Neriman ERALP
Konu: Yineleyenin kötülük olması neden daha kolay?
Bir gün Nasrettin Hocaya “En açız ve en beceriksiz insan kimdir? Diye sormuşlar.
O da, bu soruya şu cevabı vermiş: “En aciz ve en beceriksiz insan, dostu olmayandır.
Ondan daha acızı ve daha beceriksizi ise, bulduğu dostu kaybedendir!”
Rusya başkanı Vladimir Putin, Paris Dünya çevreciler toplantısında, 155 devlet, hükümet ve kurum başkana katılıp bir anı fotoğrafı çektirmedi. Neden mi dersiniz. Kimsenin yüzüne bakacak yüzü yok da ondan.
Türkiye ile Rusya halkları arasındaki dostluk ve işbirliği ilişkileri geçen yüzyılın başlarında Büyük Atatürk ve Ekim Devrimi önderi Lenin tarafından tesis edilmiş ve 100 yıllık bir gelişme kaydetmiştir. Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz yıllarında Türk Halkının ve Sovyet iktidarının da düşmanlarına sıktığımız mermilerin bir kısmını vermesi, yalnız bizim değil Rusya halkının da yararına olmuştu. Dünya emperyalizminin ortak güçlerini Çanakkale’de durdururken Boğazlara girmelerine yol vermeyen, gemileriyle Karadeniz’e çıkıp 1917 Rus devrimini kan gölünde boğmak isteyenlere taşeronluk eden, kuduz köpek Denikin’in karşı-devrim güçlerine destek verme hamlesini suya düşüren Büyük Atatürk oldu. Türk halkının muzaffer davası, Orta Asya halklarını uyandırdı ve bağımsız ve egemen devletlerini kurmalarına ilhak oldu.
Büyük Atatürk’ün yönettiği anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşı örneği, mazlum halkların sömürgeciliğe karşı milli kurtuluş direnişleri çağını açarak, dünyada Sovyetlerle ve Türkiye ile dost olan ülkeler ve halklar kuşağı oluşturup, sömürgeci emperyalizmi kendi inine tıkmıştı. Hiçbir anlaşma ve sözleşmeye dayanmayan, ancak karşılıklı yarardan güç alan, bu ruhsal bütünleşmede, diktatörlerle, kendi halkına zulüm edenlerle, halkları din ve dil, kültür ve medeniyet esasında birbirinden ayırmaya ve onları ezmeye asla yer olmadı ve olamazdı. En modern uzaklarıyla, kanatlı füzelerle tarlasını süren, pınarından su çeken, işe giden insanları, okula giden çocukları, hastane ve çarşı pazarı bombalayan insanları terörist diye bombalayan Putin’in yaptığı gibi dostla düşmanı birbirine karıştırıp katleden bir durum olmamıştı.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında her zaman ana emperyalist güçlerle birlik olmayı başaran Rusya imparatorluk siyasetinden asla vaz geçmedi ve Yakın Doğu’da bir diktatörün sözüne uyarak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na itmeye çalışıyor. Bu savaşta bombaların patlatılacağı alan olarak Yakın Doğu ve Orta Doğu topraklarını seçen ve İslam dünyası ve medeniyetini yok etmek isteyen, Moskova Ortodoks ve İsrail Yahudi stratejisinin yürürlüğe konduğunu görüyoruz. Son çabalarla bu ortaklığa Batı Katolik dünyasını da katma yönündedir. Anti-terör, anti-DAEŞ sloganı ile uyanan yakın ve uzak halkların bu işin de ortak emperyalist cephe eline geçtiğine tepkisi büyümeye başladı.
Bir defa Türkiye’nin ihtar kabul etmeyen “SU-24” savaş uçağını düşürmesiyle Üçüncü Dünya Savaşı başlayacağını düşünenlerin hesapları tutmadı. 28 Haziran 1914’te İmparator ve Kral hazretleri, Doğu Avusturya Prensleri arasında en büyüklerinden biri olan Frans Ferdinan’dın Sarayevo garında öldürülmesiyle Birinci Dünya Savaşı’nı patlatma vesilesini bulanların hayali bu defa boşa çıktı. Çünkü Türkiye “SU-24” uçağını düşürmekte haklıydı. Devlet sınırlarının dokunulmazlığını koruma hakkını kullanmıştı. Üçüncü Büyük Savaş heveslilerinin hayalinde ise Yakın Doğuyu baştan sona yakmak, İslam medeniyeti kalelerini yıkmak ve bir öküz gibi yatırıp kesip yedikten sonra boynuzlarını Türkiye tarafına atmak vardı. Olmadı.
Aslında bu, Nazi Almanya’sının Çekoslovakya’yı 1939’da ansızın ilhak etmesi emsalinde de arandı. Geçen sene Rusya uydurma bir oylamayla Kırım Yarımadasını ilhak etti. Ankara’nın Kırım Adası’nda yerli halk olan Tatarların haklarıyla ilgili defalarca uyarıda bulunmasına kulak asmadı. Bildiğini okumaya devam etti. Bir katil diktatör olan Başer Esat’ın sözde ricasına uyarak, DEAŞ’a karşı 64 halkın birlikte yürüttüğü silahlı mücadeleye destek olmayı da güya bahane ederek Batı Suriye kara ve limanlarına üstlenen Rusya Suriye halkının özgür ordusu ile hesaplaşmak için oradadır. Stratejik hedeflerinden birisi de PKK ve PYD asilerine TSK’nin havadan indirdiği darbelere engel olmak, Türkiye’ye karşı silahlı savaşa katılan taşeron güçleri her bakıma desteklemektir. Bütün dünya bilir ki Moskova 1970’ten beri dünya terörist örgütler listesinde yer alan PKK’yı yıllar yılı terör örgütü olarak tanımayıp devamlı silah ve parasal desteklemiştir. Türkiye’ye karşı başkaldırıda PKK, PYD, diktatör Sedat ve onlara kanat açan Putin’in menfaatleri artık örtüştü ve çakıştı.
Bu gelişmeler seyrinde Putin, yıllardan beri taş taş üstüne koyarak kurulan Rusya-Türkiye; Rus halkı ile Türkiye halkı arasındaki dostluk, kardeşlik ve karşılıklı yarar sağlayan işbirliğini haince bıçakladı. Bu bilinçli ve planlı bir operasyondur. 2.5 milyon savaş mağduruna, sığınmacı ailelere, Türkiye’nin sıcak çorba ve kalacak yer temin etmesini kıskanan, üstüne üstelik her yıl 4-5 milyon Rus turistte de konforlu ikamet sunan TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin “Akçay AES”, “Türk Akımı” vb irili ufaklı projesini baltalamakla da Büyük Türkiye kurulmasına elinden geldiğince engel olma niyeti dışa vurdu. Putin’in son ayda ortaya koydukları, Rusya halkları için son derece büyük bir nimet olan Türkiye ve Türk halkıyla dostluk ilişkilerini ateşe vermesidir ve bu olayın acısını çok uzun zaman çekecektir.
***
Rusya örneğinde olayların tekerrürünü Orta Asya’da da izliyoruz.
Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan gibi devletleri dünya pazarlarına çıkarak güçlenmesini, bağımsızlık ve demokratik düzene oturmalarını 1990’dan beri elinden geldiğince engelleyen Moskova bu halkları kargaşa ortamında bırakmaya çalışıyor. Rusya’nın gözü devamlı bu devletlerin üzerindedir. Bu devletlerin ekonomik bağımsızlıklarını kuvvetlendirirken istikrar yolunda Moskova’ya karşı birleşmelerinden korkuyor. Bölge halkları yakın geçmişe kadar “Rusya’nın kötülük imparatorluğu” olduğunu unutmamıştır.
Moskova Orta Asya halklarının kendi dinlerine, İslam’a, öz dillerine, yaşam tarzlarına ve kültürlerine, kadım kültürlerinden kaynaklanan yeni medeniyete dönmelerinde kendisi için tehlike görüyor. Özellikle de bu ülkelerin dünya ekonomisine ve hammadde kaynaklarına kendi bağımsız yollarından bağlanmalarında çok büyük bir tehlike görmektedir. Örneğim 8 milyonluk Tacikistan’da devlet okulu sayısı kadar, medrese ve orta ve yüksek din okulu da kurulması, Moskova’yı tamamen rahatsız eder duruma gelmiştir.
Dünya siyasetinde ve ekonomisinde Orta Asya’nın yeri nedir? Olaya bir Avrupa-Asya Evi kurulması açısından baktığımızda, bu bölge devletlerinin çok önemli rolü olduğu hemen dikkati çekmese de, fakat bu bölgedeki 6 devlet Avrupa-Asya Binası’ndan sökülüp kenara konmak istense, binanın yapısında çatlaklar belirecek ve bina mutlaka çökecektir. Üstüne üstelik bu gölge halkları dış baskılara pek gelmeyen, kolay gücenen doğaya sahip olduklarından, onlarla her zaman dikkatli olunması zorunluğu vardır.
Burada özel önem arz eden durum, Moskova planlarında ve Kremlinde çizilen haritalarda yer alan demiryolu hatları, doğal gaz ve petrol boru hatları, kara ve ırmak yolları, ekonomik ve ticari bölgeler, serbest ticaret merkezleri bakımından bu devletlerin her birinin hassasiyetlerinin mutlaka ince hesap ve hiç birini kırmadan yürürlüğe konması zorunluğu vardır. Din, dil ve kültür alanlarında Moskova baskısının 1990’da 70 yıllık zorla kaynaşma gayretlerini bir çırpıda nasıl çöpe attığını bizim kuşak görebildi.
Bu bölgede bütün büyük devletler nüfus sahibi olmaya çalışıyor. Özellikle de Afgasitan ve Suriye bunalımı ve savaşları açısından bakıldığında Büyük güçlerin bölgeye birçok bakıma sığınak yapmasını beklemekte haklıyız. Aynı zamanda Orta Asya’daki nüfusunu yitirmek istemeyen Moskova’nın da elinden geleni ardına bırakma niyeti yoktur.
Biz halen belirli sorunları olan ve Avrupa Asya ekseninde gerçek yerini bulamamış olan Orta Asya Türki devletlerinin menfaatlerinin öncelikle ve başlıca Büyük Türkiye üzerinden geçtiğine inanıyoruz. Azerbaycan Başkanı G. Aliyev’in G-20 zirvesine özel konuk olarak davet edilmesi bu açıdan çok anlamlıdır.
Türkiye öncülüğünde ve örnekliğinde olmakla, biz son 30 yılda Yugoslavya, Irak, Libya ve Suriye gibi devletlerin başına gelenlerin Orta Asya Müslüman devletlerin başına gelmeyeceğine inanmak istiyoruz. Bu ancak Orta Asya’da güvenlik ve istikrarın korunmasıyla sağlanabilir. Bu bölgede bir Arap Baharı yaşanmasına da asla yol verilemez. Bu arada Büyük Türk iradesini gerçekleştirme azmi içinde olan Türkiye’nin Orta Asya devletlerine her bakıma destek olurken, daha geniş işbirliği ve yardımlaşma kapısını da sonuna kadar açacağına inanıyoruz.
Batı dünyasını korkutan en büyük olaysa, Orta Asya halklarının kendi dini köklerine, Müslüman ahlakına, kültürüne ve bilimine dönmesidir. Devamlı tekrar edilen rakkamlar şunlardır: 17 milyonluk Kazakistan’da 2 228; 30 milyonluk Özbekistan’da 2 050, 5 milyonluk Kırgızistan’da 2 200 ve 5 milyonluk Türkmenistan’da da 400 cami olmasıdır. Din dışı okullarda verilen eğitimle din öğreniminin aynı zamanda eşit koşullarda yürütülmesidir.
Objektif yasallıkların içinde tekerrür olduğunu kabul etmek zorundayız. Dünya yepyeni ve hepimizi kucaklayan bir kültür ve uygarlık yaratamadığına göre, insanların farklılıklarını kabul edip beraber yaşamalarına yol vermek zorundadır.
Bu bakıma, en aciz ve en beceriksiz insan dostu olmayan sözünün anlamı çok derindir.