BGSAM

İkinci Dünya Savaşı’nın galibi kimdi? Sovyetler Birliği mi yoksa Amerika Birleşik Devletleri mi? Yıllar geçmesine rağmen bu soru hâlâ canlı bir tartışma konusu olarak karşımızda duruyor.

Ancak, verilen cevaplar çoğu zaman savaşın gerçek kahramanlarını ve onların katkılarını unutturuyor. Örneğin, Nazi ordularına sıkılan her üç kurşunun birinin Kazakistanlı Müslümanların ellerinden çıktığı veya Kızıl Ordu’nun yakıt ihtiyacının büyük bir kısmının Bakü’den sağlandığı gerçeği pek dile getirilmiyor.

Savaşın ağır yükünü taşıyanlardan biri de Orta Asya’nın Türk halklarıydı. Her üç şehitten biri Orta Asya kökenliydi, ancak bu fedakarlıklar genellikle göz ardı ediliyor. Berlin’deki Reichstag’a zafer bayrağını diken askerin bir Tacik olmasına rağmen, onun adı ne tarihte anıldı ne de bir anıtla onurlandırıldı.

Özellikle Bulgaristan Türkleri bu tür tarihsel unutulmuşluklar karşısında derin bir sızı hissetmiştir. 1960’lar ve 70’lerde Bulgaristan’da Türkler, uluslararası arenada ülkenin adını duyursa da, yoğun kültürel baskılarla asimilasyon politikalarına maruz kaldılar. Ancak bugün, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası olarak bir uyanış içindeyiz. Bu sadece siyasi ve ekonomik bir dayanışma değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel mirasımızı koruma mücadelesidir.

Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin anayasasının giriş kısmında Türklerin bölgeye kültür ve medeniyet getiren öncü halklar arasında sayılması, bu mücadelenin bir meyvesi olarak görülebilir. Bu tür gelişmeler, tarihimizin hakkının teslim edilmesi anlamında önemli adımlardır ve halkımız için moral kaynağıdır.

Tarih boyunca Türk Dünyası, kültürel istilalarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. XIX. ve XX. yüzyıllarda Kafkasya ve Orta Asya’da kardeşlerimiz, dillerini ve kültürlerini yaşatmak için büyük çabalar sarf ettiler. Dil, milletin kimliğini taşıyan en güçlü unsurdur ve Türkler, dillerini koruma noktasında her zaman kararlılık göstermiştir. Bu kararlılık, Türk kimliğinin temel taşlarından biri olmuştur.

Bulgaristan’da faşizm ve komünizm dönemlerinde, Türk dili ve kültürü hedef alınarak yok edilmek istenmiştir. Ancak, Türkler tüm bu zorluklara karşı durarak kimliklerini ve dillerini yaşatmayı başarmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısı, bu mücadelede dikkate değer bir örnektir. Osmanlı, hakimiyeti altındaki halkların dillerine ve kültürlerine saygı göstererek onların özgürce yaşamalarına imkan tanımıştır. Bu hoşgörü, barış içinde birlikte yaşamanın anahtarı olmuştur.

Bugün, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, dillerini ve kültürlerini yeniden canlandırma yolunda önemli adımlar atmaktadır. Bu süreç, aynı zamanda Türk Dünyası’nın ortak bir kimlik oluşturma çabasını da beraberinde getirmektedir.

Sonuç olarak, Türk Dünyası tarih boyunca pek çok zorlukla karşılaşsa da, her seferinde küllerinden doğmayı başarmıştır. Dilini ve kültürünü koruma konusundaki azmi, en büyük gücüdür. Şimdi ise bu mirası gelecek kuşaklara aktararak daha güçlü bir Türk Dünyası inşa etme zamanıdır.

Reklamlar