insanı bazen zorlar, bazen de en yüksek zirvelere taşır. İnsan, hayatın her anında bir şeyler yaparak, bir şeyleri inşa ederek varlığını sürdürür. Ancak bu çaba ve gayret, sadece dışsal dünyada değil, aynı zamanda içsel dünyasında da bir dengeyi gerektirir. İşte bu noktada, ‘tevekkül’ ve ‘dua’ gibi kavramlar devreye girer. Ancak bu kavramların doğru anlaşılması ve uygulanması, sadece birer sözcük ya da boş birer ritüel olmaktan öteye geçmelidir.

Sıklıkla karşılaşılan bir durumdur: İnsanlar, karşılaştıkları zorluklar karşısında “tevekkül ettim” derler. Bu sözcük, derin bir anlam taşır, ancak çoğu zaman yanlış anlaşılır. Gerçek tevekkül, Allah’a güvenmek ve ondan yardım dilemek demektir. Ancak bazı insanlar, tevekkülü, tedbirsizlikle karıştırabilirler. Tedbirsiz bir şekilde, hiçbir hazırlık yapmadan, sadece “Allah’a güveniyorum” demek, aslında tevekkülün özüne aykırıdır. Çünkü Allah, akıl ve irade verdiği her insanı, bu dünyada bir sorumluluk taşıyan varlıklar olarak yaratmıştır. Her insanın üzerine düşen görev, bu sorumlulukları yerine getirmek için gereken tedbirleri almaktır. Sonrasında ise, sonucun hayırla neticelenmesi için Allah’a güvenmek ve ona tevekkül etmek gerekir. Fakat tedbirsizlik, tevekkülden değil, bir tür teslimiyetten kaynaklanır; insana sadece ilahi kudretin değil, aynı zamanda kendi gayretinin de katkı sağlaması gerektiği gerçeğini unutturur.

Benzer şekilde, dua da hayatın önemli bir parçasıdır. Dua etmek, insanın Allah ile olan ilişkisinde bir köprü kurar.
Dua, insanın acizliğini kabul ederek, yaratıcısına yönelmesidir. Ancak dua etmek, sadece dilin söylediği kelimelerle sınırlı kalmamalıdır. “İcratsız dua” dediğimiz şey, sadece dilde söylenen kelimelerin ardında bir anlam ve eylem gereklidir. Bir insan, “Allah’ım bana sağlıklı bir hayat ver” diyorsa, önce sağlıklı bir yaşam için gereken adımları atmalı; beslenme, egzersiz ve uyku düzenine özen göstermelidir. Dua, doğru bir yönelim ve azimle birleştiğinde gerçek anlamını bulur. İcratsız ve yalnızca kelimelere dayalı dua, insana bir sonuç getirmeyebilir.
Zira dua, bir isteğin dile getirilmesinden çok, aynı zamanda bir sorumluluğun ve niyetin ifadesidir.

Öte yandan, sufî inziva anlayışı da bazen yanlış anlaşılabilir. Sufilik, ruhsal bir yolculuk olarak insanı Allah’a yakınlaştırmayı amaçlar; ancak bu, yalnızca içsel bir arayışla sınırlı olmamalıdır. İnsan, toplum içinde de aktif bir şekilde var olmalı, sosyal sorumluluklarını yerine getirmelidir. Sufîlerin çoğu, hayatı bir bütün olarak ele alır ve insanın yalnızca ruhsal gelişimi değil, aynı zamanda toplumsal hayata katkı sağlama sorumluluğu olduğunu savunur. İnziva, bir kaçış değil, derin bir içsel dönüşüm sürecidir. İçsel huzur ve Allah’a yakınlık, insanın dış dünyada da adalet, merhamet ve sorumlulukla yaşamasıyla mümkün olur. Kendi içine çekilip dünyadan elini eteğini çeken bir insan, aslında gerçek sufîlikten uzaklaşmış olur. Çünkü sufîlik, insanın hem iç dünyasında hem de dış dünyasında dengeyi kurmasıdır.

Sonuç olarak: Tevekkül, dua ve sufî inziva kavramları, derin anlamlar taşıyan, ancak bazen yanlış anlaşılan kavramlardır. Tevekkül, sadece Allah’a güvenmek değil, aynı zamanda kendi gayretini ortaya koymakla ilgilidir.
Dua, sadece kelimelerle değil, aynı zamanda eylemlerle desteklenen bir niyettir. İnziva, içsel bir yolculuğun başlangıcıdır ama bu, dünyadan elini eteğini çekmekle değil, dünyada daha iyi bir insan olabilme çabasıyla gerçekleştirilir.
Eğer bu kavramları doğru anlamaz ve hayatımıza doğru bir şekilde uygulamazsak, bazen kendi elimizle zorlukları daha da büyütür, doğruyu bulmaktan uzaklaşabiliriz. Bu yüzden, tedbirsiz tevekkülden, icratsız duadan ve sufî inzivadan Allah’a sınırız, ama gerçek tevekkül ve dua ile hayatımızı yönlendirmeyi unutmamalıyız.

Reklamlar