Bir hastalığın tedavisinde, etkili bir sonuç elde edebilmek için doğru teşhis çok önemlidir. Teşhisin ardından başlayan tedavi ise ; söz konusu hastalık vücuttan atılana kadar titizlik ve kararlılıkla devam ettirilmelidir. Aksi halde hastalığın nüks etmesi kaçınılmazdır.

Aynı anlayış toplumsal hastalıklar için de geçerlidir. Herhangi bir toplumsal sorunla mücadele ederken, öncelikle yapılması  gereken o sorunun ortaya çıkış nedenlerinin belirlenmesi olmalıdır.

Yoksa alınan önlemler geçici olacaktır.

İnsanların, toplumsal sorunlar karşısında köklü çözümler üretememelerinin nedeni bu nedenlerin doğru tespit edilememesidir.

Yüzyılımızın en önemli toplumsal sorunlarından biri, tüm insanlarda , sevgi , birlik, beraberlik  ve kardeşlik duygularının hakim olduğu doğru ahlaki tavırlar ile Toplumsal olarak birleşeceğimize inanmaktayım.

Bizler ancak kendi özümüzdeki değerlere sahip çıkarak yükselebiliriz. Bu değerlerin en önemli olanı da toplumsal birlik ve beraberliğimizdir.

Bu birlik ve beraberlik yani tüm ümmetin birliği gerçek manada sağlanmalıdır.

Ancak bu şekilde ; demokratik , insan haklarına değer veren, ifade özgürlüğünün hakim olduğu, Musevilerin,  Hristiyanların, her inançtan insanın veya inançsız veya ateist olanların haklarının korunduğu, herkesin birinci sınıf insan muamelesi  gördüğü  bir yapıya sahip olabiliriz.

Gerçek ahlak, gerçek insan ve İslam ahlakı, farklı dinden ve inanıştan olan tüm insanlara sevgi, şefkat, hoşgörü ve merhametle yaklaşmayı emretmektedir.

Hepimiz farklılıklarla yaratıldık. Kimimizin gözü renkli, kimimizin boyu uzun kimimizin kısa, kimimizin cildi esmer, kimimizin teni beyaz ,bunun için şükrediyorum. Bu farklılıklar birer çatışma ve husumet konusu değil, inanılmaz zenginlik ve çeşitliliktir.

Ve Cenabb-ı  Allah ; Rum Suresi 22 ‘de ,’Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda Alimler için gerçekten ayetler vardır. ’buyurmuştur.

Evet  farklıyız, ancak bu farklılıklar ruhlarımızda bir olduğu gerçeğini değiştirmez .

Peygamber Efendimiz (SAV)  Veda hutbesinde, Ey insanlar, muhakkak ki Rabbiniz bir ve atanızda birdir. Hepiniz  Ademden, Adem de topraktandır.  Allah’ın yanında en üstün olanınız, O’ndan en fazla korkanınızdır. Arabın aceme, Acemin Arap ‘a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur, demiştir.

Bir insan, her ne olursa olsun, hayatını doğru yola vakfetmiş, bunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, Allahın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, diğer tüm insanlar o kişiye karşı derisinin rengi, ait olduğu milleti, dini, dili, maddi imkanları ve mevkisini kıstas olarak değerlendirmez. Sadece sevgi, saygı, samimiyet ve hürmet duyarlar.

Toplumumuzda kişilerin birbirine bakış, bakış açısı , birbirleri ile olan ilişkilerinde temel ölçü, karşısındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili,dini, sahip olduğu imkanları, makamı , mevkisi değil, davranışları, imanı ve güzel ahlakıdır. Çok varlıklı ancak güven vermeyen hatta ahlaken mazbut olmayan bir insanla kimse yan yana olmak istemez.

İşte , bu güzel ahlak ile Biz; tüm Avrupa orta çağın karanlığında iken, Dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, şefkati, temizliği ve bir çok hasleti öğretmiştik.

Kur’an nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte olduğu gibi bugünde  bizlerin Kuran ahlakı ve Peygamber Efendimiz (SAV)in  sevgi şefkat, samimiyet, adalet, hoşgörü ve tüm sünnetini temel alan bir yol göstericiliğe, rehberliğe ihtiyacımız vardır.

Tüm bu konularda ülkemize çok büyük bir rol düşmektedir. Çünkü Türkiye, hem tarihi  ve sosyolojikalt yapısının gereği  olarak hem de Peygamber Efendimizin hadislerinde müjdelediği gibi çok büyük ve önemli sorumluluklar  üstlenmektedir.

Bu sorumlulukların en başında Dünyada barışın, kardeşliğin ,birliğin sağlanması için öncülük etmek gelmektedir.

Unutmamak gerekir ki, Türkiye; sözünü ettiğim manada Türk, Kürt, Çerkez, Laz , Gürcü, Ermeni, Müslüman, Hristiyan, Musevi  ve tüm insanları kucaklayan bir ümmet birliği kurmuş ve beş yüz yıldan  uzun bir süre başarıyla idare etmiş Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısıdır.

Bu sorumluluğu tekrar üstlenebilecek, toplumsal alt yapıya ve devlet geleneğine sahiptir.

Dahası Türkiye İslam Dünyasının, Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir.

Bu da Batı ile İslam Dünyasının sorunlarının çözümünde ara buluculuk yapabilmesine olanak sağlar.

Türkiye’nin  tarihsel olarak anlayışlı ve mutedil olması ve Türkiye’nin İslam Dünyasında , Müslümanların büyük çoğunluğunun izlediği ehli sünnet inancını temsil etmesi de önemli bir vasıftır.

Altı yüzyıl  boyunca  yaşadığımız bu çok kültürlü ve değerli medeniyet tüm dünyaya barış, adalet, hoşgörü, kardeşlik, yardımseverlik, birlik  ve beraberlik getirmiştir.

Günümüzde tüm dünya insanları böyle bir kültürün özlemi içindedir. Ve böyle bir kültürün oluşmaması için ortada hiç bir neden yoktur.

İnanıyorum ki, bu kültürün yaşatılması ile; en üst kademedeki yöneticilerden en alta kadar herkesi adaletli  merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst, birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları ile bir bütün olacak .

Ve toplumumuza huzur  ve barış gelecektir.

Saygılarımızla,

Reklamlar