Günlük hayatımızda her türlü problem yaşayabiliriz. Kötülük görebiliriz, haksızlığa uğrayabiliriz, en çok sevdiğimiz, saydığımız insanlardan bile derin darbe alabiliriz. Fakat bunlar yaşamın tuzu biberi, onun için böyle zor ve sıkıntılı anlarda irade gücümüzü kullanarak kontrolümüzü kaybetmemek için direnmeliyiz.
Zira hiddet ve asabiyetin yıkımsal bedelini bir daha telafi edilemez maddi ve manevi değer kayıplarıyla ödeyebiliriz. Atalarımız da “Öfkeyle kalkan zararla oturur”, diye bizleri ne güzel uyarmışlar. Sinirli davranışlar yapılmazdan önce değil de, yapıldıktan sonra düşünüldüğü için sağduyudan mahrum. Fakat işin en kötüsü de bir anda ağızdan kuş gibi fırlayan kötü söz. Her derdin dermanı var ama dil yarasının ilacı yok. Kötü sözün açtığı uçurum aşılmaz. Her ne kadar zaman her şeyin ilacı olsa da, kırılan kalp bir daha asla yerine gelmez. İnsan onuruyla oynamak en tehlikeli oyundur. Bin bir özür nafile. Kırgınlıklar her ne kadar affedilse de, hiçbir zaman gerçekten unutulmaz. Ömür boyu duyulan pişmanlık ve vicdan borcu bir işe yaramaz.
Oysa kızgın hallerimizde derin nefes alıp ona kadar sayabilirsek ve bir de besmele çekebilirsek olumsuz enerji akımını yönlendirmemize yeterli olduğunu biliriz. Öyle ki hatta bu duruma sebep olan kişilere sevgi ve saygı duymaya başlar, her fırsatta onlara yardım ve iyilik edebiliriz. Fakat bunu başarabilmemiz için daima “ Düşmanımızı dostumuzdan daha çok sevmeliyiz” prensibine uymak zorundayız.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) de kendisine taş atan müşriklere gül atmadı mı?! Hiçbir insan Peygamber gibi olamaz. Özellikle de kimseye güvenemediğimiz çağda bu bir hayal gibi görünür. Fakat hayali olmadan zaten hiçbir şey gerçekleştirilemez. Unutmayalım ki en üstün ahlak ve yaşam modeli Resulullah’a ait ve onu günümüze yansıtmak için elimizden geleni yapmalıyız. Dünyaca ünlü düşünür Hz. Mevlana da ”Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol” der ve hep buna benzer öğütleriyle yeni nesillere ışık tutar. Şüphesiz iyilik kötülükten daha güçlüdür ve er veya geç onu yenecektir.