Tarih oluşturulmasında en önemli faktörlerden biri tarihsel yanılgıdır
BGSAM
Tarih: 25 Mart 2022
Türkiye’deki TV’lerine çıkıp saatlerce tarihimiz olmadığını anlatanlar çok can sıkmaya başladı. Gerçekten öyleyse yüksek uzmanlıklarınızdan, doktorluklarınızdan ve profesörlüklerinizden vaz geçiniz. Aldığınız paraları iade ediniz, üniversitelerden çıkınız ve yerlerinizi istidatlı gençlere bırakınız. Türkiye’de olmayan düşmanlık aşılama tarihidir.
Bulgaristan haydutlarının tarihi, Osmanlı döneminde Bulgar basını, Osmanlı’da Bulgar ayaklanmaları vs vs konularla bilim gökdeleni katlarını çıkmaya başlayanlara yıllardan beri gerçekleri anlatmaya çalışıyoruz, hele hele tarihçilere, hele de feylesof geçinenlere ve bir de strateji uzmanlarına. Özet – her detayın kendi tarihi vardır.
Trihin anlamında bizim için gizli olan, kendimize ilişkin geçmişten ders almaktır. Tarihten çıkan dersler gerçekse bu çalışmadan herkes kazanır, değilse kaybeden olur. Bilgi toplayan, üzüntü biriktirir. Çıkarılan dersler yanlış olduğu zaman ise, insan aldatılabilir ve kullanılabilir. Bundan dolayı tarih birçok durumda söylenceleştirilir. Başka bir ifadeyke politik amaçlar uğruna olmak üzere, gerçeklerin olmadığı yerde beliren boşluk mitlerle (söylencelerle) yalanlar doldurulur. Bulgaristan tarihinde en sık rastlanan olay budur.
Okullarda Bulgar tarihi öğretiminin amacında her zaman ve her yerde değişmeyen bir şekilde propaganda vardır. Bu propagandada belirleyici olan ise, Bulgar devletinin çok eski zamanlardan kalma askeri-politik hedeflerini gerçekleştirmek olmuştur. Son 142 yılda okullarda ve üniversitelerde ders olarak öğretilen Bulgar tarihi, nüfüsu ideolojik ve psikolojik olarak komşulara karşı savaşa hazırlamaktan başka bir hedefi gütmemiştir.
1877-78 Rusya-Osmanlı Savaşından sonra Bulgaristan’ın toprak olarak genişletilmesi Milli Ülkü olmuştur. Bu genileme, zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu ve çevredeki diğer Balkan halkları topraklarında toprak koparılarakö onların hesabına olacaktı. Bu hedef, Bulgar devletinin komşu halklarla savaşa girmesini kaçınılmaz kılmıştır. Bu hedeften kaynaklanarak, böyle bir saldırgan çatışmanın “tarihsel açıdan adaletli olduğunu” kanıtlamak ise, Bulgar propagandasının ana ödevi ve dolayısıyla tarihin de başat ödevi olmuştur. 20. Yüzyılda Bulgaristan 6 savaşa katılmış ve hiç birinde kazanan taraf olmasa da yüzölçümünü 67 bin kilometre karden 111 bin kilimetre kareye çıkarmayı başarmıştır.
Bu bakıma Bulgar Milli Ülküsünün, propagandasının ve tarihçiliğinin temellerine daha ilk başta m i l l i y e t ç i l ik yerleştirildi. Bu ideoloji ne kadar başarılı aşılanırsa, somut politik hedefler o kadar kolay gerçekleştirilir. Bulgarlar milliyetçiliğe tarih propagandasına her yerde ve her zaman olağanüstü önem ayırmıştır. Tarih, ideoloji için akıllara her çeşit politik aşı yapma ve onu yapılandırma atacıdır. İdeoloji tarafından manupüle edilen insanlar akıllarının etki altına alınmasına ne kadar hazırsalar, bu iş o kadar kolay olur. Bu gerçekten hareketle, beyni aşılanmaya en hazır kitlenin çocuklar ve yetişkinler olduğunu, onlar hafızasına aşı yapılacak en yakın yerin de okul olduğunu hemen söyleyebiliriz.
Bulgar okullarında bugün ders olarak okutulan tarihle aşılanmak istenen temel fikirler ile Bulgar devletinin 1878’de kurulduğu zamanki dünya görüşlerinde, belirli değişiklikler meydana gelmiştir. 19. yüzyılda beliren ve 20. yüzyılda kol gezen milliyetçilik ne kadar çırpınırsa çırpınsın günümüzde adım adım gerilemek zorundadır. Bulgar tarihinin yeniden keşfedilme ve bir daha biçimlendirilmesi gereği açıkça görünse de, okutulan tarih değişmemiş ve aynıdır. Ve Bulgar tarihi, ne yazık ki zamanı dolmuş bir siyasetin değirmenine su taşımaya devam ediyor.
Kuzey Makedonya Cumhuriyeti topraklarına göz konmuş, Makedonya tarihi, Makedon dili ve tarihini tanımamak, aslında Bulgar nüfusun % 70’i tarafından desteklenirken, komşu ülkenin bir NATO ülkesi olduğu dikkate alınmadan, Avrupa Birliği üyeliğine “veto” konarak engel yaratılıyor. ABD, AB, tüm Balkan devletleri tarafından kabul edilmeyen bu siyasi çizgi, 20. yüzyıl Bulgar okullarında okutulan tarih derslerinin çarpık sonucudur.
Artık köklü değişiklik yapılması zorunlu olmuştur. Ve bu zorunluk, okutulan tarihin tarihsel gerçeklerin uzaktan yakından yanından bile geçmediğinden dolayı gereklidır. Ders kıtaplarının yeniden yazılması ve değiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Çünkü aşılanmaya çalışılan tarih ile bugünkü Bulgar devletinin gerçek gerekleri arasında kesişme noktası yoktur. Geçici seçim hükümeti de bu siyasete sıkı bağlılık göstermektedir.
Politik Hedeler
1877-78 Rusya Osmanlı Savaşından hemen sonra Bulgaristan’ın politik hedefleri belirlenmiştir. Bulgarların ve Bulgar topraklarının birleştirilmesi bu hedeflerin başında gelir. Bu hedeflere ancak askersel araçlarla ulaşılabileceği açıklanmıştır. Baş düşman olarak Türkiye gösterilmiştir. Savaş hazırlıkları genç Bulgar devletinin stratejik ödevi haline gelmiştir.
Hazırlıklarına başlanan savaşın bir profesyonel ordu tarafından değil, sıra askerlerinden oluşan birliklerle yürütüleceğine bir askersel yenilik olarak işaret edilmiştir. Bu anlamda, yalnız savaşın yürütüldüğü dönem için seferber edilecek büyük bir barışçı halk kitlesinin ateşe sürüleceği ortaya çıkmıştır.
Profesyonel askerler para ve ganimet için savaşırlar. Fakat binlerce sıradan insanı işinden gücünden alıp savaşa sürmek bambaşka bir sorundur. 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başında Avrupa’da bu tip ordular kurulup cepheye sürülüyordu. Bu insanlar bpşuı boşuna savaşa atılırken, onlardan hayatlarını feda etmeleri isteniyordu. Bu nedenle olmalı, seferber edilenlerin hayatlarını feda etme sebeplerini bulup (uydurum) ve bunları o insancıkların beynine aşılamak, devletin propaganda makinasının ana ödevi olmuştu. Bu amaçla milliyetçilik ideolojisi işe koşuldu.
Ordu, profesyonel ordu oldu olunca ideolojiye düşen ödevler azdır. Gerekli olduğunda propaganda dini hurafeleri ve dokgamalı kullanır. Örneğin Hıristiyanları müsülmanlara karşı kışkırtır. Bu açıdan değerlendirildiğinde milliyetçilik halkları direk olarak birbirlerine düşürme aracı olur. Bu işte Bulgarlar Türkleri ülkedki diğer azınlıklardan ve etniklerde ayırmış ve baş düşman ilan etmiştir.
Milliyetçilik, Osmanlı imparatorluğu, Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi çok milletli ve etnikli halkları birbirine düşürmeye aranıp da bulunmayan bir araçtır. Bu durumda ilgili devletlerin feodal ve dini düzen kurallarına uymaya davet etmekten başka yapacağı bir şey yoktur. Ne ki, Birinci Dünya Savaşı feodal devletlerin birçoğunun mezarını kazmıştır.
Bulgar milliyetçiliği
Milliyetçiliğin kabarmasında tarihin rolü büyüktür. Her türden politik yapılar bina edilebilecek mitolojik temellerin atılmasında en uygun zemin her yaman tarih olmuştur. Burada tarihin başka bir adı Bulgar belleği yani hafızadır. “Tarih oluşturulmasında en önemli faktörlerden biri tarihsel yanılgıdır”(1) Her zaman bilindiğinden dolayı, her yerde kullanılmıştır. Eğitim ve öğretimi bir propagandaya dönüştüren yanıldıgır ve başka bir değişle, delillerin bilinçli olarak seçilmesi, sıralanması, gerçeklerin ters yüz gösterilmesi ve hatta hiç olmamış şeyleri delil olarak göstererek yalan söylemeye başvurulur.
Osmanlıda yazılı Bulgar tarihi yoktu.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, üzerlerinde propaganda etkisi yapmaya en elverişi kitle çocuklar ve gençlerdir. Tarihte bu işlerde çok başarılı olmuş kişilerden biri, Alman askeri zaferlerinin müellifi olarak Alman öğretmenleri gösteren kansler Bismark olmuştur. (2) Alman öğretmenler öğrencilerine düşman üzerinde üstünlük hissetmelerini ve düşmana kin öfke beslemelerini öğretirler. Bulgar harp okullarında metoloji olarak bu seçilmiştir.
Milliyetçilik Seçimi
Birçok kişi milliyetçiliği, milli duyguları doğal, ebedi ve insan kültürüyle kopmaz bir şekilde bağlı kabul eder. Bulgaristan’da milliyetçiliğin ideolojik doğasının anlaşılmasında güçlük çekildiğini görebiliriz. İnsanlar, milliyetçiliğin bir ideolojii olduğunu kabul etmek istemezler. Klasik propaganda ile yapılan milliyetçilik aşısının bir çarpıtma, yanıltma olduğunu, 35 yıl öncesine kadar Bulgar kafasının almakta zorlandığı hepimiz gördük. İsim değiştirme esnasında hepimize silah dayayanlar bu zehirli milliyetçilik aşının bir kurbanıdır ve bugün de anadilimizde okuyup yazmamıza ve konuşmamıza engel olanlar soy ve sülale olarak zehirlenmiş beyinlidir ve bir türlü arınamıyorlar. Bu gerçeğin başka bir açıklaması olamaz. Milliyetçilikle ideolojinin propaganda aracılıyla birbirine bağlı olduğunu kabul etmediler. Bugüne kadar aynı zehri saçtıklarını, HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın “Türkiye bizim vatanımızdır!” sözlerine tepkide hepşmşz görebildik. Türk milletinin dilini, dinini, kimliğini ve geleceğini belirlemek Bulgarlara mı kalmış?
Milliyetçilik ve onun mitleri toplumsal bilince daha derin yerleşebilir. İnsan prikolojisinin özelliklerinden faydalanarak, milliyetçilik hafıza derinliklerine ideolojilerden daha derinlere de yuvalanabilir. Milliyetçilik dışındaki ideolojiler toplumun belirli bir kesiminin bazı gereksinmelerine yanıt verdiklerinden dolayı, insan bilincinde değişik içsel zıtlaşmalara da sebep olabilir. Bu alanda doruk noktasına varan komünist ideolojidir: Sınıf savaşımlarını ön plana çekerek, “kötü” sınıfın yok edilmesi hedefine yönelerek iç savaşlara da neden olmuştur. Mayıs 1989 Ayaklanması Bulgaristan Türklerinin Bulgar milliyetçiliğine ve şovenizmine karşı bir halk ayaklanmasıdır ve Bulgaristan tarihindeki en büyük başkaldırıdır.
Milliyetçilik sınıf savaşımının tam tersidir.
Milliyetçilik hepimizin aynı olduğumuzu, kendi aramızda barış içinde yaşamamız gerektiğini, aramızda yardımlaşmamız gerektiğini, ülkemiz adına birleşmemiz gerektiğini iddia eder. Ama Bulgaristan’da Bulgar çocukları eşit şartlarda Çingene veya Türk okullarında okusunlar tezini kabul etmez. Her etniğin kendi dilini konuşmasını ve kendi gelenekleriyle yaşamasını da kabul etmez. Okul sistemini ikiye bölmüştür. Kendi gizli kararlarına göre, “şu okulları bitirenler devlette görev alabilir”, diğerlerinden mezun olanların yeri tarla, harfiyat işleri, madenler, hademelik ve benzeridir, kılavuzuna 142 yıldan beri şaşmadan uyulmaktadır. O ikinci sınıf ortaokulları bitirenler okumayı çözemezlerken, lise mezunları da okuduğunu anlayamaz durumdadır. Bu, ırkçığın püsküllüsüdür.
Bunu savunurken de, biz iyi olanlarız ama kötü olanlar da var, onlar bizim sınırlarımızın dışında bulunuyorlar ve orada bize saldırmaya hazırlık görüyorlar, der, okutulankitaplar. Bundan dolayı biz, ne kadar daha sıkı kenetlenirsek birbirimize o kadar daha başarılı oluruz, her zaman kendimizi ve ülkemizi savunmak için hazır olmalıyız, savı yayılır. Milliyetçiliği başarıya görüren de işte budur.
Harika, akat uygulama bunun tam tersi olan sonuçlar verebilir. Halkları birbirine karşı kışkırtmak o kadar feci sonuçlar doğurur ki, taraflar bedelini ödeyemez. 19. Yüzyıl milliyetçiliği bu acı zehri yutarken, çok ağır faturayı 20. Yüzyılda halklar ödemek zorunda kaldılar. Balkan Savaşı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları örneklerle doludur.
Üstüne üstelik milliyetçilik ideolojisi yerel politik elitler için çok cazibeli görünür. Bunun nedenlerini – bir millet – milli devlet konseptinde aranmalıdır. Bulgaristan’da 1878’de başlayan bu uygulama Bulgarlar dışındaki 9 etniğin entelektüel ve kültürel birimler olarak yok olmasına, ezilmesine ve ezilmeye devam etmesine nedendir. Bulgar milleti millet olarak taçlanamamış, dolayısıyla güçlü devletini de kuramamış, etnik toplulukları özsüz bıraktığından dolayı da bir halk olarak birlik ve beranberlik sağlayamamış, parçalandıkça ufalanmıştır.
Kendi milletini biçimlendirebilenler, kendi devletini de kurabilirler. Bundan dolayıdır ki, millet olarak oluşmanın biçimleri o dadar çeşitli, farklı, özellikli ve hatta yapay olabilir. Milli oluşumun taleplerinde dil, din, etnik, coğrafi nedenler olabilir. Nedir ki, bu işlerde kanıtlayıcı rolü en yüksek olan faktör tarihtir. Bundan dolayıdır ki, herkes kendi tarihini, istediği gibi kendisi yazmaya çalışıyor ya da hafızasında saklıyor ve daha iyi günler bekliyor. Bir gün gelir ve Türkiye TV ekranında Bulgaristan Türklerinin tarihi yok diyen birilerinin boy göstereğinden korkuyorum. Unutulmasın 20 asrın başındaki büyük savaşlarda 20 bin evladımızı kaybettik. Atatürk’in Kuva-i Milliye Genel Kurmayındaki Generallerin hepsi Rumeli toprakları evladıydı.
Tarih propagandası pekçokları tarafından kullanılmaktadır. Bulgaristan’da ise, tarih çok ateşli ve ısrarlıu kullanılmıştır. Bunun nedenleri vardır kuşkusuz. Başında Bulgar tarihinin ve devletinin bir entelektüel çöl içinde inşa edilmesi zorunluğundan kaynaklanmıştır. Bundan dolayıdır ki, Bulgar devletinin rolü çok fazla abartılmış ve çarpıtırılmıştır. Bir defa tarihin toplumsal hayatta aldığı yerin fazlasıyla önemsenmesi, ikinci olarak da, Bulgar milli kaderinde meydana gelmiş olan tek tek tarihsel olayların rolünün abartılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu iki özellik yapılan aşıların özünde yer almıştır.
Aşılanan temel telkinler
Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, düşman üzerinden üstünlük ve ona kin ve öfke beslemek, her bir askeri propagandanın ulaşması gereken en önemli 2 hedeftir. Bulgar okullarında okutulan da buydu. Bulgaristan Halk Meclisine de böyle bir ödev yüklenmişti. Bu çok zor bir ödevdi. Çünkü Bulgar tarihinde siyasi doruklar olmadığı gibi, milli hislerin coştuğu anlara da pek rastlanmaz. Bu boşluğun doldurulması ödevi ön plana çekilmiştir.
Günümüze kadar Bulgaristan’da uygulanmaya devam eden boşluğu doldurma MODELİ önce “Bulgar Islav Tarihi” yazarı 1722 doğumlu Papaz Payisiy Hilendarskı tarafından kullanılmıştır. Onun “Hey aklı başında olmayanlar! Kendinize Bulgar demekten neden utanıyorsunuz?” Ve şu da ilginçtir: “Hey aptal adam, sen kendi soyundan neden utanıyorsun?” ve onun eserinin aynı bölümünden bir alıntı daha: “Yoksa Bulgarların Çarlığı ve devleti mi yok muş? O kadar yıl egemen olmuışlar ve tüm dünyada bilinen şanlı birileriymişler…” Onun bu sözleri hepimize daha ilk okulda zorla ezberletilmedi mi?
Biz bu sözlere bir daha dikkatle baktığımızda ne anlarız? Burada görülen bir gerçek var. Bundan 250 yıl önce de Bulgarlar kendilerinden birçok yerde utanıyorlarmış. Bunun kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Utanmak, insanoğlunu hayvanklardan, kültürlü ile ahmakı birbirinden ayırt eden niteliklerden biridir.
Söz konusu utanma Payisiy Pilendarski için merhamete gelme değildir. Tam tersi. O, utanmanın nedenlerini öğrenmeye çalışmıyor bile, varsa o nedenleri kaldırmak da istemiyor. Ve o bu insanlara aptal ve çarpık demekten çekinmiyor. Ve hemen kendilerini uzun yıllar ötedeki milli şerefimizden ilham almaya davet ediyor. Ve hemen ardından o uzak geçmişi uygurmaya başlıyor.
Ansiklopediler bu olayı şöyle anlatmıştır. Payisiy “Bulgarları Yunan ve Sırpların karşı yüceltmeye başlıyor, Bulgarların üstünlüklerini dizmeye koyuluyor, Bulgarların milli ruhunu yükseltiyor.” Burada Payisiyin yaptığı deliller toplayıp onları anlatmakla kalmıyor, o delillerin arasından Bulgarların asiliğini ve maneyiyat olarak Bulgarların daha yüksel olduklarını belirterek anlatıyor.” Burada yazarın Bulgar geçmişine romantik bir esinle baktığını, anlatılan çağın özelliklerinin ortasında Bulgarların olduğuna işaret eden yanı dikkat çekiyor. Bir de bu eserde çok güçlü bir kalem kavgası yan var. (3)
Biz burada yukardeki akademik söz ve kavramları herkesin anlayabileceği bir dille ifade etmeye kalkıştığımızda şunları seziyoruz: “Payisiy’de ortaya sürdüğü sorunlara cevap yoktur. Bundan dolayıdır ki, o aynı sorunlara özde çözüm aramaktan kaçıyor. (Biz aynı yöntemin isim değiştirme ve soya dönüş saçmalıklarında da uygulandığını yaşadık. Bize geçmiş uydurdular. Devşirilmiş olduğumuzu iddia ettiler ve ediyorlar. Fakat hiç birimizin dedesinin devşirildiğine kanıt getiremediler.) Bu eserde Payisiy, kendisine karşı çıkanlara saldırıyor, onları incitiyor, azami duygusal gerginlik yaratıyor. Bulgar problemlerinden başka halkları sorumlu tutarak, onları suçluyor. Tarihsel delilleri, ancak onun tezlerine hizmet edecek şekilde seçiyor. Ve deliller tükenince, delil uygurmaya ve yaşlan söylemeye başlıyor. (1964’te Anton Donçev’e uydurma “Ayrılık zamanı” kitabı yazdırmadılar mı? 1985’te yalan denizine düşmedik mi? Bunlar, katliam, zulüm, iç savaş, devlet terörü değild neydi?)
Bugüne bugün Bulgaristan tarihini yazanların kullandıkları ana yöntem (delil uydurum gerçekmiş gibi dayatmak) budur. Uydur uydur yaz. Okullarda ders olarak anlatılanlar da uydurmalardır. İşlerine gelmeyen gerçekleri gizlemek, işe yarayacak yalanlar düzmek, çelişkiler aramak, çelişkileri histerik hale getirerek kızıştırmak ve Bulgar tarihi yazılırken bu yalan dolanları dillendiren yöntemlerin her birinden faydalanılmıştır. İçinde düşmanlık kokusu olmayan bir kitap gösteriin de alıp okuyalım. Bu, ötekileştirmenin de bir yönüdür.
Amaç, araçların kullanımını haklı gösterir, bu bir atasözüdür, ama doğru değildir, çünkü hayatta hangi araçları kullanırsan, öyle sonuçlar elde edersin. Yalan dolan ve histerik olayların anlatımından gerçek milli onur ve milli ruh hali oluşmayacağı gün gibi ortadadır. Biz bugün artık bu yalan dolanların ve uygurmalar zincirinin Bulgar şerefine engel olduğunu ve temelli olmayan bir ruhsal durumun giderek çöktiğini hissediyoruz. Birleşmek bir yana diyalog kurmak bile imkânsız oldu. Ne yazık ki, gerçekler, hele “soya dönüş yalanları” göz çıkarırken, aynı yola devam etme çabaları üzücüdür. Bulgaristan ve Bulgarlar dünya kamuoyuna rezil olmuş durumdadır.
Üstünlük duygusu yaratmak
Şunu önemle belirtmek gerekir, üstünlük duygusu birçok başka duygu gibi direk aşılanabilir, dolayız telkin eilebilen bir duygudur.
Politikacılar bu duyguları çok yakından tanır. Bize okullarda İvan Vazov’un şiirleri ezberletilmedi mi? Milyonlarca Çinliye Mao Ze Dung ezberletilmedi mi? Bulgaristan Türk gençlerine Plevne ve Şipka savaşlarında Türk çocuklarının dedelerinden Osmanlıdan Ruslar tarafından kurtarıldığı zorla dayatılmaya çalışılmadı mı? Çocuklara ve basit insanlara dayatılan telkinler çıplaktır ve tekrarlanmayla aşılanır.
Uydurma birikimler neticesinde, Bulgar tarih yazımını başlatan, Kiev ve moskova’da ruhhani bilimler okuyan Marin Drinov 1868’de Bulgarlarla ilgili çok farklı bir övgü sunar ve der ki:
“Henüz kararmamış her aklın görebildiği bir gerçektir ki, Bulgarlar ruhlu ve çalışkan, aydın zekâlı ve manevi nitelikleriyle Balkan Yarımadasının diğer halklarından da yüksek morale sahip olup diğerlerinden daha kalabalıktırlar.” (4)
Drinov’tan 10 yıl sonra çetecilerden Zahari Stoyanov yukardeki nitelemeye şunları ekledi:
“Bulgaristan’ın bugünkü ekonomik durumunu Rusya, Fransa, İngilterer, İrlanda, Rumanya ve Almanya ve belki daha birçok ülke bizim derecemize yıllarca erişemeyeceklerdir. Biz buna inanıyoruz. Söyleyebilir misiniz dünyanın neresinde bugünkü Bulgaristan köylerinde olan bolluk gibi bolluk görülmüştür?” (5)
O zaman Bulgaristan halkı okuryazar değildir. Bu gibi görüşlerin halkın beynine aşılanması için onun önce eğitilerek yetiştirilmesi gerekir. Rus Çarı, Bulgar çocukların toplanıp Odesa Kiev’te yetiştirilmeleri için 500 burs ayırmıştır. Cahil bir halkın beynine hiçbir şey aşılanamaz. Bu böyle bilinmelidir. Beyinleri zehirlenenler haydut ve komita olmuştur.
Bulgarların 70 yıldan beri Türklerin okuma yazma engelli olmasına çalıştıklarını biliyoruz, 2 700 okulumuzun kapanması, yıkılması, imam hatip okullarımızın bile kâh kapanıp kâh açılması, öğretmenleri ülkeden kovulması hep cahil bırakılmamız, hafıza ve bilinç olarak köreltyilmemiz stratejisine hizmet etmiştir. Uygulanan bir devlet politikasıdır. Biz cahil kalmazsak Bulgar bizden üstün olduğunu nasıl iddia edebilir?
Aynı zamanda bir halkın başka birinden üstün olduğunu iddia edebilmesi için bir temeli olması da gerekir. Çünkü milli maneviyat bilim, teknik, edebiyat, sanat ve başka dallara oturur. Bulgaristan Türk edebiyat ve sanatını bu sebeple yasakladılar, kültürümüzü yok etmeye çalıştılar, yaşam biçimimimi değiştirmeyi, halk hafızamızı silmeyi denediler. Bize karşı “soy kırım denemesi” denediler, ama başarılı olamadılar ve şimdi millet ve devlet olarak çöküyorlar.
1878’de Bulgaristan’ın Bulgarlar açısından bir medeniyet ve aydınlar çölü olduğunu herkes bilir. Bu bakıma önce milli üstünlük ve çevredekilerden daha üstün oldukları telkin edilmeye başlar ve bu yıllarca süer. Türkün üstünlüğünü dünyaya gösteren her sıkletten güreşçilerimizi, haltercilerimizi, tenisçilerimizi hatırlayalım, ne oldu Bulgardan üstün olduklarından dolayı göçe zorlandılar. Türk isimleri tüm cetvellerden silindi. Bulgar sport tarihinde yokuz.
Tarihin bir önceliği vardır. Medeniyetler uydurulamaz, ama tarih uydurulabilir. Bu nedenledir ki, medeniyet yaşamayan Bulgaristanmda milli ruh hali tarihçiler tarafından uydurulmuş ve Bulgar toplumsal yaşamında sonuç belirleyen rol almıştır. Şöyle ki, hiçbir dalda hiçbir üstünlüğü olmayan Bulgar tarihçileri Payisiy Hilendarski yöntemiyle uydura uydura yazmışlardır.
Şu örneğe bir bakalım. 1945’te İkinci Dünya Savaşından çıkan savaş tazmınatı 25 milyon dolar olan Bulgaristan bu parayı ödeyebilecek durumda olmadığından dolayı Başbakan Georgı Dimitrov Bulgaristan’faki Makedonları Yugoslavya lideri Yosif Titoya devrederek, tazminat yükünden kurtulur. 1990’dan sonra Yugoslavya dağılır ve Makedonlar bir millet ve devlet olarak ortaya çıkar. Balkanlanlardaki milletlerden biri olarak dillerini konuşmak, tarihleriyle yaşamak ve kimlikleriyle gururlanmak isterler. Bu defa Makedon olarak “sattıkları” (değiş dokuş ettikleri insanları) Makedon olarak tanıyıp kabul etmez ve yeni yalan tarih yazılmaya başlar ve bugün diz boyu batak ve kavga…
Temel arguman
Bulgar milli ruh halindeki temel arguman diriliş dönemidir. 19. Asırda başlar ve Bulgar tarihinde en övülen dönemdir. “Diriliş” dendiğinden Bulgarlar ne anlar? Başta Türkler olmak üzere, Osmanlı imparatorluğu çerçevesinde yaşayan diğer halklara kıyasla Bulgar halkının dev kültür inkişafı yaşadığı telkin edilir. Övgüler şu yöndedir: Diriliş Çağı Bulgarları vatanseverdir, öğrenimlidir, uyanıktır, milli davaya sadıktır, ticaret ve zanat işlerinde ustalaşmıştır, Avrupadaki ilerlemeyi izler ve tek sözle yaratılan Bulgar simasında onlar “iyi adamlardır.” Bu atılımın tek anlamı vardır: Biz bizi yönetenlerden daha üstünüz.
Bu olayı dah mkooooooooa anlaşılır bir şekilde şöyle birörnekle açıklayabilirim:
Bugün de Bulgar Milli Eğitim ve Teknolojii Bakanlığı yıllık ders programlarında her okuldan öğrencilerin “Kobrivştitsa İehrindeki Diriliş Çağı Konaklarını ziyarat etme” maddesi vardır. Bu programda Plovdiv (Filibe) veya başka bir şehirdeki “Diriliş Çağı Konaklarını Ziyaret Etme” öngörülmez, özel olarak Koprivştitsa şehrindeki konakların gidip görülmesi istenmiştir. Plovdiv kentindeki tarihsel evlerin ziyaret edilmemesinin sebebi ikidir: Birincisi, Bulgaristan topraklarındaki Plovdiv gibi büyük kentlerde Türkler, Ermeniler, Yahudiler yaşamıştır. Bu şehirdeki konakları Bulgarlar değil, Türkler inşa ettirmiş ve bu semtlerde onlar yaşamıştır. Parası bol olan Bulgarlar ise, İstanbul konaklarının kopyası konaklar yaptırmıştır.
Bu arada şöyle bir olay yaşanmıştır. 1839’da Gülhane Hatişerif’in yayınlanmasından sonra imparatorlukta yaşayan Hıristiyanlar kendilerini daha güvenli hissederken, Koca Balkan orman içi kentlerinden biri olan Koprivştitsa’nın Bulgar sakinleri keselerini açıp ev yaptırmaya başlamışlardır. Kurulan evlet Yunan tipi konaklardır. Bu evlerden birincisi 1850’de Stoyko Lutov tarafından inşa edilmiştir. Bu şehirde Türk, Yunan veya Yahudi yaşamaz.(6)
Koprivştitsa evleri İstanbul konaklarının 2. Kopyasıdır. Bakanlığın tam olarak bu konakların gidip görülkesinde direnmesinin nedeni yüksek mimari özelliklerinden fazla, bu konaklarda Bulgar aileler yaşamış olmasıdır. Burada vurgulanan Türklerin yaşamadığı Bulgar kasabaları oluşturulabildiği vurgusudur. Böylece Bulgarların Türklerden üstün olduğu yeni özelliklerde aranmaktadır. Demek istenen biz Osmanlıda Bulgar kasabaları kurduk, ama onlar 1878’den sonra Bulgaristan’da Türklerin yaşadığı kasabalar kuramadıüına işarettir. Anlamında “Biz becerdik, onlar yapamadılar!” vardır. Bu suni yaklaşımın Bulgaristan’da başka özelliklerinden biri de Melnik ve Nesebır gibi yüzde yüz Yunanların yaşadığı şehirlerde de görülmektedir, onlarsa yüzde yüz Bulgar şehri ilan edilmiştir. Bu gelişmeler 1882’de uygulamaya konan Bulgaristan’ı Osmanlı maddi eserlerinden temizleme programı çerçevesindedir. Program uygulaması Tuna / Vidin kentinden başlamış ve Kuzey Batı Bulgaristan köy ve kentlerinde Türk aile kalmamıştır. Bu program uygulanırken Sofya’da 29 Türk mahale, cami, medrese, köpri, dükan ve kahvehaneleriyle birlikte yıkılmış, yerle bir edilmiştir. Bu uygulama artık 140 yıldan beri devam ediyor ve diğer azınlıklardan daha üstün olan bir Bulgar maneviyatı yaratmaya hizmet etmektedir. Oysa keser tutmayı, döşeme çakmayı, çatı kurmayı Türklerden öğrendikleri gibi, başları yastığa ilk kez Türkler geldikten sonra konmuş, yorgan dikmeyi de Türklerden öğrenmişlerdir. Ama sonradan görme sözü var ya…
Milli Zorbalık
Milliyetçilik propagandasında öne çekilen arguman milli zulümdür. Her zaman ve her yerde uygulanır. 1972-1975 Pomak zulmü, 1984-1989 Türklere zülm tarihsel olaylardır. Bu olaylarda zulm eden milletin yetersizlikleri, zorbalığı devlet siyasi olarak kullandığı ve tüm bunlar gizli yapılsa da sonunda, baskı, terör ve işkence uygulandığı gün ışığına çıkar, çıkmıştır. Bulgaristan’da milli zulüm Türklere ve Müslümanlara uygulanmıştır. Bulgarlara Türk düşmanlığı aşılanmasında ana araç olarak zulüm, zorbalık, baskı ve terör uygulanmıştır. Bulgaristan’da Türkler düşman olarak gösterilmiş ve Türklere karşı şiddetli kin ve öfke aşılanmıştır. Türklerin göçe zorlandığında korkutulan kamuoyu dilini yutmuştur. 1943’te Yahudiler Almanya kamplarında yakılmaya gönderilmek üzere trenlere yüklendiklerinde, vahşete karşı şıkan Bulgarların 1945-1948 arası yargılanıp öldürülmeleri, milli korku yaratmış ve bu hala aşılamamıştır. 1973 Pomak vahşeti, 1985 Türk katliamı ve 1989 ayaklanma ve göç olayları buna kanıttır.
Nedir ki, Türklere millet olarak zorbalık uygulanması Bulgarlara en uygun olan olsa bile, içinde ciddi sorunlar vardır. Aşilamayan sorun şudur. Osmanli devletinde azınlıklara ve milletlere asla milli zorbalık uygulanmamış, ayrım siyaseti izlenmemiştir. O zaman, milliyetçilik teorisi henüz bilinmediğinden, Türkler kuzu gibi insanlar olduklarından ötürü değil kuşkusuz. Osmanlıda kimseye baskı uygulanmamış, çünkü zorbalık ilkesi çok milletli, çok etnikli, çok kültürlü bir devletin başarılı varolabilmeyiyle taban tabana zıttır.
Osmanlı imparatorluğu çok milletli, çok dilli, çok dinli ve değişik kültürlü hanedanlıklar arasında en uzun ömürlü ve en başarılı olanıdır. Avusturya-Macaristan ve Rusya imparatorluklarından çok daha uzun yaşamıştır. Türkler ele geçirdikleri topraklardaki halkları ayakaltına aslalardı, ezselerdi ve onlara zulüm uygulasalardı ne hızlı hükselip yayılabilir ne de bu kadar uzun ayakta kalabilirlerdi. Tam tersi olurdu. Türkler, farklı dilli, dinli, gelenekli ve kültürlü diğer halklara, etniklere, soıylara ve boylara karşı olağanüstü akılcı ve herkes tarafından kabul edilen bir siyaset yürütmüşlerdir.
İstanbul’un fethi Osmanlı devletini dünya devi yapmıştır. 50 bin kişilik bir erkek kadın sürüsü olmaktan çıkıp 250 bin kişilik ordu toplayabilen, ele geçirdiği topraklarda ordular ve kolordular barındıran, yeni güçlü bir devlet olmuştur.
Türk milletinin birden bire büyümesi, Türklerin Anadolu soylarını, Yunanları, Islavları ve diğerlerini fazla zorlanmadan yenerek kendilerine katmalarına, sayıları çok fazla olan, Osmanlı imtiyazlarından ve üstünlüklerinden yararlanmak isteyenlerin hepsi gönüllü olarak, dinlerinden vaz geçerek İslama ve Türklere katılmayı cani gönülden kabul etmişlerdir. Ana babalar, çocuklarını gönüllü olarak, eğitim ve toplum ve devlet hiyarerşisinde yetiştirilmesi dilekleriyle kendi elleriyle Osmanlı devletine vermiştir. Devşirilen çocukların Hıristiyan ana babadan olması kariyer sahibi olmalarına ve yüksek makamlara ulaşmalarına asla ve hiçbir yerde engel olunmamıştır.
Osmanlılar, kendilerine bağlanan rayanın yerel öz idare içinde yaşamasını bilinçli olarak özendirmiştir. Osmanlılar diğer dinlerden olanları kovuşturmayı, baskı altına almayı asla düşünmemiştir. Bunun nedenleri arasında, İslamın öteki tek tanrılı halkların dini haklarına el uzatılmasını bizzat yasaklaması başta gelir. Yunan, Sırp, Bulgar, Rus ve başka Ortodoks kilisesinden olanlar ve onların kendi aralarındaki davalarda son söz her zaman Başpiskoposa bırakılmıştır. Ölüm cezası da olmak üzere, cezalandırılması gereken Hıristiyanların son cezasını kesen Başpiposluk makamı ve Başpiskoposun kendisidir. Cezayı yerine getirme ödevi ise Osmanlı makamlarına bırakılmıştır ve onlar da Başpiskoposun kararına ıtıraz etmemişlerdir. (7)
Osmanlı devletinin sonunu getiren dini ve etnik uzlaşmazlıklarla baş edememesinde aranmamalıdır. Osmanlı devleti bu sorunlarla her zaman kolaylıkla başetmiştir. Çökmesinin nedenlerinin başında gelen feodal (derebeylik) karakterini aşamamasıdır. Osmanlı bir feodal devletti. Devlet içi ilişkiler feodal münasebetlerdi. Uygulanan baskılar milli değil, feodal baskılardı.
Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı sisteminin içindeki bir parça olan Bulgar devrim hareketi, bir milli hareket olmaktan öte, bir sosyal ve sınıfsal harekettir. Bulgar tüccarlar ve zanatçılar Osmanlı devleti bir Türk ve Müslüman devlet olduğundan dolayı savaş aömadılar ona, Osmanlı bir feodal devlet olduğu için direnişe kalktılar. Bulgarlardan çok daha önce, İngiliz tüccar ve zanatkarlar İngiliz Kralıyla savaştı, Fransız rğcar ve zanatçılar Fransız Kralla aynı nedenle müvadele ettiler vb.Onların hepsinin amacı birdi: Toplumsal düzeni değiştirmekti. Bu hedefe ulaşma yolları ise somut koşullara göre farklıydı. Kimileri dini, ötekiler milli, üçüncüler ahlak düzeninde değişiklik istemişlerdi. Ne var ki, ne İngiliz, ne Fransız ne de Bulgar tüccar ve zanaatçılar bayraklarına ve sloganlarına gerçek isteklerini yazmamışlardır.
Direnişlere katılanların tümü, kenarda kalanları da saflarına kazanabilmek için dini, yurtsever veya ahlaksal sloganlar yükseltmiştir. Bunlgarların yaptığı darklı olmamıştır. Farklı bir değişle Osmanlı bağrında mayalanan Bulgar kapitalizmi milli elbiselerle kuşanmış ve elinde haç taşıyordu. Fakat kendi menfaatleri, kendi iktidarını kurmak ve kendisi için mücadeleye kalkışmıştı. O zaman Bulgar burcuvazisi ne kadar az sayıda ve zayıf olmuış olursa olsun, meydana çıkan, gelecekte milli bağımsızlık elde edildiğinde bütün devlet iktidarı eline geçecek olan, onun yerini dolduracak başka biri olmayan milli elit, yani Bulgarların yarattabildiği milli aydın zümre onlardı ve başkası yoktu.
Bulgar milli hareketine katılanlar dini sloganlarla yürüdüler ve bağımsızlık ve milli devlet onlar için farklı, başka bir anlam da taşımıyordu.
Rakovski ve Benkovski için, ayaklanmanın anlamında, kurtulan Bulgar halkının elinden eski Bulgar çarlarının Taçını alıp giymek vardı. G. Apostolov için özgürlük, Türk Paşaların yerine Bulgar amirler atanması anlamına geliyordu. Ve onun gözü Stara Zagora (Eski Zara) amiri Emin Paşa’nın koltuğuna oturmaktı. Gabrovo kentinde düzenlenen komitacı toplantılarında tartışılan sorun da, Özgür Bulgaristan’da kimin hangi makama atanacağı sorunu olmuştur. (8)
Bulgar diriliş devrinde, kapitalist sınıfın derebeylik düzeni içinde oluşum ve dallanmasını izliyoruz. Burada Bulgarlara özgün sayılabilecek bir farklılık yoktur. Yaşanan bir genel tarihsel eğilimdir. Gözlenen aynı ekonomik ve sosyal süreçlerdir. Daha fazla ekonomik ve politik haklar, tüm çocukların yararlanabileceği daha iyi eğitim öğretim sağlanması, daha iyi yaşam kültürü temel isteklerdir.
Bu süreçte motor olan miller hayali ve milli hisler değildir. Bunlar bir sonuçtur. Bulgar dirilişi ekonomik, politik ve kültürel belirtileriyle öncelikle Bulgar sermaye sınıfının kapitalizmin oluşumuna işaretlerdir. Bulgar milliyetçiliği ise daha sonraki yıllarda tüm bunları üstlenip büyümeyi seçmiştir.
Bugün böyle bir perspektif olmadığından dolayı yerimizde sayıyoruz.
Paylaşınız